söz konusu geçmiş zaman
Sandalyesinde kendini bırakıp geriye yaslanmadan önce, önündeki cevap kağıdının üzerinde gözlerini gezdirmeye devam etti. İki parmağı arasındaki kalemi de sabırsızca oynatıyordu bu esnada. Az önce girdikleri sınavın üstünden sadece yarım saat geçmişti ve Merin, cevap anahtarında gördüğü yazılı yanıtlarından birinin kendisininkiyle uyuşmadığını gördüğü anda kaşlarını çattı. "Bu soruyu gözden kaçırdığıma inanamıyorum." Allison yan sandalyesinden uzanıp kağıdı kendi önüne çekerken Merin, içine bir anda doluşan sıkıntıyla birliktecevabı kabul etmezcesine inatçı bir tavırla kollarını göğsünün üstünde kavuşturdu.
O gün, hava güzel olduğundan kampüsün içerisindeki kafeteryalardan birinin önüne atılmış masalarda oturmayı tercih etmişlerdi. Merin, içerisinde bulunduğu arkadaş grubundaki sohbete katılmak yerine, dışarıyı izlemeye başladığında aklına bir anda üşüşen tüm düşünceler, dün geceye ait olanlardı. Dün akşam, Tomlinsonların evinden döndükten sonra salonda Gloria ve River'ı film izlerken bulmuştu. Aralarına sıvışmasından birkaç dakika sonrasında, River'ın söylediği şeyler bir anda onu affalatıp ne yapacağını şaşırmasına yol açmıştı, hem de Louis'le konuşup her şeyi hallettiklerini düşünmüş olmasına rağmen. "Fotoğrafçıda çalışmadığını biliyordum." demişti River filmin ortasında. "Bana ne zaman söyleyecektin?"
Merin, o an gözlerini diğer tarafında oturan Gloria'ya hesap sorarcasına çevirdiyse bile, River ikisinin yerine konuşmaya devam etmişti. "Merin, açıklama yapması gereken kişi Gloria değil."
Ve sonrasında, uyumadan önce en yakın arkadaşını azarlamasından önce, River'la konuşup onun kalbini alması gerekmişti. En azından, Merin buna ihtiyaç duymuştu. Uyuyacağını söyleyip odasına geçtiği ilk anda, peşinden gitmiş ve onunla baş başa konuşmak istemiş ve kendini daha iyi bir şekilde açıklamaya çalışmıştı. "Gloria bana küçük kızları olan bir aileye yardımcı olduğunu söyledi." River, Merin'le konuşurken o kadar da gergin değildi. "Zenginler mi? Rahat hissediyor musun onların evinde?"
Merin, tüm soruları River huzurlu hissedinceye dek yanıtladıktan sonra sabırsızca sarılmıştı kardeşinin omuzlarına. "Şimdiye dek söylemediğim için özür dilerim. Sadece, zorlandığımı düşünüp endişelenmeni istemedim."
River da ellerini kardeşinin omuzlarına sardıktan sonra sessizce mırıldandı ikisi de dağınık odanın ortasında dikilirken. "Bir daha, asla ama asla bana yalan söyleme. Ne olursa olsun, tamam mı Merin? Biz bir aileyiz ve aileysek birbirimize yalan söylemememiz gerekir. Çocuklara bunu sen öğretmiyor musun?"
River'ın ona söylediği bu son cümle, tüm netliğiyle kulağının ve beyninin en derinliklerinde bir kez daha yankılandığında Merin gözlerini o sesi susturmak istercesine sıkıca yumdu, kendi kendine. Masada oturanlar, o sırada kendi aralarındaki sohbete devam ederken Merin kafasının dağılması adına soğumak üzere olan elma ve tarçınlı çayından yudumladı. "Kaç yanlışın var?"
Allison'ın sorusuyla başını kız arkadaşına çevirmeden, etrafındaki ağaçlara ve aralarında oturan insan gruplarına bakmaya devam etti. "Bir tanesi kesinlikle yanlış, diğerinden de emin değilim."
"Neyse ki, geri kalan sekizinden eminsin. Bense sadece iki cevabımdan eminim." Allison'a döndüğünde, endişeyle güldüğünü gördü.
"Gecelerini partilerde geçirirsen, sınavda böyle çuvallarsın Allison."
Allison cevap vermek yerine gözlerini devirdi. Birkaç dakika içerisinde titremeye başlayan telefonuyla, masada konuşulanlardan iyice kopmak zorunda kalmıştı Merin. Arayan kişinin Louis olduğunu görür görmez, bekletmeden açtı telefonu. Daha rahat konuşabilmek adına, arkadaş grubundan uzaklaşması gerekmişti. "Hey, Louis."
"Merin. Selam, aradım ama umarım derste falan değilsindir." Louis telefonun diğer ucunda konuşmaya başladığından itibaren Merin de kafeteryanın etrafında turlamaya başlamıştı.
"Hayır, hayır. Sınavdan yeni çıktım aslında." Yorgun ve sıkılmışça nefesini verdikten hemen sonra konuşmaya devam etti. "Ve çok saçma bir sınavdı. Siz öğretmenlerin huyu mudur böyle anlaşılması zor sınav soruları hazırlamak bay Tomlinson?" Merin sırıtarak sordu.
Louis'in kahkahasını duyduğunda ise kendi dudaklarını dişledi. "Belki de, zoru seviyoruzdur." Merin, telefonu kulağına iyice kulağına yapıştırırcasına tutarken kendi başına kızardığından habersizdi. "Bugün bildiğin gibi Hannah'ın yüzme kursu var ve bu hafta onu izlemeye gideceğim. Birkaç seferdir senin de gelmeni istiyor, biliyorsun. Harley de şehir merkezinde işi olduğunu söyledi. Yani eve geçmek yerine bizimle gelmelisin."
"Pekala." Gülümsedi. "Zaten pek tercih hakkım da yokmuş gibi gözüküyor."
"Ah, hayır. Sadece kelime oyunu yapıyordum. Sana bırakıyorum elbette." Merin, geleceğini söyledikten hemen sonra Louis devam etti. "Güzel öyleyse. Neredesin?"
"Şu an kampüsteyim, ama hemen çıkıyorum-"
Louis bir anda, açıklama yapmasına izin vermeden yeniden sordu. "Kampüste neredesin?"
Sorusundan dolayı, tek kaşı yavaşça kalktı ve sonrasında ikisini birden çatmaya başladı ne olduğunu anlamaya çalışırcasına. "Kafeteryanın bahçesindeyim, Louis?"
"Öyle mi? Ben de oradayım ama belli ki sen arka taraflarda bir yere kaçmışsın."
"Aman Tanrım." Merin telefonu kapattıktan sonra sessizce söylendi ve koşar adımlarla binanın öteki tarafına geçti. Biraz ilerideki kaldırımların aşağısındaki yolda siyah jeepini gördükten sonra ise masanın üzerine bıraktığı eşyaları hızlı hızlı toplamakla uğraştı. Allison da, masada şaşkınca olup biteni izleyen diğer tüm herkes gibi siyah aston martin'i fark etmesiyle gözlerini Merin'e çevirmişti.
Onun buraya, kampüsünün içerisine kadar girip onu almaya gelmiş olmasına inanamıyordu. Ama öncesinde, kendi şaşkınlığını bastırıp soğuk kanlı bir şekilde şaşkın arkadaş grubunun yanından ayrılıp normal bir şekilde onlarla vedalaşması gerekiyordu. "Yarın, daha doğrusu perşembe görüşürüz." Yanıtlarını beklemeden, sırt çantasını askısını tek omzuna takıp koluna sıkıştırdığı ceketiyle seri bir şekilde arabanın durduğu yola indi. Hiç düşünmeden kendini ön koltuğa atarken aklındaki tek şey buradan bir an önce uzaklaşmaları gerektiği idi.
"Siktir. Bu adam, Constance'ın biz ikinci sınıftayken boşandığı adam değil mi? Hani, bizim bölüm başkanı olan kadın." Edebiyat öğrencisi olan Abigail, masaya dönerek sorarken aslında soruyu, yokluğunda Merin'in tek yakın arkadaşı olan Allison'a yönetilmişti elbette.
Allison, adamı tanımıyordu. Tanısa bile, cevabının değişeceği de meçhuldu. "Hayır, benzetiyorsundur." dedi arkadaşını korumak istercesine. Bir yandan, eğer doğruysa, bunu arkadaşına nasıl açıklayacağını düşünüyordu. "Hem sen nereden tanıyorsun Constance'ın eşini?"
Allison kaşlarını çatarak sorduğunda diğeri yanıtlamadan önce umursamazca omuz silkti. "Birkaç kez kampüste eşiyle birlikte görmüştük. Birinci sınıftaydık daha o zaman. Sonra ikinci sınıfta boşandı diye söylentiler çıktı." Allison, Abigail'e bakarak bir süre her şeyden habersizce başını iki yana sallamaya devam etti. Çok kısa bir süre içerisinde de konu değişmişti neyse ki.
O esnada, Merin ve Louis'in içinde bulunduğu araba çoktan kampüsten uzaklaşmış ve Hannah'ı almak üzere çıktıkları yolda ikisi de çoktandır sohbete dalmıştı sanki birbirlerine en son dün gece görmemişler gibi.
"Biliyor musun? O kafeterya benim zamanımda yoktu." Louis tek eliyle direksiyonu tutarak önüne bakarken gülüyordu.
"Ah, bu sürekli aklımdan çıkıp duruyor. Yani aynı üniversitelerden farklı zamanlarda mezun olduğumuz gerçeği." Merin oturduğu ön koltukta ona doğru yan döndü ve yanağını başlığın yumuşak derisine yaslarken gözlerini onun eşsiz yan profilinden çekemedi. "Ne zamandırdan beri burada yaşıyorsun peki? Yoksa buralı mısın?" Meraklı yeşil gözlerini ondan bir saniyeliğine olsun ayıramıyordu.
"Annem buralı, ve onun annesi de öyleymiş. Babam Yorkluydu ama." York'la ilgili tek bir düşüncesi vardı ve o da sadece, en arkadaşının bir zamanlar oraya gitmek zorunda kalmasıyla alakalıydı. Yine de, kötü anılarına odaklanmak yerine, Louis'in cümlesindeki kelimelerin zamanındaki vurguya takıldı. Louis, Merin sormak üzere ağzını açtığı anda açıkladı: "Babam, birkaç sene önce vefat etti. İleri derecede alzheimerı vardı ve yıllarca bakım evinde kalmak zorunda kaldı."
Duyduğu ve öğrendiği yeni şeylerle yutkundu sessizce. Merin gözlerini yavaşça başka tarafa çevirirken, içine gömülmüş olan acının gün yüzüne çıktığını hissetti. "Çok üzgünüm. Gerçekten. Başınız sağ olsun."
Louis hafifçe başını sallıyordu. "Teşekkürler." derken. Sakince nefesini verdi akabinde. "Annemle ikisi, çok öncesinde boşanmışlardı. Bilmiyorum, tek diyebileceğim, o günün hayatımda geçirdiğim en zor günlerden biri olduğu."
Kısık harflerle, zorlanarak söylenen sözcüklerinden ötürü gözlerini artık kot eteğinin üzerinde duran ve birbiriyle atışan kendi parmaklarında tutuyordu. "Anlayabiliyorum." Sımsıkı kapalı duran dudaklarının arkasında bilmeden dişlerini sıkıyordu Merin. Annesinin cenazesinde bile, hayata devam etmek zorunda olduğunu kabul etmenin ne kadar zor olduğunu hatırladı. Hayatında geçirdiği en zorlu günlerden biriydi. Diye söylendi içinden, tıpkı Louis gibi. Derin bir nefes alıp ona dönebildiğinde, mavi gözlerinin bir süredir üstünde tutulduğunu fark etti o an. "Ben de, annemin cenazesinde çok zorlanmıştım." Dudaklarını gergince oynattı. "Her şeyi benim ayarlamam gerekmişti. Tören, kilise, mezar taşı... Bir de, benden daha berbat bir halde olan kardeşim." Sıcak parmak uçlarını elinin üzerinde hissettiği anda, sakince gülümsedi ve elini tutmasına büyük bir memnuniyetle izin verdi. Louis, onun elini sıkıca tutarken, sanki ona destek olduğunu hatırlatıyor ve kendisini en iyi onun anlayabileceğini belli ediyordu.
"Peki ya sen?" Louis elini, ellerinden çekmeden sordu. "Siz de mi hep bu şehirde yaşadınız şimdiye dek?"
Merin iki eliyle sardı Louis'in kucağında duran elini. "Evet." Hafifçe kıkırdadı. "Yalnızca ben, bir seneliğine üniversite içi şehir değiştirdim. Ama, hayal ettiğim gibi olmayınca, buraya geri dönmek zorunda kaldım."
Parmakları, parmak uçlarına ve avuç içlerine sürtünüyordu nazikçe. "Öyle mi? Peki nereye gittin?"
"Birinci sınıftayken, aslında ben Dublin'de bir üniversite kazanmıştım." Merin yavaşça nefesini vermek zorunda hissetti devam etmeden önce. "Ama orada işler yolunda gitmedi ve ben de diğer sene ailemin yanına geri döndüm." Aslında ona, Dublin'de yaşadığı zorlukların hiçbirini anlatamayıp, üzerini geçmek zorunda kalmıştı çünkü kendisi bile tüm bunları hatırlamaktan çekinirdi. Merin üstündeki kumaşa yaslanan parmak uçlarını hissettiğinde, gülümsemesi daha da büyüdü.
"Hannah geldiğini görünce sevinçten deliye dönecek." Louis, arabayı okulun açık otoparkına park edip kızını almadan hemen öncesinde sırıtarak arabadan indi. Kemerinden kurtulduktan sonra, Merin de peşinden gitmişti. Büyük bir çocuk kalabalığından sonra, sarı saçlı güzel kızı görmesiyle Merin dişlerini göstererek gülümsemeye başlamıştı. Onu gören Hannah'ın da yüzü aynı şekilde gülüyordu kalabalıktan sıyrılıp ikisine doğru gelirken. Çok az bir mesafe kaldığında ise, gerek olmadığı halde babasını es geçip koşarak hemen Merin'e sarılmıştı. "Merin! Beni almaya gelmişsin! Yoksa havuza da mı benimle geleceksin?"
Merin gülerek başını sallarken ellerini ufak kızın omuzlarından çekmemişti. "Öğle yemeğinde çantana koyduklarını yedin, değil mi? Yoksa havuzda yüzmek için enerjin olmaz." Louis yanlarına eklendiğinde Hannah sonunda babasına döndü.
"Sen de mi buradaydın baba?" Hannah sırıtarak Merin'e bakmasıyla ikisi de kendini tutamayıp gülmüştü. Louis ciddi bir tavırla kollarını birleştirdi.
"Hayır, anahtarı Merin ablana bırakacağım siz beni eve bıraktıktan sonra. Kimse evde yokken kafamı dinlemiş olurum ben de." Böyle söyleyince, Hannah Merin'in elini tutmayı bırakmadan hemen babasının da elini yakaladı.
"Şaka yaptıım! Sen de gel. Kırıldın mı bana?" Merin, başını küçük kızdan Louis'e çevirdi ve içten bir şekilde gülümserken onunla aynı anda göz göze gelmenin mutluluğunu yaşadı.
Hannah hala ikisinin de elini tutarken, Louis daha fazla beklemeden ekledi. "Biliyorum bebeğim. Hadi, geç kalmadan kursuna geçelim."
Ufaklık, bu sefer ikisinin de elini bıraktığında, büyük bir hevesle koşar adımlarla ikisinin önünden arabaya gitti. Arkada kalan Harry Merin ve Louis ise, aralarındaki mesafeyi arabaya gidince dek hızlı bir şekilde kapatmış ve birbirlerinin yakınlarından ayrılmamışlardı.
~
Tüm çocuklardan sonra, sonunda soyunma odasından çıkabilmiş ve üstüne giydiği yüzücü mayosuyla açık alana gelmişti. Merin, oturduğu yüksek tribünlerin plastik sedirlerinde, Hannah'a el sallarken kısa süreliğine tek başına kalmıştı. Çünkü Louis, ikisi için karton bardaklarda bile olsa içmek için sıcak bir şeyler almaya gitmişti. Birkaç dakikadan daha kısa bir süre içerisinde, iki eli de tahmin ettiği gibi sıcak kartonlarla geldiğinde aceleyle birini elinden aldı. "Sana sütlü kahve aldım. Yumuşak şeyleri seviyorsun diye."
"Teşekkür ederim." Merin kahvesinin tadına baktığı esnada, Louis de yanına yerleştikten sonra havuz başında bekleyen kızına el sallıyordu.
"Ee," Louis de tıpkı Merin gibi arkasına yaslandıktan sonra lafa girmeye hazırlık yaptı. "Dublin nasıldı? Anlatsana. Ben hiç İrlanda'ya gitmedim."
Merin, konuşmaya başlamadan önce onun ceketini çıkartışını izledi ve tekrardan yerleşmesini bekledi. Renkli tırnaklarını kartona hafifçe geçirirken hala Louis'e bakıyor ve nasıl başlaması gerektiğini düşünüyordu. Gözleri bir anda, krem rengi kazağına ve içindeki çizgili kravatla siyah gömleğine daldığı bir anda konuşmaya başladı. "Lisede orayı çok merak ediyordum. Çünkü, oradaki birçok üniversite uluslararası olması yönüyle, dünyanın her yerinden gelen öğrencilerle doluydu. Ben de, bir şekilde Dublin'in benim için daha iyi olacağını düşündüm. Sonuçta, kalabalık ve rengarenk bir ortam." Louis onu dikkatle dinlerken, Merin gözlerini havuz tarafında derse başlayan çocuklara çevirdi ve gözleriyle Hannah'ı takip etti. "Ayrıca bursum da orada okumamı karşılamıştı. Devlet yurduna girebilmiştim. Oda arkadaşım olan kız da çok iyi biriydi ama," Merin alt dudağını ısırdı hala her şeyi bu kadar net hatırlamasından ötürü. "Oda arkadaşım, erkek arkadaşına biraz benden bahsetmiş. Erkek arkadaşı da gidip beni yurt müdürüne şikayet etmiş."
"Neden ki? Bir şey mi yapmıştın?" Louis sorduktan sonra gözlerini ondan ayırmadan kahvesini yudumladı.
"Hayır. Tuhaf olan da bu ya." Merin elindeki kahveyi yanlarındaki boş sedire bırakıp arabada üstüne giydiği ceketi tekrardan çıkarttı ve rastgele kucağına bıraktı. "Tanrım." Sinirle çıkmaya başladı sesi bir anda. "O zamanlar insanlara çok çabuk açılamıyordum. Oda arkadaşıma da aylar sonra söylemiştim. Aramız da gayet iyiydi ama erkek arkadaşı her ne haklaysa benim 'gerçekten kız olmadığımı' söylemiş. Oysa, ondan önceki sene kimliğimi bile değiştirmiştim. Ve bunun için yıllarca uğraşmıştım ben." Hızlı hızlı başını iki yana sallamaya başladı. "Oda arkadaşıma bir daha bunu tekrarlamaması için sevgilisiyle konuşmasını istedim. Çünkü müdürün dahil olabileceği hiçbir sorun yoktu ortada. Ama o çocuk bu konuyu uzatıp durdu. Zaten, tek başımaydım ve o zamanlar tüm bunlarla uğraşacak asla gücü bulamıyordum kendimde." Sonunda, sakinleşmek için gerekli nefeslerini aldığında Louis hala büyük bir endişeyle ona bakıyordu. "Ben de bu yüzden, eve döndüm. Zaten, şehir dışında okuyacak kadar zengin de değildik o zamanlar. En mantıklı karar bu gibi gelmişti."
Saçlarını en tepede topuz yaptığı başını bir anlık eğdiyse bile, hızlıca kaldırdı ve çocukla dolu havuza baktı yeniden. Siniri de nefesleri gibi sakinleştiğinde, yanına koyduğu kahveyi tekrar eline aldı ve küçük yudumlar yerine, susamış gibi lıkır lıkır içti. "Vay canına..." Sesiyle Louis'e döndü. "İnsanların bu kadar aptal ve düşüncesiz olması inanılmaz."
"Evet. Her neyse." Önüne gelen perçemi Louis'in tarafında kalan eliyle kulağının arkasına sıkıştırdı ve arkasına yaslandıktan sonra bacak bacak üstüne attı. "Hadi sen de bana kendinden bahset." Sakinleştiğini ona kanıtlamak istercesine hoş bir şekilde gülümseyerek yakından yüzüne bakıyordu konuşurken.
Louis dayanamayıp güldüğünde, Merin de ona eşlik etmişti. "Neyi anlatmamı istersin?"
"Bilmem. Mesela en sevdiğin rengi söylemekle başlayabilirsin." Başını hafifçe öne doğru eğdi ona bakarak söylediğinde. Louis gülmeye devam ediyordu.
"Pekala. Daha romantik bir giriş bekliyordum ama her neyse." Dudak büzdükten sonra gülümsedi. "En sevdiğim renk, genelde siyah. Ama kırmızıyı da bazen çok seviyorum." Kahvesi bittiğinde, boş kartonu tamamen kenara kaldırdı ve elini, Merin'in yaslandığı sedirin üst kısmına koymaktan çekinmedi. Merin, uzanan koluna şöyle bir bakıp hemen ona döndü.
"Benimki ise genelde lila." Alt dudağını ısırdı sabırsızca. "Ama artık mavi."
Bunu duymasıyla, karşısındaki adama derin bir nefes aldıracağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden, Louis sırıtarak ona bakmaya devam ederken üstte kalan bacağını sabırsızca salladı hiç fark etmeden. "Pekala, bu romantikti işte. Etkilendim."
İkisi de, minik de olsa üstlerine yapışan utangaçlıkla başlarını aynı anda yüzmekte olan küçük kıza çevirdiler yeniden. Hannah da serbestçe yüzdüğü esnada onlara döndüğünde havuzun içinden onlara el sallamış ve suyun içinde öğrendiği havalı hareketi onlar için bir kez daha sergilemişti. Merin de ona karşılık verirken, kolsuz kazağının çıplak bıraktığı omuzlarında, Louis'e ait parmak uçların tenine değdiğini hissetti. Louis nazikçe onun omzuna dokunurken Merin neredeyse, aniden bir duygu değişimi geçirecekti ki kendini zorlukla durdurabildi. Aniden gülmeyi bırakmak yerine, dudaklarını sakince serbest bıraktı hala hafifçe gülümserken. Louis'in gözlerini üstünde olduğunu hissediyordu, ona bakmadığı halde. "Kolundakilerin anlamını söylemedin. Ve neden bu kadar çok dövme var kollarında?"
Merin, gözlerini kapattığı ilk saniyede yeniden o geceye, arabada uzandığı ana gitmişti. Bu yüzden derin bir nefes aldı. Hemen kendisine gelmesi gerekiyordu. "Birçoğunun o kadar da havalı anlamı yok." Yavaşça başını ona çevirdiğinde, iyice dip dibe durduklarını fark etti. Tiyatro akşamında bile bu kadar yakın durmadıklarını hatırlıyordu. "Örneğin, bu." Göstermek üzere, dirseğini kaldırdı. "Sadece denizkızlarıyla ilgili hikayelerden çok etkilendiğim için yaptırmıştım. Denizi çok seviyorum aslında. Bileğimdeki bu çapa da," Louis'e doğru yukarı kaldırdı bileğini. "Denizdeki evimi, yani hayalimdeki evi simgeliyor benim için. Tıpkı buradaki büyük gemi gibi. Bir geminin ne kadar çok yelkeni varsa o kadar güçlü olurmuş." Merin gözlerini kolundan Louis'in mavi gözlerine kaldırdığı zaman, tebessüm etti tıpkı onun gibi. Yakından dudakları daha parlak ve aynı zamanda daha koyu gözüküyordu. "Benim yuvamın da öyle olmasını isterdim." Hayallerini anlatmasının üstüne bir de huzur dolu ses tonuyla, karşısındakini huzura kavuşturduğunu bilmiyordu aslında.
"Sanırım benim favorim hala karnının üstündeki kelebek." Louis sesini alçaltarak itiraf ettiği zaman, Merin'in yeşil irisleri heyecanla küçüldü ve kızarmadan önce gözlerini ondan çekmeyi başarabildi. "Anlamını da az çok tahmin edebiliyorum." Merin utangaçça kıkırdarken başını sallıyordu. "Hannah havuzdan çıktıktan sonra, dışarıda bir şeyler yemeye gidelim mi?" Louis bir anda konuyu değiştirerek teklifini yöneltirken olması gerekenden fazla heyecanlı duruyordu.
"Elbette. Harley'i de alalım ama." dediğinde, Louis'in yüzünde anlamlandıramadığı bir gülümseme belirdi. Tam da ondan birkaç saniye sonra yeniden titreyen telefonunu çantasında bulduktan sonra eline alması gerekmişti. Mesaj atan Harley'di ve dün akşamki sinema teklifini yineliyordu: "Sinemaya gitsek ya bugün? Ben de merkezdeyim. Hannah zaten yüzme kursunda. Daha erken yazmalıydım biliyorum ama işim yeni bitti!! :)"
Merin, mesajı okuduktan sonra ekranı Louis'e gösterdi ne demeliyim dercesine. Çünkü, eğer buraya geldiğini ona direkt söylerse alınabilirdi. Merin biliyordu. "Merkezde kalmasını ve birazdan geldiğini söyle. Bir de, yemek yeri seçmesini iste."
"Vay canına." dedi ağzı açık kalmış bir şekilde. "Bu işte benden daha iyi olmaya başladın."
Louis güldü. "Hayır." Başını iki yana sallıyordu. "Sadece senin zor duruma düşmemeni sağlıyorum."
Günün ilerleyen saatlerinde, havanın kararmasına çok az bir süre kalmışken dörtlü, Harley'in seçtiği restorantta buluşmuştu. Harley, Merin'in yanında kendi babasını ve kız kardeşini görmesiyle yüzündeki halinden yaşadığı hayal kırıklığı anlaşılmayacak gibi değildi. "Hey, Harley." Merin, bekletmeden genç kıza sarıldı. "Baban ve Hannah da bizimle sinemaya gelmek istedi. Hadi hemen bir şeyler yiyelim."
"Merin!" Merin tam sipariş vermek üzere kasaya giderken Harley'in ona seslenmesiyle yerinde durmak zorunda kaldı. "Kız kıza yapılmış bir plandı bu. Senin için arkadaşlarımı ektim ben." Yanına gidip sessizce söylemeye çalışsa bile, biraz ötede oturan babası her şeyi duymuştu.
"Çok özür dilerim. Bugün çok zor bir sınavım vardı bu yüzden aklımdan çıkmış. Perşembe günü bozduğum planı telafi edebilirim, gerçekten." Harley başka tarafa üflediğinde, Merin gergince Louis'e baktı. "Bir dakika siz, kaç saattir berabersiniz? Üçünüz."
Merin, Hannah'ın planı bozmayacağını umarak öne atıldı. "Sadece, bir saattir. Okulda işim bitince kursa, Hannah'ın yanına geçtim. Baban da oradaymış zaten. O yüzden beraber geldik."
"Sana çok alındım, Merin." Tıpkı, babası ve kardeşi gibi masada karşılarına oturduğunda, Merin hala üzgünce Harley'i seyrediyordu. Neyse ki, Hannah tüm akşam boyunca ağzını açmadığı için en azından o konuda şanslı sayılırdı.
~
Salı gününü takip eden çarşamba gününe geldiklerinde, aynı evin içerisinde yaptıkları işler pek de onlar için değişmiş sayılmazdı. Merin, öğleden sonra dersi olmadığı için erken saatlerde eve geldiğinde, bir saatten daha kısa bir süre içerisinde, Louis ile birlikte gelen Hannah'la ilgilenmiş, birkaç gündür yapılmayan ödevlerin hepsini birlikte tamamlamışlardı. Harley ise, gitar kursunun bitiş saatine çok yakın bir vakitte her zamanki gibi evde olduğunda, sırtındaki çantayı bile indirmeden ve kimseyle konuşmadan odasına çıkmıştı. Dünki asabiliği ve kızgınlığı sanki hiç de geçmemişti. O yukarıdaki odasının kapısını sertçe kapattıktan sonra, aşağıda salon kısmında oturan kız kardeşinin ve Merin'in sessiz bakışmaları birkaç saniyeliğine daha devam etmişti. Merin kısa süreliğine ufaklığı aşağıda bırakıp, kızların odalarına çıktığında Harley'in üstündeki fazlalıklarından kurtulduğunu ve yatağına geçer geçmez telefonunu eline aldığını gördü. Bu halleri, tıpkı Merin'in eve ilk geldiğindekiyle aynısıydı. Bu yüzden tedirginlik ve dikkatle yaklaştı ona. Fazla ileri giderse, nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bilmiyordu. Üstüne gitmemek adına, yatağına oturmak yerine örttüğü kapının arkasına yaslandı ve Harley'e bakmaya devam etti. "Kursun nasıldı?"
"İyi." Harley, cevap verirken ona bakmamıştı bile.
"Konuşmak ister misin?" Hızlıca başını iki yana salladı, aslında bu bile fazla kısa sürmüştü. Sanki karşısındakini kestirip atıyormuş gibi telefonuyla ilgilenmeye devam etti. "Düşündüm de, bana hiç elektro gitarını göstermedin. Çalmak ister misin?"
"Parmaklarım yeterince acıyor, şimdi istemiyorum." Harley gözlerini kısa süreliğine onda tuttuysa bile hemen algısını başka yöne verdi yeniden. Merin ise, pes etmeden ona yaklaştı ve yatağın başlığına dayadığı elektro gitarını eline aldı. Kılıfını çıkardıktan sonra, karşıdaki duvara dayanmış Hannah'ın yatağına oturdu. Merin, eline aldığı lacıvert rengindeki elektro gitara bakarken hayranlığını gizleyememişti. Metal tellerine yavaşça değdirdi parmaklarını başta. Sonunda Harley'in tepkisini üstüne çekebildiğinde, gözlerini ondan ayırmadan gülümsemişti.
"En son, yıllar önce çalmıştım." diye itiraf etti birkaç kez daha tellerle oynamadan önce. Harley onu izlediği esnada çoktan telefonunu bırakmıştı. "Kardeşimin de elektro gitarı vardı." Harley bacaklarını yatağın kenarından sarkıtıp dikkatle karşısındakine bakmaya başladı. Merin onu bir konuda daha şaşırtmışa benziyordu.
"Ne oldu peki sonra?" Harley elini çenesine dayamış onu seyrediyordu.
"Şey," Satmak zorunda olduklarını hatırlayıp, başka bir bahane uydurdu hemen. "Arkadaşına verdi sanırım."
"Pekala, bugün öğrendiğimi çalabilirim sanırım. Sen de bana yorum yap." Merin hemen gitarı ona uzatmış ve rahatlarcasına gülmüştü akabinde. Harley eline alıp da gitarı amfisine takmasıyla birlikte birkaç dakika içerisinde artan sesle evdeki tüm aile üyelerini odaya toplamıştı. Başına bir anda üşüşen kalabalık yüzünden, minik konserini kısa kesmek zorunda kalmıştı. Merin'se, odada tek başlarına kaldıkları bir anda, onu yarın sürpriz bir yere götüreceğini ve sıkı giyinmesini söylemişti. Aralarının yeniden düzeldiğini görmekse, elbette herkesin içini rahatlatmıştı.
Ertesi gün, dersi bittikten sonra ilk işi Harley'le belirledikleri yerde buluşmak olmuştu Merin'in, tıpkı sözünü verdiği gibi. Birbirlerini gördükleri anda, günlerinin nasıl geçtiği hakkında sohbet ederlerken metroya inmişler ve Merin'in sürpriz yerine gitmek üzere yola koyulmuşlardı. Yürüdükleri zaman elini ilk kez çekinmeden genç kızın omuzlarına koyduğunda, genç kızın ona biraz daha yakın durmasından ötürü büyük bir rahatlama hissetmişti. Harley'in de düşündüğü gibi dışarıdan tıpkı yakın arkadaşlar gibi gözüküyorlardı ve böyle olması ikisini de fazlasıyla neşelendiriyordu. Sonunda, sürpriz yere geldiklerinde Merin heyecanla döndü Harley'e, tepkisini görebilmek için. Büyük bir hevesle elinden tuttu sonra. Onu hemen asıl alana götürmek için can atıyordu.
Geldikleri bina, buz pateni için koca bir alana sahipti. Harley buraya ilk kez gelmenin şaşkınlığını yaşarken, Merin'se çoktan ikisi için paten kiralamaya içerlere bir yere gitmiş ve birkaç dakikalık kayboluştan sonra geri dönmüştü. Alanda kayan insanlardan gözlerini alamıyordu genç kız, ta ki Merin'in büyük bir heyecanla yükselen sesini duyana kadar. "Buraya yıllardır gelmiyorum, aslında o kadar heyecanlıyım ki." Merin ona konuşurken bir yandan üstündeki ceketi ve boynuna sardığı atkıyı çıkartıyordu. Harley ona döndüğünde, üstüne giydiği siyah renkteki çiçekli kadife elbiseyi gördü ve gülümsemeden edemedi. Muhtemelen de, asla onun gibi güzel giyinmeyi öğrenemeyeceğini düşünüyordu kendi kendine, hala ona bakarken. "Daha önce hiç kaymış mıydın?"
Harley başını acı bir gülümsemeyle iki yana salladı. "Tamam, ben sana öğretebilirim." Hangi ara, patenleri ayağına geçirdiğini bile bilmiyordu Merin'in. Harley'in ağzı açık kalmıştı. Aslında, buzun üstünde kaymaya çalışmak ona birçok açıdan korkunç gelmişti bir anda. "Hadi, senin için getirdiğim patenleri giy sen de."
Kenarda ziyaretçiler için ayrılmış oturma yerlerine gidip yavaşça üstündeki mont gibi fazlalıklardan kurtuldu. Ayakkabılarını altının keskin bir bıçağı andıran metalla örtülmüş olan patenlerle değiştirirken bir yandan hala Merin'in ona seslendiğini duyabiliyordu. "Patenlerini sıkı bağla!"
Çok vakit kaybetmeden, sonunda buzun üstünde buldu kendini ama ne var ki, ellerini kenara tutunulması için yapılmış demirlerden da asla ayıramıyordu. Giriş kısmındaki yerden ayrılabilmesi hiç de söz konusu gibi durmuyordu o esnada. Merin hemen diğer uçtan patenleriyle buzun üstünde kayarak geldiğinde, Harley korkusundan ötürü onun bu kadar iyi kayabilmesine o kadar da odaklanamamıştı. "İlk başta biraz korkutucu olabiliyor, ama alışıyorsun inan bana." Tıpkı söylediği gibi, kendisini rahatlatmaya çalıştı ve tutunarak yan tarafa gitmeye çalıştı. Söylediği gibi olduğunu gördüğünde rahatlamıştı ama hala bacakları titriyordu ve düşecekmiş gibi hissediyordu. O anda, Merin'in elinden tuttuğunu hissetti. "Korkma, ben seni tutarım."
"Sen nereden biliyorsun buzda kaymayı?" Harley, gülerek sormuştu aslında. Merin'in geçmişe gidip üzüleceğini bilmeden.
"Çok küçükken, babam sayesinde öğrenmiştim." Elini bıraktığını fark ettiğinde, Merin odağını değiştirmek zorunda kaldı.
"Pekala, yapıyorum sanırım. Ben biraz daha burada oyalanacağım sen istediğin gibi kayabilirsin." Harley başını kaldırıp söylediğinde Merin sade bir gülümsemeyle "Emin misin?" diye sormuş ve onay aldıktan ve biraz bekleyip söylediği gibi olduğunu gördükten sonra buz pistinde ondan çok da uzaklaşmadan kaymaya başlamıştı. Bir süre sonra, Harley kendi deneme sürecini tamamen unutup tamamen gözünün önünde gerçekleşen görsel şöleni izlemeyi tercih etmişti.
Buzun üstünde, tıpkı kanatlarını açarak pürüzsüz bir şekilde boşlukta süzülen beyaz bir güvercin gibi kayarken ona hayran kalmamak imkansızdı. Sanki bacaklarına sarılı koyu siyah çorapları, ayağındaki patenleriyle tamamen bir olmuştu ve buzun üstünde mükemmel kayışını tamamlamıştı. O buzun üstünde süzülürken, havada uçuşan eteklerini hiç de umursuyor gibi gözükmüyordu. İnsan gruplarının uzağından geçiyor ve kusursuz görüntüsünün ardında aslında buraya gelerek ne kadar canı yandığını fark edişinin üstünü örtmeye çalışıyordu. Merin buzun üstünde kayarken ve etrafındaki yıllar geçse bile hala tanıdık gelen duvarlara bakarken yeniden sekiz yaşındaki o günlere geri gitmişti bir anda. Babasının henüz çekip gitmediği ve onu hala çok sevdiği zamanları hatırlamıştı. Babasının büyük destekleyen alkışları esnasında, öğrendiği hareketleri ona sergilerken ne kadar mutlu olduğunu anımsadı ve kendine gelmek istercesine hızlıca buzun üstünde geldiği yönün tam tersine döndü. Şimdi geri geri kayarken, yüzüne gelen saçlardan hiç de rahatsız olmadığı halde onları topladı en tepede dağınık bir şekilde de olsa. Kafasını biraz daha toparlama ihtiyacıyla kendince etrafta gezinirken, en son ne zaman bu kadar özgür hissettiğini düşündü aynı zamanda. Sanki içerisine kimin tarafından atıldığını bilmediği düğümlerin birer birer çözüldüğünü fark ediyordu garip bir şekilde. Bir anda içinin cesaretle dolmasıyla, yalnızca çocukken yapabildiği o hareketi yapmayı; yani etrafında birkaç kereden fazlaca dönmeyi denedi. Bunu başardığında ise, neredeyse mutluluktan ağlayacak gibi doldu yüreği. Harley'in yanına dönmek üzere yönünü değiştirdiğinde ise, görmeyi beklemediği manzara karşısında ağzı açık kalmıştı. Hızlıca patenlerinin üstünde o tarafa gitti. Yalnızca Harley'in değil, yanına eklenen Hannah ve Louis'in de kendisini izlediğini fark ettiğinde hangi ara geldiklerini düşündü. Görmediği için kendisine kızacaktı ki, Hannah'ın ayağına geçirdiği patenlerle piste geldiğini görmüştü.
"Tanrım, siz ne zaman geldiniz? Haberim bile yoktu." Az önceki fazla temposundan mı yoksa Louis'i kendisini izlerken görmesinden artan heyecanından mı nefesleri hızlanmıştı, bilmiyordu Merin sorarken.
Louis etkilendiğini belli eden yüz ifadesiyle ona bakmaya devam ederken, Harley araya girmişti. "Aslında, Hannah'a kıyamadım. Gelmeleri için ben çağırdım." Sabırsızca devam etti. "Bana alındın mı? Hem seni böyle görmeleri gerekiyordu." Sona doğru sırıtarak sormuştu Harley aslında alacağı cevabı bildiği için. Merin hızlıca başını iki yana salladı ve ablasının aksine korkmadan kaymaya başlayan ve birkaç dengesiz adımla düşme riskiyle burun burun gelmesine rağmen korkmayan Hannah'ın elinden tuttu. Sadece birkaç saniye daha Louis'e baktıktan sonra, buz pistine odaklanmayı başarabilmişti. Aslında aklı hala, arkasında bıraktığı adamda kalmıştı. Merin buzlu alanın ortasında tüm bedeninin ateş saçtığını hissediyordu. Hannah'ın elinden tutarak kayarken ise, aklındakilerin aksine çocuksu bir edayla küçük kızın kahkahalarına eşlik ediyordu.
Bu sefer, akşam yemeğini dışarda yemek yerine eve gitme kararını verdikten sonra hep birlikte buz pistinin doldurduğu büyük salondan çıkmış ve yine birlikte arabaya geçmişlerdi. Her zaman olduğunun aksine, Harley bu sefer ön yolcu koltuğunu Merin'e kaptırdığında buna o kadar da kafasına taktığı söylenemezdi. Ancak arabaya bindikten birkaç dakika sonra, oturduğu taraftaki paspasların üzerinde duran yabancı bir şey takıldı gözüne. Arabadakilerin sohbetlerinin bozulmasına izin vermeden yere eğilerek ne olduğunu anlamak için hızlıca eline aldığında, kime ait olduğunu kesinlikle bilmediği bir toka olduğunu gördü. En azından, kendisinin değildi ve Hannah'ın da son zamanlarda yeni toka almadığından son derece emindi. Bu yüzden, kaşları istemsizce çatılırken nereden geldiğini bilmediği tokayı içine düşen şüpheyle cebine attı Harley. Sonra, hiçbir şey olmamış gibi geri kaldığı sohbete dahil olabilmişti.
~
Merin, o perşembe akşamı eve anahtarıyla girdiğinde yorgunlukla gözlerini ovuşturarak hiç oyalanmadan odasına gitti. Kapısını kapatıp ışıklarını açtıktan sonra üstünde ne varsa hızlıca kurtuldu ve kendini yumuşak yorganının kolları arasına bıraktı. İlk baştaki planı, biraz derslerle alakalı kitaplarından okuyup uykuya dalmaktı ama, gözleri kapının yanındaki komodinin üzerinde duran ve şimdilerde kendisine fazlasıyla küçük gelen beyaz renkteki patenlerine takılınca iç çekmeden edemedi. Kendini yatağa bırakışından daha hızlı olmuştu bu yüzden kalkışı. Sanki onları daha fazla görmek ve üzülmek istemiyormuşcasına hemen ışıkları kapattı. Karanlıkta ezbere bildiği yatağına geri dönerken, baş ucuna bıraktığı telefon ekranının ışık saçtığını gördü. Bu sefer yorganın altına girmek yerine, yatağın demir başlığına sırtını vererek oturuyordu telefonu eline alırken. Kilidi hemen kaldırdıktan sonra, sabırsızca ondan gelen mesajı görüntüleyebilmişti. "Louis T: Bugün çok güzeldin."
Merin ekrana bakarken sırıtmasını bir an olsun kesememişti mesajı okuduğu andan itibaren. Utangaç bir şekilde yatakta devrildi ve daha fazla yazmasını beklerken bacaklarını karnına çekti. "Louis T: Beraber geçirdiğimiz tüm vakte rağmen, seni daha çok görmek istiyorum. Asla yeterli hissettirmiyor."
Merin heyecanla baş parmağındaki yumuşak eti dişliyordu Louis'in ona yazdığı cümleleri okurken. "Merin: Ben de." Mesajı gönderdikten sonra, yorganın en yakın ucundan tutup üstüne çekti ve yatakta yuvarlanarak en kolay şekilde yorgana dolanmayı başardı.
"Louis T: İyi geceler, yarını sadece seni görmek için iple çekiyorum."
Elleri de tıpkı tüm vücudu gibi terlemeye başladığında Merin derin nefesler aldı. "Merin: Ben de öyle.. İyi geceler Louis." Telefonu kapatıp karanlıkta sonunda kendisiyle baş başa kaldığında, üstündeki ağırlıktan kurtulup çift kişilik yatağında sırt üstü döndü ve boğazına yapışan tuhaf ağırlık yüzünden yavaşça orayı ovuşturmaya başladı. Sırf, ona söyleyemediklerini içine attığından dolayı böyle hissetmesinden daha ilk anda nefret etmişti.
y/n: daha fazla bekletmek istemedim, bu seferlik fazlasıyla geç bir saatte yayımlıyorum ama olsun hdhhjdf
biraz, işleri hızlandırıyor ve ciddiye bindiriyoruz bakalım hehehe 3:) 😈
bu bölüm @kapalimood 'a, ufak bir sürprizz :)))))
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top