Ufak bir yanlış anlaşılma
Okul yemekhanesinde yaşanan kendisi için korku dolu o dakikaların üzerinden saatler geçse de, Harley oturduğu sıcak kalorifere yaslanmış olan yatağında camın arkasındaki ıssız sokak manzarasını izlerken halen olanları düşünüyordu. Kalbinin üzerindeki endişenin sebebiyet verdiği baskıcı kara bulutları dağıtmak istiyor, ama bunu nasıl başaracağını bilmiyordu. Eve geldiğinden beri kimseyle konuşup olanları anlatmamıştı, tıpkı River'ın ona söylediği gibi.
Arkadaşları büyük bir şüphe ve dehşete düşmüş yüzlerini Harley'e çevirdiği ilk anda, ne diyeceği hakkında büyük soruları oluşmuştu bile. "Bu dedikodu saçmalığın daniskası." Dedi aceleyle masadan kalkarken. Gözleri hala yemekhanenin diğer ucundaki River'a tutunuyordu. Bir anlığına, onun da aynı hızla ayağa kalktığını görmesine neredeyse sevinecekti ki, kapıdan tam çıkmak üzereyken önünde durması ve geçmesine izin vermediği yetmiyormuş gibi kolundan da tutulması Harley'in iyice gerilmesini sağlamıştı. Küçük bir panik atak geçirmesi an meselesiydi. "Nereye gidiyorsun? Bekle."
Harley ağzını açtıysa bile, konuşamadı. Çünkü eğer konuşursa, hatta ses telleri minicik bile titrerse, gözlerine hakim olamayıp ağlamaya başlayacaktı. "Herkes babam hakkında konuşuyor." Kolunu sertçe kurtardı River'ın parmakları arasından. Kirpiklerinden kayıp giden kaçamak gözyaşını hızlıca sildi. "İğrenç şeyler söylüyorlar onun hakkında. Sen mi yaptın bunu?" River tam kendisinin hiçbir suçu olmadığını söyleyecekken Harley sinirle yükseldi. "Yine de bu olanları gidip babama söyleyeceğim. Kimse ona böyle hakaret edemez."
"Delirmiş olmalısın." River hayretler içerisinde izliyordu genç kızı. "Sence ben kendim ve ailem hakkında böyle şeyler söylenmesini ister miyim?"
Aynı çaresizliği ikisinin de paylaştığından haberi yoktu Harley'in. "Sen neyden bahsediyorsun? Babama neler dediklerini duymadın mı? Eğer bunu duyarlarsa ailemden alınırım ve yetiştirme yurduna geri gönderilirim-"
River sözünü kesmişti çünkü herkesin gözü önünde ağlaması ve onu telkin etmesi daha da çok dikkat çekebilirdi. Bu yüzden yemekhane kapısının diğer tarafını geçmesini sağlayıp onu daha boş bir koridora çekti. "Hey, hey. Böyle bir şey olacağını nereden çıkardın? Alt tarafı okul teneffüslerinde konuşulan asılsız bir dedikodu. Arkadaşlarım annemin öldüğünü biliyor. Beni tanıyan herkes bunun gerçek olmayacağını biliyor."
Harley'in kafası karışmıştı çünkü onun duyduğu dedikodular, River'ın ebeveynleriyle alakalı değildi. "Ama, bazıları babamın senin kardeşinle birlikte olduğunu söylüyor." Böyle söylemesiyle genç çocuk derin bir iç çekti. Okuldaki saçma bir söylenti, bir anda çığ gibi alakasız şeylere evrilmiş olmalıydı.
River kendi çözüm arayışında düşünceleri arasında sessizleşmişken, Harley'in de ağlaması bir hayli azalmıştı. Merakla onun diyeceği şeyi bekliyordu burnunu çekerken. "Ne yapacağız? Babam öğrencilerinden bunları duyarsa yıkılır. Onu hayal kırıklığına uğratmış olurum-"
"Bunun babanın kulağına gitmesini engelleyeceğiz Harley." dedi kararlılıkla. River'ın aslında tek düşündüğü, aynı şekilde Merin'in tüm bunları duyup vereceği tepkiydi. Daha önceden okuldaki olaylarla onu yeterince hayal kırıklığına uğratmıştı. Eğer bir kez daha zor elde ettiği güzel hayatına kardeşi olarak bir engel daha koyarsa, River Merin'i kaybedeceğini biliyordu ve ihtimali bile onu korkutmaya yetmişti o anda. "Asılsız bir dedikodu olarak kalmasını sağlayalım. Bunun bir yalan olduğunu, babanın hala annenle görüştüğünü söyle bu dedikoduyu konuşan herkese."
Harley "Ama-'' dediyse bile, River devam etti.
"Tek yol bu Harley. Okulda herkes herkesin hakkında dedikodu yapıyor ama ertesi gün olduğunda konuşacak, dalga geçecek yeni şeyler bulmuş oluyorlar kendilerine. Bırakalım, bu da aynı şekilde unutulsun ve kimse bir daha hatırlamasın."
Harley başını ve nemli gözlerini River'ın yüzüne doğru kaldırdı. "Ya unutmazlarsa?"
"O zaman." Derin bir nefes verdi. "Herkesin bizim gibi onların birlikteliğini kabul etmesi gerecek ve onlar için bazı sonuçları olacak."
Örtülü kelimelere rağmen, River'ın söylediklerinin ağırlığını bakışlarından bile hissetmişti Harley. İçi ilk defa kendisi için değil, başka iki insan için korkuyla atıp durmaya başlamıştı.
Tüm bunlar, ergenliğe girdiğinden beri başına gelen en büyük zorluklardı ve nasıl baş edeceğini hiç bilmiyordu. Özellikle de, kendini konfor alanına kapatıp kimseye alamadığından beri -ki bu neredeyse kendisini bildiği zamandan itibaren demek oluyordu.
Havanın tamamen kararmasına az kaldığı bir vakitte, saatlerdir oturduğu aynı yerde evlerinin önündeki sokağı izledi bir süre daha. Akşam yemeğinde çok fazla yediği söylenemezdi çünkü yaşadığı stres hemen iştahını kesmiş, yemeklerden aldığı normal tadın aksine zorlayarak yutmuştu her bir lokmasını. Bu aslında Harley'in sık sık başına gelen bir şeydi ancak, kendisini korkutan şeyler bu sefer çok daha farklıydı. Basit görülecek bir kıskançlıktan çok daha fazlasıydı, babasını gerçek olmayan ve kendisinin sebep olduğu yalanlar yüzünden kaybetmekten çok ama çok korkuyordu.
Beyninde dönüp duran kötü senaryolardan onu alıp dikkatini gerçekliğe çeken kişi, beklenmedik bir şekilde sokağın başında bisikletiyle geldiğini gördüğü Merin olmuştu. Neden bu saatte geldiğini bilmeden, korkuyla yerinde doğruldu. River'ın onu tembihlemesinin aksine her şeyi ablasına anlatmış olmasından korkmuştu bir anda. Ancak bilmiyordu, Merin'i evden gönderen River'dı. Ve bunun sebebi, Harley'le paylaştığı ortak endişelerdi.
River okuldan eve geldiğinde Merin'in ondan önce gelmiş olmasına şaşırmamıştı. Mutfakta ocağın başına geçmiş, akşam için bir şeyler hazırladığını görebiliyordu. Yeni eve girmiş olmalıydı çünkü üstündeki şık okul kıyafetlerini henüz değiştirmemişti. Kapı sesini duyar duymaz ona dönmeden konuştu. "Hoş geldin. Okul nasıldı?"
Masanın berisinde durup, hala o bakmazken ellerini sıkıntıyla pantolon ceplerine sokuşturdu. Daha yeni birbirlerine söz vermişken, ona yalan söylemekten gerçekten nefret ediyordu. "Her zamanki gibi. Seninki nasıldı?" Kenarda duran alışveriş poşetlerini yeni fark etmişti. "Markete mi gittin?"
Ateşin üzerinde pişmekte olan yemeği bırakıp birden erkek kardeşine döndü. Yüzü fazlasıyla gergin duruyordu. "Sence babam bu şehirde olabilir mi?"
Beklediğinin aksine, başka bir konu hakkında sorulan soruyla River duruşunu ciddileştirmek zorunda kaldı. "Sanmıyorum. Nereden çıktı bu?" Harry Merin hırkasının cebinden çıkarttığı telefonu kardeşine uzattı daha bu sabah gelen mesajın ekranı açık bir halde. River mesajı okuyup markete gitmesinin ve bu kadar çok alışveriş yapmasının sebebini anlayınca belli belirsiz kaşlarını çatmıştı.
"Şu Hollanda'da yaşayan üvey büyükannemiz olamaz mı? Babamın yıllar sonra çıkıp çocuklarına para göndereceğini hiç sanmıyorum." Yüzünü buruşturarak telefonu ablasına geri verdi.
Merin'se mesaja uzun uzun bakmaya devam etti bir süre. "Büyükannem iki sene önce öldü, unuttun mu?"
"Bak eğer şu mesajı ve parayı yollayan babamsa, hayatında ilk kez bir işe yarıyor demektir. Ama parayla bize ve ailemize yaptığını telafi edeceğini düşünmesin." River'ın sinirle çatıldı kaşları. "Uzaktan para yollamaya devam edebilir. Ama sakın ona acıyıp ya da affedip onu aramaya kalkma Merin." Kardeşlerinin sözleriyle sertçe yutkundu, gözleri yazan numaraya gitti istemsizce. "Hayatımızdan bir kere çıkarak her şeyi mahvetti zaten. Bir kere daha bunu yapmasına izin verme."
"Onu bir kez daha görmek isteyeceğimi sanmıyorum zaten." İsteksiz ve kırılgan bir şekilde mırıldandı yalnızca. İkisinin de çok zor bir gün geçirdiği ortadayken, River ablasına sarılma ihtiyacı duydu. Kollarını belinden geçirdiğinde, kucaklamasına karşılık almıştı. "Ama yokluğunu hala hissediyorum."
River, Merin'in hala babasına duyduğu özleme kızamayacağını biliyordu. Yaptıklarına rağmen onu öylesine çok seviyordu ki, ona koyduğu Harry ismini bile hayatından, kendi benliğinden silmemişti sonuçta. Ona yıllar önce aldığı beyaz buz patenlerini de hala odasının baş köşesinde tutuyordu. Hayatından çıkmış olsa bile, sanki asla anılarından silinmesini istemiyordu Merin. River, onun babasına karşı ne kadar hassas olduğunu biliyordu. Sonuçta, ablası kendisini ilk açtığı kişi babası Matthew değil miydi? Sanki o olmasaydı, bunların hiçbiri yaşanmaz ve bu kadar güçlü olmayı başaramazdı. "Ben de annemin. Keşke o da burada olsaydı. Keşke büyük bir aile olabilmeyi başarabilseydik."
"Ama ikisi de bundan gurur duyardı. En azından annem." Yarım bir şekilde gülümsedi Merin başını kardeşinin huzur dolu omzundan çektikten sonra. River yeşil gözlerini aynı kırık tebessümle ablasından alıp arkada kalan ocağa getirdi vakit geçmeden.
"Ama en çok senden." Yaptığı körili tavuk yemeğine ve ona bakıp göz kırptı. Daha fazla ayakta durmak yerine kendisine boş sandalyelerden birini çekip oturdu. Merin dakikalar içerisinde ocağa yeniden dönünce laf atan yine River olmuştu. "Yemekten sonra Dannylerle buluşacağım. Belki bize geçip bir şeyler yaparız diye düşündük." River tüm bu planı az önce yapmıştı aslında. "Sen de belki, sevgilinin yanına gitmek istersin."
Merin kendisine yapılan emrivakiye takılmadan gülümsedi. "Önce arayıp müsait olup olmadıklarını sormam gerekiyor."
Usulca yaklaştı yanına. "Uzun zamandır akşamları rahatça vakit geçiremiyorsunuzdur tahminimce." Ablası şaşkınlıkla ona bakınca masumca gülümsedi. Aslında, ablasını başından atmak gibi bir uğraşı yoktu. Sadece mutlu olmasını istiyordu. Daha çok, üstündeki baskılar ve endişelerden dolayı. "Neden rahatça takılamayasınız ki?"
"Bak sen." Merin bir anda ona döndü. "Ne oldu da birden edebiyat öğretmenini sevmeye başladın ve ikimizin iyiliğini düşünmeye başladın acaba?" İkisi de gülmeye başladı.
"Bununla bir alakası yok. Sadece her yetişkin gibi bunu hak ediyorsunuz. Hem ben de büyüdüm artık, evde kalıp bana tüm akşam boyunca bakıcılık yapmana gerek yok. İstediğin gibi eğlen."
"Pekala." Merin kolunu kardeşinin omuzlarına dolayıp biraz daha kendine çekti. "Beraber yemek yedikten sonra Louis'i arayıp geleceğimin haberini veririm." Elbette, birden beri beliren bu anlayışına şaşırsa da kesinlikle hoşuna gitmiş ve fazlasıyla işine gelmişti. İtiraz etmesi bir miktar saçmalık olurdu hatta.
Planlandığı gibi, Harry Merin Tomlinsonların evine gelmişti. Üzerine çıkmadan önce geçirdiği renkli yağmurluğunun kapüşonunu indirmeden, bisikletini evin ıslak çimenlerinin üzerine bıraktı. Harley onu gördüğüne o kadar da şaşırmamıştı çünkü neredeyse artık her gün görüşür hale gelmişlerdi. Ancak, artık buna söylenmeye hakkı olmadığını biliyordu. Bu yüzden kapı çaldıktan sonra ve akşamın geri kalanında hiç odasından çıkmadı.
Küçük kız kardeşi ise, ablasının aksine yetişkinlerin yanında durmayı tercih etmişti elbette. Louis okulda yaşananlardan ve kızının üzgünlüğünün asıl sebebinden habersiz, Merin'in yanına geleceğini öğrendiği ilk andan itibaren mutlu olmuştu, sebebi ise belliydi. River'ın söylediği gibi, akşamları yuvasının içinde eskisi gibi onu görmemesinin eksikliğini yaşar olmuştu. Bir dönem, Merin'i her akşam görmeye öyle alışmıştı ki, yokluğuna alışması çok zaman almıştı. Fakat o akşamki sürprizi, bir anda geçmişe götürüp ona Merin'in patronu olduğu zamanları anımsatmıştı. Hele de, büyük salonlarındaki rahat koltuklarda Merin'i ve kucağındaki Hannah'ı izlerken iyice yakın geçmişe dalıp gitmişti. "Bu akşam burada kalmak ister misin?" Louis'in sorusuyla hemen ikisi de başını kaldırdı.
"Lütfen kal Merin!" Hannah ona sardığı kollarıyla sıkıca sarıldı Merin'e isteğini coşkuyla dile getirirken.
"Eve dönsem iyi olur, River anlamadığım bir sebepten dolayı fazla durgun ve iyimserdi bugün."
Louis kararına saygı duyduğunu gösterirken aynı zamanda başını sallıyordu. "Belki de Aurora'yla konuşmalısın. O da bugün okuldan geldiğinden beri kimseyle konuşmadı."
"Evet." Louis iç çekti söz arasına girmeden önce. "Üstüne gitmek istemedim ama yemeğini yemedi ve odasından hiç çıkmıyor. Kapı çalmasına rağmen kim diye merak bile edip odasından çıkmadı."
"Benimle konuşmak isteyeceğini sanmıyorum." Merin suratını asmamaya çalıştı. Elini Hannah'ın saçlarında dolaştırıyordu. "Ama içimden bir ses River'la arkadaş olduklarını söylüyor. Ona sorup ne olduğunu öğrenirim. Siz de üstüne gitmeyin. Eminim yarın anlatır neler olduğunu."
"Şu aralar çok fazla inişli çıkışlı davranıyor. Bir gün öfkeyle bize kızıp gürlerken ertesi gün kabuğuna çekiliyor. Onu anlamakta o kadar zorlanıyorum ki."
Merin sakince başını sallıyordu. "Zor bir dönemden geçiyor. Biliyorsun." Louis uzun uzadıya iç çektikten sonra ayağa kalktı. Mutfağa gitmeden önce üçü için içecek bir şeyler getireceğini söylediğinde, Merin de kucağındaki ufaklığı indirip hemen ardından gitmişti.
"Bugün tuhaf bir şey oldu." Anlatmaya başlamadan önce, fısıldayarak Louis'in elini tuttu. Aslında en başından beri ona söylemek için bekliyordu çünkü düşüncelerine ve en çok da ona anlatmaya ihtiyacı vardı. "İşteyken telefonuma tanımadığım bir numaradan mesaj geldi. Ve sanırım o kişi babamdı."
Louis'in böyle bir şeyi beklemediği kesindi bu yüzden ne diyeceğini bilemedi birkaç saniyeliğine. "Baban olduğuna emin misin? Numaranı biliyor muydu?"
"Sadece numaramı değil, kredi kartımın hesabını da bulmuş." Hemen telefonundaki mesajı gösterdi sevgilisine. "Sence burada mıdır? Ya tekrar onunla görüşmemi isterse?"
"Seni bu kadar korkuttuysa neden numarasını engellemiyorsun?" Bir an duraksadı ve kollarından yakaladı. "Ya da onu görmek istiyor musun?" Sakinleştirici etkisiyle kollarını sıvazladı hafifçe.
Merin başını iki yana sallıyordu maviliklerine bakarken. "Hayır. Ancak istemeden parasını kabul etmiş oldum ve sanki bu yüzden benimle görüşmek istemeye yüzü olacakmış gibi geliyor."
Sakince yüzüne düşen kıvrımlı saç tutamını geriye aldı iki parmak ucuyla. Kulağının arkasına bırakırken, yanağına dokunmayı da ihmal etmemişti. "Öyle bir şey olursa, sen de istemediğini söylersin. Sana yaptıklarından sonra neler hissettiğini anlayabiliyorum ancak babanın sana bilerek zarar vereceğini düşünmüyorum Merin. Bu yüzden korkmana gerek yok, tamam mı?"
Sessiz sessiz söylediklerini onaylarken, başını erkek arkadaşının omuzlarına bıraktı ve saçlarının okşanmasına izin verdi. Gözleri kendiliğinden kapanmıştı aynı zamanda kollarıyla ona sıkıca tutunuyordu. "Bunu sen asla yapmazdın, değil mi? Kızlarına." Sorusuyla Louis'in yutkunduğunu işitti. "Onları, farklı biri oldukları için ya da kendi sorunlarınla baş etmeye çalışırken yarı yolda bırakmazsın."
"Asla yapmayacağımı biliyorsun." Mis kokan saçlarının arasına sözünü yinelercesine büyük bir öpücük bıraktı. "Onlar benim bu hayata tutunma sebebim."
Başını kaldırıp bu duygu dolu anı bozmak istemezcesine gözlerine baktı. "Sana sahip oldukları için çok şanslılar." İçten büyük bir tebessüm etti hemen ikisi de. "Ve, ben de öyle." Louis onu çenesinden kavradığında, çok geçmeden dudakları birbirine kavuşmuştu.
Sıra Louis için kızlarını yatırıp onlara minik iyi geceler öpücüğünü vermeye geldiği zaman, yalnızca baş ucundaki gece lambalarının aydınlattığı büyük odanın kapısını yavaşça araladı. Odanın farklı iki yanına yerleştirilmiş yataklarındaydı her ikisi de. Harley kendi tarafına dönmüş, her ne kadar uyuyor gibi gözükse de babası onun aslında saatlerdir yaptığı gibi yatağından dışarıyı izlediğini biliyordu. Yine de ona laf atmadan geçip en küçük kızının yatağına ilerledi. Hannah, babasına doğum gününde aldığı, üzerindeki tişörtünde ikisinin resminin olduğu ayıcığına sarılıyordu her zamanki gibi. Aynı ayıcığın daha büyüğü Louis'de de vardı. "Merin gitti mi?" Yatakta oturması için babasına bıraktığı alan dolduğunda, Hannah aceleci bir merakla sordu.
Babası ise cevaplamadan önce gülümseyerek yanağına uzanmıştı. "Birazdan gidecek." Şefkatle yanağını okşadı söylerken. Henüz konuşmamış olmalarına rağmen Hannah'ın bu kadar anlayışlı bir çocuk olması Louis'i duygulandırıyordu.
"Bence gitmemeli. Bu gece burada kalmalı, ona kalabileceğini söyledin mi baba?" Tam ışığı kapatmak üzereyken, Louis birkaç saniyeliğine durup kızının parlayan gözlerine baktı.
"Bir kez daha sorarım tatlım." İkisi de tebessüm etmişti.
"Öyleyse bu gece bana sevdiğin hikayelerden ya da şiirlerden birini okur musun?" Masumca sorarken yastığın üzerinde duran yüzü resmen ışıltı saçıyordu. Louis kızını nasıl kırabilirdi ki? "Biliyorsun, sen bana uyumadan önce bir şeyler okuduğunda kabus görmüyorum. Hem böylece, gece yanınıza gelerek sizi rahatsız etmiş olmam."
Louis kızından işittiklerinden ötürü önce gülse de, sonrasında merakla diğer tarafta uzanan kızına döndü. Harley'in sırtı dönük halinden hiçbir tepki gelmeyince tekrar Hannah'a çevirdi başını. "Her zaman yanımıza gelebilirsin Hannah. Bizi rahatsız etmezsin." İşaret parmağıyla komik bir şekilde burnunu dürtünce ikisi de gülmüştü. "Pekala, biraz düşünelim bakalım." Şiire başlamadan önce, yorganın üzerinde duran minik kızının elini tutmuştu.
"Ey güzel düşler, küçük bebeğimin üzerine gölgelikler gerin; Güzel düşleri tatlı ırmakların sessiz, mutlu ışığı altında ayın. Ey güzel uyku, kuş tüylerinden küçücük bir taç takıver alnına. Ey güzel uyku, iyi melekler dolansın çocuğumun etrafında." Louis şiirine devam etmeden önce küçük kızı Hannah'ın suratındaki hayran olmuş gülümsemeye uzunca bir süre dalsa da, şiirine en sonunda kaldığı yerden devam edebilmişti. "Ey güzel gülüşler, geceleyin dolanın sevincim üstünde benim; Ey güzel gülüşler, anne gülüşler. Şenlendirin şu uzun geceleri. İniltiler, kumru gibi iç çekişler, gözlerinden uykuyu silmesinler. İniltiler, ah o güzel gülüşler. İç çekişlerini büyülü kılar."
Sağında kalan gece lambasını kapadıktan hemen sonra uzanıp kızının alnına iyi geceler öpücüğünü bırakmayı ihmal etmemişti elbette. "Baba, Merin'e daha önce hiç şiir yazdın mı?" Fısıldayarak, heyecanla sormasını beklemediği halde Louis'i güldürmüştü.
"Evet, ne düşünüyorsun?"
Hannah kıkırdadı. "Senin kız arkadaşın olmak gerçekten çok havalı." Louis cevabından gurur duyarcasına büyükçe gülümsedi.
"İyi geceler Hannah." Yataktan kalksa da, odadan hemen çıkmak yerine elbette büyük kızını atlama gibi bir planı yoktu. Yavaş adımlarını kalorifere dayalı uzun yatağa getirdi. Tahmin ettiği gibi, Aurora Harley'in gözleri yarı aralıktı. "İyi geceler Aurora, konuşmak ister misin?" Ona uzaktan konuşmak yerine hafifçe yatağına eğildi. Elleri nazikçe saçlarına dokunuyordu.
"Ben iyiyim, sadece uyumak istiyorum. İyi geceler baba." Yine de, Louis onun da saçlarına aynı buseyi kondurmaktan gocunmadı. Onu istediği gibi yalnız bırakıp sonunda kızların odasından çıkabilmişti.
Aşağıya inen merdivenlerde, tahmin ettiği gibi Merin'in gitmek üzere hazırlanmakta olduğunu görebiliyordu. Atkısını boynuna dolarken, Louis hızlıca yanına gidip elinden tutarak kibarca işine engel oldu. Bunu yaparken de suratındaki her zamanki tatlı ve sinsi gülümseme vardı. Onu durdurup, ikisinin de hemen ayaklarının bitimindeki koltuklara oturmalarını sağladı. "Hannah burada kalmanı istiyor, ve tabi ki ben de."
"Pekala." Merin'in bu kadar çabuk ikna olmasını beklemediğinden, ister istemez şaşırmıştı. "Madem bu kadar çok istiyorsunuz kalmamı."
"Ayrıca, kız arkadaşım olmanı havalı bulduğunu söyledi." İkisi de koltuğun yumuşak minderlerine yaslandığında, Louis hemen kolunu rahatça Merin'in bedenine dolamıştı. Hiç vakit kaybetmeden onu iyice kendisine, kokusunu da hasret gidermek istercesine uzun uzun içine çekti.
"Kesinlikle ona katılıyorum." Merin iyice ona sokuldu. Sanki tek alanları o koltuktaki iki mindermiş gibi dip dibe, birbirlerine fazlasıyla yakın duruyorlardı. "Aslında ben de kalmak için can atıyordum ama biliyorsun, bazı aile sorunları meydana geldi, anlarsın ya."
"Merin." İsmini anarak gözlerinin buluşmasını sağladı. "Sen benim aile sorunlarımın hepsini tek başına halletmedin mi? Neden şimdi benim sana yardım etmeme izin vermiyorsun?"
"Nasıl yardım edecekmişsin?" Merin hoşuna gittiği için sırıttı.
Beline sardığı kolundan yardım alarak bedeninin yarısını kucağına çekti bir anda. "Aklını daha fazla kurcalamasına engel olarak." İki parmağıyla çenesini tuttu Louis sırıtırken.
"Ah, ama ben sizin sorunlarınızı böyle çözdüğümü hatırlamıyorum." Kendini tamamen onun kucağına çıkarıp dudaklarına yapıştı. Kollarını tüm gücüyle omuzlarına dolamıştı. Kızların ikisinin de uyumuş olduklarını diliyordu yalnızca. "Tanrım, seni gerçekten çok özledim."
"Nasıl istersen." Boynuna inen ellerini biraz daha indirip, beline ulaştırdı. Başını tamamen koltuğun kabarık minderlerine bırakıp alttan onu bakmanın keyfini çıkarmayı diledi biraz da olsa. "Yeniden burada olmanı özledim."
"Belki de artık daha sık gelip kalmalıyım." Merin gamzesini gösterecek büyüklükte gülümsediğinde, karşısındaki -daha doğrusu altındaki- kişiyi de gülümsetmeyi başarmıştı. "Beni ilk kez kaldığımdaki gibi buradaki koltuklarda yatırmayı mı düşünüyorsun yoksa odana geçecek miyiz Louis?"
İkisi de keyifle sırıttı. "Koltukları dağıtmak eğlenceli olur diye düşünmüştüm." Yine de, Merin erkek arkadaşının yaramaz teklifini es geçip kucağından kalktı ve elinden tutarak onu merdivenlere sürükledi. "Pekala, odada biraz daha sessiz olmamız gerekebilir." Kızların odasının önünden minik adımlarla geçtikten sonra Louis'in odasına gelmişti ikisi de. Merin her ihtimale karşılık kapıyı kilitlemeyi ihmal etmedi. Louis güneşlikleri çekerken, Merin fazlasıyla toplu olan geniş yatağının üzerine bırakmıştı kendini.
Tavana bakarken aklına gelenle kocaman gülümsedi. "İkimizin de neye ihtiyacı olduğunu buldum. Bu şehirden biraz uzaklaşmalıyız. Karlar kalkmadan, neden kuzeye gidip birkaç gün tatil yapmıyoruz ki? Senin okuldan izin alıp tatile gittiğini hiç görmedim üstelik." Bu fikir daha şimdiden onu heyecanlandırmıştı bu yüzden yatakta hızla doğrulup tepkisine baktı.
Sakin tebessümünden ne çıkarması gerektiğini anlamasa da, Louis yanına oturduğunda yüzünü izlemeye devam etti. "Nereye gitmek istersin örneğin?" Kaşlarını kaldırarak sormuştu.
"Bilmiyorum. İskoçya'ya daha önce gittin mi?" Louis başını iki yana sallayınca Merin'in gülümsemesi büyümüştü. "Buldum! İskoçya'ya gidiyoruz. Hadi, hemen bilgisayarını açıp otellere bakmalıyız."
"Dur biraz. Öncesinde River'la konuşman gerekmiyor mu? Çünkü benim kızlara danışmam gerekiyor. Ayrıca sınav zamanına denk geliyorsa gidemeyiz." Merin söylenenlerden sonra hayal kırıklığıyla iç çekti ve yataktan kalkıp camın önüne gitti. Kapalı perdelerden hiçbir şey gözükmediği için, onları biraz aralayıp arkasına geçmesi gerekmişti. "Merin, böyle yapma ama."
"Sadece birkaç günlük bir kaçamak Louis. Ne olur bu kadar mükemmeliyetçi olmasan? River'ın sorun etmeyeceğinden eminim." Louis onun üzgün sesini duyduğu anda, dayanamayıp yanına gitmişti. Kolundan hafifçe tutarak, onu perdenin arkasından çekip kendisine çevirdi.
"Pekala. Sanırım haklısın. Kızlar birkaç günlüğüne annemde kalabilir sanırım." Alnına düşen kestane tutamları parmak uçlarıyla geriye atmaya çalıştı gülümserken. "Buna ne kadar ihtiyacın olduğunu görebiliyorum." Gözleri önündeki çiçeğin yavaşça açtığını gördü. Dudakları genişledikçe, parlama büyüyordu. "Hem, bana yaptığın sürprizin bir karşılığı olmalıydı. Öyle değil mi?"
"Bunu onun için yapmamıştım Louis." Merin kızgın görünmeye çalışırken güldü. "Hem, onun karşılığını yalnızca başka şekillerde verebilirsin."
"Yine de, hala sürprizimi canlı görmedim." Louis'in sırıtışı sinsi bir hal aldığında, Merin ne diyeceğini bilemeden yalnızca bir anda ciddileşen suratını saklamakla uğraştı.
"Louis, çocuklar evde." Hatırlatırcasına sert bir tonda fısıldadı.
"Evet, daha önce onlar varken de yapmıştık. Üstelik, Hannah'a uyumadan önce şiir okudum ki bu sayede kabus görmediğini söyledi." Merin şaşkınca onu dinliyordu. "Yani, vakit geçiriyor olduğumuzun onlar da farkında."
"Tanrım, Louis!" İnanamadığını belli eden bir tavırla, kollarını göğsünde kavuşturdu. "Hannah daha çok küçük."
"Sonuçta bizi ilk kez gördüğünde, mutfakta öpüşüyorduk ve o kadar da şaşırmamıştı." Merin kaşlarını çatıyordu ki Louis devam etti. "Ve normal bir öpüşme de olduğu söylenemezdi."
"Onu daha özel bir anımızda giyerim diye düşünmüştüm." Hızlı adımlarla yatağa geçti ve ucuna oturdu.
Louis onu takip etti. "Dur biraz, sen ne geldiğini hiç görmedin, değil mi?" Karşısında durup sırıttı. "Görünce kesinlikle fikrin değişecek."
Dolabının içine sakladığı süslü kutuyu bulmak Louis için hiç de zor olmamıştı o dakikalarda. Hızlı geçen saniyeler sonunda, kapağını kaldırmadan yatağında oturan kız arkadaşının önüne götürdü ve kutuyu hiç düşünmeden kucağına bıraktı. "Sanırım bana yapacağın sürprizde, bunların üstünde olması gerekiyordu değil mi?" Louis bilmişçe sırıttı.
"Aslında önce bu halini görüp sonra beni hayal etmeni istemiştim." Merin içindeki tavşan kostümü parçalarından gözlerini çekip önünde dikilen sevgilisine getirdi. "Sanırım başarılı da oldum." Altta kalan bakışlarına masum bir gülümseme ekleyip parmak uçlarını baş hizasındaki kemerine götürdüyse bile, Louis bileğinden yakaladı.
"Önce giymen gerektiğini biliyorsun." Gözlerini kıstı meydan okurcasına. "Bu sefer banyoda değil, gözümün önünde."
Merin meydan okumasını büyük sırıtışıyla kabul etmişti. Kutuyla beraber ayaklanıp dolabın önüne geçti ve ayna hemen önünde olmasına rağmen, Louis'e arkasını dönük bir halde soyunmaya başladı. Geri kalanında Louis'in ayakta durmak yerine oturmayı tercih etmesi onun için daha iyi olacaktı.
Önce üzerindeki delikli siyah kazağını çıkarttı. Louis onun çıplak omuzlarını uzun dalgalı saçlarının izin verdiği kadarıyla görebiliyordu. Sırtına kondurulmuş birkaç adet ben, sanki Louis'in dikkatini çekmek için oradaydı. Teninin pürüzsüzlüğü ve beyazlığı gerçekten de ışık saçıyordu. Ara sıra seçilen kemiklerini saymak yerine, hemen arkasında bağlanan kumaşın aynadaki yansıması sayesinde geri kalanına erişti gözleri. Merin'in içine giymek için seçtiği siyah dantelli braletine baktı. Kostüm olmadan, sadece bu haliyle bile etkilenmişti aslında ve altındaki parçaların hepsi hala yerinde duruyordu. Birkaç saniyeliğine göz göze gelseler bile, Merin hafifçe kıkırdadıktan sonra, altında kalan ilk parçanın; kot şortunun düğmesini açtı ve ona bakarken kilotlu çorabıyla sarılı bacaklarından aşağıya indirdi. Eskiye bakılırsa, önünde giyinip soyunmakla ilgili hiçbir sorunu kalmamıştı Merin'in. Çorabını da çıkarttıktan sonra, kutuyu tam eline almak üzereyken Louis'e döndü. Üzerinde sadece siyah çamaşırları kalmıştı ve şimdi onlarla Louis'e doğru ilerliyordu.
"Bence bundan sonrasında gözlerini kapatsan iyi olur, sürprizin tamamlanması için." Üzerine eğildiği anda Louis derin bir nefes almak zorunda kaldı. Bir elini, çekingence beline koydu ki, bu istediği zaman onu üzerine çekebilmek içindi. Ancak teninin sıcaklığını hissettiği ilk anda, bunu unutuvermişti.
"Sana dokunabilir miyim?" Gözlerine bakarak sorarken dudakları duyduğu büyük şehvetten ötürü açık kalmıştı. Merin sırıtarak başını iki yana salladı ve onu tutan elden kurtuldu. Yakınından çekilmeden, elinde tuttuğu kendinden kopan son kumaş parçasıyla, Louis'in gözünü bağladı.
"Ben hazır olduğumda, gözlerini açacağım." Yine de kollarına dokunmak için uğraştı. Parmak uçları tam dirseklerine ulaştığında, Merin uzanması için onu omuzlarından yatağa itti. Louis ilk defa, o an yumuşak yatağın bu kadar rahatsız hissettirdiğine şahit olmuştu.
Merin biraz ilerisinde kıyafetlerini değiştirirken, yalnızca kendi soluk alışını ve odadaki Merin'e ait kıyafetlerin vücudundan ayrılırken ki sesini duyabiliyordu. Ya da giyinme sesi de olabilirdi, Louis sadece tahmin yürütüyor ve bu esnada pantolonunu sızlatan kasıklarının sancısını görmezden gelmeye çalışıyordu. Gözleri bağlama fikri, belli ki Louis'e göre bir şey değildi hiçbir zaman. Merin geri geldiğinde, yani kollarının tutularak yatakta doğrulduğunu fark etmesiyle heyecanla dudaklarını yaladı. Gözlerinin üstündeki kumaş alınırken, dudaklarının farklı bir sıcaklıkla örtüleceğinden hiç haberi olmamıştı. Yine de, Merin'in dudaklarına büyük bir hızla karşılık verdi. Gözlerini açıp görmeye başladığı ilk saniyeden itibaren, irisleri onun vücuduna tutunmaya çalışıyordu.
Saçlarının üstüne taktığı büyük sevimli kulakları gördüğü halde hızlıca es geçip, boynunu saran kalın kumaşa baktı önce. Kolyeden çok, tasmaya benziyordu ancak orada da çok durmadı. Gözleri kuşlarının arasında kalan dekoltesini takip edip üzerine giydiği siyah, dar korsesine geldi. Tam onu detaylıca izlemeye başlayacaktı ki, Merin yerinde durmadan hareket etmeye başlamıştı. Ondan kaçarcasına yatağın baş ucuna gittiğinde, Louis de yataktan ayrılmadan dizlerinin üzerinde emekleyerek onu yakalamaya çalıştı. Diğer bir uca geçtiği zaman, aynı şeyi tekrar etti, ta ki ikisi de yorulana -daha doğrusu Merin kendisinin yakalanmasına izin verene kadar. Gülerek düştü Louis'in bedeninin üzerine. Louis onu dudaklarıyla susturmayı başarsa bile, heyecanla ve koşmaktan olsa gerek, göğüs kafesi hızla yükselip iniyordu sıkı korsenin içerisinde. Ama şikayetçi değildi bundan. Birbirine dolanan kollarının arasından Louis'in onu daha çok öpmesini sağladı. Ellerinin yeni kıyafetinin üzerinde keşfe çıkmasına izin verdi. Yumuşak kadife kumaşa rağmen sıcaklığını hissetmesini istiyordu. Louis onu altına aldığı anda bileklerindeki kumaşlardan tutarak yatağın başına sabitlemişti. Ona yukarıdan bakarken, Merin gözlerini kaçırmadı. "Ponpon nerede?" Soruyla birlikte ikisinin de yüzündeki muzip gülümseme, yaramaz bir sırıtışa döndü.
"Onu sana bıraktım." Kollarını boynuna sarıp yavaşça kulağına yakınlaştı. "Ne zaman istersen takabilirsin." Dudaklarını aniden birleştiren yeniden Louis olduğunda, bedeninin yarısının yataktan ayrıldığını hissetmesiyle şaşırmıştı Merin. Louis bacaklarını sıkıca kendi beline dolayarak, onu neredeyse havada tutmaya başlamıştı. Öpüşmeleri gittikçe alevleniyordu ve herkes bundan fazlasıyla memnundu. Sert ve aceleci olmayı bir süreliğine bırakıp, gerçek anlamda ona dokunmaya başladığında Merin o anlarda öpüşmeyi unutmuş gibiydi. Parmak uçları kumaşın üzerinden belli olan hatlarına dokunduruyor ve hatta onları Merin'i delirtmek için kullanıyordu kasıklarında. Tam sızlanmaya başlayacaktı ki, alt kumaşın bittiği yerden parmaklarının içeri sızdığını hissetti. Dudakları aralansa bile hiç ses çıkarmadı. Louis nasıl ona böyle dokunmayı başarıyordu, bir türlü aklı almıyordu. Sadece onu hissetmek ya da dokunuşlarının gittiği yerleri izlemek yerine, tüm gücüyle sevgilisinin üzerinde kalan kıyafetleri çıkartmak için uğraştı. Kazağından ve pantolonundan dakikalar içerisinde kurtulduğunda ise yeniden yükselmek için ikisinin de fazlasıyla sebebi vardı.
Merin'i iyice sabırsızlandırdığını bilerek, onu yatakta ters çevirdi. Ponponu ve diğerlerini bıraktığı yerden alıp hemen eski yerine geri döndü. Ponpona dokunmak bile hoşuna gitmiş, içini bir tuhaf yapmıştı Louis'in. "Louis, neden bekliyorsun hala?" Merin sorarken yüz üstü uzandığı yerden sabırsızca ayaklarını havada sallıyordu. Bu tavrı Louis'in hoşuna gitmişti elbette. Sinsice güldükten sonra sanki planını ona göstermek istercesine dizlerini yatağa indirip arkasına geçmişti. Korsesinin alt parçasını çıkarmadan kumaşı sıyırdı ve kendi ağzıyla ıslattığı baş parmağını deliğine yasladı. Merin hafifçe irkilse de, ses çıkarmadan onu bekliyordu. "Dizlerinin üzerinde dur Merin." Dudaklarını ısırarak yaptı söylediğini. Dizlerinin üzerinde beklerken, aslında önce ne geleceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden Louis'in dudaklarını arkasında hissettiği ilk anda, gözleri kendiliğinden büyükçe açıldı ve aynısı ağzına olsa bile, ses çıkarmamak için büyük bir çaba sarf etti. Louis onu ağzıyla hazırlarken, elinin altında kalan kumaşı nasıl sıktığını görebiliyordu. Ancak, asıl amacı onu diliyle uzun uzun zevklendirmek değildi bu sefer. Diğer ucunda tavşan kuyruğunu anımsatan tüy yumağı olan tıkacı takmadan önce tereddüt etmedi Louis. İkisinin de bu tür oyuncaklarla ilk seferleri olsa da, hiç belli etmiyorlardı. Tabii, Merin'in ilk kez tattığı zevke verdiği tepki hariç. Birkaç saniye aralık olan bacakları titremiş, yatakta kalan başını biraz daha yastığa gömme ihtiyacı duymuştu. Louis'se gözünün önünde gerçekleşmekte olan ve süregelen manzaradan dolayı derin nefeslerinin arasında birkaç kez sessiz ama büyük küfür etmek zorunda kalmıştı. Kendi sesli düşüncelerinin arasında, zar zor duyabilmişti Merin'in ona seslendiğini. "Louis, Louis."
Dizlerinin üzerinde doğrulmasına izin verdikten sonra, tamamen ona yaklaştı. "Nasıl hissediyorsun?"
Merin dudağını ısırdı ama bu Louis'in onun boynunu öpmeye başlamasından dolayı değildi tamamen. "Fena halde azmış." Böyle fısıldayınca ikisi de kıkırdadı kaçamak bir şekilde. Kenarda kalan yağ şişesine uzanıp biraz kendi eline bulaştırdı, kendi elindekini de Louis'inkine. "Dokun bana." Net bir şekilde anlaşılması için Louis'in bileğinden tutup kendi kasıklarından içeri götürdü. Parmaklarını üzerinde hissettiği anda, üzerine atlamak istemişti. Louis ise bu hareketine şaşırdığını belli etmemeye çalışarak, başını boynundaki yerinden kaldırdı ve kendinden geçen suratını keyifle izledi bir süre.
"Merin." Eliyle çenesini tutup ismini fısıldadı. "Ya sana bunu ağzının içindeyken yaparsam?"
Keyfinin bozulmasını istemiyormuşçasına aksilikle mırıldandı. "Şu an ağzımda değil misin?" Louis ciddi olup olmadığını görmek için geri çekilirken neredeyse bozulmak üzereydi. "Sadece sana kelime oyunları yapıyordum, elbette teklifini geri çevirmeyeceğim." Onu belinden sıkıca tutarak dudaklarından biraz daha öpmeye devam etti. Geri kalan vakitlerinde, bunu çok sık gerçekleştirebilecekleri söylenemezdi bu yüzden son şanslarını tüketiyorlardı beraber. Louis'in elleri farklı noktalarına değmek için kadife kumaşın yukarısına gitse de göğsüne dokunurken korsenin duruşunu bozacak hiçbir şey yapmadı. Merin'i yan bir şekilde nazikçe bıraktı yatağına. Onun gibi uzanmak yerine baş ucunda oturmaya devam etti. Elleri kısa süreliğine Merin'in çamaşırından ayrılsa da, kendi işini gördükten hemen sonra eski yerine geri dönmüştü. Louis gözünün önündeki manzaraya inanmaya çalışırken, hissettiklerinin arasında Merin'in ağzı da eklenince daha fazla uğraşmayı bırakıp, gözlerini sıkıca yummak zorunda kalmıştı. Ancak eli ve yaramaz parmakları durmamıştı elbette. Merin'i öyle delirtiyordu ki, ağzını daha iyi kullanmasına ve başını daha hızlı oynatmasına sebep oluyordu. Arada kaçıp giden iniltilerden kimsenin şikayeti yoktu ama yine de seslerini en aza indirmek için uğraşıyorlardı ve yapamadıkça da, daha çok çılgına dönüyorlardı. Merin yatmaktan sıkılıp dizlerinin üstünde kalkarak Louis'i emme işine devam ettiği ilk anda, erkek arkadaşının da sabırsız elleri elbette rotasını şaşırıp daha farklı bir yere, arkasındaki tüylü kuyruğa gitmişti. Sanki ona dokunması için parmak uçları yalvarırcasına karıncalanıp duruyordu ve bunun tek kurtuluşu, Merin'i çıldırtacak olmasına rağmen onunla oynamaktı. Dokunduğu anda havada kalan kalçasını biraz daha oynattı. Louis, sanki kuyruk gerçekten onun bir parçasıymış gibi okşuyordu yumuşak tüylerini. Merin'se, dilini en iyi şekilde oynattığının kanıtlama derdindeydi sanki ona. Yorulduğu ve buna bir son vermenin gerektiği ana geldiklerini düşündüğü için bir zamanda kaldırdı başını kucağından. Kafasını yüzüne çıkartıp, gözlerini maviliklerden ayırmadan kucağına ulaştı bedeniyle. Aslında ikisinin de konuşmaya mecali kalmamıştı artık, üstelik konuşmaya ihtiyaçları da yoktu. Şehvetle yanan gözler birbirine kenetlendiği anda, ikisi de ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu.
Tıkaçtan kurtulup, yerine Louis'in gelmesi için sadece birkaç dakikaya ihtiyaç duymuşlardı. Sonrasında, yer bile değiştirmeden aynı vücutta birleşmişlerdi işte. Durum öyle bir dayanılmaz hale gelmişti ki, ikisi de bu ana kavuştukları ilk saniyede seslerini dudaklarını birbirine bastırarak örtmeye çalışmışlardı. Merin, Louis'in kucağında hareket ederken bilincini kaybetmesine saniyeler kala tutundu omuzlarına. Sırtının üzerine tırnaklarıyla zevk izlerinin bıraktığından haberi bile yoktu. Son nefeslerinde, öyle genişlediğini hissetmişti ki üzerindeki kostümden, her şeyden kurtulmak, yalnızca Louis'i hissetmek istemişti. Tüm bunlar olurken de, elbette Louis sadece onu izleyerek kendinden geçmeyi başarmıştı. Başını omzuna yaslayıp sakinleşmesini bekledi, bu sırada da kendi kalp atış hızını dizginlemeyi deniyordu. Çünkü Louis, az önce yaşadıkları tüm sevişmeyi beyninin uydurduğunu düşünüyordu.
"Hediyemi beğendin mi?" Merin de tıpkı onun gibi, nefes nefese sordu.
"Hediyeden fazlasıydı bence."
Louis dağınık saçlarını öptüğünde gülüşüyle irkilen bedenini kucağında hissetti. "Bir dahakine, hangi kostümü istersin? Onda rol de yapacağız ama. Benim aklıma geldi bile." Merin sabırsızca devam etti. "Ekoseli eteklerimden birini giyeceğim ve sen de gözlüğünü takacaksın."
"Hayır, öğretmenin olmayacağım Merin. En azından yatakta." Louis onu kucağından -sonunda- indirebildiğinde, aslında içten içe Merin'in nasıl bu kadar enerji dolu olabildiğini düşünüyordu.
"Ama ben senin yaramaz öğrencin olmak için can atıyorum." Kostümüyle dizlerinin üstünde, yalvarır pozisyonunda kalsa da Louis ona arkasını dönüp yataktan kalkmıştı.
Kenarda duran dizüstü bilgisayarını alıp kucağına bıraktı. "Ben duştayken İskoçya'daki otellere bak bakalım. Tarihi bir yer olsun ama."
"Peki ya hizmetçi? Sen kral olabilirsin." Louis ebeveyn banyosuna açılan kapıyı kapatırken Merin'in görmeyeceğini bilerek sırıtmaya devam etti. Hayal gücüne büyük bir hayranlık duymaya başlamıştı şimdiden. Üstelik bu, ona roleplay oynamayı sevdiğini itiraf etmesinin öncesinden, hatta denizkızlarıyla ilgili hayalini paylaştığı ilk günden beri vardı.
Konuştukları gibi, bir hafta sonrası için İskoçya'da geçirecekleri kısa süreli tatillerine akıllarında birkaç yer bulmuşlardı. Fakat öncesinde, Louis konuyu kızlarına açması ve onların da izinlerini alması gerekmişti. Merin kararına saygı duydu her zamanki gibi, hem yerleşmiş aile düzenlerine karışmak istemezdi. Heyecanlanmak için ne kadar erken olsa da, Merin ilk kez beraber çıkacakları şehir dışı tatili için sabırsızlanıyordu. Hatta ertesi gün eve döner dönmez, ilk işi Gloria'yı arayıp planların hepsini ona anlatmak olmuştu. Ancak, gerçekten de heyecanlanması için fazla erkendi.
Çünkü, haftanın son günü olan cuma gününe geldiklerinde, Louis okul çıkışında kızını da alıp gitmeye hazırlanırken müdür tarafından çağrılmayı beklemediği halde, kaderine yenik düşüp ne olacağını bilmeden ayaklarını aynı kattaki odaya sürmüştü. Kızına birazdan geleceğini söyleyerek onu aşağıya yollamıştı, neden uzun sürsündü ki zaten? Louis içeriye girdiğinde havadaki soyut gerginlikten ne anlaması gerektiğini bilmiyordu veyahut ne olduğunu da. Müdür sadece dik dik ona bakarak karşıdaki deri sandalyelerden birine oturmasını söylemişti. "Okulda bir süredir dolaşan kötü bir dedikodu varmış, sizin hakkınızda."
Louis her şeyden habersizce, ne tepki vereceğini bilmeden karşısındaki müdüre bakmayı sürdürdü. "Birkaç akılsız öğrencinin çıkarttığı asılsız dedikodularla sizi rahatsız etmezdim Bay Tomlinson, biliyorsunuz. Ancak bu sefer biraz ciddi. Bugün iki veli arayıp sizden şikayetçi oldular." Louis şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Yaptığınız uygunsuz davranışlardan."
"Ne uygunsuz davranışı müdür bey?" Adam gergince ellerini önünde birleştirdi ve Louis'e nasıl kibar kelimelerle açıklayacağını düşündü. "Odaya girdiğimden beri sadece bilmediğim şeylerden bahsedip duruyorsunuz." Sinirlenmeye başlamıştı ve bunu göstermekten asla çekinmedi.
"Bak Louis. Sana bunu direkt olarak açıklayacağım. Odada sadece ikimiziz. Beni yanlış anlamanı istemem. Bu okuldaki bazı öğrenciler, River Styles'ın kardeşiyle birlikte olduğundan haberi olmuş ve tüm veliler bunu konuşuyor. Bu okuldaki bir öğretmenin öğrencisinin kardeşiyle-"
Louis bir hışımla ayağa kalktı o anda. "Ne ima ediyorsunuz Bay Perry?!"
"Bakın, ben sizi tanıyorum. Lakin veliler telefonda öyle ağır laflar ediyor ki onlara saatlerce sizin küçük yaşta biriyle beraber olmadığınıza ikna etmem saatlerimi alıyor. Bu suçlamalar okulumuzun adını kirletebilecek nitelikte-"
Duyduklarına inanamıyordu. Onu pedofili olmakla mı suçluyorlardı yani? Louis'in sinirden gözü dönmüştü. Okul ve itibar umurunda değildi. Bütün onuru alaşağı edilmiş gibi hissediyordu. Bu şimdiye dek, kendisine yapılan en büyük ve asılsız hakaretti. İnsanlar bunu nasıl kendisine yakıştırabilirdi aklı almıyordu ve fark ettiğinden daha çok kalbi kırılmıştı. Düşündükçe kelimeler öyle içine işliyor ve batıyordu ki, acı hissini durdurmak için yalnızca yumruğunu sıkmakla yetindi o an. Tüm dünya başına yıkılsa da, hissettiği tek şey incinen özsaygısıydı. "İşten ayrılıyorum." Dedi sakinlikle. Ancak içinde kopmak üzere olan fırtınadan henüz kendisi bile haberdar değildi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top