Tesadüfen karşılaşmalar ve öğlen yemeği

Dersten çıktıktan sonra, hemen dolmadan işlerini halletmek için adımlarını hızlandırarak uzun koridorun sonundaki fakültenin tuvaletine girmişti. Son birkaç aydır ona arkadaşlık etmekten çekinmeyen arkadaşı Allison da topuklularına rağmen koşuşturarak Merin'in peşinden gitti. Derste dudaklarını kemirmekten silinmiş pembe ve şeftali tonlarındaki rujunu, ayna karşısında tazelerken, arkasında tedirginlikle bekleyen Allison'la buluşturdu gözlerini yansımadan. "Çıkar ağzındaki baklayı."

"Ross, araştırma ve sunum ödevini yapabilir miymişsin, sana sormamı istedi." Merin, haberi almasıyla gözlerini devirerek elinde tuttuğu lipstickine geri çevirdi ve ucuna bulaşan yapışkan sıvıyı dudaklarına yedirmeye devam etti. "Merin. Dedi ki, eğer kabul edersen parayı ödevden önce verecekmiş. Ama şöyle bir sıkıntı var. Ödev cumaya."

Elindekini kenara yasladığı sırt çantasının içine atıp, vücudunu tamamen arkadaşına çevirdi. "Ne kadar?"

Allison, Merin'in sırıttığını görmesiyle, arkadaşına eşlik etti. "200."

"Cumaya sadece 3 gün var. 300." Allison, onayı aldıktan hemen sonra telefonunu çıkardı. Bu haberi geciktirmeden Ross'a iletmeliydi elbette. "Aptal çocuk, gözümden bu kadar düşmek için çabalamasına gerek yoktu." Harry Merin, Ross'la aralarında gerçekleşenlerin üstünden ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyordu. Yakın bir zaman mıydı, yoksa uzak mı? Birkaç kez görüşüp yakınlaşmışlardı sadece. Merin'i en çok sinir eden şeyse her defasında, Ross'un ona sergilediği gereksiz soğukluk oluyordu. Bu yüzden, son mesajına bile bakmamıştı. Ross, Harry'i tatmin bile edemiyoken, neden onunla konuşacaktı ki? Bunları hatırladığı anda, Merin kendi kendine gözlerini devirdi ve yeniden aynaya çevirdi bedenini. İçine giydiği siyah saten braletini düzeltirken, dışarısının soğuk olduğunu bilerek aldığı kalın ceketine şükretti. Anfi dersindeyken bile çıkartamamıştı. Bacaklarından üşümediği içinse kendini şanslı saydı. Yoksa güzel eteklerini ve renkli uzun çoraplarını yalnızca yazın giyebilirdi, ki bu oldukça can sıkıcı olurdu.

"Kabul etti. Fakültenin önünde vereceğini söylüyor. Şimdi."

Merin çantasını yeniden sırtına taktı. Hiç belli etmese de, Ross'la normal bir şekilde konuşmaya çekiniyordu. Okuldaki her insanla yatıp kalkan bir insan değildi ve görünüşe göre, Ross, şimdiye dek Harry'nin özel alanına giren sayılı kişilerden biriydi. Keşke girmeseydi ya. Sessizce mırıldandı karşı karşıya geldiklerinde. Allison, işi olduğunu söyleyerek yanlarından kaçtığında ikili baş başa kalmıştı kısa bir süreliğine. "Ödevin neyle alakalı?"

Ross gözlerini üzerinde dolaştırdığında kendini bir garip hissetti ve gözlerini kaçırdı. Merin ne zaman ona bakıldığını fark etse, kendisinde bir kusur arandığını düşünürdü. "Sana da merhaba Merin. Nasılsın?"

Nefesini sessizce verdi ve gülerek kendini rahatlatmaya çalıştı. "İyiyim, sanırım derste biraz gerildim. Üzgünüm."

Ross cebinden sigara çıkartmadan önce Merin'e de sormuştu. Başını iki yana salladı. "Bu akşamki partiye gelecek misin? Yurdun aşağısındaki mekanda."

"Sanmıyorum. Hem cumaya olan ödevinle uğraşacağım gibi duruyor daha şimdiden."

Harry, bir sürü mesaj gönderiyor da sanki Ross, inatla onu anlamak istemiyordu. "Pekalaaa," nefesini verdi bıkkınlıkla. "Antik Yunan ve Felsefe Tarihi. Hoca yalnızca ansiklopedileri kabul ediyor kaynak olarak."

"Siktir. Bunu söylememiştin. Günlerimi kütüphanede geçirmem gerek demek bu." Merin kaşlarını çattı. Neredeyse kararından ve 300 sterlinden tamamen vazgeçmek üzereydi.

"Evet, buluştuğumuzda söyleyecektim. Merin, 300 sterlini boşa vermiyorum. Sonuçta kampüste saçma salak da olsa 100 sterline ödev yapacak insanlar var." Merin sinirlerini yatıştırmak istercesine kollarını birleştirdi ve fakültenin önünden geçen insanlara baktı. Ross kelimelerle nasıl oynanayacağını çok iyi biliyordu. "Senin ne kadar iyi yaptığını biliyorum. Ama kampüste, kim sana 100 sterlinden yukarıya ödev yaptırdı?"

"Aşağılayıcı olmaya başlamadan önce parayı ver ve gerisini bana bırak." Ross, kazanmış gibi sırıttı ve parayı Merin'in avcunun içine bıraktı. Elleri normalden biraz uzun bir süre temas ettiği zaman, Merin başını kaldırdı hızla ve karşısındaki genç adamın gözlerine baktı.

"Partiye katılmanı çok isterdim. Sırf bunun için bile ne kadar istiyorsan-"

"Seninle bir daha yatmayacağım Ross. Tüm bu çabaların boşa." Merin açık sözlülükle konuştu. "Ama ödevini tüm etik kurallara uyarak yapacağımdan emin olabilirsin."

Elini de, parayı da Ross'tan kurtarıp oradan hızlı adımlarla ayrıldığında, can sıkıcı bir sıyrık almadan bu konuşmayı atlattığı için rahatlamıştı. Bisikletine yürürken, bir daha kampüsten olan kimseyle yatmamasıyla ilgili kendini tembihlemişti içinden.

Kütüphaneye gitmeden önce, eve uğrayıp eksik listesini almalıydı. Hatta kütüphanede geçireceği saatleri de hesaba katıp, bir kenarı kırılmış ve ekranı çatlamış, antik çağdan kalan dizüstü bilgisayarını da alması gerekebilirdi. Ayrıca telefonunu Allison'a mesaj atmak için kullandığı son seferinde, şarjının da bitmek üzere  olduğunu görmüştü. Eteğinin boyunu elinden geldiğince aşağıya çekip bisikletine bindi ve hızlı hızlı evine sürdü. Sonunda, dilediği kadar abur cubur alabileceği için çok mutluydu. Özellikle de, River'a alacağı o güzel çikolataları düşünüyordu. Kendi kendine, kardeşine bu akşam ziyafet çektireceğine söz vermişti.

Eve geldiğinde, anahtarı ceketinin cebine bırakıp içeri adımladı. Saat akşam üzerine yaklaşmakta olmasına rağmen River, tipik bir şekilde hala eve gelmemişti. Bu Merin'in işine gelirdi. Sürpriz yapmak istiyordu. Buzdolabının içine bakıp eksik olan ne var ne yok, liste halinde kenardaki yapışkanlı not kağıdına yazdı. Tüm sebzeler ve meyveler bitmişti, yumurta da oldukça azdı. İçecek hiçbir şey yoktu. Merin içecekleri lüks gördüğü için, onları hep arka plana atardı normalde. River'ın kuruyan midesi için, meyve suyu ve elbette süt almalıydı. Ayrıca kahvaltılıkların hepsini uzun süredir tüketmişlerdi. En son ne zaman taze peynir yediğini düşündü Harry. Paranın durumuna göre pastırma almalıydı. River ete bayılırdı. Her şeyi not aldıktan sonra odasına girdi ve hazırlayacağı sunum ödevinde kendine gerekli malzemeleri aldı ve orta boyutlardaki çantasına tıkıştırdı. Şimdiden öyle dolmuştu ki, patlayacak gibi gözüküyordu. Akşama geç kalmaması için hızlı ve aceleci bir şekilde evden çıktı.

Taze ve lezzetli şeyler almak için, şehrin tam merkezindeki büyük markete gitse daha iyi olurdu. Bu, bisikletle 20 dakika sürüş demekti, ama Merin bisiklet sürmeye bayılırdı. Saçlarının bisiklet sürerken yüzüne gelmemesi için önceden tepeden bağlamıştı zaten. Çokça kez ve hızlıca pedal çevirmeden sonra, markete vardı ve bisikletini bir demire kilitleyip içeri adımladı. Ceketinin cebindeki listenin tamamını alabilmesi için alışveriş arabasına ihtiyacı vardı, ki bu Merin için oldukça yeni sayılırdı. Genelde her hafta, 10 veya 20 sterlin arasında küçük sepetlik alışveriş yapardı. Diğer cebindeki 300 sterlini kontrol etti son kez. Sonra, abartmaması gerektiğini ve sadece yarısını harcaması gerektiğine karar verdi. Çünkü bu alacakları eninde sonunda bitecekti ve yeniden gelmesi gerekecekti. Bir anda gelen her şeyi alışveriş arabasına atma isteğinden vazgeçmek zorunda kaldı.

Listedekilerin neredeyse çoğunu aldığında, Merin hesaplamalarına göre 150 sterlini geçmeyen alışveriş yapmıştı. Tam arabasıyla kasaya gidiyordu ki, sırada önünde duran kişinin River'ın öğretmeni olduğunu fark etti. Ne tuhaf, diye düşündü, bu adamı geçen hafta da görmüştüm. Merin bu kadar tesadüfen karşılaşmalarından etkilenmediğini söylerse yalan olurdu. Gerçi, çocuğu olduğunu öğrendiği zaman kendini garip hissettirmişti. Eşi olabilirdi sonuçta? Zaten neden şimdi bunları düşünüyorsa, Merin başını iki yana salladı ve uzaktaki sıraya ilerlerken, bu sefer kendisini ilk tanıyan Louis oldu. "Hey. Merin?"

Bedenini sesle birlikte bir anda durdurdu ve o tarafa döndü. Kaderine razı gelmeliydi, geri adımlarla arabasını o sıraya doğru çekti. "Heyy! Bay Tomlinson. Sizinle burada da karşılaşmak ne hoş." Merin, seçtiği kelimeler yüzünden utançla kızarmak istedi. Neyse ki, bu kendi suratında asla gerçekleşmiyordu.

"Evet. Ben de tam aynısını düşünüyordum." Louis gözlerini Merin'in alışveriş arabasındaki ürünlerde gezdiriyordu. "Aylık alışveriş mi?

"Evet, daha çok River'ın istedikleri diyebilirim." Merin, gözlerini bir süre daha onda tutmaya devam etti. Aldığı bir koli biraların üzerinde bile durmadı. River'ın öğretmeniyle şu ara çok içli dışlı olmuş gibi hissediyordu, oysa daha hiçbir şey olmamıştı bile. Ama bu, Merin için ikaz çağrısı gibiydi. Cadılar Bayramı'nda kendini tutamayıp adamın yanına gitmesi, kızına dondurma alması... Sonra yanından kaçar gibi gitmişti. Eğer şimdi öyle bir şansı olsaydı. yine yapacağından emindi. Bu adamda, tuhaf, garip ve betimlenemeyecek şeyler buluyordu. Düşünceleri içinde öyle daldı ki, Louis'in kasadan geçtiğini ve ürünlerinin tamamen bitip sıranın kendisine geldiğini fark etmedi bile. Hemen arabadakileri indirmeye başladı.  Louis o sırada kendi poşetleriyle ilgileniyordu. Merin cebinden 150 sterlini ayırdı ve kasiyere uzattı. Kasiyer suratına boş boş bakmaya devam ettiğinde, minik ekranda yazan rakamları yeni görmüştü. 174,5£.

Harry abarttığını biliyordu, bu yüzden telaşla nefesini verdi ve birkaç ürünü kasiyerden çıkartmasını istedi. O sırada, Louis hala oradaydı ve hiç tereddüt bile etmeden kasiyere eksik parayı uzattı.

Ağzı açık kalmıştı. Merin ona kızmak ve ona karşı mahcup olmak arasında kaldı. "Gerek yoktu, tanrım. Bende de vardı." Ona doğru sessizce fısıldadı, diğer müşterilerin onu duymaması için.

"Ödeşmiş olduk bence." Merin diğer sıradaki müşterilerin onun yüzünden oflayıp pufladığını duyduğunda stresle ürünleri poşetlemeye başladı. Louis de, kendi iki poşetini yere bırakıp ona yardım etmişti.

En sonunda marketten çıkabildiklerinde, Merin yeniden Louis'e döndü. "Gerçekten size karşı çok fazla mahcup hissediyorum. Önce ödevimi yapmama yardım ettiniz şimdi de bu-"

Louis gülümseyerek ona bakmaya devam etti. "Benim yerimde olan herkes aynısını yapardı." Başını iki yana salladı ve elindeki kendi poşetleriyle arabasına ilerledi. Alarmını açtıktan sonra poşetleri bagaja koydu. Arabası hemen ön sırada olduğu için, çok uzaklaşmış sayılmazlardı birbirlerinden. Harry elindeki poşetlerin ağırlığından dolayı biraz zorlansa da, onları ayakta duran bisikletinin gidonunun iki ucuna takmakla uğraşıyordu. "Ne yapıyorsun? Onunla mı gitmeyi düşünüyorsun sahiden?"

"Evet." Harry ona bakmadan mırıldandı. "Evimiz yakınlarda zaten."

"İzin ver ben bırakayım seni." Louis, tam olarak nerede oturduklarını bildiği için, Merin'in çekindiğini ve bu yüzden yalan söylediğini düşündü. Evleri, o kadar da yakınlarda değildi. Merin inatla poşetleri bir yerde tutturmaya çalışıyorken, Louis kollarını birleştirerek onu izlemeye devam etti. Bir şey söylemeden önce, Merin'in uğraşlarını bir süre daha izlemeyi sürdürdü sakinlikle. Bisiklete tam binerken sağa devrilmesi, neredeyse Merin'i de düşürüyordu ve bu, az kalsın rezil sonuçlara yol açacaktı. Merin asık yüzünü Louis'e kaldırdı.

"Sanırım siz haklısınız." Louis yanına gidip poşetlerin çoğunu ondan aldı ve kendi poşetlerinden ayrı olacak şekilde bagajına yerleştirdi. Merin de elindekileri bıraktıktan sonra, Louis bagajı kapattı ve Merin'e ait krem rengi bisikleti arabanın arka kısmındaki özel aparatlara -kızların bisikletini yerleştirmek için önceden takılmıştı- taktı. İşi bittiğinde, Harry gibi arabanın ön kısmına gitti. İkisi de artık arabanın içindeydi. Merin garip bir çekingenlikte oturdu koltukta. Yabancı birinin arabasına binmek değildi onu tuhaf hissettiren. Kesinlikle ve kesinlikle River'ın edebiyat öğretmeninin arabasına binmiş olmaktı. Çekingen tavrıyla bay Tomlinson'a döndü yeniden. "Bu mahcupluk hissinden nasıl kendimi kurtaracağım şimdi? Markette yaptığınızdan sonra bir de..."

"Rahat olur musun lütfen? Çekinmen gereken bir şey yok. Altı üstü 20 sterlin." Arabayı kullanmayı başladığından itibaren, gözlerini yanındaki adamdan çekmek daha da zor olmuştu onun için. Araba döşemelerinin derisi ne kadar yeni ve rahat olduğu bile umurunda değildi. Deri kayışla kaplanmış direksiyonu tutan parmaklarına bakıyordu. Bir alyans arıyordu gözleri, ama ona dair hiçbir şey yoktu. Pekala, belli ki bekar. Diye geçirdi içinden. "Eviniz 21. Collage sokağındaydı değil mi?"
Merin başını salladı hızlıca ve gözlerini, ondan başka bir yere çevirdi. "Aslına bakarsan, bana bir konuda yardımcı olursan çok sevinirim."

"Elbette." diye öne atıldı Merin. Söyleyeceğini heyecanla bekliyordu.

"Marketten sonra kızları alıp güzel bir yere götürme gibi bir planım vardı. Şu ara çok fazla dışarı çıkamadık birlikte. Onları okula bırakıyorum, sonra okuldan alıyorum, evde biraz zaman geçiyoruz ve sonra tekrar aynı."

"Kızlar mı? Bir tane daha mı kızınız var?" Merin, kendini tutamadan sorduğunda dilini ısırdı patavatsızlığıyla. Bir de, bu adam kesinlikle bekardı.

"Ah evet, Aurora Harley'le henüz tanışmadınız. O da River ve benimle aynı lisede. Henüz bu sene başladı."

"Kızlarınızın hoşuna gideceği bir yer biliyorum sanırım." Merin gülümsedi ve neresi olduğunu ve tam olarak nerede bulunduğunu büyük bir hevesle anlatmaya koyuldu. Ta ki, Louis, onun da gelmesini teklif edene kadar.

"Eğer karnın açsa, senin de bize katılmanı çok isterim. Hannah seni Harley'e anlatıp duruyor. O uzun beyaz elbiseni ve tacını. Bir de elindeki kırmızılığı eldiven sanmış." Louis anlatırken gülüyordu.

Merin, soruyla beraber yerine sindi belli etmeden. Tüm bu süreçte Louis, belli aralıklarla da olsa, ona bakmaya devam ediyordu. Saniyelerce kafasında kurduğu düşünceleri tekrar tekrar düşündü. Ona nasıl hayır diyeceğini, reddederse büyük kabalık olacağını. Çünkü, Louis ona birden fazlaca kez yardım etmişti. Belki de, gerçekten yanlış anlaşılmadan, istediği tek şey kızlarıyla ilgilenilmesiydi. Sonuçta, Harry üniversitede çocuk psikolojisi bölümünün son sınıf öğrencisiydi. "Pekala." derken, kabul etme sebebinde, bu adama karşı olan merakı ağır basmıştı, diğerleri değil. "Birkaç saatliğine gelebilirim. Sonrasında, kütüphaneye geçmem gerekli. Ve ondan öncesinde eve gidip yemek hazırlamam, falan filan..." Merin fazla sesli konuştuğunu fark etse de, Louis bunu sorun etmeden araba sürmeye devam etmişti.

"Çok yoğun olmalısın. Tüm hepsiyle sen mi başa çıkıyorsun?"

"Evet, evin idaresini ve kalan her şeyi sadece benim yaptığım söylenebilir. Ama başka çaremiz de yok. Yalnızca River ve ben kaldık, ikimiz. River henüz çocuk. Neyse ki bir seneden az kaldı. Mezun olunca iş bulmam daha kolay olacak."

Merin, gözlerini Louis'e çevirdiği zaman, o da aynı anda başını ona çevirmişti. "Vay canına." Louis tekrar yola bakarken dudağını hafifçe kemirdi. "Aynı enerji bende de olsa keşke."

"Siz de mi tek başınıza bakıyorsunuz iki çocuğa?" Sorarken istemsizce kaşlarını kaldırmıştı. Sınıftaki çocukların yanında, bir de evde iki ufak kız çocuğu. Etkileyici... Nasıl enerjik olmayan biri bununla başa çıkabilirdi ki?

"Evet. Onlar benim kızlarım. Sadece şu ara, biraz ihmal ettim gibi geliyor. Harley ergenliğe girdiğinden beri babasından daha çok ilgi bekliyor, ben de yoğunluğumdan ilgi gösteremeyince ikimiz de geriliyoruz, bu da Hannah'ı etkiliyor."

"Şu anki kişiliklerimizin oluşma sebebi neredeyse tamamen anne ve babamızdan kaynaklandığını biliyor muydunuz?" Merin önüne dönerken iç çekti. Kuşkusuz, kendisini etkileyen o kişi gelmişti aklına. Ve çekip giden.

"Evet. Sanırım bunu biliyorum. Bu yüzden Harley için endişeleniyorum." Araba birden durduğunda, burasının hala Liverpool merkezinin yakınında bir okul olduğunu fark etmişti. "Hannah'ı alıp geliyorum."

Merin arabanın içerisinde -yalnızca kısa bir süreliğine olduğunu bilse de- tek başına kaldığında, geciktirmeden gözlerini dışarıya çevirdi. Biraz uzaktaki büyük okul duvarının orada durmuş, muhtemelen zil çalmasını bekleyen, ve bu sırada sigara içen adama baktı. Bir eli siyah kotuna dikilmiş cebinin içindeydi. Louis başını arabaya çevirdiği zaman göz göze geldiler. Merin, gözlerini kaçırmak yerine ona gülümsediğinde, Louis ilk kez, yalnızca bir tebessüm silüetiyle bile heyecanlandığını fark etti. Aynı şekilde karşılık verdi arabasının içerisinde bekleyen, ona yabancı olan ama tanımak için can attığı kişiye. Ne tuhaf, diye düşünmeden edemedi Louis. Yakın zamanda onu böyle mutlu eden yabancı şeylerle hiç karşılaşmamıştı. Onu ilk gördüğü andan itibaren, tanımlayamadığı hislerle doluyordu yüreği. Küçük bir çocuk gibi heyecanlanıyordu. Tuhaf olan buydu. Louis, ondan hoşlanıyordu. Ve garipti çünkü bu kişi öğrencisinin kardeşiydi. Ne River'ı tanıyordu ne de Merin'i. Ama onun enerjisi, çoktan Louis'in yüreğini ele geçirmişti.

~•~

Dört kişi birlikte kafeye girdikleri anda, hepsinin de suratına aynı boğucu sıcak bir hava çarpmıştı. Louis en arkada kalıp dükkanın kapısını kapattığında, kapının tepesindeki çan kısa bir süre daha çalmaya devam etti. Louis, sesten irrite olduğu için gözlerini refleksle tepesine dikmişti ki, oturdukları masadan Hannah'ın, ona seslendiğini duydu. Hemen oturmadan önce, Louis de tıpkı kızları gibi mekanı inceledi birkaç saniye. Duvardaki tablo çerçeveleri ve kitap rafları haricinde tuhaf, boş raflar da vardı çapraz bir şekilde yerleştirilmişti; bazı tahta parçalarının üstünde ise uyuyan kediler vardı. Ne kadar çok etrafını incelerse, kedi sayısı da o kadar artıyordu. Louis burayı acayip tuhaf bulmuştu. Neyse ki, kızlarının kedilere bayıldığını biliyordu. Harley tam oturmamıştı ki, en yakınındaki kediyi sevmeye gitmişti. Hannah ise, babasına okulda yaptıklarını anlatmaya başlamıştı bile.

"Karnınız aç mı? Yemek yiyelim." Louis masaya kediyle gelen Harley'e bakarak sordu. Kızların ikisi de başını sallayınca gözlerini akabinde Merin'e getirdi.

"Bir şartım var." Merin, ona tebessüm ettiğinde altında yatan anlamını biliyordu.

"Aklından bile geçirme. Kabul etmem."

"Sizden önce kasaya koşarım." Louis, Merin'in hazır cevaplılığı karşısında kendini tutamayıp güldü.

"Burada pastalar ve kurabiyeler var! Ben pasta istiyorum." Hannah, tezgahın oradaki rafta duran tatlıları eliyle gösteriyor ve cama dokunuyordu. "Pasta!"

Merin siparişleri vermek için masanın etrafına yerleştirilen koltuktan kalktığında, Louis -sonunda masaya oturan Hannah ile birlikte- kızlarıyla masada baş başa kalmıştı. Yine de gözlerini ondan ayırmadı Merin tezgahtaki görevliyle konuşurken. Bir yandan önündeki menüye bakıyor, bir yandan arka kısımda kalan büyük panodan bir şeyler seçmeye çalışıyordu. Gözleri tamamen onun üzerine dalıp gitmişti, pileli eteğine bakıyordu ancak üstündeki ekoseli deseni görmüyordu. Dizine kadar çektiği uzun çoraplarına uzun uzun bakmaya cesaret bile edemiyordu. Üstündeki ceketiyse, ikinciye gördüğüne emindi. Merin'i ilk kez okul bahçesinde gördüğü o ilk anda, yine bu kum rengi ceketi üzerindeydi.

"Bu da kim baba?" Harley'in sorusuyla, Louis gözlerini oradan çekmek zorunda kalmıştı. "Yeni kız arkadaşın falan mı?" Harley karşıdaki koltukta otururken sakince kucağında uyuyan kediyi okşamaya devam etti. Hannah kediyi severken kendi kendine konuşmaya devam ediyordu.

"Tanrı aşkına." Louis soru karşısında gerildi. "Saçmalama Harley. Merin eski bir öğrencim." Yalanı üstünde çok düşünmüştü, çünkü ondan nasıl bahsedeceğini bilememişti. "Sakın Merin'in yanında böyle şeyler sorup onu mahcup etme."

Harley omuz silkti. En azından babasının kız arkadaşı olmamasına sevinmişti. Merin masaya geldiğinde, karşı koltuk Hannah ve Harley'le dolu olduğu için Louis'in yanına oturdu. Yüzünde eksilmeyen aynı gülümsemesi vardı. İçerisi, kediler için ekstra ısıtılmış olmalıydı. Merin ondan önce davranıp kendi kalın ceketini çıkarttığında, Louis onu görmenin heyecanıyla bile kafayı yiyecek gibi hissetti. Neyse ki, bunu kimseye belle etmeyecek kadar kendini bilen biriydi. Merin ceketini Louis'le arasına koymuştu. Kısa süre geçmişti ki, Merin'in herkes için sipariş ettiği farklı çeşit yemekler ve limonatalar masaya gelmişti.

Hepsi birlikte tabaklarındakileri yerken, Merin onları tanımak ve yanında daha rahat hissetmeleri için farklı konulardan konuşmaya çalışmıştı. Hannah'la tanıştıklarından beri zaten kendisine sıcak davranan bir kız olmuştu, ancak Harley'in onu zorlayacağını daha arabaya binerkenki asık suratından anlamıştı. Üstesinden gelebilirdi. Üstelik, hiçbir ergenin River'dan daha zor olmayacağını biliyordu. Onun da açılması için, sevebileceği konuları tahminen bulup konuşmaya çalıştı. Tam nokta atışı yapamasa da, yaklaştığını hissedebiliyordu. "Demek babanı Batman yapmak senin fikrindi. Seneye Cadılar Bayramı'nda ben de size katılıp Poison Ivy olmak isterim. Gerçi, yeşil kostüm bulmak biraz zor olacak, ve kırmızı peruk." Harley, Merin'in ortaya attığı fikirle kıkırdadı.

"Ben de bu yüzden Poison Ivy'den vazgeçmiştim. Demek sen de biliyorsun filmleri ve çizgi romanları." Harley'in yüzü güldüğü için, Louis'in tüm endişeleri bir anda silinmişti. Onu bu kadar uzun süre neşeli gördüğünü hatırlamıyordu yakın zamanda. Asık suratı, sanki tamamen yok olmuştu.

"Aramızda kalsın, ben Superman'i hiç sevmem." Merin dirseklerini masaya dayayarak karşısındaki kıza doğru fısıldadığı zaman, Louis arkasına yaslanmıştı tamamen. Gözlerinin önünde beliren görüntü karşısında etkilenmemesi imkansızdı. Porselen beyazındaki teninde, sırtından geçen askılar, ve sadece göğüs kafesinin bir kısmını örten yumuşak parlak kumaşa bakmadı bile. Tüm odağı, sanat eserini andıran çıplak omuzlarındaydı. Topuz yaptığı kestane rengi saçlarının, ensesinden düşen ve tenine değen birkaç ince saç tutamının yerinde olmak istedi o an Louis. Narin teni altında belirginleşen kemiklerine bile hayran kalmıştı. Üstündeki siyah kumaşın tam zıttıydı teni, bembeyaz ve pürüzsüzdü. Hala kızlarıyla konuşmaya devam ederken, masaya dayadığı dirseklerine ve konuşurken oynattığı incecik bileklerine baktı. Böyle güzel bir şeyle, daha önce hiçbir yerde karşılaşmadığına yemin edebilirdi. Merin, hayal gücünün ötesinde bir güzelliğe sahipti. Bir ressamın, kendi kafasındaki tablosunda hayal edemeyeceği kadar güzeldi. Yaratılmış, en güzel sanat eseriydi, hangi tanrı yaptı, Louis bilmiyordu.

Ayaklarına dolanan kediyi hissettiğinde, dalgın bakışlarını Merin'in omuzlarından ve sırtından çekmek zorunda kalmıştı. Ürkse de, sessizliğini korudu. Merin'in elini aşağıya uzatıp kediyi sevişini izledi. Parmak uçları tüylere rastgele dokunuyordu. Louis'in de tüyleri diken diken olur gibi oldu. Merin, kızlarla konuşmaya devam ediyordu.

"Ben de gerçekten o grubu hala seviyorum. Bir ortak hobimiz daha oldu." Louis gözlerini bu sefer yarısına kadar ince kumaşla sarılı bacaklarında gezdirdi kısa bir süre. Aklını kaybedeceğini düşündü. Hele de, Merin masanın altındaki kediye eğildiğinde omzuna zor tutunan ince askısı hafifçe koluna doğru düştüğünde, yutkunmak zorunda kaldı. Merin hızlıca müdahale ettiyse bile, gördükleri Louis'in kalbinin hiç bilmediği anlamlarda atmasına sebep olmuştu.

"Evet, buna çok sevindim. Ben de diyordum ki yaşıtlarımda sorun var, bende değil. Doğruymuş." Harley gülümseyerek Merin'e bakıyordu.

"Artık arkadaş mıyız öyleyse?" Kızı başını hemen salladığı zaman Louis tamamen kendine gelip ikisine odaklanabilmişti sonunda.

Merin, kızlarla ve kedilerle bir süre daha ilgilenmişti geldikleri mekanda. Çoktan herkes önündeki yemeği bitirmiş, hatta Hannah da ısrarla istediği pastaya kavuşmuştu. Tek başına keyifli yerken, Louis ilk kez konuşmayı bıraktığını görünce gülmüştü. Hannah'ın zaafı çikolataydı ve Merin, bir şekilde onu bile bulmuştu. Dakikalardır aklında dolaşan bir fikirdi aslında, ama birden ortaya atmak istemişti. "Belki de, her gün kızlar için eve gelebilirsin. Kızlar seni sevdi." Louis, Merin'e dönerek konuştu. "Tabii sana da uyarsa. Özel ders gibi. Onlarla ilgilenirsin."

"Evet! Merin bize gelsin! Ona oyuncaklarımı ve çizdiğim resimleri göstereceğim!" Hannah çikolata bulaşmış ağzını silmeden konuştuğunda, Louis ona peçete uzattı. Merin'in tepkisine bakıyordu. Şaşırdığı aşikardı. Utangaçça gözlerini, kızların üzerinde tutmaya devam etti.

"Şey... Bay Tomlinson, bu çok-"

"Hemen karar verme lütfen. Biliyorum çok yoğunsun. Ama, yaptığın ödevlerden daha zorlayıcı olmayacağı konusunda emin olabilirsin."

Merin gülümsedi. Birkaç saniye sonra üstüne ceketini giymişti. Louis yine dalgınlıkla onu izlemeye devam etti. Kasaya gittiğini gördüğünde, daha yeni anlamıştı. Hemen kalkıp peşinden gitti. "Bırak ben ödeyeyim."

"Bay Tomlinson." Merin ona bakmadan, kızgın bir ses tonuyla söyledi. Cüzdanından çıkarttığı tüm parayı kasaya vermişti.

"Lütfen beni yanlış anlama. Sadece kısa süreliğine. Senin sayende ben de onlarla nasıl iletişim kuracağımı, sorunları nasıl çözeceğimi öğreneceğim. Bu sadece kızlar için istediğim bir şey değil."

Merin yeniden ona döndü ve masada hala oturarak bekleyen kızlara göz attı. "River duyarsa beni öldürür." Kıvrık kirpiklerinin altındaki yeşil gözlerini, mavilerle buluşturdu

"Anlıyorum. Ama inan bana kimseye söylemeyiz. Aramızda kalır."

"Eğer fikrimi değiştirirsem, sizi arayacağım Bay Tomlinson."

Louis, endişeyle gözlerini yine kendisinden kaçıp giden çocuğun üzerinde tuttu bir süre daha. Merin'se, kendini tutamayıp hızlı ve aptalca karar vermeden konuyu kapatabildiği için -en azından bir süreliğine- kendisiyle gurur duymuştu. Tanrı biliyordu; bir an, heyecanla teklifi kabul etmesine çok az kalmıştı, üstelik bu heyecanın iş aşkıyla uzaktan yakından, hiç alakası yoktu.


bu bölümde önceki bölümlere göre aniden gelişen olaylar sebebiyle "noluo lann" gibi hissetmiş olabilirsiniz... bu benim suçum:( ama kesinlikle hoşunuza gidecek bir hız olmuştur tahminimce:))

bu uzun bölüm, sağsalim venuavenus bebeğime ithaf edilmiştir...

3.3k kelime..

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top