"Onu" Beklerken

Pencerenin önünde asılı duran koyu renkteki güneşlikleri ve uzun perdesi sonuna kadar çekilmişti. Hava kapalı olmasına ve ara ara yağmur yağmasına rağmen, Harry Merin odasındaki camların tamamen örtülü durmasını tercih etmişti uyandığı ilk dakikadan itibaren. Üstelik, saat neredeyse öğlene gelmek üzereydi. Oturduğu çalışma masasının ve bilgisayarın önünden onu kaldıran şey ise, birkaç dakika boyunca guruldayan karnı olmuştu. Biraz sonra elinde bezelye ve mısır garnitürleriyle dolu konserveyle odasına geri döndüğünde, internetin diğer ucundaki Gloria hala onu izliyordu. Merin sandalyesine rahatça sığmaya çalışırken bir yandan ısıtmadığı için fazlasıyla soğuk ve lezzetsiz olan konserve yemeğini yüzünü buruşturmadan yemekle uğraşıyordu. Arkadaşının sesini tekrar alabilmek için bilgisayara bağlı kulaklıklarını hızlıca kulağına taktı. "Evet, en son ne anlatıyordum?"

Oturduğu dar alanda dizlerini iyice karnına çekti ve isteksizce elindeki kaşıkla teneke kutunun içindekileri karıştırdı. Bugün kendisini hiç olmadığı kadar isteksiz hissediyordu, özellikle de hayata ve yapması gereken işlere karşı. "Patronundan bahsediyordun, ve kızlardan." Gloria ona hatırlattığında hemen başını salladı onaylarcasına.

"Dün işe gitmedim, çünkü pazar günü gelmemi istediler. Şimdiyse saat neredeyse iki olmak üzere ama kimseden haber yok." Merin gözlerini ekrana çevirip arkadaşının görüntüsüne baktı. Gloria, arkadaşının yakınmasına karşılık gülümsüyordu.

"Bu yüzden mi bu kadar durgunsun? Arayıp sorabilirsin bence. Büyük olana mesaj atıp öğrensene."

"O taktiği geçen hafta kullandım." Merin hafifçe gözlerini devirdi, ancak bunu arkadaşına değil kendisine yapmıştı. Hemen aklına geçen hafta Harley'den hangisinde olduklarını öğrendikten sonra, doğru halı sahaya gittiği o pazar gününü getirdi. Üstünden koca bir hafta geçse de, aynısını sürekli yapıp duramazdı.

"Boş ver öyleyse, tatilin keyfini çıkar."

"Öyle yapıyorum." Merin arkadaşının onu duyamayacağı sessizlikte bir iç çekip, konserve bezelyeden bir kaşık daha attı ağzına. Bir yandan sabah başladığı, haftaya kadar yetiştirmesi gereken ödevini yapıyordu masanın üstünde. Kaşığı dudaklarının arasına hapsedip, onun yerine boştaki eline kalemi aldı ve gereken şeyleri ödev kağıdına yazmaya devam etti. "Ne kadar keyif aldığımı görüyorsun ya." Merin kaşığı kenara koyduktan hemen sonra, kapısından gelen sesle o yöne döndü hemen. Odasına gelen, elbette River'dı.

"Hey, dersini bölüyorum ama-" River elindeki kağıtlarla odanın içerisine ilerleyip büyük kardeşine yaklaştığında, ekranda Gloria'yı görmesiyle şaşırmıştı. "Selam Gloria!"

River, sandalyenin kolçağına hafifçe oturarak Merin'in kulağına takılı olan kulaklıklardan birini alıp kendisine taktı. "Selam ufaklık. N'aber? Bayadır görüşemiyoruz."

Onların ikisi konuşurken, Merin yine kendi soğuk yiyeceğine uzandı ve kenarda sessizce atıştırmaya devam etti. Neyse ki River, Gloria ile olan sohbetlerini kısa tutmuştu. Boşlukta sallanan kulaklığının tekini yerine taktı hemen bu yüzden. River hala başında dikilmeye devam ediyordu ve bunu gördüğünde Merin başını merakla kardeşine çevirdi. "İşte her gün birbirinizi görüyorsunuz zaten, bir de kamerayla görüşmek biraz abartı değil mi?" River sorarken, Gloria'nın onu duyamadığından emindi bu yüzden çekinmemişti. Merin'se ne tür bir cevap verebileceğini kestirememişti.

"Aslında, Gloria işten çıktı."

"Seni de atmasınlar? Onun sayesinde işe girdin sonuçta." River elini Merin'in omzuna koydu endişeyle sorarken.

"Boş ver, sen bunları düşünme." Merin yalan söylemekten fazlasıyla sıkıldığı için derin bir nefes verdi. Tüm bu süreçte, Gloria diğer bir ekrandan onları izliyordu. "Ne oldu? Ödevinde yardım mı lazım?"

"Pek sayılmaz." River elindeki kağıtları ona uzatırken konuşmaya devam etti. "Proje ödevini tamamen benim yaptığıma dair imzan gerekiyor."

"Ne ödeviymiş bu?" Merin, veli olma hissine her ne kadar alışmış olsa da kağıtları elinde tutarken gülerek gururla sordu.

Masanın üzerinde duran kalemlerden birini alıp, doğru yere imza atmadan önce duraksamıştı. "Edebiyatla ilgili bir ödev." River onun duraksamasından dolayı kolunu dürtmüştü. "İmzala hadi. Ben yaptım gerçekten, emin olabilirsin." Kalemini üzerinde oynatıp mürekkeple imzasını bıraktıktan sonra kağıdı kardeşine uzattı. "Tanrı aşkına! Düzgün imzalasana Harry."

"Ah. Bu çocuk bazen beni sinir ediyor." Kulaklığından gelen Gloria'nın sesine aldırmamaya çalıştı Merin.

"İmzamı istedin, bu benim imzam."

"Tanrım, ne zamandan beri 'n' harfinin kuyruğunu kalp gibi yapıyorsun? Bir de yıldız ekleseydin."

Daha fazla mızmızlanmasını dinlemek istemiyormuşçasına sandalyesinde önüne döndü. Merin imzasında bilerek kalp çizmediğine yemin edebilirdi, sadece eli biraz titremiş ve bu yüzden kuyruk kalbe benzemiş olabilirdi. "Bir dahakine onu da eklerim."

River sonunda odadan çıktığında, Merin sırıtarak bilgisayar kamerasına bakmaya başladı. "Tanrı aşkına, ne zaman söyleyeceksin çocuğa?"

Hafifçe omuz silkti Merin. "Öğrenirse delirir. Bu yüzden asla söylememek gibi bir planım var." Her ne kadar kapısı kapalı olsa da, fısıldayarak konuşmuştu kablodaki minik mikrofonuna doğru.

"Neyse ki, kısa süreli bir iş. Gerçi senin ne yapacağın hiç belli olmuyor. Dersleri iyi mi bu arada?"

Merin arkadan gevşekçe bağladığı saçlarından önüne gelen tutumları arkaya atarken başını salladı hemen, büyük bir hevesle. "Evet, başlarda adaptasyon sorunu çekti ama şu an hayalini kurduğu meslek için bayağı uğraşıyor. Sanırım arkadaşları üniversite için aklına girmiş, geçenlerde bana mimarlık okumak istediğini ağzından kaçırdı." Merin kalemini kağıtta rastgele çizikler atmak için oynattı konuşurken dalgınca. "Manchester'da okumak istiyormuş. Ben de mezun olduktan sonra, burada kalıp ufak bir daireye kira ödemek zorunda kalmayız. Orada ikimiz için bir ev bulabilirim. Ayrıca," Derin bir nefes aldı. "Orası büyük bir şehir. Burada kimse benimle çalışmak istemez."

"Liverpool da gayet büyük bir şehir, Merin." Gloria ciddiyetle ona hatırlattığında bile Merin halen aynı karamsarlığı duyuyordu.

"Ama sanki burada herkes beni biliyor, tanıyor gibi hissediyorum. Yeni bir şehirde sıfırdan başlamak-"
Sözünü yarıda kesmesine neden olan şey, masanın üzerinde duran onca eşyanın arasında parlayan küçük bir ekrandı. Merin lafının geri kalanını tamamlamak yerine, telefonunu hızlıca eline aldı ve gelen mesaja baktı. "Aman tanrım, Lo-" Kendini yine zorlukla durdurdu. "Mesaj attı, Gloria!"

"Ne demiş?"

Merin telefon kilidini kaldırdıktan sonra, hızlıca gelen mesaja tıkladı. Mesajı iki saniye içerisinde o kadar hızlı okumuştu ki, yazılanları tam olarak anlayamamıştı. Bu yüzden, derin bir nefes alıp sakince en baştan okumayı denedi. Doğru anladığı zamansa, okuduklarının gerçekliğinden asla emin olamamıştı. Louis Tomlinson, aynı zamanda patronu olan adam, onu bir randevuya çağırmıştı. Yani, mesajda bir tiyatro oyununa iki bileti olduğunu yazmış ve Merin'i de kendisiyle gelmesi için davet etmişti. Bu bir randevu sayılmaz mıydı? "Sanırım, bana çıkma teklifi etmiş Gloria." Merin odanın içerisinde sessizce mırıldandığında, arkadaşı tam aksine ekranın diğer ucunda çığlık atmıştı.

"Bir de bana dün gece diyordun ki 'benimle flört etmiyor, sadece kibar olmaya çalışıyor'. Öyleyse vay canına, adam kibarlıkta çıtayı arşa çıkarmış durumda. Kim kibarlıktan çalışanına çıkma teklifi eder ki?"

"Aslında, tiyatroya çağırıyor-"

"Tamam!" Gloria onun bu tavrını kesmesini istercesine bağırdı. "Düzeltiyorum öyleyse; kim kibarlıktan çalışanını tiyatroya götürür ki- Aman tanrım, bu arada cidden çok romantik bir teklif bu."

Merin heyecanla dudaklarını kemirip durmaya başlamıştı bile çoktan. "Gloria... Ne yazacağım?"

"Tabi ki de saat kaçta gelip seni alacağını!"

"Ne giyeceğim ben.." Sessizce mırıldandı yeniden ve Gloria'ya döndü. "Birazdan seni arayacağım. Şimdi gitmem gerekiyor."

"Gelişmelerden beni haberdar et!"

Bilgisayar ekranını aceleyle indirip tüm odağını telefon ekranına verdi aynı dakikalar içerisinde. Merin heyecanla atan kalp atışlarının tüm gürültüsünü vücudunda, hatta ekrana değen parmak uçlarında hissediyordu. Louis mesajlarının en altına oyunun ismini ve saatini de eklemişti çok geciktirmeden. Godot'yu Beklerken, Saat 5'te. Merin oyunun ismini ilk kez duymuyordu ama daha önce hiç izlememişti ve çok fazla bilgisi olduğu da söylenemezdi. Bu yüzden, "Bu oyuna ben de bayılıyorum." yazarsa çok yanlış olurdu. Onun yerine yazması gereken asıl şeyi düşünüp durdu kısa bir süre daha. Bir anda telefon elinde titremeye başladığında ise, düşüncelerinin arasından aniden uyandırılmış ve korkmuştu. Arayan ise Louis'di. Her zaman olduğu gibi, mesajına cevap verememişken üstüne yine onun tarafından aranmak Merin'i utançtan öldürebilirdi. Bekletmeden açtı bu yüzden.

"Hey, Merin." Louis'in sesini duyduğunda sessizce yutkundu.

"Hey. B-ben, şu an rahatça konuşamayabilirim-"

"Biliyorum, biliyorum. River evde." Louis aceleyle konuşurken, aynı zamanda ses tonundan gülümsediği de anlaşılıyordu. "Aslında neden mesaj attım bilmiyorum aramak varken. Umarım meşgul değilsindir. Bugün geleceğin halde sana haber veremediğim için üzgünüm. Harley sabah erkenden büyükannesiyle kiliseye gitti, Hannah da Cheryl'nın yanına gitmek istedi. Ben de şu an açıkçası evde tek başıma kaldım ve..." Telefonda karşılıklı bir sessizlik oldu. Louis akabinde devam etti. "Aklıma bu oyuna gitmek geldi, sonra senin de bugün boş olduğunu düşündüm. Belki bana eşlik etmek istersin diye."

"Bu, gerçekten çok güzel olur. Uzun bir zamandır tiyatroya gitmemiştim." Merin heyecanla konuşurken bir yandan telefon tutmayan ve yine de terleyen avuç içlerini bacağına sarılı pijama kumaşına sürtüyordu.

"Açıkçası, ben de öyle." Kendi kendine kağıtların ve birkaç çizimin asılı olduğu duvara bakarken sırıtıyordu. "Öyleyse, oyundan yarım saat önce seni almaya geliyorum?"

"Ben kendim gelsem, daha iyi. Anlarsın ya... Tuhaf karşılaşmalar yaşanmaması adına." Merin gergince güldü açıklamaya çalışırken.

"Öyleyse, oyun başlamadan on dakika önce, tiyatro binasının önünde buluşuruz."

Telefon kapandıktan sonra, birkaç dakika boyunca sadece heyecanla hızlanan soluklarını normale çevirebilmek adına uğraştı. Sonunda sandalyesinden kalkıp dolabının önüne geçtiğinde, Merin hazırlanması için ne kadar bir süre kaldığını hesaplamıştı. Biraz acele etmesi gerekebilirdi iki saate yetişebilmesi için.

Hazırlanmaya başlamadan önce yaptığı ilk iş, kapısını kilitlemek ve öğle vakti olmasına rağmen biraz karanlık olan odasını aydınlatmak için ışıklarını açmak oldu. Sonrasında, üstünde yalnızca iç çamaşırları kalıncaya dek soyundu. Vücuduna gözleriyle yakından birkaç kontrolcü bakışlar attıktan sonra kalan ince kumaşlardan da kurtulup tamamen çıplak kalacaktı. Merin aceleyle dolabının yanında bulunan çekmeceli uzun dolabını açtı ve çıkacağı randevu için kendisine daha özel bir iç çamaşırı aramaya başladı. Bunu düşündüğü için, belki abartmış hissediyor olabilirdi ama, her ihtimali göz önünde bulundurmak zorundaydı. Uzun zamandır giymediği bir takım sonunda eline takıldığında, Merin bebek pembesi iç gösteren ince dantelin üzerini parmak uçlarıyla geçti. Su yeşili ince askıları kollarından omuzlarına geçirdiğinde ise, sadece birkaç parça kumaştan oluşan sütyenin göğüs kafesinin yalnızca bir kısmını sarışını aynada izledi bir süre.  Merin hiç geçmeden, kenarda bıraktığı takımın alt parçasını alıp bacaklarından yukarıya doğru sürükledi. Aynada kendine bakarken suratında oluşan ifade, tatmin olmaktan çok endişeli gözüküyordu ve bundan kendisinin bile çok haberi olduğu söylenemezdi.

Zor olanı, hiç planlamadığı bir randevuya giderken ne giyeceğini seçebilmekti. Merin, askılarının fazlasıyla dolup taşan dolabında kıyafetler içerisinde kendisinin de araya kaynayıp boğulduğunu hissediyordu. Önündeki onca kıyafete rağmen giyebileceği hiçbir şey bulamıyordu sanki elleriyle tek tek askıları bir taraftan ötekine iterken. İlk önce, aceleyle eline siyah bir elbise aldı. Merin önündeki aşağıya kadar inen düğmeleri iliklerken kesinlikle içine sinmeyen bir şeyler vardı. Birincisi; bu elbise çok eskiydi ve ikincisi; kollarının kısa olmasından dolayı mevsime hiç uymuyordu. Üstelik elbisenin salaş duruşunu hiç şık bulmamıştı. Hızlıca üstünden atıp onun yerine, iki parçadan oluşan bir şeyler denedi. Siyah saten braletinin altına yine siyah, kenarıdan yırtmacı olan mini boydaki eteğini giydi. Bunun da biraz aşırıya kaçtığını düşünürken, Merin braletinin üstüne giymek için başka saten kumaşından, önden bağlamalı ve yıldız desenli mavi bir gömlek buldu. Kenarlarındaki dantel işlemelerine baktıkça, üst üste giydiği sütyenler yüzünden daraldığını hissetti. Bu yüzden, yardım eli uzatması için Gloria'yı telefondan tekrar aradı. Bu esnada, çoktan üstündekine uygun aksesuar arıyordu kendisine.

"Wow, wow! Gerçekten böyle gitmeyi düşünmüyorsun değil mi tiyatroya? Stiletto da giy bir de tam olsun Merin."

"İnce topuklu ayakkabılarla yürüyemediğimi biliyorsun." Merin siyah kolyesini takmakla uğraşırken yakınarak söyledi.

"Ben de şaka yapıyordum zaten. Hemen çıkar şu üstündekileri. Tiyatroya böyle gidemezsin."

"Hani 'her yerde istediğimiz gibi giyinebiliriz' kuralına ne oldu?" Merin suratını astı. Bu esnada arkadaşını dinleyerek üstündekileri çıkartıyordu.

"Evet ama kiminle randevuya çıktığını da göz önünde bulundurarak giyinmelisin. Kalp krizine sebep olmak istemezsin bence." Merin, kardeşinin onları duyabileceği gerçeğini hatırlatmak istercesine işaret parmağını dudaklarına götürdü ve üstüne kaşlarını hızlıca oynattı. "Daha spor bir şeyler dene."

Merin telefonu kenara bırakıp, tekrar dolabın karşısına geçti. Dolabını yıkmamaya gayret göstererek çekip aldığı siyah kotunu giydikten sonra, üstüne de sevdiği kazaklardan birini giymişti. Ne var ki, bu kombin onu hiç tatmin etmemişti. "Bu kadar da değil, Merin. Okula bile bu kadar özensiz gitmezsin sen."

"Ama sen söyledin!"

Merin bu sefer, daha renkli bir şeyler denemek istiyordu. Ne zaman aldığını bilmediği kadife kumaşındaki askılı bordo  elbisesini giydi bu yüzden. Aslında üstündeki duruşunu o kadar beğenmişti ki, havanın ne kadar soğuk olduğunu bile umursamamıştı. Telefonu arkadaşı için kendisine doğru tutmadan önce boğazına alakasız bir atkı geçirdi. "Aman tanrım, bu en kötüsüydü."

"Bak, üstüme kot ceketle mükemmel olur." Gloria hala ona ters ters baktığında, Merin bu kombinden de erkenden pes etmek zorunda kalmıştı.

Birkaç kez daha kombin denemiş, hatta birinde okulda çokça kez giydiği ekoseli eteklerinden birini giymişti ve bu sefer de Gloria'dan "liseli kız" etiketi eleştirisi yüzünden çıkartmak zorunda kalmıştı. "Bunlar yerine, gerçekten kendini içinde daha rahat hissedebileceğin bir şeyler seç. Kendini ifade etme tarzın olarak. Ve sence o nasıl gelecek? Biriniz rahatken diğeriniz abartıya kaçarsa ikiniz de tuhaf hissedersiniz."

Gloria'nın haklı olduğunu biliyordu ama Louis'in nasıl giyinip geleceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Merin'e kalsa, muhtemelen Louis hiç bu kadar düşünmüyordu da. Her zamanki ciddi ve şık kombinlerini yaparak gelmesi muhtemeldi.

Oyunun başlamasına bir buçuk saat kadar kısa bir süre kalmışken, Merin son denemelerinin üzerinde çok fazla düşünme şansı yoktu artık. Bu yüzden, kendisine yakın zamanda aldığı gökkuşağının her rengini üstünde taşıyan, yarım boydaki bluzunu üstüne geçirdi. Uzun ve bollaşan kolları ve bileğine eklenen fırfırlı kumaşı sevmişti. Ancak en beğendiği, karnının  üstünde bağlanan kısımlarıydı. Kumaşın açık bıraktığı yerden, karnındaki kelebeği biraz biraz belli ediyordu. Merin kumaşın iki ucunu düzgünce birbirine dolayıp minik bir fiyonk yaptıktan sonra, az önce çıkarttığı siyah yüksek bel eteğini tekrar üstüne geçirdi. Sağ tarafında kalan eteğin uzun fermuarını çekerken aynadaki görüntüden sonunda mutlu olabilmişti. Telefonu kendisine çevirdi hemen.

"70'ler havası. Hippi... Pekala bu güzel. Beğendim."

Merin sonunda onayı aldıktan sonra telefonu iyice artan acelesiyle kapattı ve rastgele yatağa fırlatıp hazırlanmasına geri döndü. Aynanın önünde kalmaya devam edip, hiç dokunmadığı saçlarına baştan aşağı yeniden şekil vermek zorundaydı. Onları olabildiğince en hızlı şekilde tepede topuzlarken, önde kalan uzun perçemlerini bilerek ayriyeten tokalamamıştı. Boynunu etrafını sıkıca saran ve önündeki dekolteye doğru kayıp giden iki uçlu pembe kolyesini gerdanına geçirdikten sonra, sıra çok sevdiği yüzüklerindeydi. Merin soyulmaya başlamış ojelerini es geçip, her ihtimale karşılık sonuna geldiği iğnelerinden birini bacağına yapmayı ihmal etmedi. Çıkmadan önce son dakikalarında, pembe ince çoraplarını, baldırlarından yukarıya kadar çekmiş ve eteğini tekrardan düzeltmişti. Çantasına bulduğu ve lazım olabilecek her şeyi doldururken ise, biraz geç kalacağını ve bu yüzden çok utanacağını önceden seziyordu.

Odasından dışarı adımını attığı ilk anda, kardeş radarına yakalanacağını çok iyi biliyordu ama yine de aklından çıkmıştı. Bundan dolayı, River Merin'i durdurduğunda hala ona ne diyeceğini düşünüyordu. "Ne o? Sevgili mi yaptın?"

"Hayır, Gloria'yla buluşmaya gidiyorum." Merin kardeşini es geçip hızlıca girişteki askılıktan ceketini aldı ve üstüne giydi.

"Randevuya gittiğini biliyorum. Sen bu parfümü sadece randevuya giderken sıkarsın." Kapıya dönük bir halde, nefesini verdi.

"Evet, yalan söylemeyeceğim. Biriyle görüşmeye gidiyorum. Ama sana daha fazlasını söylemem."

"Tamam." River omuz silkti. Merin şaşkınca ona döndü duyduğundan emin olmak için. Tepkisine bakma ihtiyacı duymuştu. "İyi eğlenceler, geç mi geleceksin?"

"Bilmiyorum, sen yine de beni bekleme. Acıkırsan dışarıdan söylemen için odamdaki kutudan para alabilirsin."

Merin kısa botlarını ayağına geçirip arkasından kapıyı örttü. River'a açıklama yaptıkça, kendisini daha da tuhaf hissediyordu bu yüzden kaçarcasına evden çıktı ve merdivenleri olabildiğince hızlı bir şekilde indi.

Sık sık telefonundan saatini kontrol ediyordu öğrenci apartmanlarının bulunduğu  sokağı yürürken. Bisiklet yerine sadece bu seferliğine metroyu tercih etmişti. Aşağıya inen metro duraklarından birine oldukça az bir yolu kalmışken, bir süredir yanında onunla aynı hızda gitmekte olan siyah aracı oldukça geç fark etmişti. Merin, birinin onu takip ettiği hissiyle sinirle dolmuş ve başını kaldırdığı anda gördüğü ilk şey, arabanın içerisinde ona gülümseyen patronu olmuştu. Korku ve heyecanın birbirine karıştığı bir hisle, kocaman açılmış ağzını eliyle kapattı onu gördüğünde. Bir yandan, daha önce fark edemediği için kaldırım kısmında kendi kendine gülmüştü.

Merin sol taraftaki ön koltuğa oturduğunda, tıpkı kendisi gibi hala gülen adama bakıyordu. "Evin önünden almanın sıkıntı olacağını düşünerek ileride beklemek istedim, ama beni görmeden geçtin. Ben de korna çalarak korkutmak istemedim ama bu daha da tuhaf oldu sanırım. Üzgünüm seni korkuttuysam."

"Açıkçası, biraz şaşırdım evet." Merin kemerini takarken itiraf etti. Ancak hala gülümsüyordu. "Yine de teşekkür ederim. Beni almaya gelmenize gerek yoktu."

"Bence iyi oldu, yoksa yetişemeyebilirdik."

Ara sokaklardan çıkıp trafiğe karıştıkları andan itibaren, yağmur yeniden kendisini göstermişti. Radyoda çalan 90'lardan kalma bir şarkı arabanın içerisini doldururken, Louis büyük ön cam için silecekleri çalıştırmıştı. Bu esnada Merin ise, göğsünden geçen emniyet kemerini belli belirsiz sıkıyordu. "Kızlar nasıl?"

Louis tek eliyle direksiyonu tutmaya devam ederken, Merin'e minik bir bakış attı. "Çok iyiler. Aslında, ben düşündüm ki bugün kızlarla ilgili konuşabiliriz rahatça. Eminim çıkardığın ve benimle paylaşman gereken notlar vardır. Bu akşam yemekte onları konuşuruz."

"Yemek mi?" Merin aniden sırıtarak ona döndüğünde, bir anda kendine gelip ciddileşti. "Bugünkü planımızda onun da olduğunu bilmiyordum da." 

"Evet, benim de şimdi aklıma geldi. Olmaz mı? Senin istediğin bir yere gideriz." Merin gülümseyerek onu dinliyordu. "Mesela, tiyatro binasının çevresinde bir sürü güzel uzak doğu restoranı varmış diye duydum."

Louis konuştukça Merin daha çok kıkırdadı. "Gerçekten, bu fikir şimdi aklınıza gelmiş olmalı."

Aynı saniyeler içerisinde, hiç de pot kırmış gibi hissetmeden Louis de tıpkı Merin gibi gülerken bulmuştu kendisini.

~

Kırmızı ve siyah renklerinin doldurduğu salonda yavaş ve kendinden emin bir adımlarla merdivenleri inerken, Louis'in hemen arkasından geldiğini belinde hissettiği o sıcak tutuş sayesinde anlayabiliyordu. "Şuraya oturabiliriz."

Onun yönlendirdiği taraftaki koltuklara yürüyüp oturmadan çok öncesinde Merin, üstüne giydiklerini görüntüleme şansı yakalayabilmişti. Siyah kot ceketinin içerisinde giydiği kat kat kumaşlarından ilki, Louis'in o çok sevdiği müzik grubu olan The Smiths'in baskısının olduğu siyah tişörtüydü. Üstüne uyumlu olacak şekilde kırmızı kareleri ve siyah çizgileri olan bir gömlek giymiş ama düğmelerini iliklememiş, açık bırakmıştı. Altına giydiği siyah kotununsa, paçaları tatlı bir şekilde dışa doğru katlanmıştı. Merin ilk kez onu bu tür kombinlerden biriyle görmüştü ve etkilenmediğini söylerse, kesinlikle kendisine yalan söylemiş olurdu. Yan yana oturdukları ilk andan itibaren, heyecandan nefesi kesilecek gibi hissediyordu ve bu, pek de birkaç dakika sonra başlayacak oyundan dolayı değildi.

Oyunun başladığına dair anons verilmiş, salonu aydınlatan keskin sarı ışıklar kapanmıştı. Onların yerine, sahneyi aydınlatan yüksek voltajdaki beyaz ışıklar yanmaya başlamıştı. Merin, oyun başlasa dahi odağını verebildiği tek şey sol tarafından gelen ve her geçen saniye daha da yoğunluğu artan, afrodizyağı arttırılmış parfüm kokusuydu. İkisinin arasındaki tek engel olan kolçak ise, bir süre boyunca daha boş kalacaktı. İkisinin yalnızca dirsekleri oradayken ilk kez birbirine değdiğinde ise, oyunun ikinci perdesi başlayalı çok oluyordu.

Salonu dolduran kalabalık bazı sahnelere gülerken, aslında Merin Louis'in tepkilerini takip ediyordu. O güldüğünde, Merin de gülüyordu. Oyuna bir türlü odaklanamaması onun suçu değildi, üstelik oyunu acayip garip ve anlamsız bulmuştu ama Louis'e bunu çaktırmaktan da çok utanıyordu. Sahnedeki iki karakter durmadan absürt sayılacak şeyler yaparken ve anlamsız şeyler söyleyip dururken, ve aynı cümleler tekrarlanırken Merin bu oyunun neden bu kadar ünlü olduğunu bir türlü anlamamıştı. Eğer saygısızlık sayılmasaydı, Merin kesinlikle bu oyuna saçmalık ötesi derdi.

Sonunda oyun bittiğinde, Louis'le birlikte ayağa kalktı ve tıpkı onun gibi oyuncuları alkışladı. "Ah Merin, bir an sıkıntıdan uyuyakalacağını düşündüm."

Louis'in cümlesiyle gözleri kocaman açılmıştı. "Hayır, hayır ben- Biraz anlamadım oyunu sanırım."

Louis yerine tekrar oturduğunda, Merin de onu takip etmişti. "Biliyorsun, uyusan bile hoşuma giderdi." Yüzünde tutulan mavi gözler ve gülümseyen bakışlarla Merin ne yapacağını bilmiyormuş gibi hissetti bir anda. "En başta söylemem gerekirdi. Karakterlerin birini beyin ve diğerini vücut olarak düşün. Bu yüzden biri çok aptalken diğeri daha akıllıydı. Godot'un kim olduğunu ise asla bilmiyoruz."

"Ama tüm oyun boyunca onu beklediler." Merin sahneye bakarak kaşlarını çattı, tüm bunları anlamadığını belli ediyordu.

"Bazıları, Godot için Umut diyor. Bazıları ise Tanrı olduğunu düşünüyor. Ümitlerini ve amaçlarını kaybetmiş iki kişi. Sence Godot neydi?" Merin, gözlerini yeniden Louis'e çevirdi. Cevabını düşünürken Louis tekrar söze daldı. "Hayatın kendisi."

Merin, tıpkı Louis gibi gülümsedi. "Şimdi her şey daha mantıklı."

İkisi de, kalan diğer izleyiciler gibi salondan ve binadan kendilerini dışarı attığında yağmur yeniden durmuştu. Louis arabasını park ettiği yere gitmek yerine, yönünü başka tarafa çevirdiğinde Merin onu merakla takip etti. "Eğer çok sıkıldıysan, gerçekten üzgünüm. Aslında benim çok sevdiğim bir oyundu. Yani, tüm analizleri okuduktan sonra."

Merin sokak arasında onun yanına yürürken üstündeki cekete sığındı iyice. "Güzeldi ama biraz absürttü."

"Eh, elbette." Louis gülerek ona döndü ve elini uzattı. "Absürt drama türünün önde geleni." Ona daha da yaklaşmasına ve tekrardan elini beline yerleştirmesine izin verdi ve hatta bundan fazlasıyla mutlu oldu Merin.

"Vay canına. Fark etmeden bir şeyleri bilmişim."

Sokakların arasında yürümeyi bırakıp durduklarında, hemen tepesinde sallanan büyük, kırmızı renkteki ışıklı tabelaya baktı. Gerçekten, uzak doğru restoranlarının olduğu yere geldiklerine inanamıyordu. İkisi birlikte içeri adımlarken, Merin neredeyse gülümsemekten yanaklarının acıdığını hissediyordu. Karşılıklı bir masaya oturur oturmaz sabırsızca sordu Louis'e. "Beni tahminde bulunarak mı getirdin gerçekten buraya?"

Garson tarafından önlerine konan menüyle bile konuşmaları bölünmemişti. "Dürüst olmam gerekirse, Harley'in eşsiz yardımı sayesinde aklıma burası geldi."

Merin yeniden sırıtarak menüsünü karıştırdı kısa bir süre. "Harley'le benim hakkımda mı konuşuyorsunuz? Bana kalsa, ben Hannah'la konuştuğunuzu düşünürdüm daha çok."

Louis menüsüne göz atmak yerine Merin'e bakmaya devam etmişti. "Yani, Hannah günün yarısında seni konuşuyor, pek de yanlış bir tahmin değil. Harley, sen onunla ilgilenmeye geldiğin şu regl gününde beraber suşi yediğinizi söylemişti." Merin, başını menüsünden kaldırdığında, yine biraz geç bir şekilde üstünde tutulan bakışları fark etti. "Ben de, uzak doğu mutfağını sevdiğini düşündüm."

"Evet." Merin, söylenenlerden etkilendiği için gözlerini hafifçe kaçırdı. "Aslında ben, biraz obur biri olduğum için her kültürden yemeklere bayılırım. Bir dahaki sefer aklında bulunur belki, buluşmadan önce bu kadar düşünmene gerek kalmaz."  Karşılıklı flört ettiklerini bildiği halde, tüm bunları söylerken Merin elinde olmadan utangaçça önündeki menünün sayfalarını karıştırmıştı. Aslında tüm ilgisi, karşısındaki kişideydi.

"Pekala, bunu bildiğim iyi oldu. İkinci seçeneğim de İtalyan pizzası yemekti." Louis hafifçe güldüğünde, rahatlayan ortam sayesinde Merin gözlerini yeniden onunkilerle kavuşturabilmişti. "Benim yerime de sen seç. Sadece, tabağımda pişmemiş bir şeyler istemiyorum lütfen."

Merin kıkırdadı. "Sen hiç merak etme." Eliyle sipariş vermek üzere garsona hareket yapıp yanına gelmesini sağladı. Önünde açık olan menüye bakarak konuşmaya başladı. "Bir tavuklu ramen, bir de Moğol usulü tavuk istiyoruz, bir de çin böreği." Siparişini tam bitirecekti sayfalar arasında, hızlı bir geçiş yaptıktan sonra ekledi. "Ah, tabi ki haşlanmış karidesi olan suşinizin ismi neyse ondan. Bir de şans kurabiyesi."

Siparişleri aldıktan sonra garson yanlarından gittiğinde Louis merakla ve gülerek sordu. "Tanrım, hepsini nasıl yiyeceğiz?"

"Maalesef biraz porsiyonları küçük oluyor. Hem her şeyi denemeni istedim."

Merin ona tahta çubukları nasıl tutacağını göstermek için can atıyordu. Bu yüzden, servis yapılmadan hemen öncesinde masaya bırakılan çubukları alıp Louis'e gösterdi. Tahmin ettiği gibi, Louis nasıl tutulduğunu bilmiyordu ve bu yüzden tutmayı reddediyordu. "Ben basitçe çatalla yesem olmaz mı?"

"Hayır!" Merin gülerek reddetti ve başını iki yana salladı. "Birini böyle avuç içine sıkıştır. Diğerini ise..." Merin çubukları sağ elinin parmakları arasında nasıl tutulacağını ona gösterirken, gülerek Louis'e bakıyordu. Denememek için inat ettiğinde ise, Merin elini tutup zorla tahtaları avcunun içine bırakmıştı. "Hadi ama!"

Louis birkaç beceriksiz denemesinden sonra, masayı dolduran kahkahalarla bırakmak zorunda kalmıştı. Üstelik, Merin'in sipariş ettiği yemekler de gelmeye başlamıştı. "Olmuyor, Tanrım tek yapabildiğim rezil olmak."

"Bak şimdi." Merin tıpkı, kendisinin tuttuğu gibi tahta çubukları onun avcu arasına sıkıştırdı. Tutuşunu düzeltirken sıcak tenine dokunmanın heyecanını ve hazzını yaşıyordu beyninin arka planlarında. İkinci çubuğu parmaklarının arasındaki yere, üste yerleştirdiğindeyse her şeyin tamamlanmış olması gerekirdi. Ancak Louis, tabaklarda gelen suşilerden birini almaya çalıştığında sonuç sadece minik çaplı bir faciaydı. Suşi masaya düşüp dağılmıştı ve her yeri pirinç yapmıştı. "Pekala, bakar mısınız? Biz bir çatal alabilir miyiz?" Merin garsona doğru seslendikten sonra yeniden Louis'e döndü. "Her ihtimale karşılık, yanımızda bulunsun."

İlk dakikalarından itibaren çok eğlenceli geçen akşam yemeğinde, tüm siparişler çok geçmeden masaya gelmiş ve ikisi de yemeklerinin tadından gayet memnun bir şekilde önlerindeki tabaklardan yemişlerdi. Louis sadece ince tahta çubukları tutma konusunda minik bir sıkıntı çekmişti, ancak uzun zamandan sonra ilk kez deneyimlediği yemekleri yemekten ayrı bir haz almıştı. Bunun Merin'le alakası olduğunu çok iyi biliyordu. "Kızlar hakkındaki düşüncelerini merak ediyorum. Ve bana önereceğin şeyleri."

Merin önündeki çorbasını bitirdikten sonra, dudaklarını ve yemek bulaştırdığı çenesini peçeteyle sildi hızlıca. "Endişelendiğin kadar büyük sorunlar olmadığını söyleyelim öncelikle." Merin, uzun lafa başlamadan önce su dolu bardağını bitirmiş ve tüm süre boyunca Louis karşısında hiç sıkılmadan onu izlemişti. "Öncelikle, Harley'le başlayalım." Louis, onu beklerken rollerin tümüyle değiştiğini hissediyordu. Bir anlığına, sanki kendisi bir öğrenciydi ve Merin de öğretmeniydi. O söze başlamadan önce duruşunu dikleştirdi.

"Harley'in korkuları ve birtakım kaygıları var, ama seninle ilgili değil, kendi hayatıyla ilgili." Merin de oturduğu yerde duruşunu düzeltmişti ve yüzü ciddileşmişti aynı derecede. "Yalnız kalmaktan çok korkuyor, aranızdaki o kan bağının yokluğundan, aranızdaki baba kız ilişkisinin yapaylaşmasından korkuyor. Bu yüzden sana düşkün olmaktan çok, hep davranışlarını inceliyor ve ona nasıl davranacağını merakla ve tabii, kaygıyla bekliyor." Konuşurken, ikisi de birbirini daha iyi duyabilmek ve anlayabilmek için masada yakınlaşmışlardı. "Ancak sen de tahmin edebilirsin ki, bu bekleyiş çok sancılı olanından. Harley gerçek bir ailedeymiş gibi hissetmek istiyor sürekli ve bir anlığına eğer eksikliğini hissederse ve üzülürse diye kendini ördüğü kalın duvarlar ardına kapatmış. O duvarları babaları olarak yalnızca sen kırabilirsin, ben yalnızca onun her gün birkaç saat gördüğü arkadaşı olabilirim, daha ileriye gidemem." Uzunca konuştuktan sonra, Merin dudağını kaygıyla kemirdi. Louis'in tepkisini bekliyordu.

"Vay canına... Harley bana bunları hiç söylemedi. Yani kaygıları olduğunu."

Merin Louis'in endişelenen yüz ifadesinden dolayı, hassaslıkla yutkundu. "Şey, bana da söylemedi zaten. Konu da bu ya."

"Peki ya Hannah?"

"Hannah gerçekten oyuncu ve eğlenceli bir çocuk, hayatla ilgili büyük hayalleri var ve onlara inanıyor. Sana sürekli sorular soruyor ve konuşmak istiyor çünkü seni gerçek bir idol olarak görüyor. Onun için mükemmel bir baba figürüsün aslında, hem anne hem de bir babanın yerini tutuyorsun." Merin kendisi için biraz su aldıktan sonra, hemen devam etti. "Biraz hiperaktif bir çocuk ve elbette heyecanlı, senin onunla ilgilenmeni bekliyor hep, geceleri korktuğu zaman yanına gelmesinin sebebi de bu değil mi zaten? Hannah duvarlarından dolayı Harley'e ulaşamıyor, ama sen ikisinin de kurtarıcısısın. Kilidi açacak o anahtar da sende."

Louis arkasına yaslanmış bir halde, kollarını göğsünde kavuşturarak onu dinlemişti. Başka düşüncelere daldığı için, uzaklara bakıyordu gözleri. Merin sessizce onu bekledi. "Yani, Harley onu görmezden gelmemden korkuyor ve bu yüzden istemeden de olsa bu Hannah'ı da etkiliyor. Peki ne yapmam gerekiyor?"

"Ben bunu hep söylüyorum aslında: Onunla daha çok ilgilenmen. Onun senden tek istediği bu. Ve sen de bunu yapıyorsun. Böylece, her şey iyiye gidiyor. Harley gittikçe duvarlarını kırıyor. Korkmaması gerektiğini öğreniyor."

Louis'in gergin suratının yerini yavaşça büyük bir gülümseme almaya başladığında Merin, dünyada kendini en çok mutlu hisseden insanlardan biri gibi hissetmişti. Teşekküre veyahut başka bir şeye ihtiyacı yoktu, yalnızca yüzündeki mutlu baba figürü ona yetmişti. Tıpkı, her gün karşılaştığı mutlu aile tablosunda duyduğu mutluluk ve gurur gibiydi. Louis ondan önce davranıp ortadaki şans kurabiyelerinden birini aldı ve bilerek dikkatlice yarısını ağzına atarak kurabiyenin dışını kırdı. İçinden çıkan notu okudu hızlıca. "Bir saat sonra tekrar acıkacaksın." Louis minik kağıdı katlayarak daha da küçük hale getirdi ve cebine attı. O sırada Merin de kendi kurabiyesinin içinden çıkana bakıyordu.

"Benimki biraz kötü." Merin okumadan önce kıkırdadı. "Bu gece nefessiz kalarak öleceksin."

Louis kaşlarını çattı. "Bu kurabiyelerden sadece güzel notlar çıkıyor sanıyordum."

Umursamazca kağıdı önündeki tabağa bıraktı ve gülmeye devam etti. "Pek sayılmaz."

"Pekala, şimdi ne yapıyoruz?" Louis kaldırdığı eliyle hesabı isterken merakla sordu.

"Aslında..." Saati öğrenmek için telefonunu kullandı. "Bir fikrim var. Madem yakınlardaki yerlerde dolaşıyoruz."

Merin, ilk kez Louis'e hesap konusunda karışmadan ödemesine izin verdikten sonra, tam olarak üstünü giyinmesine bile müsaade etmeden onu bileğinden tutarak dışarı sürüklemişti. Başlarını sokağa çıkarttıkları ilk anda yağmurun yağdığına somut bir şekilde şahit olduktan sonra, Merin gülerek Louis'in tepkisine baktı. Biraz endişeyle yüzü gerildiyse bile, Merin'in heyecanı kendisine de bulaşmıştı kısa sürede. "Gel hadi! Çok az vaktimiz var!" Bileğinden tutmaya devam ederek, onunla yağmurun altında koştu sokakların arasından. Çeşitli mekanlardan gelen müzikler eşliğinde ıslanarak koşup duruyorlardı, ta ki, büyük müze binasına gelinceye dek. Merin hatırladığı gibi, yeri bulduğunda hiç geciktirmeden Louis'i de yine peşinden sürükleyerek içeri girdi.

"Müzenin kapanmasına on dakika kaldı, lütfen dışarı çıkar mısınız?" Merin arkasında bıraktıkları güvenlikçiye kulak asmadan, içeride yürümeye ve beyaz fayansların üstünde çamurlu ayak izlerini bırakmaya devam etti. Ne zaman Louis'e baksa, gülerek ve hayretler içerisinde Merin'e baktığını görüyor ve bu ister istemez komiğine gidiyordu. "Size diyorum! Lütfen dışarı çıkar mısınız!"

Louis ıslak saçlarını geriye atıp yürürken ve etraftaki tabloları incelerken bir yandan Merin'i takip ediyordu gözleriyle. Yanından asla ayrılmıyordu ve aksine, her saniye ona daha da yakın durduğunu hissediyordu. "Burası gerçekten çok güzel bir yer. Daha önce gelmiş miydin?" Merin, nefes nefese ona sorduğunda, Louis cevap vermekte bir hayli zorlanmıştı onun dudaklarına bakarken. İkisi de, ıpıslak bir halde bir sanat müzesinin ortasında duruyorken, ve peşlerinde olan bir güvenlikçi varken birbirlerini öpmemek için zor duruyorlardı.

"Hayır, sanırım." Merin bileğindeki parmak uçlarını gevşeterek avuç içlerine indirdi, bir yandan yüzünü Louis'in daha da yakınına getiriyordu. Parmakları sonunda birbirine kenetlenmişti. İnce, ıslak ve soğuktan iyice koyulaşmış dudaklarına ulaşmasına çok az kalmıştı.

"Müzeyi kapatıyoruz! Siz ikiniz!? Eğer içeride koşmaya devam ederseniz ve derhal çıkmazsanız polisi çağıracağım."

Louis, parmaklarını hiç bilmediği sıcaklıkla sardı ve dudaklarını öpmek yerine görevliye konuşmak için kullandı. "Çıkıyoruz, sadece yetişmek istemiştik."

Merin, kendini öyle kaptırmıştı ki az önceki dakikaların bir saniyesinden bile utanmamıştı. Ancak Louis hala elini tutmaya devam ederken ve ikisi birlikte o şekilde kapıya giderken yutkunmuştu. Dışarıya çıktıklarında, hala yağmur yağıyordu.

Konuşmadan önce içinde tuttuğu ne varsa salıp gülmeye başladı. "Bu, çok eğlenceliydi. Tıpkı Rose ve Jack'in hangardaki arabadan kaçıp güverteye çıkma sahnesi gibi oldu." Louis'in elini istemeden de olsa bırakıp birkaç adım ileri gitti ve yeniden ıslanan suratını elleriyle silmeye çalıştı.

"Evet." Louis arkasından minik adımlarla geldi. "Bir an gerçekten suç işlediğimizi sandım."

Merin, onu orada öpmesine engel olan kaygılara içinden lanet okudu ve suratını asmamaya çalıştı. İçinde bir şeylerin hala yer değiştirdiğini hissediyordu. Sanki, koca bir heyecan alevi sarmıştı vücudunu. "Peki ya sen neyi bekliyorsun Louis?"  Aniden bedenini Louis'e çevirdi. Yağmur damlalarıyla ıslanmış yüzüne, saçlarından eklenen ıslaklığı izledi. Birkaç adım atıncaya dek, aralarındaki mesafe azalmıştı. "Beni öpmek için beklediğin şey ne?"

Merin, tüm bunların aptalca olduğunu biliyordu. Onu öpmesi için, Louis'i daha fazla bekleyemezdi. Bu yüzden, aralarındaki kısa mesafeyi kendisi kapatıp, şaşkınlıkla aralanan dudaklara sabırsız bir aceleyle kapandı. Merin, onu öperken aslında öyle korkuyordu ki, bu yüzden elini omuzlarına ya da yüzüne yerleştirememişti bile. Dudaklarını bir ya da iki saniyeliğine bastırıp geri çekilmişti. Şimdi gözleri, Louis'in geceden daha karanlık olan maviliklerine bakıyordu çocukça bir endişeyle. Belki de kaçıp gitmesine bir saliseden bile az kalmışken, sonunda Louis onu öperek, gerçek bir öpücüğün nasıl olduğunu gösterebilmişti.

Ve şimdi elleri, Louis'in boynuna sarılıydı yağmurun altında onu uzunca ve hiç bilmediği hislerle öperken. Louis'in elleri ise, olabileceği en iyi yerde, Merin'in teninin herhangi bir noktasındaydı.






y/n: öhöm öhöm, yorumlarınız itinayla beklenmektedir ehehehe

burada kestiğim için bana kızmayın lütfen:( diğer bölümmmdeee söz veriyorum telafiden fazlası yaşanacak xhdjcopfc

(moodboard konusunda master yapmış sayılırım arkadaşlar, o yüzden buraya da bırakayım)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top