Styles Ailesi




Harley büyük sırt çantasına kıyafetlerini doldurmayı bitirdikten sonra, odadan çıkan babasını ve yerine giren Merin'i umursamadan başka bir çantaya ders kitaplarını doldurmaya başladı. Hala siniri geçmemiş olan nefesleri arasından Merin'e bakmamayı sürdürdü bir süre boyunca. "Biraz konuşabilir miyiz lütfen Harley?" Genç kız bir bakış attıysa da, hızlıca önündeki kendi işlerine döndü. "Sadece konuşmak istiyorum. Hatta, içindekilerini bana yansıtmanı. Düşüncelerini duymak-"

"Senin hakkında o kadar yanılmışım ki." Başını iki yana sallamaya başladı bir şeyleri hala kabul etmezcesine. "Gerçekten yakın olduğumuzu düşünmüştüm. Beni sevdiğini ve benim yanımda olmak istediğini, beni anladığını." Harley toparlanmasını bitirdikten sonra kalın montunu üstüne geçirdi. "Ancak yanılmışım. Sen tüm bunları, babamla yakınlaşmak için yapmışsın. Bizimle kurduğun samimiyet, babamı etkilemek içindi değil mi? Onun öğrencisi falan da değilsin sen." Gözlerinden ateş fışkırıyordu konuşurken. Merin, söylediklerinden dolayı afallamadığını söylerse, kesinlikle yanlış olurdu. "Bize yakın oldun, sevgimizi kazanmak istedin ve elde ettin. Hatta ne var biliyor musun?" Aralarındaki mesafeyi büyük adımlarıyla kapattığında, ondan daha aşağıda kalan bedeniyle başını yukarı kaldırdı ve büyük bir kinle konuştu. "Burada onun kıyafetleriyle karşımda durup ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyorum. Sen buraya geldiğin ilk günden beri, ailemizi sömürmek için uğraştın ve başarılı da oldun. İstediklerini aldıktan sonra, bizimle ilgilenmeyi de tamamen bıraktın. Yeterince paran oldu değil mi? Babamı da kendine aşık ettiğine göre..."

Suçlamalardan sonra, her ne kadar doğru olmasalar da yeşil gözlerini utançla kaçırdı. "Harley, ağır konuştuğunun farkında değilsin." Yeniden, sinirle kararmış olan kahverengi gözlere baktı. "Umarım içindekileri bana döktüğün için daha rahat hissediyorsundur şimdiden." Kırıldığını belli etmemek için uğraşsa da, cümlelere yansıtmasına engel olamamıştı o andan sonra Merin. Ellerini gerginlikle ovuşturup birkaç adım geri çekildi. "Kendimi sana gerçekten açıklayabildiğimi sanmıştım. Beni tanıdığını... Umarım seninle önceden konuştuklarımızı düşünüp, sana anlattıklarımı hatırlar ve yanlış bir şey yapmadığımızı anlarsın. Lütfen, daha fazla ne kardeşine ne de babana kız bu konuda." Kapalı duran kapıyı yavaşça araladı ve arkasında duran, artık sinirin yerini donuk bir üzgünlüğün aldığı ifadesine baktı. "Mutlu Noeller Aurora Harley."

Kapıyı açıp koridora çıkmasıyla, Louis'i karşısında görmesine o kadar da şaşırmadı. İçeride kalan genç kızın konuştuklarını duymasını istemediği için kapıyı yeniden örttü ve Louis'e yaklaştı. "Böyle davranmamalısın." Merin, Louis'in girdiği tedirgin ruh halinden bahsediyordu konuşurken. "Böyle yapmamız sadece onu saldırganlaşmaya teşvik eder. Hannah ve sen normal davranmalısınız. Hiçbir şey olmamış gibi." Fısıldayarak konuşsa bile, Louis ses tonundaki kırgınlığı işitebiliyordu.

"Sana söylediklerini duydum ve çok üzgünüm Merin. Seni böyle kırdığı için." Başını hemen iki yana sallamaya başladı Merin. "Onunla düzgünce konuşup halletmeliyim. Aranızın böyle olmasını istemiyorum."

"Acele etme." Merin gülümsemek için uğraştı. Bir yandan onu sakinleştirmeye çalışıyordu. "Zaman ver ona biraz. Eminim anlayacaktır." Kolunu destek olurmuşcasına hafifçe ovuşturduğunda, Louis beklemeden sardı kollarını Merin'e. "Ben de artık eve dönsem iyi olur." Yorgunca çıkan ses tonuna rağmen, yüzü hala inatla gülümsüyor gibiydi. En azından Louis kollarından ayrılmadan ona baktığında böyle düşündü.

"Seni bırakırız. Zaten biz de anneme-"

"Hayır, kendim gitsem daha iyi hissederim. Sen lütfen ona ters davranma, üstüne gitme. Tamam mı?" Üstünü değiştirmek üzere büyük yatak odasına geçmeden önce dudağının kenarına minik, acele bir öpücük bıraktı. Böylece cevabını tartışmasına süre bile tanımamıştı Louis'e.

~

O Noel akşamında önüne oturup ısınabilecekleri, kırmızı alevleriyle salonu aydınlatacak bir şömineleri yoktu. İçi doldurulmuş hindiyle keyiflenen kalabalık yemek masaları da. Mutfakla birleşen salonlarının bir köşesinde yalnızca ufak plastik bir çam ağacı vardı ve onu da Merin almıştı aslında, ve orada var olduğunu bile unutmuştu ikisi de. Orta boy televizyonun karşısına yerleştirilmiş uzun kanepede, karnına çektiği dizlerini örten sıcak battaniyesi ve elindeki böğürtlenli çayıyla kucağında duran kitabı okuyordu sadece. Noel akşamı için, başka yapabileceği ya da daha iyi bir aktivitesi yoktu çünkü. Aklı hala sabah olanlardaydı. Ne yapması gerektiğini kararlaştıramıyordu bir türlü kafasında. Daha doğrusu, yapabileceği bir şey olup olmadığını sorguluyordu. Louis'le birlikte olmasıyla başına gelebileceklerin sadece bir kısmını tahmin etmiş ve onlardan sadece birinin gerçek olduğunu görmüştü daha bu sabah. Derin bir nefes almasıyla burnuna kadar gelen çayının sıcak buharıyla bile rahatlamayı başaramadı o an. Gözünü ayak ucunda oturan ve battaniyenin ucunu paylaşan kardeşine ulaştırdı. Her şeyden habersizdi ve Merin bunu düşündükçe bile kendini suçlamaya başlıyordu. Harley'den sonra, artık onun tepkisini düşünmek bile Merin'i korkutuyordu. Gözlerini ondan ayırmadan çayından bir yudum daha aldığında, sonunda erkek kardeşinin dikkatini çekmişti istemeden de olsa. "Çok tuhaf, değil mi?" diye sordu River. Sonra hemen gözlerini televizyonda açık kalan haber kanalına çevirdi. "Annemsiz geçen ilk Noel'imiz."

Duyduklarıyla daha da durgunlaştı istemsizce. Başını salladı hevezsiz bir şekilde. Gözleri bardağından sallanan ipe takılı kalmıştı. "Öyle... Peki ya babamsız geçen kaçıncı noelimiz? Artık sayamıyorum bile."

River ironiyle güldü ablasına bakmadan. "Sen sorana kadar aklıma bile gelmemişti." Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Sikik, umarım kaçıp gittiği yerde acı dolu bir hayatı vardır."

Kardeşinin babasına karşı ne kadar nefret duyduğundan haberi vardı, bu yüzden duyduklarına şaşırmamıştı. "Umarım bir hayatı vardır." diye mırıldandı sadece içinden sessiz sessiz. Çünkü, Merin kardeşi kadar kin güdemiyor, acımasız olamıyordu babasına karşı asla. Hem de ailesine ve ona yaptıklarına rağmen. "Sadece bazen düşünüyorum da..." Merin dizlerini indirip bacaklarını River'ın kucağına bıraktı. "Acaba hiç aklına geliyor muyuz? Ya da hiç düşünüyor mudur 'benim iki tane çocuğum vardı ve onları yıllardır görmüyorum' diye? Ne yapıyoruz diye endişeleniyor mudur?"

"Sence?" River ciddi bir şekilde ona bakarak sordu. "Kendini bunlarla kandırma. İsimlerimizi bile unutmuştur on senede."

On sene... diye geçirdi içinden. Aynı anda büyük bir hüzün duydu beyninin içinde dönüp duran seslerin arasından. On iki yaşındayken çekip gittiği o günü hala öyle net hatırlıyordu ki aslında Merin. Kapının babası tarafından çarpılarak kapandığı ve bir daha asla açılmadığı o anı asla beyninin derin köşelerinden silemiyordu. Söz verdiği halde, sözünü tutmayıp kendisini terk ettiği zamanı unutmıyor ve hiçbir zaman unutamayacağını da çok iyi biliyordu. Tüm bu hatıralarının gözünün önünde canlanması için bahsedilmesi bile yeterliydi hep, kaçıp durduğu eski evlerinin kapısına bakmasına gerek yoktu. "Böyle olsun istemezdim, ikimize de."

"Ben de ama oldu işte." River kucağında duran ablasının bileğini sıktı hafifçe. "Ve beraberiz. Bunu da kaybedebilirdik ama kaybetmedik." Merin onu başını koltuğa yaslayarak dinliyordu üzgünce. Kardeşinin böyle yapıcı konuştuğunu duymak onu daha çok duygulandırmıştı. "Düşündüğümden daha iyi gidiyor aslında. Bu eve ilk geldiğimde, hayatımın bok çukuruna saplandığından o kadar emindim ki. Ama sen her nasılsa, ikimize de birden bakmayı başardın. Bu yüzden geçmişi anımsayarak daha fazlana üzülmene gönlüm el vermiyor Merin." Sona doğru hafiften gülmeye başlamasıyla, daha fazla kendini tutmaya gerek duymamıştı. Hızlıca kendini kardeşinin omuzlarına bıraktı ve kollarını güçlüce doladı bedenine. River her ne kadar temastan hoşlanmasa da, bu tatlı anı bozmak gelmemişti içinden. İkisi de kırık gülümseyişleriyle televizyon ekranına bakarak birkaç dakika öylece durdular.

"Sana bir şey soracağım." dedi River. "Bazen sana Merin yerine Harry dediğimde, seni üzüyormuşum gibi hissediyorum. Öyle mi?"

Merin yavaşça çekildi kardeşinden. "Hayır, artık alınmıyorum."

"Güzel, çünkü en başından beri yeni ismine alışmak için büyük bir çaba sarf ediyorum. Bazen, örneğin sinirli ya da gerginken ağzımdan fırlayıp gidebiliyor." River kendini açıkladıktan sonra da ona bakmayı sürdürdü. "Ancak alınıyorsan daha da çok dikkat edeceğim."

"Buna tamamen alışman benim için tabi ki önemli River." Genç çocuk bu konulardan daha şimdiden kaçmaya hazırlıklıymış gibi başını yan tarafına çevirdi. "Aynı zamanda benim için önemli olan başka bir konu daha var."

"Neymiş o?" Merin'le buluşturdu gözlerini yeniden.

"Tabu yapmaman gereken konular." Açıklamadan önce hafifçe yutkundu. "Örneğin erkek arkadaşlarım konusu..." River onun varmaya çalıştığı meseleyi erkenden anlamış ve iç çekmişti bıkmışcasına. "Yani senin de kız arkadaşların olabilir. Öyle ya da böyle bunları birbirimize anlatmamız gerekecek."

"Bak Merin, istediğin kişiyle olabilirsin ama hayatına girip çıkacak insanları tanımak istediğimi sanmıyorum. Aynı şekilde sen de benimkileri. Ayrıca senin ciddi bir ilişkin olmadı ki şu zamana kadar. Elbette eve giren o çocukların bana abilik taslamasına izin veremezdim." River iğrenir gibi suratını buruşturdu.

Merin sormadan önce nefesini içinde tuttu. "Ya bir gün ciddi bir adamla karşına gelirsem?" Sorduktan sonra bile verememişti.

"Adamla mı?" Kaşlarını çattı. Ablası sessiz kaldığı zaman duruşunu dikleştirdi. "Şakasını bile yapma Merin."

"Sadece sordum." Masumca gülmeye çalıştı. Aslında önden tepkisini ölçtüğünü göstermemeye çalışıyordu.

"Öncelikle, iğrenç. İkincisi sakın kendini bu kadar düşürmeye kalkma." Merin kardeşine ne gibi gözüktüğünü tahmin edebiliyordu söyledikleriyle. Ama ona daha fazla açıklama çalışmak, tüm şüpheleri üstüne çekmek demekti. Bu yüzden tek yaptığı sessizce başını sallamak ve kardeşinin dediklerini onaylamak oldu. "Üçüncüsü de, senin biriyle ciddi bir ilişki yaşayabileceğini hiç düşünmedim bile. Bu yüzden varsayımlar üzerinden konuşmak çok gereksiz değil mi?"

River'ın biraz önce bu denli keyiflendirip hemen sonrasında aksi şekilde keyfini kaçırabileceğini hiç tahmin etmemişti Merin. Kanepedeki yerinden huzursuzca kalkarken, yalnızca keyifsiz mırıltılar çıkartmıştı kardeşine. Mutfak tarafındaki tezgahtan kendine ve kardeşine abur cubur tabağı hazırlarken ağzından istemsizce kaçmasına izin verdi: 'Aptal ergenler...' Kendi kendine söylenmeye bir süre daha devam etti o akşam. Harley ve kardeşi River'ın bu konular üzerinde aynı tepkiler göstermesinden daha şimdiden nefret etmişti.

~

Beş günlük Noel tatili herkes için olması gerekenden daha fazla sakin geçmişti. Tomlinson hanesinin üyeleri hepsi bir arada büyükannenin evinde kalırken, Styleslar ise bu tatili daha farklı şekilde değerlendirmişti. River sık sık arkadaşlarıyla vakit geçirmek üzere dışarı çıkarken, Merin'se çalışmayarak aksattığı ders kaynaklarını önce gidip kampüs kütüphanesinden edinmiş, sonrasında birkaç gününü tüm bunlara çalışmak için harcamıştı. Sadece düzene koyması bile aslında saatlerini aldığı söylenebilirdi. Bu yüzden, yılın başına gelmelerinden iki önceki gün odasında hala başını ders notlarından kaldıramamışken telefonunun titreyip durduğunu duydu. Saatin kaç olduğundan bile haberi yoktu ama havanın karardığını görebiliyordu. Telefonu bekletmeden kulağına götürdü.

"Aşağıdayım. Hemen hazırlanıp aşağıya inebilir misin?" Merin sesini kaç gündür duymadığını ve ne kadar özlediğini telefonun diğer ucundayken fark etti. "Seni bir yere götürmek istiyorum."

Gözlerini önünde açık kalan notlarında dolaştırırken bir yandan diğer eliyle saçlarının diplerini kaşıyordu. Sonunda dudaklarını ısırarak kaçamak bir sırıtma kazandığında, Louis bunu görememişti. "Birkaç dakikaya aşağıdayım. Dışarısı soğuk mu?"

"Biraz." Ancak Merin, onun gülümsediğini görebiliyordu ses tonu sayesinde. "Bekliyorum."

Telefon kapandıktan sonra, Merin daha o andan River evde olmadığı için kendini şanslı saydı ve elinden geldiğinden daha hızlı bir şekilde hazırlanmasını tamamladı. Üstüne en kalın ceketlerinden birini aldıktan sonra, büyük kapıyı arkasından çekmeyi unutmadı. Merdivenlere geçtiği ilk andan itibaren uzun zamandır giymediği biraz topuklu botları yüzünden zorlandığını anlamıştı. Yine de merdivenlerde oluşturduğu tatlı tıkırtıyla, apartmanı terk etmişti en hızlı sürede. Beklediği gibi, Louis büyük siyah arabasıyla kapı önünde onu bekliyordu. Yüzünden eksiltmediği gülümsemeyle arabanın ön koltuğuna atladı ve onlar tamamen oradan uzaklaşmadan önce, Louis'e özlem dolu kucaklaşmayı vermeyi ihmal etmedi.

"Böyle, bir anda plan yapıp kapımın önünde belirmelerine alıştım sanırım." Merin konuştuktan sonra gözlerini sağındaki direksiyon tarafında kalan adamda gezdirdi. İlk defa bere taktığını görüyordu. Gerçi hava yeterince soğuktu, Louis'in telefonda da söylediği gibi. Bu yüzden şaşırmak yerine, sadece tebessüm etti. Üzerini incelemeyi bitirmeden, sonunda beraber aldıkları deri ceketi giydiğini fark ettiğindeyse Merin hala sürüş halinde olmalarına rağmen kolunu onun tarafına atmış ve boynunu öpmüştü. "Giymişsin... Vay canına."

"Düşündüğümden daha sıcak tutuyor." Louis sırıttı. Aynısını Merin'in suratına da bulaştırmıştı. Kırmızı ışıkta durdukları ilk anda dudakları kısa süreliğine buluştu. İkisi de birbirini o kadar çok özlemişti ki, yeşil ışığın yandığını arkada kalan arabaların sabırsızca öten kornaları sayesinde fark etmişlerdi. Louis gülerek geri çekilmek zorunda kaldı yine.

"Ee, beni nereye götürüyorsun bu akşam? Ondan önce Harley'le aranız nasıl? Tatiliniz nasıl geçiyor?"

Arabayla birlikte direksiyonda tuttuğu ellerini çevirdi. "Öncelikle sürpriz. Ve diğer sorularına gelirsek, Harley hala benimle çok fazla konuşmuyor. Neyse ki annemle araları iyi. Eve girer girmez durumun ciddiyetini anlayıp Harley'in daha çok sinirlenmemesi için bilmiyormuş gibi yaptı ve saatlerce beni azarladı."

"Annene söylemiş miydin yani, bizi?" Merin, Louis'in anlattıklarının ortasına sırıtarak dalmıştı.

"Evet, anlatmıştım." Louis utangaçça tebessüm etti yola bakmaya devam ederken. "Bugün de kızlar yokken evden çıkıp biraz hava almamı istedi. Yani sanırım seni görmemi." Hafifçe güldü anlattıklarının arasında. "Ayrıca kızların arasını yapacağını söyledi. Dört gündür o kadar çok kavga ettiler ki."

"Keşke yine elimden gelse ve yardım edebilsem." İç çekti. Louis arabayı durdurup ona döndüğü zaman, bir anda değişen ruh halinin yine farkında değildi.

"Ne kadar kolay surat asıyorsun sen öyle." Parmak uçlarıyla çenesinden tutup kendisine bakmasını sağladı. "Bu gece surat asmak yok, anlaştık mı?"

"Siz yanımda bu kadar yakışıklı biriyken nasıl becerebilirim ki, bay Tomlinson." Dudaklarına kapanan diğer dudaklar yüzünden gülmesini engellemek zorunda kaldı. Ellerini parlak deri kumaşının üzerine yaslayarak onu öperken gözleri çoktandır kendiliğinden kapanmıştı. Louis elini çenesinden tamamen çekmeden yavaşça boynuna götürdü ve öpüşünü biraz daha yoğunlaştırdı.

Ağır çekimdeymiş gibi yavaşça olmuştu dudaklarının ayrılışı. "Geçe kalmamam konusunda üç kişiye söz verdim. Ve sana burayı göstermek için sabırsızlanıyorum." Dudaklarında kalan ıslaklığın uçmamasını istercesine birbirine bastırdı onları. Tüm odağı hala Louis'in koyu dudaklarındayken ne söylerse başını sallayarak hemen dinlemeye hazır bir haldeydi.

Arabadan indiği anda yeşilliklerin kar beyazıyla kaplandığı büyük açık alana baktı. Merin nereye geldiklerine dair hiçbir fikri olmasa da, daha ilk andan buraya bayılmıştı. Uzaktan gelen birkaç insanın sesini daha duyabiliyordu. Louis yanına gelip elini tutuncaya dek etrafta gözlerini gezdirmeye devam etti. Beraber el ele yürüdükçe, ince kar tabakasının üzerinde ayak izlerini bırakıyorlardı. Sıcak parmak uçlarına sarılmayı kesmedi bir süre daha. Ancak önüne çıkan büyük buz pistinden sonra, belki heyecanla daha da çok sıkması gerekecekti. Merin etkilenmişliğin getirisiyle önünde duran manzaraya gözlerini olabildiğince açarak bakmaya başladı. Kısa sürede, yeniden sevinçle Louis'in boynuna atladı. "Yoksa benimle birlikte mi kayacaksın?"

"Elimi hiç bırakmayacağına söz verirsen." Beyazlığın iyice ışık saçtığı mavi gözlerine baktı. Ondan etkilenmediği bir anı olup olmadığını düşünüyordu Merin bir taraftan da. Okul olmadığı halde düzenli olarak tıraşladığı pürüzsüz suratına değdirdi parmak uçlarını ve yeniden dudaklarını öptü.

"Söz veriyorum."  Halen buz pistinin kenarında dikilirken ikisi de sırıttı.

Patenleri bulmak için yanından ayrıldığı zaman, kısa süreli yalnız kalışında suratındaki mutluluk ifadesi silinmeden ortada kayan insanları izlemeye koyuldu. Aslında, tüm düşünceleri birbirine dolanmış gibiydi o an Merin'in. Birkaç hafta öncesinde Harley'le beraber başka bir buz pistine gittiklerini ve beraber kaydıklarını düşünüyordu. Ondan öncesiyse... Ondan öncesi daha da karışıktı. Kenarda kayarken düşmemek için çaba sarf eden çocukları sırıtarak izledi. Bazılarının elinden tutan bir annesi ya da bir ablası, abisi vardı. Beklerken daha fazla insanları izlemesine gerek kalmadan Louis'in yanına gelişini hissetmesiyle başını hemen o tarafa çevirdi. Buluşmaları için seçtiği kıyafetlere, en çok da tatlı beresine baktı. Ancak, deri ceketinin altına giydiği ve kapşonunu yakalarından dışarı çıkarttığı kırmızı hırkasını da es geçememişti. Aynı şekilde, diğerlerine oranla daha siyah ve dar kotunu da. Louis patenleri ona verirken Merin dişlerini gösterecek kadar sırıtıyordu. "Sana söylediğim gibi giyinmişsin."

"Evet tatildeyiz sonuçta, diye düşündüm." Biraz ilerideki üstü kapalı ufak alanda ayakkabılarını patenlerle değiştirmeye giderken konuşmaya devam etti.  "Ayrıca genç bir kız arkadaşım var."

"Beni utandırmayı keser misin?" Merin ciddi kalmaya çalışarak onu kızgın bir tavırla uyardığında, Louis'den aldığı yalnızca kışkırtıcı bir şekilde göz kırpmak olmuştu. İkisi de patenleri giydikten sonra, artık ortada kaymalarına engel olacak hiçbir şey kalmamıştı. Merin, söz verdiği gibi elini uzattı Louis'e. Tıpkı kızı gibi, belki birkaç saniyeliğine o da ufak bir tereddüt yaşamıştı buzlu tarafa geçmeden önce. "Düşmene izin vermem."

"Tabii ben seninle beraber düşmek istemezsem." Louis aniden elinden tutup buz pistinde Merin'le burun buruna geldiğinde ikisi de dengesini kaybetmiş ve neredeyse düşmelerine ramak kala, Merin ikisinin de düz durmasını sağlamıştı. Şimdi, ikisinin de bedeni dipdibe bir halde, buzun üstünde, birbirilerine bir nefeslik mesafede duruyorlardı. Louis'in tam olarak istediği de buydu ya. Nefesleri havada hemen buhara karışırken konuştu. "Seni ilk gördüğüm zaman da bu pantolonunu giyiyordun." Kırmızı, ispanyol paçaları olan kadife pantolonundan bahsediyordu.

"Hatırlıyor musun?" Merin sorarken şaşkınlığını gizlemedi. Çünkü kendisi bile hatırlamazdı -hatta dün giydiklerini bile.

"Evet. Üstünde de kum rengi ceketin vardı. Saçların tıpkı şu anki gibi salıktı." Louis, Merin'in önüne gelen uzun perçemi kulağının arkasına attı. Merin'i utandırmak hoşuna gidiyordu.

İki elini de bırakmadan, yavaşça kaymaya başladı. O zaman, Louis daha sıkı tutunmak zorunda kaldı avuç içleriyle. "Kıyafetlerime bu kadar dikkat ettiğin aklımın ucundan bile geçmemişti."

"Bilerek yaptığım bir şey değildi. Giyim tarzın hoşuma gitmiş belli ki, ta o zamandan."

Ayaklarını oynatmayı bırakıp soğuğa rağmen ısınan yanaklarını Louis'e çevirdi ve kıkırdadı. "Evet, Cadılar Bayramı'nda beyaz elbisemi gördüğündeki tepkini hala unutamıyorum." Buz pistinin ortasında durduklarını fark edince Louis biraz etrafına bakıp, hemen yeşil gözlere döndü. Onu yeniden öpmek istiyordu, bu yüzden sakince değil aniden yapıştı dudaklarına. Ellerini beline dolamaktan ve kendi sıcak bedenine çekmekten sakınca duymadı. Yoğun öpücüğün getirdiği zevki büyük bir hoşnutla karşıladı ve alt dudağını daha fazlasını istercesine ısırdı. "Louis..." Sadece sevgilisinin duyabileceği ses tonunda inlediğinde, Louis tatmin olmuşçasına sırıttı ve dudaklarından çekildi. "Erken dönmen gerektiğinle ilgili kuralı esnetemez misin?"

Kendini tutamayıp güldü cevaplamadan önce. "Üzgünüm ama hayır." Merin başını omuzlarına bırakırken iç çekmişti. "Hadi ama, sonradan nasıl iyi telafi ettiğimi biliyorsun." 

Başını kaldırıp yeniden yüzüne bakmaya başladı. Gözlerine çarpan, bir farklılık vardı suratında. Merin akşamdan beri ne olduğunu anlayamamıştı. Ancak, çok yakından baktığında ve doğru yere odaklandığında fark etmişti. Ensesine kadar düşmesi gereken saçlar yoktu. Kulağının altı ve etrafı tamamen çıplak gibiydi, en azından berenin altından görebildiği bu kadardı. Louis onun bakışlarını fark edince, hiç geciktirmeden kafasındakini çıkardı ve tepkisini beklerken, bereyi sıratarak onun saçlarına taktı. "Ah, Tanrım..."

Dudaklarını ısırarak bakıyordu saçlarına. Kenarlarını tamamen tıraş ettiğine inanamıyordu. Yalnızca önlerindeki perçemler ve tepesi kalmıştı. Başından aşağıya gidildikçe, saç kesimi de kısalıyordu. Değişen nefeslerini kendi kendine düzeltmesi gerekmişti. "Annem bu modele bayıldığını söyledi. Bana çok klasik ve maskülen geliyor, bilmiyorum-"

"Annenin mükemmel bir zevki var Louis." Merin kıkırdadı. "Sana çok yakışmış." Aslında onu böyle gördüğünden beri ne kadar heyecanlandığını kendisi de tam olarak anlayamamıştı. Etkilendiği kesindi. Hem de, tüm akşam boyunca en çok o an. Louis'in kendisini bu denli etkileyip durmasına bir türlü alışamasa da, her defasında hoşnutluktan ve zevkten dörtköşe olduğunu biliyordu Merin.

"Berem de sana çok yakıştı." Üzerine eğilmesine gerek olmadığı halde, tüm ağırlığını koluna vermesini sağlayarak öptü Merin'i. "Sende kalmasını istiyorum. Evden aceleyle çıktığım için yılbaşı hediyesi alamamıştım. Belki berem benim yerime hatamı telafi eder."

Omuzlarına tutunmayı bırakıp, hala kollarının arasındaki güvenli yerdeyken Merin parmaklarına sarılı olan yüzüklerden en genişi olduğunu düşündüğü orta parmağındaki siyah çizgileri olan kalın gümüş halkayı, Louis'in yüzük parmağına takmak için uğraştı. Ekleminden öteye geçmesi mümkün olmayınca, mecburen serçe parmağına takmak zorunda kaldı. "Öyleyse, bu da benim sana yılbaşı hediyem."

"Bence güzel idare ediyoruz." Louis başını kaldırıp bu anlarından gururlanırmış gibi gülümsedi. Merin de ona başını sallıyordu aynı şekilde sırıtarak. Belinde duran elleri, bir anda onu çevirince şaşırsa da, sakince Louis'den gelecek şeyi bekledi. "Biraz da benim neler yapabildiğime bakalım."

"Ne? Kaymayı biliyor musun?" Merin, hala Louis'in önünde dururken bacaklarını hiç oynatmadığı halde onunla birlikte kayıyor ve beline bağlanan ellerin üstünü tutuyordu sıkıca. Soğuk rüzgarın ikisinin de suratının üzerinden geçmesi hoşuna gitmişti.

"Pek sayılmaz." Söylediğinin aksineydi dengede durarak kayabilmesi. Bir de, Merin'i de dakikalardır aynı şekilde tutabiliyordu. Daha öncesinde fark edemediği için kendine kızmak yerine güldü. "Senin gibi etrafımda dönemiyorum tabii. Peki ya sana kim öğretti bu kadar güzel kaymayı, ve diğer hareketleri?"

"Babam beni altı yaşındayken artistik buz pateni kursuna yazdırmıştı." dedi Merin. "On yaşıma kadar kaymaya devam ettim." Anlatmaya devam ederken karnına sarılı olan ellerin bileğinden yukarı çıkardı üşüyen parmaklarını. Pistte ağır ağır kayarak gezmeyi sürdürüyorlardı. Merin'in salık saçlarını tamamen bir tarafa topladıktan sonra Louis çenesini omzuna yasladı onu dinlerken. "O yüzden bazı hareketleri hala hatırlıyorum ve yapabiliyorum." Sanki anlatacakları bir anda bittiğinde, Merin aklına gelenlerle içerlendiğini belli etmemek için hafifçe güldü.

"Bana ondan hiç bahsetmedin." diye mırıldandı Louis, Merin'in kulağına doğru. Doğruydu, hiç bahsetmemişti. Louis, Harry Merin'in babasının yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Belki hiç anlatmamasından öldüğünü çıkartabilirdi ancak, böyle sormak da istememişti ona o dakikalarda, daha da üzülebileceğinden endişelenerek.

Merin karanlıkta en az yıldızlar kadar parıldayan karla kaplı ağaçlık alanlara bakarak kırık bir şekilde gülümsedi. "Hayatımda en çok sevdiğim insandı babam, ben çocukken. Annemi de seviyordum elbette, ama bilirsin işte. Üstüme en çok titreyen kişiydi. Benimle ilgilenir, değer verirdi. River doğduğu zaman bile değişmemişti bu. Gözde çocuk onun için hala bendim." Merin anılarına dalıp giderek duygulu bir şekilde konuşurken pistte yavaşladıklarının farkında değildi. "Ve tıpkı böyle bir yerde, duvarların arkasında durup beni izler ve ne kadar iyi kaydığımı, benimle gururlandığını söylerdi."

Yavaşça Merin'i kendine doğru çevirdi. Louis sessiz kalıp onu dinlemeyi tercih etmişti yüzündeki kederli ifadeye rağmen. "Sonra, o gidince elbette kursu da bırakmak zorundaydım artık."

Omuzlarından tuttu onu. Yeşil gözlerini daha aşağılarda tutsa da, Louis onlara bakmak için uğraşıyordu. "Baban sizi terk mi etti?" Yavaşça başını salladığını görmesiyle hemen onu kendine çekti omuzlarına yaslanması için.

"Biliyorum, keyfimizin kaçmamayacağına söz vermiştik. Üzgünüm bunun için." Tepesinde duran bereye rağmen başını sevdi Louis yavaşça.

"Hayır, hayır Merin. Böyle söyleme. Ben sen anlatmadığın için, onun çok öncesinde öldüğünü düşünmüştüm." Merin yaslandığı omuzlarından başını iki yana sallıyordu. "Peki nerede şimdi baban? Biliyor musun?"

"Belki de, dediğin gibi çoktan ölmüştür. Onu tam on senedir görmüyorum."

"O kadar güçlüsün ki, sana hayranım Merin. Biliyor musun?" Yanağını tuttuğu zaman, yeşil gözlerin kendisine çevirmeyi başarmıştı en sonunda. "Kendinle ne kadar gurur duysan az belki de. Bana anlatmakta bile zorlandığın tüm bunları duyduğumda, senin ne kadar güçlü olduğunu görüyorum ve hayran kalıyorum." Merin geciktirmeden, uzun süredir ilk kez dolan gözlerinin telaşıyla başını tamamen omuzlarına gömdü ve orada sakinleşmek için uğraştı. "Ben her zaman senin yanında olacağım."

"Teşekkür ederim Louis." Boğuk bir şekilde mırıldandı deri ceketine gömdüğü başıyla. "Tüm bunlar, benim alışık olmadığım şeyler ve sen her defasında beni daha da alıştırıyorsun. Kendine ve güzel sözcüklerine." Sona doğru kıkırdayarak kaldırdı başını omuzlarından ve direkt olarak Louis'in gözlerine baktı. "Dudaklarından çıkanların eşsizliğine alıştırdın beni."

Bu sefer karşısındaki dudaklara kapanan Louis olduğunda Merin üstündeki acı duyguları silkelemek istercesine kollarını sıkıca karşısındaki adamın boynuna doladı ve var gücüyle dudaklarını öptü. Çünkü, bunu seviyordu; ondan güç almayı, onun etkisine kapılmayı ve sayesinde hayal kurmayı. Bir anda ayaklarının yerden kesilmesini hissetmesiyle, çığlık atmak için dudaklarından çekilmek zorunda kaldı. Louis onu hala puz pistinin üzerindeyken kucağına almıştı. İyi ki, sıkıca tutunmuştu boynuna biraz önce. Merin kahkahaları eşliğinde çığlığını içinde tutamazken gözlerini düşme korkusuyla sıkı sıkıya yumdu. Hareket ettikleri anda bir taraftan sarkıttığı ayaklarını da aynı korkuyla sallamaya başlamıştı. Herkesim içinde çocuk gibi kucağa alındığına inanamıyordu.

Gece yarısına hala fazlasıyla süre kalmışken, Louis söylediği gibi eve varması gereken saatten önce Merin'i bırakmak üzere ezberlediği caddede durdu arabasıyla birlikte. "Yılın son gününü farklı şekillerde sonlandırabilirdik." Louis, bunu söylemesinden sonra Merin'in aynı şekilde oturduğu yerden uzanıp dudaklarına yapışmasına şaşırmak yerine, ona büyük bir zevkle karşılık verdi. "Yine de sen gece telefonunu kontrol et."

"Uslu dur ufaklık." İşaret parmağıyla burnunun ucuna vurdu hafifçe. "Alanlarımın küçük bir kız ve annem tarafından sık sık işgal edildiğini unutuyorsun."

"Sence bunu önemseyecek halde miyim?" Kapıyı açıp inmeden önce, beresinin hala başında olduğunu kontrol edip, arkasında kalan Louis'e göz kırptı.

"Beni öldürmeye çalışıyorsun değil mi?" Apartman kapısından içeri girinceye dek, gülerek izledi onu. Tek başına kaldığı kapalı alanda bir süre daha gülmeye devam etti. "Kesinlikle bunu başarıyorsun." Kimse duymadığı halde, kendi kendine konuştu.

Merin'se asansöre geçtiği ve kapıların kapandığı ilk andan saçının üstünde duran bereyi eline alıp gülümsemeye devam etmişti tıpkı Louis gibi. Asansör beşinci kata tırmanırken, kumaş şapkayı kapalı ceketinin içine sıkıştırdı. Kardeşinin gelmiş olma ihtimaline karşı, küçük bir önlem alıyordu sadece.

Eve girdiğinde içerideki karanlıktan, kendisinden başka kimsenin olmadığını anlamak zor değildi. Merin sıcak alanla buluşan bedenine gelen rahatlamayla hemen üstündeki fazlalıklardan kurtulup odasına geçti. İlk önce mesajla River'a nerede olduğunu sormuş, sonrasında da erkek arkadaşına eve gidince kendisine yazmasını istemişti. Dakikalar sonra dahi ikisinden de yanıt alamayınca, daha fazla bekleyemeden yarım kalan ders notlarına geri dönmüştü.

"River: Jeremy'le beraber bu gece Dannylerde kalacağız. Sorun olur mu senin için?" Saat gece yarısına gelmeden hemen önce bu mesajın bildirimiyle titredi telefonu. Dikkatinin dağılmasına tam izin vermeden sorun olmayacağını yazdı kardeşine. İkinciye telefonu titrediğinde ise, mesajın sahibi bu defa Louis'di. "L.: Annem seni merak ettiğini söyleyip durdu tüm akşam boyunca, inanabiliyor musun?"

"L.: Ah bu arada eve gelir gelmez mesaj atamadığım için üzgünüm. Harley'le ilgilenmem gerekti. Biliyor musun sanırım annemin taktiği işe yaramış. Bana soğuk davranmıyor :)"

"Merin: Çok sevindim Louu!! Ne yaptı acaba o.O"

"L.: Sanırım annemden öğrenmemiz gereken çok şey var..."

"Merin: Haha xx."

Louis'in sohbet ekranından çıktığını görmesiyle tek başına bulunduğu odanın ortasındaki sandalyede çıplak dizlerini karnına çekti iyice. Son birkaç dakikadır tüm odağı dağıldıktan sonra yeniden ders çalışmaya dönmek istemiyordu. Bu yüzden, Louis konusunda hala hevesi kursağında kalmış gibi hissederek yatağına geçti ve yeniden telefonu aldı eline.

"Merin: River bu gece evde değil, tamamen tek başımayım ):"

Birkaç dakika sonra gelmişti cevap. "L.: Nerede?"

"Merin: Çocukluk arkadaşlarıyla birlikte kalacakmış bu geceliğine." Mesajı yazarken fark etmeden dudağını kemirdi. "Sana arabada dediğimi hatırlıyor musun?"

"L.: Yapma Merin..."

Beklemeden kaydı parmak uçları ekran klavyesinde. "Seni istiyorum. Hemen şimdi. Gelemez misin daddy??"

"L: Gelemeyeceğimi biliyorsun :(." Merin onun cevabını görmeden daha üstündeki pijamasını çıkardı ve Louis'in ona aldığı iç çamaşırıyla kaldı. Telefonu yatakta uzanan bedeni üzerinde tutup fotoğrafını çektiğinde heyecanla hızlanmıştı nefesleri. Hiç beklemeden fotoğrafı konuştukları mesaj sayfasına yolladı. "Merin: Bu çok üzücü... Sen yokken kendime dokunmak zorunda kalmam... Acınası, değil mi?"

"L: Tanrım, kendimi tuvalete kilitlemek zorunda bırakacaksın beni. Ve bu hiç iyi değil. Hiç."

Kıkırdayarak yatakta yüz üstü döndü ve telefonu elinden bırakmadan mesaj yazmaya devam etti. "Kabul et. Senin de hoşuna gidiyor." Ve hızlıca bir fotoğraf daha attı Louis'e. "Ya da hoşuna gitmiyor, çünkü burada olabilirdin. Bana dokunmak yerine şimdi gizli kaçamak kendine dokunacak olman hoşuna gitmiyor."

"L: Bunun için büyük bir cezayı hak ettin M. İlk buluşmamızda." Kendi kendine sırıtırak bıraktı telefonunu yatağa. O esnada omuzlarından geçen ve göğsünü saran yumuşak kumaşın arkada kalan kopçasını açarak, tamamen üstsüz bırakmıştı kendini. 

~

Ertesi gün, iki aile için de yeterince sıradan geçen yılbaşı gecesinden sonra hemen başlayacak okul gününde, Louis büyük kızıyla sorunlarını hallettiği için fazlasıyla mutluydu. Okulda onun yanından ayrılıp kendi derslerinden birine girmeye gitti, her zamanki gibi. Harley için de aynı şeyler söz konusuydu. Genç kız öğle arasına kadar İngilizce ve Drama derslerine girmiş, sonrasında zilin çalmasıyla iki yakın kız arkadaşı ile birlikte okul bahçesine çıkmıştı. Her şey, yeterince olağan ilerliyordu aslında o ana kadar. Basketbol sahasında onu görmesiyle yanındaki iki kızın konuşmaları sessizleşmiş, tüm odağını formasında yazan isme vermişti. River'ı tanımıyordu, ancak arkasında yazan soyadı çok iyi biliyordu. Aurora Harley bir süre daha izlemeye devam etmişti genci. İçinde büyüyen kini git gide bastırmaya devam ederken yanındaki arkadaşlarına sormadan edememişti: "Kim bu çocuk?"

Arkadaşları ona, River'ın bu sene okula geldiğini ve üçüncü sınıfa gittiğini söyledi. Aslında genç kızın bu bilgilere pek de ihtiyacı yoktu. Gözlerini kısarak çocuğu izlemeye devam etti. Merin'e duyduğu kinle yanına gidip her şeyi anlatmasına ramak kala, arkadaşlarının ona seslendiğini duymasıyla kendine geldi.

Harley oradan ayrılsa bile, aklındaki düşünceler için aynısını söylemek bir hayli zordu. Özellikle de, ileriki zamanlarda.



y/n: biliyorum ben ve yazar notlarımdan yeterince bıktınız ancak son bölümdeki yorum ve oylarınızın beni çok mutlu ettiğini söylemek ve teşekkür etmek istedimm 🥺 bu yüzden bu bölümü normalden daha erken yazıp yayımladım ❤️ sizi seviyorr ve yorumlarınızı yine merakla bekliyorum ehehhe

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top