Uzlaşma Çağrısı
4 Sene Önce...
Kışı daha henüz atlatan, yeni yeni yeşeren çimenleri olan arka bahçeyi izliyordu toprak rengindeki gözleri. Kollarını sıkıca göğsünde birbirine bağlamış, sessizce duruyordu. Ders henüz başlamamıştı Liverpool'un en büyük ve tek yetiştirme yurdunda. "Aurora Harley Watson?" Adının söylenmesiyle başını hemen görevli kişiye çevirdi. Heyecanlanmadığını söylerse yalan olurdu, ama yine de 'ne var?' dercesine bakmıştı onlarla ilgilenip duran genç kadınlardan birine. "Hadi gel. Seni görmek isteyen biri var."
Sevdiği derslerden birinden alındığı için şikayet etmek yerine sadece kadının peşinden gitti. "Geçen sefer benimle konuşmak isteyen beyefendi mi?" Yurtta, onlara böyle konuşulması gerektiği öğretilmişti. Nazikçe sorduğunda kadın başını salladı. "Bu sefer saygılı olacağına ve kovmayacağına söz ver." Uzun, ıssız ve soğuk mermer koridorları geçtikten sonra birkaç kapıyı daha atlatmışlar ve sonunda karşı karşıya gelmişlerdi.
Adama bakmaktan çekinip, ona en yakındaki kişiye sığındı hemen. Biraz ötesinde duran görevli ablasına kaçırdı gözlerini. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. "Bay Tomlinson." Diye giriş yaptı kadın ikisinin yerine. "Sizi tekrar görmek ne kadar güzel. Arka bahçede birlikte zaman geçirmek ister misiniz?"
"Aurora da isterse elbette, neden olmasın. Öncekinde olduğu gibi burada da oturup konuşabiliriz tabii." Harley gözlerini korku yerine merakla karşısındaki genç adama kaldırdığında ona parlayan mavi gözleri ilk kez görüyordu. Çünkü, bir önceki görüşmelerinde yüzüne bakmak dahi istememişti. Nedeni neydi bilmiyordu. Ayrıca ona ilk ismiyle seslenen daha önce hiç olmamıştı. Bu garibine gittiği kadar, hoşuna da gitmişti.
"Dersten geri kalacağım ama?" Ufak kız endişeyle yetkili olan asıl kişiye döndü.
"Aslına bakarsan ziyaret saatine yetişmek için ben de dersten erken çıktım." Louis söze atladıktan sonra hemen gülümsedi. Aurora Harley şaşırmış ve ne demek istediğini ilk saniyelerde anlayamamıştı.
"Sen öğretmen misin?" Bayan Sarah onu uyarınca hemen kendini düzeltti. "Siz öğretmen misiniz?"
"Evet, edebiyat öğretmeniyim. Hatta buradaki birkaç kişiden okumaya ilgin olduğunu duyduğumda en sevdiğim kitaplardan birkaçını da senin için getirdim." Louis elindeki torbayı görmesi için hafifçe kaldırdı. "Umarım hoşuna gider." Onlar beraber bahçe kapısına doğru yürüdüğü zaman Sarah onları takip etmeyip baş başa bıraktı. "Burada nasıl zaman geçiriyorsun bilmiyorum. Umarım kötü ve sıkıcı bir tercih yapmamışımdır."
"Aslında kütüphanede de kitaplar var." Harley etrafta kimsenin olmadığını bilerek rahatlıkla konuştu. "Ama, oradan ödünç alabiliyoruz. Hiçbir zaman bize ait olmuyorlar."
Yuvarlak geniş alanda yürürken Louis ikisi için bir bank seçti ve 10 yaşındaki küçük kızın oturması için beklerken elinde taşıyıp durduğu poşeti ortalarına bıraktı. "Bunlar sonsuza dek seninle kalabilir."
Aurora Harley uzun uzadıya gri renkteki poşete baktı. İçinde neler olduğunu merak ediyordu. Hem, onu evlatlık edinmek isteyen edebiyat öğretmenini de merak etmeye başlamıştı. Bu onlar için buzların kırıldığı asıl yer sayılabilirdi; Louis zamanı geldiğinde, sonsuza dek beraber yan yana kalabilme sözünü vermeden öncesinde.
Louis'in onu evlat edinmesinden ve hayatlarını bir evde hep birlikte yaşayan bir aile olmadan önce Harley'in önce kendisine sonra da diğer insanlara alışması gerekmişti. Kurumdaki insanların söylediğinin aksine, Aurora Harley zor bir çocuk değildi Louis'e göre. Yaşının büyük olmasından dolayı şımarık diye yaftalanmasını, yeni evine alışmasının zor olacağının önyargısına inanmamıştı en başından beri. O da, tıpkı oradaki tüm çocuklar gibi ebeveyn ilgisine ve sevgisine ihtiyacı vardı. Hatta tümünden daha çok; Louis bunu anlamıştı. Ama ailesinin ikisi de o çocukken öldüğü için ona acıdığından değil, içindeki hisleri onunla anlaşabileceğini ve mükemmel bir baba-kız olabileceklerini söylediği için Harley'i seçmişti o ilk gün.
Ve haklı çıkmıştı da, birçoğunda. Aurora Harley, yalnız ve savunmasız kalmış küçük bir kızdı sadece. Hayatı ona tek başınayken çıkarttığı dikenleriyle korunmayı öğretmişti. Babası Louis'se, o dikenlere artık gerek olmadığını.
~
Günün en erken saatlerinde gelmişlerdi hastaneye. Onun için örtüsü yenilenen sedire yavaşça uzandı Harry Merin. Gözleri biraz sonra iç dirseğinin ortasına saplanacak olan iğnede değil, başında hemşireyi izleyen erkek arkadaşındaydı. "Çok acıtıyor mu?"
"Bazen ruhum çekiliyor gibi hissediyorum." İğnenin ucuna takılan tüple gözlerini sakince kapattı.
"Az kaldı." dedi kanını alan hemşire. Merin canı biraz acıdığı halde çok da sesini çıkartmadı. Sonunda bittiğinde de hemen koluna bastırılan pamuğu tuttu.
"Sonuçlar hemen çıkıyor mu?" Hemşire Merin'in yerine başıyla onaylayarak cevapladı. "Yemek yiyebilir artık değil mi?"
"Beraber evde kahvaltı ederiz, sonuçta kızlar da evde." Merin sedyeden hemen kalkmak yerine uzanmaya ve yanına gelip elini tutan sevgilisine bakmaya devam etti.
"Evet ama bugün hafta sonu." Louis kaşlarını kaldırıp güldü. "Çok geç kalkıyorlar."
"Eve gidip uyuruz biz de." Parmağını nazikçe teninin üstünde dolaştırıp tatlı tatlı gülümsedi. Merin de başını tamamen sedire yaslarken kıkırdıyordu. "Ellerim biraz uyuştu, parmaklarını çok sıkamıyorum." İkisi de sakince birbirlerine gülümserken, Louis önüne düşmüş dağınık perçemi çekti alnından. Aklından geçen isteği Merin'i öpmekti ama hastanede onu utandırmak istemezdi. Hem doktoruyla görüşmeden önce ne kadar gergin olduğunu tahmin edebiliyordu.
Doktoru geldikten sonra, yarım saat bile geçmeden odasına geçmişlerdi ikisi beraber. Merin karşı koltuğa oturduğunda, Louis de en az onun kadar gergindi ve nedeni Amerikalı olan yakışıklı doktoru değildi. Daha çok, Merin'in endişesini paylaşıyordu. "Seni gördüğüme çok sevindim Merin. Erkek kardeşin nasıl?" Bay Kurtz konuştuğunda, Louis hala bu sabah Merin'e ödünç verdiği krem rengi kazağına bakıyordu.
"İyi. Evde şu an uyuyor." Merin hafifçe gülerek konuşunca odağı üstündekinden, sabah yapmakla uğraşmak yerine başına geçirdiği, yine ona ait olan saçlarındaki bereye kaydı. "Umarım her şey iyi çıkar ve biz de uyumaya geri dönebiliriz."
"Erken bir saat sahiden de." Doktoru saatine bakıp söyledi. "Siz..." Gözlüklerini itmeden önce gülerek kibar bir tavırla ikisini gösterdi.
"Louis. Erkek arkadaşım Bay Kurtz." Merin hemen onu tamamladı. Louis'se ne diyeceğini bilemeden sessiz kalmıştı.
"Tebrik ederim öyleyse." Derin bir nefes aldı, neden utandığını bilmiyordu Harry Merin. Neyse ki, doktoru önüne gelen sonuçlardan sonra asıl konuya geçebilmişti. Üst üste dizilmiş değerleri gözleriyle hızlı ve aynı zamanda dikkatle taradıktan sonra, Merin'e döndü. Suratındaki mimiksiz ifade başta ikisini de korkutmuştu. "Sana bir öncekinde sağlıklı beslen demiştim, hatırlıyor musun?"
"Bir sorun mu var yoksa?" Louis telaşla sordu.
"Hayır hayır. Merin hep çizgide duruyor kilo konusunda. Eğer birazcık bile olsa yemeği keserse onun için tehlikeli olabilir. Sonuçta hormonların da buna göre çalışıyor." Bay Kurtz açıklarken ikisine de bakmak için başını sağa ve sola çeviriyordu. "Bu yüzden biraz kilo alsan hiç fena olmaz."
Merin duyduklarından sonra rahatlamıştı çünkü kilosu yıllardan beri değiştiği pek söylenemezdi, üstelik koşuşturma dolu hayatında pek de yemek yemeyi çok sevecek kadar bir anı da olmamıştı; ama endişelenmemek konusunda Louis için aynısını söylemek imkansızdı. "Önerebileceğiniz bir diyetiysen var mı?"
"Ben tek başıma halledebilirim." Merin, Louis'in sakin kalmasını istediği için karşı tekli koltukta oturan vücuduna uzanıp bacağını tuttu. "Diğer değerlerim hala makul düzeyde mi Bay Kurtz?"
"Elbette, hormonlarını düzenli kullanmanın etkisini biliyorsun. Aksi mümkün değil. Tabii, sen yine kontrollerini aksatma." Doktoru elindeki kağıtları Merin'e uzattı. İkisi de birlikte kalkıp kapıya yürüyordu. "Bu arada," Sadece Merin döndü. "Kendinle gurur duymalısın Merin."
"Duyuyorum." Merin hemen gülümsedikten sonra onu bekleyen erkek arkadaşına döndü. "Teşekkür ederim Bay Kurtz."
Sonunda doktor odasından ve hastaneden ayrılıp arabalarına geçerken Merin hala elinde tuttuğu kendi sonuçlarına bakıyordu. Bir önceki sayfada önceki kontroldeki değerleri vardı ve tamamen anlamasa bile ikisini karşılaştırıp dediği gibi olup olmadığını kontrol ediyordu. "Okulda yemek yemiyor musun Merin?" Arabaya biner binmez Louis biraz azarlar bir tonla sormuştu. Eğer öyleyse, azarı hak ettiğini bilmeliydi.
"Yiyorum tabii ki. Sadece bazen öğünü çayla geçirmeyi seviyorum. Hızlı oluyor." Louis arabayı çalıştırmak yerine ona inanamadığını belli eden bakışlarını atıyordu.
"Bazen çocuk gibi davranıyorsun." Söylenip kemerini taktı. En sonunda araba çalıştığında Merin onu gıcık ettiği için kendi kendine sırıtıyordu.
"Pekalaa!" Uzatarak söyledi. "Kızma babacık. Her gün beslenme çantamı hazırlarım."
"Ben ciddiyim Merin." Yüzündeki ifadeden öyle olduğu belli oluyordu sahiden de.
"Ben de öyle." Kollarını sağında kalan sürücü koltuğundaki bedene sardı hiç düşünmeden. "Dikkat edeceğim merak etme." Sabahın dokuzunda boş kalan sokaklarda araba kullanan sevgilisinin dikkatini dağıtmadan konuşuyordu. "Sıcak bıraktığımız yatağımıza dönmek için sabırsızlanıyorum. Dışarısı hala buz gibi."
"Ceketimi de giy demiştim." Başını çevirmesine gerek kalmadan gözlerini alttan ona bakan yeşil irislere getirdi. "Ayrıca yatak biz yokken çoktan soğumuştur bile."
Louis'in dediği gibi olup olmadığını görmeleri için, önce merdivenleri sessizce çıkmaları ve aynı sakinlikle de kapıyı kapatmaları gerekmişti. Louis üstündeki fazlalıklardan kurtulurken Merin de kenara bıraktığı sırt çantasından kendisine lazım olanı aldı. Altındaki kotundan kurtulup yalnızca üstüne bol gelen kazakla kaldığında, Louis çoktan yatağa geçmiş onu seyrediyordu. Baş ucundaki camın açık perdesi yüzünden sabah güneşi tamamen üzerine vururken parlayan bir meleğe benziyordu.
"Bunun ne olduğunu merak ediyor musun?" Elindeki iğneyle yatağa tırmanıp yanına gitti Merin. "Bu hormonlarımdan biri. Üç taneler ve her gün birini yapmam gerekiyor."
"İlaç dediğin için hap olarak aldığını sanıyordum." Louis merakla onu izliyordu.
"Evet, öyle de var. Ama iğne daha hızlı fayda ediyor." İğneyi ona tuttu yavaşça. "Bu sabahki iğnemi yapmak ister misin?" Louis tam ona nasıl yapılacağını bilmediğini anlatmaya çalışacakken Merin yatağın üzerine rahat bir şekilde uzandı ve parmağının ucuyla iğneyi baldırında batırması gereken yeri gösterdi. "Yavaşça ucunu batırman yeterli. Sonra şırınganın içindekini enjekte edeceksin."
İğneyi eline, kendini de yatakta geriye bırakıp bekledi. Ona tıpkı söylendiği gibi, -ilk defa olduğu için- biraz gergince geçirdi iğnenin ucunu derisinin altına. Daha önce en fazla annesinin tansiyonuna baktığını ya da şekerine bakmak için parmak ucuna minik bir iğne batırdığını hatırlıyordu, daha fazlasını değil. Yine de, gergin olmasına rağmen iyi bir iş çıkardığında rahatlamış bir şekilde nefesini verdi ve Merin'den tatlı, sulu bir öpücük kazandı. "İğnelerini hep kendin mi yapıyorsun?"
İkisi de Louis'in yatağına uzandı. Merin yorganın birazını üstlerini örtmek için çekmişti. "Evet, sanırım birkaç senedir. Hastanedeki hemşireden bana öğretmesini istemiştim. Böylece her gün gidip gelmek ya da hapların yan etkilerini çekmek zorunda kalmayacaktım."
"Ne zamandan beri?" Louis kolunu omuzlarından itibaren uzunca sarıp, diğer taraftan ellerini birleştirdi. Bir diğeriyle de çenesine dokunuyordu.
"On yedi yaşımdan beri." Merin sebebinin ne olduğunu bilmeden fısıldadı. "Hala hatırlıyorum da, psikiyatristimin hormon tedavisine ilk kez onay verdiğinde ne kadar da çok sevinmiştim. Hayata geri dönmüş gibi hissettirmişti."
Daha o anda kendine engel olmayıp saçlarına öpücükler bıraktı. "O zamanlar da yanında olabilmeyi çok isterdim." Merin çenesini kavrayan parmakları yakaladı ve yüzünü hafifçe onun tarafına çevirip aydınlıkta parlayan mavi gözlerine baktı.
Huzur dolu bir an yaşadı ikisi de. Sonra, Merin yeniden önüne döndü. "Senin de tahmin edebileceğin gibi, o zamanlar böyle değildim. Yani elbette, lisede kıyafet tercihime kimse karışamıyordu." Rahatsız hissettirdiği halde geçmişindeki anılarında biraz daha aramaya devam etti. "Üçüncü sınıfın ilk gününü hatırlıyorum da, ilk defa etek giydiğimde herkes bana bakıyordu. Öğretmenler, öğrenciler... Herkes çok şaşkındı. Sanki öncesinde 'kız gibi' olduğumu söyleyerek bir sürü zorbalık yapmamışlar gibi." Tam Louis ona eski konuları açarak üzülmemesi gerektiğini hatırlatacaktı ki Merin gülümseyerek yeniden ona döndü: "Ama mutluydum, çünkü o aptallar kaybetmişti. Ben kazanmıştım. Üstelik sadece etek giyebildiğim için değil, kendim olabildiğim için. Onların dalga geçip durduğu şekle büründüğüm ve bununla gurur duyduğum için."
Louis onun sözleriyle bir anda heyecanlanıp, yüzünü kavramıştı elleriyle. "İşte benim güçlü kızım." Gülerek söyledikten sonra burnunu ısırdı.
"Tabii, o zamanlar hala sesimden nefret ediyordum." Merin kıkırdadı. "Sesimi ilk kez duyduğunda ne düşünmüştün?"
"Çok nazik ve düşünceli biri olduğunu." Çenesindeki minik kemiği iki parmağının arasında sıkıştırıp tebessüm etti. Merin'in o manada sormadığını biliyordu. "Hem, ne olursa olsun seni seveceğimi biliyorsun. Nasıl göründüğünün hiçbir önemi yok. Olduğun kişiye aşığım."
Yatakta biraz daha aşağıya kayıp bir kolunu da başını bıraktığı göğsüne doladı. İtiraf etmeden önce gözlerini tamamen, sıkıca kapatmıştı. "İlaçlarla vücuduma alıştım; seninleyse, omu tamamen sevdim." Louis duyduklarıyla kısık bakan gözlerini biraz daha aralayıp göğsünün üstünde yatan başına baktı. "Bana dokunduğunda güç verdin. Ya da, içimdeki gücü ortağa çıkardın." Yaramazca kıkırdadı cümlenin bitiminde. "Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama, senin yakınındayken tamamlanmış hissediyorum. Sanki istediğim her şeye erişmişim gibi."
"Yani sen de bana aşıksın?" Bu sefer romantik cümleleri bozan Louis olduğunda ikisi de sessiz sessiz kıkırdadı. Yeniden uykuya dalmadan önceki uzun öpüşmeleri sadece minik bir kaçamak olmuştu onlar için.
~
Bir Ay Sonra...
Mart ayının sonuna geldiklerinde yeni girdiği stajından aldığı ilk ödemeyle, elbette öncelikle yaptığı markete gitmek oldu Merin'in. Faturaları şimdiye dek biriktirdikleriyle düzenli ödeyebildiği için kendilerini şanslı saymaları gerekirdi çünkü Merin banliyödeki evlerini satarken kalan parayı bu kadar yettirebileceği aklının ucundan geçirmezdi. Tabii, birkaç ay önce açılıp kapanan kredi kartını da hesaba katmalıydı. Onun yüzünden aylardır kendine doğru düzgün alışveriş yapabildiği söylenemezdi ama söylenmiyordu. Dolabının içi yeterince kalabalık ve dağınıktı. Hepsi yırtılıncaya dek giyse bile, sorun etmezdi. Evin büyüğü olarak önceliği her zaman temel ihtiyaçlarına vermeliydi, üstelik tek başına da yaşamıyordu. River'ın ihtiyaçlarının parasını, günlük harçlığını da Merin veriyordu ve kendi okul bursu dışında, düzenli bir gelirleri hiç olmamıştı annesi öldükten sonra. Belki, babası kaçmak yerine ölmüş olsaydı River yetim bursu alabilir ve okul ihtiyaçları karşılanırdı ancak Merin bunları düşünmeyi hemen bırakıp aldığı torbalarca malzeme ve ürünü buzdolabına dizmesi gerekiyordu aksi takdirde, planladığı diğer ev işlerinde geç kalacaktı.
Aldıklarını yerlerine yerleştirdikten sonra River'ın sevdiği yemeklerden birini hazırlamaya koyuldu mutfakta kalmaya devam edip. Patateslerin kabuklarını soyarken dalgınca kirlileri makineyi atıp çıkar çıkmaz siyah gömleğini ütülemeli ve fermuarı bozulmuş tek uzun eteğinin fermuarını evde kendisi halletmeliydi. Çünkü günlerden cumartesiydi ve en yakın açık terzi neredeydi, bilmiyordu. Tezgahın üzerinde duran telefonun çalmasıyla temiz serçe parmağını kullanarak açtı hemen. Kulağına almadan hoparlörden konuştu. "Gloria! Yardımın çok iyi olurdu şu an." Merin yorgunca mırıldandı.
"Öyle mi? Ben de aynısını sana söylemek için aramıştım ama benden önce davrandın. River bücürü nerede? Odasında pinekliyorsa oraya gelip onu pataklayabilirim."
Merin iç çekti. "Arkadaşı Danny'le dışarıda. Bugün cumartesi diye çıkmasına izin verdim." Soyduğu patatesleri dilimlemeye başladı. "Hem yemek yapmayı beceremiyor. Ama sabah çıkmadan ona kirlileri makineye atmasını söylemiştim. Sadece kendisininkileri atmış." Söylenmeye devam ediyordu.
"Geçenlerde çamaşırlarına dokunmamasını sen söylememiş miydin?" Kendi kendine gözlerini devirdi.
"Evet ama ben zaten iç çamaşırlarımı makineye kendim koyuyorum." Başını iki yana salladı kızgın bir şekilde. "Her neyse, sen neden aramıştın?"
"Ben birkaç gündür işe gitmiyorum, Manchester'daydım." Arkadaşının sesinden bir şeylerin ters gittiğini daha o andan anlamıştı.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu beklemeden.
"Hem de çok tuhaf şeyler oldu Merin." Başını tezgahtan kaldırıp merakla dinlemeye koyuldu. "Ama bu aramızda kalmalı, beni duydun mu?"
"Kimseye anlatmayacağımı biliyorsun Gloria. Ben sen değilim." Şakayla sataştı arkadaşına.
"Bunu nasıl anlatacağımı bile bilmiyorum. Başta sadece flörtleştiğimizi düşünüp çok da büyütmemiştim." Merin konu Rosalind'le alakalı olduğunu anlar anlamaz hemen sırıttı. "Sonuçta kadınlar arasında flörtleşmek çok yaygındır, ama kimse ciddiye almaz bunu. Yani her neyse." Anlatmaya devam etmeden önce telefonun diğer ucunda duraksamıştı. "Birkaç gün önce biraz yakınlaştık ve..." Merin şok olan gözleriyle telefona baktı sanki arkadaşı görebilirmişçesine. "Ve Arnold da yanımızdaydı."
"Ne?!" Merin kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı.
"Bekle, daha bitmedi." Anlatmaya devam etti aceleyle. "O an rahatsız hissedip bıraktım ve hiçbir şey olmamış gibi davranmamın iyi olabileceğini düşündüm. Sanki farkında ya da ciddi değilmişim gibi. Ta ki ertesi gün Arnold gelip benimle konuşuncaya kadar."
"Aman Tanrım... Gloria?" Merin duyduklarına inanamıyordu bir türlü.
"Bana açık bir şekilde, hamile olduğu için aylardır Rosalind'le sevişmediklerini ve bu yüzden benim onunla yapmamın sorun olmayacağını söyledi. Hamile olması onu rahatsız mı hissettiriyormuş ne-"
"Tanrım hangi tarafı suçlayacağımı şaşırdım!" Merin aniden böldü. "Kadınla flört edip hamile hormonlarını coşturursan böyle olur."
"Kapa çeneni." Gloria'nın hattan gelen sesine rağmen kızdığı belli oluyordu.
"Asıl sen kapa çeneni. Sayende sevgilimin en yakın arkadaşının seks hayatını ve hamile kadınlara tahrik olmadığını falan biliyorum." Merin istemeden her şeyi aklında canlandırıp yüzünü buruşturuyordu.
"Bunu bana söyleyecek son kişisin! Sevgilinle ilk seksinizi ve penisini de dahil ne kadar detaylı anlattığını unuttun sanırım." Merin eliyle alnına vurdu. "Senin yüzünden adamın suratına bile bakamıyorum hala."
"Tanrım..." Sessizce mızırdanmaya devam etti. "Sana bunu teklif ettiklerine inanamıyorum."
"Normalde grup teklifi o kadar da tuhafıma gitmez ama evliler Merin. Günün sonunda, aileden dışlanacak olan benim ve kendimi böyle saçma bir konuma koymak istemiyorum. Bu yüzden, hiçbir şey demeden eve gitmem gerektiğini söyledim."
"İyi yapmışsın." Tezgahtaki işlerinin arasından kendi kendine düşüncelere dalmıştı. "Ama ikisine de üzüldüm şimdi, yedi aydır seks yapmıyorlar mı yani? Çok zor olmalı." Yüzünü buruşturdu yeniden. Onların yerinde olmayı hiç istemeyeceğini düşünüyordu.
"Evet ama gidip bunun için başka biriyle anlaşabilirler. Ben sadece yardım etmek için yanlarındaydım." Merin yine güldü.
"Her konuda yardım edebileceğinden eminlermiş demek ki." Gloria kızınca kendi kendine sırıttı. "Düşünüyorum da, hamile olsam Louis sadece görüntümden bile zevkten kafayı yerdi herhalde."
"Sakın ona bu anlattıklarımdan bahsetme! Beni duydun mu?" Gloria bir anda Louis'in isminin geçmesiyle cırlamıştı.
Merin dudağını ısırdı. "Söylemem tabii ki." Daha o anda telefonuna gelen bildirimi gördü. "Şimdi kapatmam gerekiyor. Manchester'da kalmaya devam et, bir ara yanına uğrarım." Telefonu kapatıp hemen Louis'in aramalarına döndü. Gloria ile heyecanlı heyecanlı konuşurken ekrana düşen çağrıların hiçbirini görmemişti.
"İşlerini hallettin mi?" En son Louis'e markete gittiğini yazdığı için sorduğunu biliyordu Merin. Hemen cevapladı. "Bu akşam yemeğe gelmek ister misin? Annem bizde." Görmese de yaramazca sırıtarak sorduğunu biliyordu Merin.
"Aslında şu an kendi akşam yemeğimi hazırlamakla uğraşıyorum. Daha evde bir sürü yapılması gereken şeyler var." Merin ellerini yıkayıp üstündeki tişört kumaşına sildi. "Gelmek ister misin diye sorardım ama..."
"River evde değil mi?" Louis şaşkınca sordu.
"Arkadaşıyla beraber. Akşam yemeğine gelir belki, ki bu onun için akşam saat dokuzda demek."
"Sanırım annem buradayken kaçabilirim." İkisi de gülümsedi. "Birazdan orada olurum bebeğim."
Louis telefonu kapatınca, yemekleri ocaktaki tencerede pişmek üzere bırakıp diğer işlerini halletmeye gitti. Önce biraz evi toparladı; koltukların dağılmış minderlerini ve yerde kaymış kilimi düzeltti. River'ın sonuna kadar açılarak savaş sonrasını andıran dağınık odasının manzarasını gözler önüne seren kapıyı çekti ve kendi odasına olabildiğince çeki düzen verdi. Belki Louis geldiğinde kapının kırık tarafını yapmasını rica edebilirdi. Tam çamaşırları makineye atıp çalıştırdığı anda, kapının çaldığını duydu ve koşarak açtı.
Daha kapı kapanmadan girişte birbirlerinin boynuna atlamışlardı. Merin işe başladığından beri artık daha az görüşür olmuşlardı ve upuzun gelen iki günde sadece telefonda konuşabilmişlerdi. Merin kollarını bedeninden ayırmadan kapıyı kapadı ve onu içeriye çekti. Boynu hala omuzlarına yaslanık duruyordu salona geldiklerinde. "Buraya son geldiğimde pek iyi şeyler olmamıştı bu yüzden hala biraz gerginim."
"Tüm hafta boyunca dışarı çıkmadı. Erken gelmesi imkansız merak etme." Louis'i odasına çekti ve kapı kapanmasa da olabildiğince örttü. Baş ucunda duran kendisinin yaptığı çizimlerden birini görünce hemen gülümsemişti. Zaten yatak başlığının olduğu duvarda da, hala Hannah'ın ilk tanıştıklarında yaptığı çizimi duruyordu. Louis gülümseyince, Merin de hemen tebessüm etti onu izleyerek. "Ama biz yine de iki saatimizi bir şeyler izleyerek geçirebiliriz. Hiç beraber film izlemedik, yani tiyatro sayılmaz bence."
Louis elini pantolonun cebine soktuktan sonra Merin'e döndü ve başını salladı. "Haklısın." Yatağına oturup gelmesi için elini uzattığında Merin karşısında kalıp yukarıdan ona sırıtmaya başladı. "İşinin arasında film izlemek istediğinden emin misin ama?"
"Aslına bakarsan kapımı tamir edebilirsin." Merin utangaçça kıkırdadı. "Ya da eteğimin fermuarını." Cevabını beklemeden kenara astığı siyah eteğini Louis'e gösterdi. Aslında bu kalem eteği en başından beri sıkıcı buluyordu ama okuldaki işinde böyle şeyler giyilmek zorundaydı.
"Sana bize gelmeni söylemiştim. Annem hallederdi." Louis siyah kumaşı eline alıp takılı kalmış fermuarı hareket ettirmek için uğraştı.
Merin kaşlarını kaldırdı bilmiş bir şekilde. "Öyle mi? Ne diyecektim peki? 'Merhaba ben Merin. Oğlunuzun kız arkadaşıyım ve eteğimin fermuarını yapar mısınız diye sormak istedim' mi?"
"Baksana, fermuarın kenarları da sökülmek üzere. Neden bu eteği giyiyorsun ki hala?" Merin iç çekerek yatakta yanına oturdu ve renkli dolabını gösterdi.
"Çünkü çok fazla seçeneğim yok onların arasında. Hayatımda hiç böyle ciddi bir işte çalışmamıştım." Louis ciddice ona döndüğü zaman, Merin de sonradan fark edip bakışlarının yönünü değiştirmişti.
"Yani yeni kıyafetler alman gerekiyor." Merin bunu kabullense de isteksizce başını salladı. "Neden bunu daha önce söylemedin?" Louis ayağa kalktı ve Merin'in yerine çalışma masasının üzerinde duran dizüstü bilgisayarını çalıştırdı. Ekranın kenarında gördüğü çatlak da hoşuna gitmemişti ama o an odaklanmadı, onun çaresine sonra bakabilirdi. Merin ayağa kalkıp yanına geldiği zaman hemen omuzlarını tuttu ve ona döndü. "Şimdi, bana itiraz etmeden neye ihtiyacın varsa alacaksın." Sandalyeyi nazikçe onun yerine çekti ve oturmasını sağladıktan sonra cüzdanından kredi kartını masaya bıraktı. Merin ilk defa böyle bir şey başına geldiği için dona kalmıştı ve nasıl bir tepki vermesi gerektiğini çözmek için uğraşıyordu. "Bilseydim beraber alışverişe çıkardık evde durmak yerine. Ama böyle daha iyi, ne beğenirsen ya da istersen al lütfen." Saçlarına öpücük bıraktığında bile hala ince dudakları aralıktı Merin'in. "Ben de o ara, kapını tamir edeyim. Takım çantası var mı?"
"River'ın odasında, dolabın üstünde." Dalgınca söyledi. Louis odadan çıkıp yan odaya geçince gözleri masanın üzerine bırakılan kredi kartına gitti. "Dağınıklık için üzgünüm!" Hatırlayınca dudağını ısırdı. Kendini bir tuhaf hissetmişti. Odaya koca takım çantasıyla dönüp kapıyla uğraşmaya başladığında hala onu izliyordu. Gülümsediğini görünce içindeki tuhaf hislerin başka yerlere kaçtığını hisseder gibi oldu. Utanmasına gerek yoktu, çünkü Louis bunu Merin'den içinden geldiği için istemişti. Bilgisayar ekranına dönüp, en sevdiği markanın internet sitesine girdi hemen.
Çocuksu bir hevesle alışverişini tamamladıktan sonra, hala kapıyla uğraşan Louis'e döndü. Hala tam yerine oturmasıyla uğraşıyordu. Elinde tuttuğu ve az önce ödeme yaptığı kredi kartını elinde çevirirken masum olmayan bir gülümseme belirdi suratında. "İstediğim her şeyi alabilir miyim?"
"Elbette." Louis kapıyı sonunda oturttuğunda, terlediği halde kirli elleriyle saçlarına dokunmadan onları koluyla geriye attı. "Sanırım oldu. Lavabonuzu kullanabilir miyim?"
"Benimkine gir." Merin odasındaki ebeveyn banyosunu gösterdi. O odadan gider gitmez aklındaki siteye girip hemen aceleyle bakınmaya başladı. Onun kredi kartıyla nasıl sürpriz yapacaktı bilmiyordu ama olmasını çok istiyordu. Hatta, bu aklına yeni gelen bir şey de değildi üstelik. Aylardır aklındaydı ve sonunda Louis'e göstereceği için çok heyecanlıydı. Gelmesini sabırsızlıkla bekleyecekti.
Hızlıca sipariş verdi istediklerinden sonuncusunu da. Louis tuvaletten çıkıp yanına geldiğinde ekranların tümünü kapatmıştı. Omuzlarına sarılan kollara bıraktı kendini ve rahatça gülümsedi. "Teşekkür ederim, hem kapım hem de hediyelerin için."
"Pek hediye olmadı ama." Louis yanağını öptü Merin'in. "Bir daha böyle bir şey olduğunda bana söylüyorsun, anlaştık mı?" Yatağa oturup sandalyeyi kendine çevirdi. Merin çekingence gülümsediğinde sözlerini yinelercesine parmağıyla hafifçe burnunun ucuna vurdu.
"Pekala, anlaştık." Bilgisayarını alıp Louis'in yanına geçti tekrardan. "Artık bir şeyler izleyebiliriz."
~
River akşam eve geldiğinde ve tek başına onun için yapılan yemekten yerken halinden son derece memnundu; masanın diğer ucunda kağıtlarla ilgilenen ablasının sessizliğinden de öyle. Artık odanın içine doğru eğik durmayan kapıyı girer girmez fark ettiği halde bilerek sormamıştı çünkü Louis'in o yokken eve geldiğini tahmin edebiliyordu. Onun yerine "Neler yaptın bugün?" diye sordu ablasına.
"Dün maaşı aldığım için markete gittim." Öğrencilerin yazdıklarını okurken kısa kısa anlatmayı sürdürdü. "Eve gelince de her zamanki işler. Yemek güzel olmuş mu?" Başını kaldırıp tepkisini görmek için bekledi.
"Evet, çok güzel." Cevabıyla rahatlayıp gülümsedi Merin. "Kapıyı Louis mi düzeltti?"
"Evet, bugün birkaç saatliğine uğradı sadece." Merin çekinmeden itiraf etti. "Senin günün nasıldı?"
River, ablası gibi sadece üstünden geçmek yerine konu hakkında biraz daha düşünmeyi tercih edebilirdi. Bir aydır çok fazla okulda atıştıkları söylenemezdi. Harley sadece karşılaştıkları zaman garip garip bakıyordu -ki River da aynı bakışları ona attığı için sorun olmuyordu. Üstelik sınıftaki birkaç arkadaşı Louis'le ettikleri birkaç sözlü tartışmadan sonra River'a nereden tanıştıklarını sormuş ve River ilk kez o zaman ne diyeceğini kestirememişti. Bu meselenin kapanması ablası için önemliydi, bu yüzden okulda kimseyle atışmak istemiyordu. Ne herhangi bir zorbayla, ne öğretmeninin kızı Harley ile ne de Louis Tomlinson'ın kendisiyle. Bu yüzden sadece haftada bir kez bir araya geldikleri edebiyat kulübü dışında, onları görmek o kadar da sorun olmuyordu artık.
Ama yine de merak ettiği şeyler vardı. Örneğin, bu adam ne yapmış olabilirdi de ablası aylardır ondan kopamamış ve uğruna defalarca kez kavga etmişlerdi gibi klişe sorular. Ya da, kızı Harley neden Merin'e saldırmıştı ve bunun için de River'ı kullanmıştı okulun ortasında. Her şey çözülüp tatlıya bağlandığı için çıkan olayları unutmuş değildi. Tanımadan birinin nefretini kazanacak ne yaptığını merak ediyordu en çok içten içe, bir de Louis'in nasıl biri olduğunu. Ve bunun için aklına gelen fikrin her ne kadar keyifli olmayacağını bilse de, birkaç gün sonra okulda, beden eğitimi dersinin teneffüsünde Harley'i tek başına bahçedeki banklardan birinde oturup kitap okuduğunu gördüğünde aynı fikri uygulamayı aklına koymuştu. Yaklaşmadan önce sinir bozucu kız arkadaşlarından birinin veyahut arada bir gıcıklaşan babasının yakınlarda olmadığından emin olması için gözleri ile etrafı ile kolaçan etmesi gerekmişti.
"Harley?" İsmini tedirginlikle andı biraz uzağında karşısında dikilirken. Harley sesini duymasıyla başını kitaptan kaldırıp ona bakmaya başlamıştı. "Sadece bir şeyler sormak istiyorum."
Yüzündeki ifadeyi daha da sinir bozucu yapıp kitap ayracını kaldığı sayfanın arasına koydu ve 'ne var?' dercesine bir tavırla River'a bakmaya devam etti. River'sa sorularına başlamadan önce banka yaklaşarak aralarındaki uzak mesafeyi biraz olsun kapatmıştı. "Baban nasıl biri?"
"Bunu neden bana soruyorsun River? İkimize birden hakaret etmeni dinlemek istediğimle ilgili bir şey söylediğimi hatırlamıyorum." Kitabı kenara koyup kollarını birleştirdi inatçı bir tavırla.
River'sa karşısında sakin kalmaya çalışıyordu yumruklarını sıkarak. "Bunu bana sen mi söylüyorsun? Ablamdan "kardeş" diyerek bahsederek tokasını suratıma fırlatarak yaptığın kabalıkla."
"Ablanın bana yaptığı kabalığının yanında az bile. O tokayı nereden bulduğumu bilmek ister misin? Mutfakta falan olduğunu düşünüyorsan hazır ol." Yapmacık bir şekilde sırıttı. "Çünkü arabanın arka koltuklarında buldum." Ağır ağır söylerken her kelimede başını sallıyordu.
"Babanın araba fantezisi var diye ablama mı kızdın yani?" River sinir olmaya başlasa da güldü.
Aurora Harley dona kalmıştı River'dan işittiklerinden ötürü. "Çok kabasın! Biricik ablan sana kızlarla nasıl konuşulacağını öğretmedi mi?"
"Herkese aynı anda psikolog servisi açamıyor." River hazır cevabını verirken Harley'e bakmıyordu. "Sen gerçekten çömezsin." Sessizce söylendi çünkü bu adil bile değildi. Harley alt tarafı arka koltukta toka bulduğu için sinir krizine girerken River'sa onları yatakta basmıştı ve ona göre bu gerçekten hiç adil değildi.
"Çömezsem neden benimle konuşmak için oyununu bırakıp yanıma geliyorsun? Git ve amaçsızca top sektirmeye devam et." Tam eline kitabını almış devam edecekti ki, River kalan son sabrıyla konuştu.
"Sana sebebini söyledim. Ama sen beni hemen terslemeye ve çocuk gibi laf sokmaya başladın." Nefesini bitkince verdi. Ellerini beline koyarken olgun taraf olmanın ne kadar çok bıktırıcı olduğunu daha yeni fark ediyordu. Merin'in nasıl hissettiğini daha da iyi anlamıştı o an. "Oysa ki bunlar olmadan önce sürekli okul birincisi olan biriyle, anlaşmasak bile konuşulabileceğimizi düşünebilirdim." Böyle söyledikten sonra, Harley'in sinirinin dineceğini tahmin edebiliyordu.
"Pekala. Gelme ve sorma şeklin çok kabaydı." Kendini savunurken kaşlarını kaldırıyordu. "En azından karşımda dikilip bana büyüklük taslayacağına yanıma oturup oturamayacağını sorabilirdin."
Yine de, River sormadan hemen oturdu yanına. Harley gözlerini devirdi. İkisi de bankın iki uzak ucunda oturuyordu. "Amacım seni kışkırtmak değil Harley. Seni tanımıyorum, ablamın sevgilisi olan babanı da aynı şekilde."
"Evet, ben de sizi tanımıyorum ama ablan sürekli ailemizin içinde." River bıkkınca iç çekiyordu artık. "Ablan güvende merak etme, eğer onun için soruyorsan tüm bunları."
"Elbette bunun için soruyorum Harley. Ona güveniyorum ama babanı tanımıyorum. Sen de aynı şekilde hissetmiyor musun konu Merin olduğunda, söylesene."
Harley hemen cevaplamadan önce biraz düşündü bahçedeki diğer öğrencilere bakarken. "Babamı neden sevmiyorsun bilmiyorum. Çünkü o sana ya da Merin'e hiçbir şey yapmadı."
"Senin Merin'den nefret etmek için haklı sebeplerin var yani? Bence tam tersi olması gerekmez miydi? Merin bana anlattı. Aylarca sizinle ilgilenmiş." Harley birden ona döndüğünde River öksürdü. "Tabii o bunu böyle söylemedi. Ama hala yatağının başında kardeşinin çizimi asılı duruyor. Ve sonra sen onların sırrını ifşaladın. Neden Harley?"
"Çünkü benimle arkadaş oldu ve sonra babamla birlikte olduğunu öğrendim." Anlatırken başını iki yana sallamaya başladı yine. "Bana aylarca yalan söylemişler meğer."
"Bu kadar üzülme. En son ve en kötü şekilde öğrenen ben oldum." River derin bir soluk verdi. Harley "Nasıl?" diye sorunca da geçiştirdi. "Nasıl olduğunu boş ver. Baban sonuç olarak boşanmış bir adam ve neden ayrıldıklarını bilmiyorum. Sadece ilk zamanlar ne kadar durgun olduğunu hatırlıyorum, ve burada onun hakkındaki söylentiler..."
"Söylentilerin canı cehenneme. Babam bu dünyanın en iyi insanı olabilir." Harley öfkeyle kalktı yanından. "Sana babamın ne kadar iyi biri olduğunu kanıtlayıp içini rahatlatmam için mi geldin yani?"
River omuz silkti sakince. "Sonuç olarak, ikimiz de birlikteliklerini kabul ettiğimize göre?"
Kahverengi gözleri dehşet saçmayı yavaşça bıraktı koyu yeşilliklere bakarken. Daha sakin oturdu kalktığı yerden. "Ne duydun bilmiyorum ama babam boşandıktan sonra çok zor zamanlar geçirdi. Bizim için çok ama çok uğraştı." Zil çaldığında merakla baktı River ona. "İngilizce öğretmeni hastalanmış. Ders boş o yüzden, önemli değil."
"Peki annenle görüşüyor musun? Eve geldiği zamanlar oluyor mu?" Harley yine ona şaşkınca döndüğünde River hiçbir şey bilmeden devam etti sorgulamaya. "Ya da, baban sırf ikinizin gönlü olsun diye annenle görüşmeye devam ediyor mu?"
"Biz evlatlığız River." Gözlerini ondan ayırmadan, kırgınca itiraf etti. "Evlendiği kadın ikimizin de annesi değildi."
Ağzı açık kalan bu kez River olmuştu. İlk defa ve bu kadar geç öğrendiği için girdiği şoku atlatmaya zamanı bile yoktu. Üzgün ve şaşkınlıkla karşısındaki kıza bakmaya devam etti. Sanki kırıcı bir şey demiş gibi kendini suçlamasına az kalmıştı ki devam etti Harley. "Evet, okuldaki kimse bilmiyor. Neredeyse ben bile bu gerçeği bazen unutuyorum." Burukça gülümsedi kucağındaki kitaba bakarken. "Jack London. Sever misin?"
"Evet, Vahşetin Çağrısı bende de var." River kitap kapağına bakarak tıpkı onun gibi gülümsemekle uğraştı.
"Bunu bana ikinci görüşmemizde babam vermişti." Hatırlayınca iç çekti.
"Geçen sene, eski okulumdaki edebiyat öğretmeni Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı'nın birbirinin zıt kitapları olduğunu anlatmıştı. Köpek Beyaz Diş'te evcilleşirken, diğerinde kendi doğasını bulmasıyla vahşileştiğini anlatıyor."
"Spoiler verdiğin için teşekkürler." Gıcık olsa da güldü Harley. Başını kaldırıp yeniden ona bakmaya başladı. "Her neyse. O gerçekten, hiçbir zaman endişelenmeni gerektirmeyecek kadar iyi biri. Boşanmalarının sebebini merak ediyorsan, o kadının babama yalan söylemesi yüzünden boşandılar. Elbette, babam öncesinde onu seviyordu ve her ne olursa olsun onun için bedeli çok ağırdı."
"Ben, eşini aldattığını düşünmüştüm." River utangaçça itiraf etti.
"Öyledir tabii. Erkekse ve boşanmışsa aldatmak zorundadır, değil mi?" Bu sefer ortamı yumuşatmak için gülen Harley'di.
"Aynı ablam gibi konuştun az önce."
Harley hiç geciktirmeden sordu. "Ablan nasıl biri peki? Yani onu senin babamı tanıdığından daha çok tanıyorum ama yine de eminim bilmediğim bir sürü şey vardır."
Bacaklarının ikisini de bankın üstüne toplayıp sırtını bank kolçağına yasladı ve tamamen ona dönük oturmaya başladı. Anlatmadan önce kendi kendine gülümsemeye başlamıştı bile. "Harry Merin doğduğumdan beri benim en yakın arkadaşım, sadece ablam demek yanlış olabilir." Harley merakla diyeceklerini bekliyordu. "Onun kadar anlayışlı birini daha hiç tanımadım, ya da onun gibi eğlenceli ve hayat dolusunu. Asla depresyona giremeyecek kadar deli dolu. Hem de, en çok acı çektiği zamanlarında bile. Kendisini değil, beni düşündü hep."
Başını kaldırdığı anda, Harley'le göz göze geldiğinde nasıl anlatabileceğini düşünüyordu halen o da. "Annem öldükten sonra, büyük sorumlulukların hepsi ona kaldı. Hem işe ve okula gitmek, hem de bana bakmak ve evle ilgilenmek zorundaydı. Ama Merin hepsinin üstesinden geldi. Hala gelmeye devam ediyor."
River böyle anlattıkça, Harley de tıpkı birkaç ay öncesindeki gibi Merin'le olan eğlenceli anılarını ve ona anlattıklarını hatırladı. İçi hiç bilmediği üzücü bir özlem hissiyle kavrulmuştu sanki o an. Belki de daha önce hiç bu kadar kendisini hatalı ve pişman hissetmemişti. İlk kez öğrendiğinde ve tepki gösterdiğinde Merin'in ona söyledikleri kulağında çınlıyordu. "Umarım bir gün sana anlattıklarımı ve nasıl biri olduğumu hatırlarsın Harley." Harley en başından beri biliyordu aslında onun nasıl biri olduğunu, ama kaybetme hissini hayatının ilk gününden beri hiç sevememişti. Başını üzgünce önüne eğdi. Suçlulukla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. "Üzgünüm." diyebildi sadece. River'sa konunun neresine dediğini bilmeden, sadece annesinin ölümü için böyle söylediğini düşündü.
"Üzülmene gerek yok Harley." Bacaklarını indirip bankta Harley gibi düzgün oturdu ve ellerini altındaki tahtalara dayadı. "Sevgililer ve bunu kabullendik. Daha kötü ne olabilir ki?"
"Evlenmeleri?" Harley gülerek sorarken başını kaldırdı ve tıpkı River gibi bahçenin rastgele bir yerine bakmaya başladı.
"Haklısın. Evlenmeleri. Düşüncesi bile korkutucu." İkisini de endişelendiren haklı gerekçeleri vardı. River, ablasının evlenmesini istemezdi çünkü Merin henüz çok gençti ve keşfetmesi, hayatta görmesi gereken çok şey vardı. Hem ikisi de birbirlerine evlenmeyeceklerine ve sonsuza dek beraber yaşayacaklarına dair sözler vermemişler miydi? Bu çocuksu bir söz olabilirdi ama gerçekleşse bile River için hiç de sorun olmazdı.
Harley'se babasının evlenmesini istemezdi çünkü en son neler olduğunu kendi gözleriyle görmüştü. Ne kadar çok üzüldüğünü, sevgisinin ona neler yaptığını, en çok da kendine ne kadar zarar verdiğini çok iyi hatırlıyordu. Başına bunların yeniden gelmesinden çok korkuyordu. Belki Merin, Constance'dan kat be kat daha iyi olabilirdi ama yine de tuhaf hissederdi. Aralarında kaç yaş vardı ki Harley'le? Hem, River hala bu okula devam ederken mümkün olmayacağından da emindi. Bu yüzden rahattı. Ayrılmalarını kimsenin dile getirmesine gerek yoktu. Sadece ikisi için de uçuk bir düşünceydi.
"Çok korkunç hem de." Okulun bahçesindeki aynı bankta oturmaya ve bu uçuk, abartı düşünceye gülmeye bir süre daha devam etti ikisi de.
y/n: uzun zamandır bu ikisinin sahnelerinin gelmesini bekliyordum.. yalan yok.. yazarken bile çok eğlendim sjdhfjdf
biliyorsunuz kii farklı fikirlere çok açık birisiyim ve hikayenin bu noktasında "şu, şu da olsa çok merak ediyorum/istiyorum" dediğiniz bir kısım varsa lütfenn onları benimle paylaşmaktan çekinmeyin çünkü ilk defa bir hikayemin otuzuncu bölümüne geldim ve hala finaline 10 bölümden fazlası var diyebiliyorum dsjfjjhdf
birkaç kez düzenleyip kontrol ettim ama mutlaka gözümden kaçan hatalar vardır, her bölümde olduğu gibi lütfen mazur görünüz efenim xx yorumlarınıızı merakla bekliyorummm
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top