M & L
!Uyarı: Bu bölüm smut ve angst (bazı okuyucuları etkileyebilecek) olaylar içermektedir.
(italik ile yazılan paragraflar geçmişte yaşanmıştır)
O gün, erken kalktığı halde canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Kardeşini okula göndermesinin üzerinden yine saatler geçmişti ve Merin omuzlarına doladığı yorgandan ayrılmadan bilgisayar ekranını izliyordu. Tüm odağı o kadar çok internetten vakit geçirmek için açtığı olimpik buz patencilerindeydi ki, elinde tuttuğu renkli mısır gevreği kasesine bakmadığı halde sütü hiç dökmeden yiyebiliyordu. Aslında yapması gereken bir sürü şey vardı -örneğin finallerinden önce tüm derslerine yetecek kadar not çıkarmalı ve onları okuyarak biraz daha çalışmalıydı. Bundan önceki iki gününü tam olarak bunları yaparak geçirdiği içindi belki de, Merin'in hiç de içinden derslerinin başına dönmek geçmiyordu. Onun yerine, biraz daha buzda kayan güzel kıyafetli patencileri izleyip sanki kendi kayıyormuş gibi heyecanlanmayı tercih etti. Ne zaman kadın patencilerden biri havaya doğru savrulsa, Merin açık kalan ağzıyla ekrana bakakalıyordu. Belki de, artistik buz patenini bırakması onun için daha iyi olmuştu. Merin böyle düşünürken, odağı sonunda bir süredir titreyişleriyle çalıp duran telefonuna gidebilmişti. Yatakta kaybettiği telefonu bulmak için geçen kısa süreden sonra, nihayet kulağına dayadı. "Nerelerdesin Merin? Kaç gündür mesaj bile atmıyorsun. Hiç merak etmiyor musun arkadaşın neler yapıyor? Ya da yeni işi nasıl diye?"
Gloria'nın sesini duymasıyla iç çekti. "Tanrım, şu ara o kadar sıkıcıyım ki, seni de sıkmak istemedim." Telefonundaki kişiden onu ciddiye almadığını belli eden bir 'hah' sesini duyduğunda, beklemeden devam etti. "Rosalind cadısıyla nasıl gidiyor yeni işin?"
"Ona cadı demekten ne zaman vazgeçeceksin?" Gloria sitem edince bu sefer aynı tepki, Merin'den geldi. "Şöyle ki, tahminimden daha iyi gidiyor. Yani alt tarafı kızına ödevlerini yapmasında yardım ediyorum. Bazen de, Rosalind'e yardım ediyorum ev işlerinde. Birkaç hafta sonra iş yerinden izin alacakmış." Gloria Merin'in söyleyeceklerini bekleyemeden yeniden söze daldı hızlıca. "Ve garip bir şeyler oluyor Merin. Ama aramızda kalacağına söz ver."
Merin arkadaşının son söylediklerinden sonra yeni uyanan dikkatiyle, tüm ilgisini telefonda söyleyeceklerine verdi. "Söz veriyorum. Ne oldu? Çabuk anlat."
"Öncelikle, dün akşam Rosalind'in bir arkadaşı geldi. Ama içeri girmedi. Kapıdan görüştüler. Ben kim olduğunu sormadan, yakın arkadaşı olduğunu ve..." Gloria anlatmayı birkaç saniyeliğine durduğunda Merin sabırsızca oturduğu yatakta sallanmaya başladı. "Ve bana, o kadının Louis'in eski eşi olduğunu söyledi. Ama daha tuhafı bunu yaparken sanki bana açıklama ihtiyacı duymuş gibiydi. Demek istediğim şeyi anladın öyle değil mi?"
Merin, eski eşi lafını duyduktan sonra, en yakın arkadaşının sonradan anlattıklarına pek de odaklanamamıştı. Sessizliğini korudu bu yüzden bir süre daha. "Bana biraz ilgili davranıyor gibi. Bilmiyorum. Aklıma sürekli ister istemez sizin ilişkiniz geliyor. Patron ve çocuk bakıcıları. Sonu hep böyle mi bitiyor?"
"Ne?" Merin, Gloria'nın demek istediğini daha sonradan anladı ve birden gülmeye başladı. "Rosalind seninle flört mü ediyor?! Hayır, hayır. Kesinlikle sadece kibar davranıyordur." Zamanında, Gloria'nın kendisine söyledikleriyle dalga geçti Merin. "Aman Tanrım, şaka bir yana, Louis bana çok öncesinde Rosalind'in biseksüel olduğunu söylemişti."
"Merin!" Gloria bir anda cırladı. "Kimseye söylememelisin. Hele de Louis'e. Çünkü, bay Bromley gerçekten çok kibar ve sessiz biri. Bence ben yanlış anladım. Kadını aldatmakla zan altında bırakıyormuşum gibi hissediyorum." Derin bir iç çekti dertli dertli. "Bu akşam da beraber saçlarını boyayacağız. Yardım etmemi istedi."
"Ondan hoşlanıyor musun yoksa?" Merin sırıtarak sordu.
"Saçmalama..." Biraz bekledikten sonra devam etti. "Senin neden canın sıkkın hem?"
Gloria böyle sorduğunda, Merin konuşulan tüm meseleleri bir anda unutup birkaç gecedir kafasına takıp durduğu sorunu arkadaşına açtı. "Gloria, kızlar öğrendiğinden beri Louis bana biraz soğuk davranıyor. Onu eve çağırıyorum, ama gelmiyor. Sence benden sıkılmış mıdır?" Dudağını ısırdı kaygıyla, düşüncesi bile Merin'in içini kemiriyordu.
"Artık yirmili yaşlarındaki yarı-ergen erkeklerden biriyle takılmıyorsun Merin. İşi var, kendi ailesi ve sorumlulukları var. Daha geçen gün buz patenine gitmediniz mi?" Bunları kabul ediyordu, bu yüzden başını salladı pes edercesine. "O zaman neden kendi kafandan bahaneler üretiyorsun? Sevişmek istiyorsan, sen onun yanına git." Gloria'nın açık sözlülüğüne şaşırmamıştı, daha çok bu fikrin daha öncesinde kendi aklına gelmemesineydi tüm tepkisi. Tabii, kızlar evdeyken bu nasıl olacaktı? "Merin! Bugün dersin yok. Onun da çarşamba günleri öğleden sonra dersleri boştu hani?"
"Yani ona mesaj atıp 'kendi evine' gelmesini mi söyleyeyim?"
"Ona kurabiye yaptığını ve kurabiyelerin tadına bakmasını istediğini söyle." Gloria gülmeye başladığında aynısını Merin'e de bulaştırdı.
"Tanrım, seni seviyorum Gloria."
En hızlı şekilde hazırlanma aşamasına geçti. Elbette kurabiye pişirmekle mutfakta saatlerini harcamayacaktı. Onun yerine, internette bulduğu evde pişmiş hazır kurabiye fotoğraflarından bulup Louis'e atabilirdi, hatta sadece "Eve gelip kurabiyelerimin tadına bakmanı istiyorum." da yazabilirdi, ancak bunun kulağa biraz korkutucu ve gülünç geldiğinin kendisi de farkındaydı. Bu yüzden, hazırlanması bittikten sonra hemen mesaj gönderdi. "Merin: Kurabiyelerle eve geliyorum, umarım benden önce eve geçmiş olursun. Bugün dersin olmadığını biliyorum ;) xx."
Telefonunu bugünlük seçtiği yandan asmalı minik çantasına atıp apartmanın önünde duran bisikletini yerinden çıkardı ve tüm hızıyla pedallarını çevirmeye başladı. Seçtiği çiçekli kahverengi elbisesinin etek boyu iyi ki yeterli uzunluktaydı, yoksa bu rüzgarlı havada onlarla nasıl başa çıkacağını bilemiyordu.
Sonunda Tomlinsonların ezbere bildiği adresine geldiğinde bisikletini eski yerine, yani kapının önüne bırakmak yerine binanın ilerisine doğru götürdü -sadece minik bir önlemdi. Bugün, okuldan sonra Harley'in gitar kursu olduğunu biliyordu. Geçen hafta gitmediğini de. Bu yüzden, Merin'in basılma konusunda bir endişesi olduğu söylenemezdi, ama yine de küçük bir önlemdi işte. Ayrıca, Louis'in arabasını garaj yolunda gördüğünden beridir de ayrı bir heyecanlıydı. Hemen kapıya gitti ve zile basmak yerine Louis'in neredeyse iki buçuk ay önce ona verdiği anahtarla kapıyı açtı.
Kapı sesiyle holün çıkışında bir anda belirmesini beklemediği için, hafif bir şaşkınlık edasıyla gülümsedi Louis'e. "Tanrım, benden önce gelmişsin."
"Kurabiyeler nerede? O küçük çantanın içinde mi yoksa? Ayrıca sen mesaj attığında zaten evdeydim. Mesajıma baksaydın görürdün." Bilmişçe sırıtarak kollarını göğsünde birleştirdi.
Yavaş adımlarla ona yaklaştı ve onu neredeyse öpmek üzereyken yaramaz bir şekilde yanından geçip gitti. "Bisiklet sürüyordum. Görmemem normal." Ceketini ve çantasını, tıpkı kendisi gibi koltuğun üzerine bıraktı ve tamamen Louis'e döndü dizlerinin üstünde durarak. "Madem evdeydin neden bana söylemedin?"
Louis geciktirmeden ona doğru adımladı. "Sınav kağıtlarını evde unutmuşum. Onları alıp çıkacaktım tam. Sen mesaj attın." Hafifçe eğildi koltuğun üzerindeki bedene. "Kurabiye falan yok, öyle değil mi?"
"Üzgünüm, aceleyle çıktım ben de. Evde unutmuşum." Merin karşısında kıkırdarken, Louis sanki bu anlardan tat alırmışçasına gülümseyerek izliyordu onu. Ancak Merin, aralarında kalan koltuktan destek alarak biraz daha yükselerek kendini tamamen Louis'in dudaklarına bastırdığında genç adamın suratındaki gülümseme kaybolmuş, yerine ciddi bir şaşkınlık gelmişti. En çok da, yine Merin onu koltuğa doğru çekmeye çalıştığında ve başardığında, şaşırmıştı. Beraber koltuklarda yuvarlanırken minik bir çığlık attığı bile söylenebilirdi.
"Yapma Merin, okula dönmem gerekiyor. Okumam gereken bir sürü sınav kağıdı var." Her ne kadar yukarıdan Merin'e bakarken bunları söylemek zor olsa da, Louis şansını denemek istedi.
"Bu sefer kaçamayacaksın." Masumca gülümsedikten sonra başını iki yana salladı. Aslında ikna olması için çok da fazlasına ihtiyacı yoktu. Dudaklarına yeniden yavaşça kapandı. "Sana yardım edebilirim, eğer istersen. Yeter ki bugün biraz beraber vakit geçirelim." Merin tüm bunları kulağına söylemişti. Cümle bitiminde, kıkırdağı ısırmasıyla gözlerinde gördüklerinden Louis'in tamamen ikna olduğunu biliyordu.
"Kurabiyeleri unutmayacağım." Aniden kalktı üzerinden ve elinden yakaladı. Merin'i de peşinden ayağa diktiğinde elbette ki rotası yatak odasından başka bir yer değildi. Ancak aklında daha farklı bir şey vardı. Öncelikle, Merin'in düşüncesinin aksine, Louis ona bir şey göstermek istiyordu. Odaya girdikleri ilk anda, gözüne çarpacağını biliyordu bu yüzden. Merin hemen odanın ortasında duran, kendisinin hediye olarak aldığı tuvale yaklaştı. Üstü eskisi gibi boş değildi, tamamlanmamış olsa da sadece alt tabakasının boyandığını görebiliyordu. Merakla döndü Louis'e. Odanın daha uzağında, büyük bir defterle yanına geldiğini gördüğünde ise, iyice heyecanla atmaya başladı kalbi. "Bunu dün gece bitirebildim."
Merin büyük defter sayfasında kendisini gördüğünde, şaşkınlığını gizlemek yerine daha da belli edecek şekilde ağzını açtı. Hissettiği fazla utanç duygusuyla, gözlerini bilerek kaçırmadığı halde Louis'e çekmek yerine boyanmış kağıda bakmaya devam ediyordu. Resimdekinin kendisi olduğunu biliyordu: Şehir manzarasının yansıdığı büyük camların önünde duran bedeni ve üstündeki kırmızı elbiseden anlamıştı bunu. Yüzünün tamamı gözükmese de, tıpkı o geceki etkilendiğini belli eden ifadesini çizmişti Louis. "İnanamıyorum..." Arkasından sarılan bedenini hissetse de, hala aynı şaşkınlıkla her bir detayında gezdiriyordu gözlerini. "Gerçekten beni çizeceğini hiç düşünmemiştim sanırım."
Yavaşça çenesini omzuna dayadı ve Merin'e oradan bakmaya başladı. "Belki bugün canlı modelim olmak istersin. Madem birlikte vakit geçirmek istiyoruz..." Boynunu öptüğü anda kolları arasında kalan bedeni hoşnutlukla kıpırdandıysa da, parmaklar sayfalar arasında dolaşmaya kalktığı ilk anda yakaladı onu. "Diğerleri arasında bir sürpriz var."
"Başka da mı var? O nasıl?" Hemen mızmızca ona doğru döndü ve elinden defteri almak için uğraştı. "Hadi ama, görmek istiyorum."
Louis başını iki yana sallıyordu. "Bakıyorum da birileri yaramazlıkta çizgiyi aşmaya bayılıyor. O geceden sonra, şimdi de bunlar... Yani kurabiye konusunda da bana yalan söyledin."
"Yalan sayılmaz. Belki sadece sen hangi kurabiyelerden bahsettiğimi anlamamışsındır." Merin konuşurken sırıttı. Daha şimdiden gelmek üzere olandan heyecanlanmıştı.
"Yine de cezalısın." Ciddi bir ses tonu kullanmak için uğraştı. İnandırıcı olması için de, gömleğinin ve süveterinin yakalarından içeri kayan ve favorisi olan siyah kravatını çıkarttı. Merin yatağa oturduktan sonra, Louis karşısında kaldı ve gülmemek adına kendini tuttu. "Bileğini uzat."
Derin bir nefes verdi ve dilediği gibi, mutlulukla uzattı bileklerini. Siyah kumaşı bileklerine birkaç kez sıkıca doladıktan sonra, ortasına kolay açılmayacak bir düğmük bıraktı. Merin daha şimdiden sabırsız olduğu için, yatakta kendini geriye bırakıp yatağın ortalarına doğru tırmandı hala sırt üstüyken. Louis yatağa gelmeden önce çoktan kapıyı kilitlemiş ve hızlıca üstündeki kalın kumaş tutamlarından kurtulmuştu. Merin onu izlerken kalbinin ağzı ve kelebek dövmesinin arasında bir yerde attığına yemin edebilirdi. Başının üzerinde duran bağlı bilekleri yüzünden Louis'in onu soymasını zevkle bekledi. Sıra sonunda kendisine geldiğinde ise, elbisenin üstünden sıyrılmasıyla bile heyecanla irkildi. Louis, hediye aldığı çamaşır takımını ilk kez kendi gözleriyle Merin'in üzerinde görüyordu. Altında kalan uzun çoraplarından da kurtulduktan sonra, dudaklarını ondan uzak tutması için hiçbir sebebi yoktu.
Bacaklarının arasına yerleşti önce, ama yataktaki duruşu gittikçe aşağıya kayıyordu. Diz kapaklarından başladığı ıslak ve dişli öpücüklerine daha da yukarı çıkarak devam etti. İlk gecelerinde olduğu gibi, ısırıklar bırakıyordu yumuşak derisine ve her ısırışta, Merin'den zevk dolu iniltiler kazanıyordu. Başta Louis'i izleyen gözleri, sonrasında başının yatağa düşmesiyle artık tavana kilitlenmişti ve zaman zaman tamamen kapanıyordu. Dudaklarıyla bacak içlerine bıraktığı -şimdilik- saydam izlerden sonra, siyah dantelli alt çamaşarına tırmandı. Kemiğinin üzerine bırakılan birkaç öpücükle hoş bir şekilde irkilse de, nereye gitmekte olduğunun farkına varıp başını yeniden kaldırdı yataktan. Tam ağzını açacağı anda, Louis eğildiği yerde tamamen doğruldu ve tek bir hamlede altında kalan çamaşırından onu kurtardı. Bacakları artık Louis'in omuzlarına yaslanıyor olsa da, bakışmaları bir süre daha kesilmemişti. "Bir şey söyleyecekmiş gibi bakıyorsun. Yoksa seni öpmemi mi istiyorsun?"
"Sanırım bu güzel olurdu." Merin de, tıpkı onun gibi sırıtarak söyledi. "Sadece... Yeni bir şey denemek üzereymişsin gibi hissettim."
"Doğru hissetmişsin." Louis ona söz hakkı bile tanımadan yeniden dudaklarını bastırdı tenine. Soğuk parmak uçları tüm belini sararken, ağzı Merin'in kasıklarında dolaşıyordu. Bağlı olduğu halde var gücüyle sıktı yatağın kenarını. Garip bir rahatsızlıkla kasılıyordu bedeni. Öpücükleri ilk kez penisiyle buluştuğunda ise Louis'in omzunda kalan bacaklarını hiç bilmediği bir anda sıktı. "Merin, kendini rahatsız hissettirmekten vazgeç. Bedeninin her bir noktasına tapabilirim." Yeşil gözlerini, çekingenlikle yüzüne çevirdiğinde, Louis etrafına sarılı olan bacağına minik bir öpücük bıraktı. "Ayrıca, geçen gece bana yatağa sürtündüğünü kendin söyledin."
"Pekala, pekala! Bu çıldırtıcı öpücüklerini kabul edebilirim, ama ağzına almanı istemiyorum." Söylediği gibi ıslak öpücükleri kasıklarının üzerinde hissettiği anda yeniden başı yatağa düştü.
"Kendinle barışıksın, ama neden benim sana dokunmamdan çekiniyorsun?" Mızmızca sordu Louis dudakları hala tenine sürterken.
"Louis, ağzına ihtiyacım var ama başka şekillerde." En sonunda pes edercesine söyledi. Geri dönüşünü ise beklediğinden daha hızlı alacağını hiç tahmin etmemişti. Önce kasıklarının her bir noktasında hissettiği ıslak öpücüklerin daha büyüklerinin bacak arasından içeri kaydığını hissetti. Louis yatakta biraz daha yükselmesi için özellikle belinin altına iki tane yastık koydu hemen. Merin bacaklarının arasında kaybolan başını gördükçe bile kafayı yiyormuş gibi hissediyordu. Bileklerinden bağlı olan ellerini sabırsızca çekiştirip durduysa da, bu hiçbir halta yaramamıştı. Yine de götürdü ellerini onun saçlarına. Sadece tepede kalan tutamları uzun olduğu için, onları çekiştirmekle uğraşıyordu, Louis diliyle onu çılgına çevirirken. Aşağıdaki işler biraz daha çığırından çıktığında, istemsizce tırnakları altta kalan tıraşlı saçlarına sürttü. Bu bile öyle hoşuna gidiyordu ki aslında. Kalçasını biraz daha ağzına doğru itiyor, belini olabildiğince havaya kaldırıyordu. Öyle kendinden geçmişti ki, çıkardığı inlemelerden kendisinin dahi haberi yoktu.
Vücuduna dolanan geniş avuçlarından birinin çekildiğini o an fark etmedi Merin. Ancak parmaklarını ilk kez içinde hissettiğinde, zevk içinde titreyen vücudu yavaşça yatağa doğru geri süzüldü. Louis hızını kesmeden baldırına doladığı parmaklarını da ondan çektiğinde ise, Merin bunu fark etmişti çünkü gözleri artık tamamen karşısındaki adamı izliyordu. Soğuk eliyle neredeyse tamamen kasıklarını örttüğü zaman, Merin tek kelime edememişti çıkardığı arzu dolu inlemeleri dışında. Parmakları içinde hareket etmeye devam ederken, bir diğer eliyle kasıklarına bastırıyordu hafifçe. "Şimdi bana ne kadar uslu bir kız olduğunu göster." dedi Louis. Mavi gözler altında yatan bedene dikkat kesilmişken, yeşiller çoktan arsızca kapanmaya başlamıştı. Kasıklarına dayanan avuç içlerinin kaydığını ve derinlerde kaybolan parmaklarının git gellerini hissettikçe, hemen başındaki yatak bitimini daha çok sıktı. Normale göre daha yoğun gelen bir rahatlamadan sonra bile, yumduğu gözlerini bir süre boyunca daha hiç açmadı.
Louis'in tamamen çıplak bir şekilde uzanan bedenini hissettğinde dahi, hala keşfettiği yeni dünyalardan, normaline geri dönmekle uğraşıyordu. "Ah Merin, öyle güzeldin ki..."
Bu sefer, öpücüklerini saçlarının arasından boynuna bırakıyordu. Durmadan dudaklarını tenine sürtüyor ve bitmeyen açlığını kapatmaya çalışırcasına öpüyor ve dilini sürtüyordu. "Cezam nerede Louis?" Göz kapaklarını sakince araladı ve direkt olarak mavi gözlerine bakmaya başladı. Sanki, tüm bunlardan sonra yeniden doğmuştu ve yeşillikleri yeni gün ışığını saçıyordu etrafına.
"Az önce affedildin." Merin'den yeni bir kıkırtı kazandığında, Louis üstünden çekilmeden baş ucundaki alt çekmeceyi biraz karıştırması gerekmişti. Sonunda eline bir tanesine takılır takılmaz hemen aldı ve ağzıyla yırttığı pakedin boş halini bir yere atıp işinin geri kalanını halletti. "Ceza yok, yaramaz halini seviyorum." Eline bulaşan kaygan sıvıyı yatak örtüsüne gelişi güzel siliverdi. "Bunu seviyordun, öyle değil mi?"
"Bilmiyorum, pakedin rengini görmedim." Merin artık onun bu konuşmalarına gülerek eşlik etmekten kendini alıkoyamadığını fark etti ve kollarını başından geçirip boynuna doladı. Bilekleri hala kravatla yapışık olsa da, bu onu kendine çekip öpmesine engel değildi. Az önce alamadığı öpücüklerin acısını çıkarırcasına bir sertlikle öpüyordu Louis'in dudaklarını. Dilini dişlerine sürtüp yaramazca geri çekiyordu. Dakikaları tüketmeden sonunda birleştiklerinde, ikisi de ani inlemeleriyle öpücüklerine ara vermek zorunda kalmıştı. Louis'in bu sefer bekleyecek kadar sabrı olmadığını gördü. Alınları hala birleşikti. İçinde hareket ederken, altında yatan bedenin yüzündeki değişken mimikleri seyrediyordu gözlerini bile kırpmadan. Merin'in tırnakları bu sefer Louis'in ensesini ve omuzlarına doğru izler bırakmaya başladığında, Louis de dudaklarını boynuna bastırmaktan çekinmedi. Vücutları tamamıyla dip dibeyken, Merin'in bacaklarının dolanmış olduğu belinin hareketini sürdürüyor, ikisinin de boğuk inleyişleri tüm odayı dolduruyordu. Bir süre daha samimi ve romantik sevişmeleri devam ettikten sonra, Louis aniden ensesinde birleşen bağlı bileklerini kendisinden çekti ve kollarını tamamen yatağa serip tamamen ona yukarıdan bakmaya başladı. İki bileğini birleşik tutan kravat kumaşını tek eliyle sıkıca tutarken, orada kalmasını istediğini tembihler gibiydi. Kumaşı sıkmayı bıraktıktan sonra, elleri narin boynundan daha da aşağıya inip parlayan gerdanına geldi. Bu sefer yırtmak yerine, tüm sütyeni bir arada tutan ince ipi çekiştirdi önce, yapamadığını fark edince omuzlarındaki askıları indirdi. Sonunda istediğini kazandığında, dudaklarını sürtmeye başladı tıpkı Merin'in dediği gibi, çıldırtıcı bir yavaşlıkla. Yumuşak ısırıklar, göğüs ucuna geldiğinde aniden sertleşti ve altında yatan bedenin minik bir acıyla sıçramasına neden oldu. Louis sırıtmıştı.
Yeniden üstüne kapandıysa bile, bu tamamen pozisyonları yatakta yuvarlanarak değiştirip Merin'i üstüne almak içindi. Bağlı kalan ellerini önünde tutarak doğrulduğunda, Louis onun yerine yüzünü kapatan dağılmış saçlarını gülerek geriye itti. Elleri yeniden belindeki oyuntuya oturmuşken, tüm dikkatiyle Merin'i izliyordu. Sarhoşmuşçasına yamuk bir şekilde gülümsüyor ve ne zaman biraz kalçasını oynatsa dudakları arsızlıkla aralanıyordu. Ve tüm bunlar da, Louis'i deli ediyordu. Sabırsızca oynatmaya devam etti kalçasını kucağındayken. Louis de, ona yardım etmek için kasıklarını biraz daha havaya kaldırdıkça Merin'in doksan derecelik açısı git gide ona doğru daraldı ve sonunda ellerini altta yatan bedenin göğsüne koymasına neden oldu. İkisinin de git gide büyüdüğünü ve geldiğini hissettiği koca zevk dalgasıyla gözleri kapandığında, biraz sonra Merin'in bedeni de Louis'ininkinin üstüne yığılıverdi yorgunca.
Kısa bir süre yatakta öylece kaldı ikisi de. Önce, Louis onun bileğine doladığı artık iyice favorisi olan siyah kravatı söktü. Merin kalkmak yerine biraz daha göğsüne sığınınca, Louis kollarıyla sıkıca sardı ve yine yüzünün herhangi bir noktasını öpmeye başladı. "Sana bayıldığımı söylemiş miydim? Bilmiyorsan da, bilmelisin." Kıkırdayarak kucağından kalktığında yatakta kalıp onu izlemeye devam etti.
"Ben duşunu kullanayım ve sen de o sırada beni çizmek için hazırlıklara başla." Merin ebeveyn banyosuna koşup kapıyı aralık bıraktığında her ne kadar içinden geçen, peşinden gitme düşüncesini duysa da, ona kulak vermeden, sadece güldü Louis. Kendini gereksiz maddelerden kurtarıp az önce çıkardığı siyah baksırını üstüne geçirdi ve unutmadan saatin kaç olduğunı kontrol etti. Aslında düşündüğü şey, okumayarak vakit kaybettiği sınav kağıtları değil; kızların eve dönmesine kalan süreydi ve hala neredeyse iki saatinin olduğunu görmek onu rahatlatmıştı. Tuvalini ve şövalesini odasındaki tekli koltuğun önüne çekti ve sadece arkada kalan camın güneşliğini kaldırdı.
Temiz havlulara dolanarak en çabuk şekilde odaya geri dönüp kendi çamaşırlarını giydi odanın öteki ucunda. Louis hala onu bekliyordu. "Beni deniz kızı olarak çizer misin? Duşta aklıma geldi bir anda." Merin sırıtarak ona döndü ve yatak örtüsünü düzelttikten sonra Louis'e ve tuvalinin vücudunu göreceği şekilde uzandı. "Hazır deniz kabukları da üstümdeyken. Ama saçlarım daha uzun ve daha gür olsun."
"Benim de aklıma gelmişti aslında ama hep aynı numarayı kullanmak istememiştim." Yerinden kalkmadan kenarda beklettiği boyalarına geçti. Astarı da, aslında tamamen bunun için hazır bekletmişti ya. Aynı şeyleri düşündükleri için bile ayrıca sevinip duruyordu Louis sürekli.
Merin hala Louis'in söylediğine gülmeye devam ediyordu yan uzandığı yatakta. "Sanırım tüm numaralarından etkilenebilirim Louis. Yeni ya da kullanılmış olması önemsiz." Çenesini dirseğine yasladı ve yüzünün birçoğunu görmediği halde ona baktı. Birkaç dakika sessizlikle geçmişti ki, Merin sabırsızca konuştu. "Ancak böyle sessiz olursak eğlenceli olmaz. Hadi bana sırlarından bahset. Hakkında kimsenin bilmediklerinden..."
Kalemle belli hatları daha da belirginleştirirken tuvalin öteki tarafından hafifçe güldü. "Önce sen başla."
Aklına gelenlerin ardından gözlerini odanın içerisinde gezdirmeye başladı. "Bunlar eğlenceli sırlar olmasa bile mi?"
"Elbette, neyi anlatmak istersen."
"Mesela senden önce hiç, ciddi bir ilişkim olmamıştı..." Bunun altında yatan sebebin insanlara karşı her zaman bir güven problemi olduğunu ve onun derininde de yatan sebebin babası olduğunu çok iyi biliyordu. Kendini geçmişle bezenmiş anılarından çekmeye çalışırken, parmakları arasına aldığı Louis'in desensiz kırık beyazı yorganıyla oynuyordu ve ara ara uzakta kalan mavi gözleri yokluyordu. Her şeyi baştan alması gerekiyordu belki de, kendi bile. Ve bunu yaparken, hatıralarının arasından seçtiklerini Louis'e anlatmaya devam etmeliydi. Henüz tanışmadığı kötü hislerle bedeni çevrelenmeden önce mutlu olduğu zamanları, dört ya da beş yaşındaki halini düşünüyor ve gülümsüyordu kendi kendine. Çünkü Merin, çocukluk halindeki saflığıyla her zaman olmasa da, gerçekten mutlu olmayı başarabilmişti o zamanlar.
Anne ve babasının aşıladığı güven duygusunun kendiliğinden yitip tükenerek tamamen ortadan kaybolmasından hemen sonra, küçük bedenin gecelerini tamamen düşünerek geçirdiği ve yorgun kaldığı zamanları asla unutamıyordu. Ne zaman başını yastığa koysa dün, bugün giydiği ya da yarın giyeceği o kıyafetlerin içinde aslında ne kadar rahatsız hissettiğini anlatıyordu kendine sessizce. Ya da sadece, saçlarını kısacık kestirmelerinden ne kadar korktuğunu mırıldanıyordu. Belki en başından ailesine tüm bunları açtığında, şımarık olmakla geçiştirilmeseydi, her şey küçük Harry için daha kolay olabilirdi.
Küçük bir çocuğun ne denli kolay içine kapanık olacağını, ailesinin en ufak hareketinden bile etkilenebileceğini biliyordu Merin. Ama o zamanlardaki Harry için aynı şey söz konusu değildi elbette. Zaman geçtikçe, sadece yaşı değil, hissettiklerinin ağırlığı ve acısı da artıyordu. İçindekilerini özgürce anlatabileceği sadece en yakın arkadaşı Gloria vardı. O zamanlarda aynı mahallede yaşıyordu ikisi de. Ancak acıları paylaşmak, bir yere kadar Harry'ye yeterli gelebilmişti.
Eve döndüğünde, odasının ortasındaki aynada kendini gördüğü anda bile bazen ağladığı olurdu. Kollarını kendine dolar ve vücuduna saplanıp kalmış acıların geçmesini beklerdi. Vücudundan, kalınlaşmaya başlayan sesinden, isminden nefret ediyordu. Her yaş gününde kendisine gelen oyuncak kamyondan ve plastikten bile olsa alet-edevat çantasından nefret ediyordu. En çok da kıyafetlerinden ve koca dişlerinden nefret ediyordu. İlk kez diş teli takıldığında ve doktoru Harry'e 'gerçekten cesur bir erkeksin sen' dediğinde ise, nefret ettikleri listesinin asla sonu gelmeyeceğini anladı.
On yaşına geldiğinde, babasıyla gittikleri kriket maçında ilk kez itiraf etti babasına. Alt tarafı, kriketten ve diğer tüm kalabalık maçlara asla ısınamadığı gerçeğini söyleyecekti ona, ama öylesine terlemişti ki -Harry bundan da nefret ederdi genelde. Babası yıllarca beraber katıldıkları maçlardan sonra böyle bir şeyi duyduktan sonra belki de, ilk kez oğlunun çektiği acıların farkına vardı. İçine attığı ve baskıladığı her ne varsa, günden güne daha da çok fışkırarak ortaya çıkacağından habersizdi.
Yıllardır kestirmediği kıvırcık saçlarıyla mutluydu, annesinin dolabından sık sık alıp giydiği pembe polar hırka ise en sevdiğiydi. Neredeyse her gece yorganı yerine kendini ona dolayarak uyurdu. Ya da, bazı okulun olmadığı sabahlarda üstünden bile çıkarmazdı. Yumuşak kumaşlara o zamandan beri zaafı olduğu belliydi. Artık babasıyla maçlara gitmek yerine, tüm gün yatağından çıkmadan en sevdiği oyuncağı olan sanal bebeğiyle gizlice de olsa oynayabiliyordu. Ondan sıkıldığı zaman ise, Gloria'nın yanına gidiyor ve eve dönmeden önce silmek üzere birbirlerine makyaj yapıyolardı. Ancak, tüm düzenin bozulması Harry'nin on bir yaşında, okul başlamadan önce zorla saçlarının kestirilmesiyle başlayacaktı.
O gün, kuaförde babasına öyle zorluk çıkartarak ağlamıştı ki, dışarıdan geçen herkes sesleri duyup dükkana doluşmuştu. "Hayır! İstemiyorum! Saçlarımı kestirmek istemiyorum!"
"Okula bu halde gidemezsin Harry! Kız gibi gözüküyorsun şu haline bak!" Aslında, babasının cinsiyetçi ya da homofobik olduğu yoktu ya, ağzından bilinçsizce çıkıp gitmişti sözler.
"Keşke öyle olsaydım! Keşke kız olsaydım!"
"Babam, ve birçoğu böyle öğrenmişti işte." Merin derin bir nefes aldı. En son, bunları kime anlattığını bilmiyordu. Ama yine de, hafızasında bir yerde saklı duruyordu tüm bunlar. Nasıl unutabilirdi ki?
Babası, Matthew öğrendiği zaman aslında küçük Harry'nin korktuğunun aksine sakinlikle karşılamıştı. Onu, saçlarını kestirmeden kuaförden alıp daha sakin bir yere götürdü ve oturup oğluyla konuşmadan önce ağlamadığına emin olana kadar bekledi. Onu yeniden kırmamak için uğraştığı ortadaydı. "Ben sanırım biliyordum." Diye mırıldandı sessizce. Oğluna değil, önündeki boşluğa bakıyordu. "Neden bana daha önce dürüst olmadın?" diye sordu, sanki karşısındaki kişinin on bir yaşında olduğunu tamamen unutmuştu.
Harry sessiz kaldı. Ne demesi gerektiğini bilmeden, sadece göz yaşlarını siliyordu. "Böyle olmak istemiyorum. Yakışıklı çocuk olmak istemiyorum. Cesur ya da güçlü gibi görünmek istemiyorum. Hissettiğim gibi görünmek neden bu kadar benim için zor?" Öyleydi. Harry yabancı birinin bedenine hapsolduğunu düşünür ve bazı ağlama krizlerini ancak bu şekilde geçirirdi. Bir gün, ruhunun tamamen serbest kalacağını ve o bedene bir daha geri dönmeyeceğini kendine hatırlatarak rahatlardı. Çocuktu, ve aslında ölmek istemeyi düşünemeyecek kadar korkaktı da.
Matthew elini omzuna koydu. "Çok büyük zorluklar bekliyor bizi Harry. Biliyorsun değil mi? Öncelikle güçlü olmalısın. Başkaları için değil. Kendin için. İstediklerin için." Ve sıkıca sarıldı evladına. "Ve tüm bu süreçte, yanında olacağıma söz veriyorum. Sakın korkma."
Sözüne rağmen Harry'i terk etmişti, evet. Çünkü, ondan öncesinde, söylediği gibi ikisi de büyük zorluklarla uğraşmıştı. Harry ergenliğe girdikten sonra, kendinden ve bedeninden daha çok nefret etmeye başlamıştı. Her sabah kendiliğinden beliren kasık sancıları neredeyse her seferinde kendisinden iğrenmesini sağlıyor ve bazen öyle kötü hissediyordu ki sadece bundan bile, ağlamaktan dolayı okuluna yetişemediği günler oluyordu. Ayrıca büyüyen elleri ve ayaklarını görmeye bile katlanamıyordu. Bacaklarında belirginleşmeye başlayan kılları neredeyse her gün kesmekle uğraşıyordu. Artık kaba pantolonlar giymek istemiyordu, hala çocuktu ve diğer kızların üstündeki renkli kıyafetleri giymek, en azından onların içinde kendini huzurlu hissetmek istiyordu. Ortaokul sona geldiğinde böyle bir şey yapmasının Styles ailesi için, en çok da Merin için büyük sonuçları olacaktı.
İlk kez ciddi bir zorbalığa uğramıştı o sene. Sınıfındaki birkaç erkek, öncesinde de ona zaten 'kız gibisin' ya da 'top' diyerek dalga geçerdi ama, Harry bunları hiçbir zaman o kadar da kaaleye almazdı. Ancak bir gün kurallar gereği, zorla girmek zorunda bırakıldığı erkekler tuvaletinde o yaştaki çocuklar için fazlasıyla ağır kaçan sözler ve hareketlerle taciz edildiğinde, ne kadar pis olduğunu umursamadan beyaz mermerlerin üstüne çöktü ve dakikalarca ağladı. Çocuklar, Harry'nin vajinası olduğunu söyledikten sonra, kasıklarına vurmuş ve zil sesini duyuncaya dek gülerek bunu yapmaya devam etmişlerdi.
Derse girmek yerine, tüm gücünü toplayıp eve gitti. Anne ve babasına hiçbir şey söylemeden hemen kendini banyoya kilitledi ve sanki üstüne bulaştığını bildiği iğrençliğin sadece o şekilde çıkacağını düşünerek ellerini ve yüzünü defalarca yıkadı. Evin banyosunda sessizce hıçkırıklarını bastırmak için uğraşırken, aynadaki görüntüsüne baktı önce. Sonra, sakinleşmeye çalışırken aynanın önündeki cam bardağı gördü. İçten içe, yanlışlığın bedeninde olduğunu düşünürken aslında sorunun tamamıyla ruhunda olduğunu fark etmeye başladığı sırada, tüm bunlardan; okulundaki zorba çocuklardan, sevmediği ve bakmaya bile dayanamadığı vücuduna kadar nefret ettiği her şeyden hıncını almak istedi. Sadece, bardağı kıracak ve rahatlayacaktı.
Harry, bir anda bardağı lavabonun içine savurdu. Önce musluğun kenarına çarpmasıyla istemeden hala parmakları arasındayken kırıldığı için avucunda kalan bardağın kalıntısını ve sonra kesik camı alır almaz avcundan oluk oluk akmaya başlayan kanı gördü. Büyük bir acı duymaya başladı o an. Sanki kesiği hissetmesi için, gözleriyle görmesi gerekmişti. Akan kanı durdurmak için refleksle diğer avcunu kanayan elinin ortasındaki kesiğe bastırsa da, hiçbir işe yaramıyordu. Bedeni korku içinde titremeye başladı. "Harry! Kapıyı aç! Sen iyi misin!"
"Baba..." İki eline de kan bulaşmıştı artık. O ana kadar, belki de kendisinin kan tuttuğunun haberi hiç olmamıştı. Gözleri kararmaya başladığı halde, babasının gelip bu cehennemden onu kurtarması için kapı kilidine uzandı. Ama onu da açamadan, yuvarlak tokmağı da tamamen kırmızıya boyadığını gördü ve güçsüzleşen bedeniyle yere yığıldı.
"Harry! Kapıyı aç! Kapıyı aç!" Babasının bağrışlarını duyuyor ancak yattığı soğuk betonu hissetmek dışında hiçbir şey yapamıyordu. "Dayan Harry, seni kurtaracağım." Saatler gibi geçen birkaç dakika sonunda, Matthew sonunda zorladığı kapıyı ve kilidi kırabilmiş ve içeri girip yarı baygın düşen oğlunun bedenini kucaklayarak hastaneye götürmüştü.
Doktorlar fiziken iyi olduğunu ama ruhen büyük bir sarsıntı yaşadığını ve mutlaka bir psikiyatristle görüşmesi gerektiğini söylediğinde, Matthew sadece oğlunun sakince uyuduğu sedyeye baktı ve o zaman ilk kez bir şeyi fark etti: Harry, hayatı boyunca hiçbir zaman huzuru yuva olarak edinemeyecekti. Babası bunu anladığında, önce Matthew'in sonra da tüm ailenin çöküşü olacaktı.
Birkaç ay içerisinde, Matthew'in alkol sorunları başladı önce. Her ne kadar aksini iddia etse de, Merin babasının kendisi yüzünden içtiğini biliyordu. Babası sarhoşken annesiyle ne zaman kavga etse, küçük River'ın duymaması için, duyuyorsa bile güvende hissetmesi için kardeşinin yatağına gider ve arkadan ona sıkıca sarılırdı. Kapılar çarpar, bardak ve daha bir sürü şeyini kırıldığını duyardı ve Harry sadece, River'ın dalgalı saçlarına öpücükler kondurur ve her seferinde aynı soruyu sorardı: "Ona kızamayacak ve annemi koruyamayacak kadar güçsüz olduğum için bana kızıyor musun?" Ve River, hep başını iki yana sallardı. Çünkü, kardeşi kendi ağzıyla itiraf etmese de Merin, River'ın doğuştan beri onu olduğu gibi kabul eden tek kişi olduğuna inanıyordu.
Yatakta uzanmayı bırakıp yavaşça doğruldu ve çıplak dizlerini karnına çekti iyice. Gözleri artık tuvalden ve Louis'den tamamen uzaktı. "Babam için ne düzgün bir erkek evladı olabilmiştim, ne de bir kız çocuğu. Arada kalmış bir yaratıktım onun gözünde. Ve bu ağrına gidiyordu. Saatlerce dışarıda içer ve gece bizim yattığımızı düşünerek gelirdi eve." Hafifçe acı acı güldü anlattıklarının arasında. "Bir gün annem ceketinin cebinde haplar buldu. Ve o gün, deyim yerindeyse evde kıyamet koptu. Annem eğer böyle biri olacaksa evden gitmesini istedi babamdan." İlk kez o gece, duyduklarından sonra yatağından fırlayıp merdivenlere indi. Tırabzanlara yaslanarak gözleri önündeki kavgayı izlerken, sakin kalmaya çalışıyor ve eline batmasına rağmen tahtaları sıkıyordu. "Yapamıyorum Bess. Ben böyle bir adamım. Sıradan ve beceriksiz!"
"Öyleyse çık git evimizden!" Annesi karşılık olarak ona böyle seslendiğinde, Matthew ceketini bile almadan kapıya yürüdü. Harry, gözlerinden akan yaşları umursamadan seslendi var gücüyle: "Baba!" Yaşlı gözleriyle, kalmasını istediğini mırıldanıyordu.
"Üzgünüm ufaklık. Beni hiçbir zaman affetmeyeceğin halde üzgünüm." Ve babası tarafından kapanan kapı, sonsuza dek geri açılmamıştı.
Yavaşça olduğu yerde, merdiven basamaklarına çöktü ve on iki yaşındaki bir çocuğun olası tepkisini gösterdi: var gücüyle ağladı. Tüm bunların, kendisinin ve aptallığın hüküm sürdüğü vücudunun suçu olduğunu biliyordu.
"Sonrasında, babam bir daha geri gelmedi. Her şey daha nasıl kötü gidebilir derken, Gloria ve ailesi mahalleden taşındı. Çok uzak bir şehre, York'a gittiler. Onu aylarca görmedim. Aynı liselere gideceğimizden o kadar emindim ki, bu yüzden orada zorbalığa uğrasam bile canım o kadar yanmaz, Gloria beni korurdu diye düşünüp duruyordum. Ama böyle olmadı." Anlattıkları esnada, tuvalin arkasında kalmayı kesip Merin'i daha iyi görebileceği bir pozisyonda oturan Louis'e baktı ve hafifçe gülümsedi. Çoğu zaman, Louis resmi bırakıp üzgünce onu dinliyordu aslında. "Yere düştüğüm kadar da ayağa kalktığımı hesaba katarsak, lisede büyüdüğümü söyleyebilirim. Onca zorbalıklar ve kötü muamelerin kesinlikle gerekli olduğunu düşünmüyorum ama, beni hayal gücümden çekip gerçek dünyayla yüzleştirdi."
"Merin." Louis'in ismini aniden seslenmesiyle Merin çenesini diz kemiğinden çekip başını kaldırdı. "Aslında, başından beri ne kadar güçlü olduğunu biliyordun, değil mi?" Sesindeki kırıklığın üzerine, parmağıyla göz pınarlarına dokunduğunu görünce ilk kez o an Louis'i düşündüğünden daha çok duygulandırdığını fark etti. "Sanırım tüm bu duyduklarımdan ve öğrendiklerimden sonra, hayatımda gördüğüm en güçlü kişinin sen olduğunu daha iyi kavradım. Biliyorum aynı şeyleri tekrar edip duruyormuşum gibi geliyor. Çünkü sen bana ne zaman kendin hakkında bir şey anlatsan hayallerini, başardıklarını ve zorluklara rağmen ne kadar iyi biri olduğunu görüyorum ve, etkileniyorum. Seninle aynı dakikalarımı paylaştığım için ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum. Tanrım, bana öğretmen gereken çok şey var. Kendini bu kadar sevmen bile öyle güzel ki."
Louis'in uzun uzun gözlerini sildiğini gördükten sonra oturuşunu tamamen değiştirdi ve ayaklarını öne doğru uzattı. "Neden böyle söylüyorsun?"
Islak mavi gözlerini istemese de Merin'inkilere ulaştırdığında, ona nasıl anlatacağını, daha da doğrusu nasıl bir başlangıç yapması gerektiğini düşünüyordu. "Peki ya ben de, sırlarım olarak yaptığıma pişman olduğum ve hiç yaşanmamış olmasını dilediğim gerçekleri anlatırsam..." Louis başını eğdi söylemeden önce. "Benden nefret eder miydin?"
Louis ona bakmadığı halde başını iki yana salladı. "Hayır. Tabii masum birilerini öldürmediysen." Böyle söyleyince ikisini de ister istemez güldürmüştü. "Mesela, eski evliliğin gibi şeyler mi?" Sormadan önce, hafifçe yutkundu. Kafasını isteksizce salladığını görmesiyle kollarını tedirgin bir şekilde kendi etrafına sardı. "Anlatabilirsin, her şeyi. Sorun değil."
"Normalde, konusunu açmak bile beni rahatsız eder aslında." Ama, tüm bu anlatılanlardan sonra, Merin'e güvenebileceğini ve geçmişle alakalı acı dolu hislerini açabileceğini düşünmüştü. "Üniversite son sınıfta, zoraki ve emrivaki yollarla başlamıştı birlikteliğimiz." Aptal yirmi dördü yaş günü kutlamasından sadece birkaç ay sonra, Louis hala ne zaman o tarihi ve olanları hatırlasa arkadaşı Rosalind ve Arnold'a küfrederdi içinden. Sadece arkadaşlarının gönlü olması için bile Connie ile çıkmaya başladığı söylenebilirdi. Ancak, haftalar geçtikçe gözündeki yabancı kaybolmuş, yerine tıpkı kendisini andıran biriyle karşılaşmıştı Louis. Belki de, olanların tüm sebebi bu aptal yanılsamaydı.
Connie ondan iki yaş büyüktü, tıpkı Louis gibi edebiyat son sınıf öğrencisiydi ve aynı zamanda okuldaki resim kulübünün başkanıydı. Louis onun yetenekli olmasına rağmen hiçbir zaman bununla övünen biri olmamasını sevmişti. Hem, kendisi de tiyatro kulübünün yöneticisiyken, bu onları düşündüğünden de havalı yapıyordu ona göre. Aptal gençlik halleri diye geçiştirdi Louis. Ayrıca diğer kızlar gibi değildi Connie, onda farklı bir şeyler bulmuştu. Örneğin insanlarla çok iyi geçinemezdi, genelin aksine o, arkadaş edinmekten kaçınırdı. Diğerleri gibi partilemeye ve tuhaf şeyleri denemek için kendini oradan oraya atmakla uğraşmazdı. En az Louis kadar inek ve tuhaftı. Kendine sakladığı ve sadece en yakınlarıyla paylaştığı büyük hayalleri vardı ve Louis hepsini gerçekleştirebileceğini biliyordu. Belki de, sadece buydu onu etkileyen. Okulu bölüm birinciliğiyle bitirdiğinde, Louis onunla gerçekten gurur duymuştu.
Sarı düz saçlarına arada sırada olsa bile dokunmak, tuhaf bir şekilde hoşuna giderdi. Hemen elektriklenip havaya dikildikleri zaman Louis aptalca gülerdi ve kız arkadaşını yanından kaçırırdı. Ah, neden hala tüm bunlar hafızasında yer kaplıyorsa? Bazen, mesela tüm bunları hatırladığında 'Sil Baştan' filmindeki gibi, onunla ilgili tüm hafızasını ve anılarını sildirmek isterdi. Hatta, boşanmalarından sonra birkaç ay boyunca gerçekten bunu araştırmıştı. Ancak sonuç elbette olumsuzdu her seferinde.
Çıkmaya başlamalarından neredeyse altı ay sonra, evlenen en yakın arkadaşlarının düğününe katılmışlardı beraber. Karnı gittikçe belirginleşen Rosalind ve en yakın arkadaşı Arnold'u öyle gördüğünden mi bilinmez, aynı hayalin ikisine ne kadar yakışacağını düşünmekten alıkoyamadı kendini ve yanında oturan kız arkadaşının elini sıkıca tuttu. Nereden geldiğini bilmediği acele bir hevesle, ona bu düğünde evlenme teklifi etme kararı verdi. Bunun için, törenin en önemli anları geçtikten sonra ilk işi, Connie'yi kimsenin olmadığı ufak göletin kenarına çekmek oldu. "Sana bir şey söylemem gerek." Dedi Louis büyük bir heyecanla.
"Benim de sana." Connie elleri birbirinden ayrılır ayrılmaz, tuhaf bir ifadeyle kollarını kendine sarmıştı üşümediği halde. Sanki zorla gülümsemeye çalışıyordu. Louis 'önce sen' dediyse de aynısını Connie de tekrarlamış ve en sonunda aynı anda söyleme kararı almışlardı. Louis onunla evlenmek istediğinin itirafını yapacakken, ve ondan da aynısını duymanın harmonisini beklerken, duyduklarıyla tüm söyledikleri yarım kalmıştı: "Ben birkaç gün sonra Rusya'ya gidiyorum."
"Ne?" Louis şok olduğunu belli etmemek için sıktığı avuçlarını pantolonun cebine sakladı. "N-nasıl yani?"
"Sana daha önce söylemem gerektiğini biliyorum, üzgünüm. Eğitimim için oraya gitmem gerekiyor. İki seneden daha uzun sürebilir. Ve seni burada bekletmeye kalkmak aptallık, biliyorum. Özür dilerim Louis. Böyle olsun istemezdim." Tüm bunları söyledikten sonra, çekip gitmişti önünden. Ve Louis'i su kenarında öylece bırakmıştı. Connie'nin kendisi için doğru kişi olduğuna inanması, aptallıktı. Louis gerçek aşkın yalnızca bir yansımadan olduğuna kendini inandırmışken, Connie'nin kendine benzediğinden emin bir şekilde atmıştı adımlarını. Bu yüzden, yanıldığını itiraf etmekte zorlanmadı o kadar. Altından farklı anlamlar çıkarmak yerine, aptallıktı deyip geçiştirdi sadece. Üniversitede neredeyse altı ay boyunca süren tek ilişkisi, böyle sonlanmıştı.
O gittikten sonra, hayatında köklü değişiklikler yaptığı söylenemezdi. Sonuçta Connie ile alt tarafı birkaç ay sevgili olmuşlardı ve o kadar büyütecek bir şey olmadığını kendisi de biliyordu. Eğer ayrılıklarına üzüldüyse, bu sadece kendisinin kafasında Connie ile kurduğu hayallerden ve onların bir anda yıkılmasından kaynaklanmıştı. Louis sadece tek bir gerçek aşkın var olduğuna inanan biriydi, ve o kişinin yıllar sonra karşısına çıkan ve neredeyse yansımasını gördüğü Connie olduğunu sanmıştı. Annesinin söylemleri ve arkadaşlarının gözü önünde resmen bir aile olduklarını görmek, bir miktar Louis'in kafasının bu konuda dağıtmasını sağlamıştı. Bekar hayatına alışık, kendi kendine yeten biri olmuştu hep. Ama öğretmen olarak ilk kez işe başladığında ve arkadaşlarının bebeğinin kendi omzunda uykuya dalmasının getirdiği huzuru deneyimlediğinde, hayallerinde eksik olan şeyin bir kadın değil; evlat sahibi olma dileğinin yattığını fark etti.
İlgilenmeyi seven, karşısındakine her zaman sevgisini göstermek ve vermek için uğraşan biri olmayı seviyordu. Çocuklarla kurduğu iletişim ise her zaman bambaşka olurdu. Onları anlamak, bir şeyler öğretmek ve başından ayrılmadan iyi hissettiğini gözetlemek; tüm bunlar içinde hep var olan şeylerdi ancak öğretmen olduğunda ve artık aynı anda bir sınıf dolusu çocukla baş etmesi gerektiğini gördükten sonra karar vermişti. Louis, elini hiç bırakmayacağı ve gece yatmadan önce ona bir şeyler anlatacağı bir çocuk istiyordu. Aile olmak istiyordu. Bu yüzden yaşı tutar tutmaz, evlatlık çocuk edinmeyi kafasına koydu. Yirmi sekiz yaşına geldiğinde ve kendi büyük evini satın alacak kadar para biriktirdiğinde, bunu gerçekleştirdi de.
Önce on yaşındaki Aurora Harley'i evlatlık edindi. Aslında o kadar kolay olduğu söylenemezdi. Çünkü o zamanlar, Harley yetimhanedeki en içine kapanık çocuklardan biriydi ve yıllarını orada geçirdiği için, hiçbir yetişkinle görüşmek istemez, hepsinden nefret ederdi. Ancak, Louis her defasında onu ziyarete gittiğinde, mutlaka ona anlatacağı yeni şeyler bulurdu. Sonunda, aileye katılmayı ikna edebilmişti Harley'i.
Beraber geçirdikleri sıkıntılı alışma sürecinde, Harley sık sık kabuslar görürdü ve kabuslarının birinde, yatakhanede gördüğü küçük kız için ağlamıştı. Louis'e anlattı hemen. Hannah'ı rüyasında gördüğünü ve konuşmadıkları halde, onu ne kadar özlediğini söyledi. Beraber Hannah'ı almak için yeniden yetimhaneye döndüklerinde, Harley sıkıca tutuyordu babasının elini. Aile tamamlandığında, sözü verilmediği halde iki ufak kız da bir daha buraya geri dönmek zorunda kalmayacaklarını çok iyi biliyorlardı.
"Gerçek bir aile olmuştuk. Öyle mutluydum ki aslında. Bazı zamanların bunun bozulmasından korkup sonra hemen kendimi telkin ederken buluyordum. 'Saçmalama, bu saatten sonra kim bu mutlu düzenini bozabilir ki,' diyordum kendime. Ama sonra, bir gün o geri döndü."
Louis'i gördüğü anda yaşlarla dolmuştu gözleri. Kendine acıdığını Louis de görebiliyordu. "Konuşmadığımız tüm süre boyunca, senin ne kadar haklı olduğunu düşündüm ve değerini geç anladığım için kendime kızıp durdum. Ancak gitmek zorundaydım Louis." Burnunu çektikten sonra eline uzandı. "Fikrimi değiştirdim ve belki de son iki yıl boyunca, bu anın gelmesini bekledim. Sana bunu itiraf edebilmeyi." Connie ona, karar değiştirdiğini ve evlenmek istediğini söylemeye gelmişti. Tam olarak dört sene sonra. Belki karşısında gözyaşları içinde konuşmasa ve sözlerinde bu kadar etkileyici olmasaydı, Louis geçmişte oma karşı hissettiklerini yeniden hissetmez ya da kendini "doğru kişiydi ve bu yüzden eninde sonunda yeniden geldi" düşüncesine kaptırmazdı. Kızlarla onu tanıştırdıktan hemen sonra, gerçekten bu kadar çabuk evlenmelerini kimse beklemiyordu.
Evlenmelerinden sonra Connie ona resim çizmeyi ve elinden geldiğince Rusça öğretti. Kızlar, özellikle de Harley başta ne kadar çok evlerine taşınan yeni kadından hoşlanmasa da, buna mecbur olduklarını bilerek ses çıkarmak veya pürüzlük yapmak istememişlerdi. Sonuçta hala, onlar da bu ailedeki ilk yıllarını yaşıyordu ve sadece uyum sağlamak istemişlerdi.
"Harley, aslında onu hiç sevmezdi. Aynı şekilde annem de. Çünkü, kızlarla hiç ilgilenmezdi. Akşam geç saatte eve gelir ve bazı günler kızlara nasılsınız diye bile sormazdı. Sadece Hannah, ona anne derdi." Louis çekinerek anlatırken sadece omuz silkti ve kalkıp ceketinin cebinden sigarasını aldı.
Ne tam olarak mutlu ne de tamamen üzgün geçen bir seneden sonra, Louis holde bırakılan dağınık kağıt parçalarını gördü ve merak içerisinde karıştırmadan önce, onların Connie'ye ait olduğunu düşünerek yanına gidip, 'bunlar ne?' diye sordu. Connie o gün sadece, "Öylesine şeyler, iş yeriyle alakalı. At gitsin." demişti Louis'e. Sonra da hala elinde tuttuğunu görmesiyle kalkıp kendisi çöpe atmıştı. Louis kendisinin bilmediği şeylerin döndüğünden şüphelenmeye başlamıştı.
"Yoksa seni aldattı mı?" Merin'in sorusuyla sigarasından derin bir nefes çekti. Ve başını salladı.
"Ama," dedi Louis. "Yalan söylemek de bir aldatma sayılmaz mı?" Dolmaya başlayan gözlerini hızlıca kırpıştırmaya başladı.
Birkaç gün daha geçti. Araları bilmediği bir sebepten dolayı tamamen bozulmuş gibiydi. Eşini mutfak masasına oturup beklerken bir paket sigara bitirmişti Louis o gece. Sonunda Connie eve geldiğinde, ismini seslendi ve neler olduğunu sordu. "Tanrım, neyden bahsediyorsun sen?" Louis'in gerginliğinin aksine rahatça gülerek sormuştu genç kadın.
"O kağıtlar, neydi Connie? Söyle bana. Ne yaptın?"
Yavaşça karşısındaki sandalyeyi çekip oturdu. Anlatmadan önce biraz düşünmesi gerekmişti. Başta üzülmesinden korktuğunu söyledi. Sonra da, hamile kaldığını ama bir düşük meydana geldiğini. Louis, duyduğunda affallamıştı. Çocuğunu kaybetmenin acısını, bir de Connie'nin tuhaf davranışlarını içine gömmesi gerekmişti. İçten içe biliyordu aslında, Connie asla doğru kişi olmamıştı onun için. Aile olamamışlardı o geldiğinden beri, ve bunu hemen kendine itiraf edemese de, biliyordu işte.
Aylar sonra, içine ateş gibi düşen ve onu kemirip bitiren düşünceler Louis'i harekete geçirip o kağıtların ne olduğunu öğrenene kadar uğraşmasını sağlamıştı. Sonunda o kağıtların her biri eline geçmişti ve tüm bunları Connie'ye sormak için evde gece yarısını beklerken çoktan viski şişesinin yarısına gelmişti.
Sonunda kapı açılmıştı. Connie ne olduğunu merak ederek yaklaştı koltuklarda oturan eşine. İçtiğini gördüğünde ise tam kızmak için ağzını açmıştı ki, Louis'in sitemli sözleri duyuldu. "Düşük yapmıştın, öyle değil mi?" Connie, Louis'in elinde tuttuğu kağıtları gördü ve yutkundu. "Onu, bana bile söylemeden aldırırken hiç mi vicdanın sızlamadı Constance?"
"Evet." dedi sessizce. "Kürtaj yaptırdım. Bu doğru. Çünkü istemiyordum ve bu benim kararım. Sana söyleseydim-"
"Bunun suç olduğunu biliyorsun değil mi? Babasının onayı olmadan kürtaj yaptırmak! Bana söylemedin bile! Tanrım nasıl bir insansın sen?"
"Louis sarhoşsun sen. Kızları uyandıracaksın sessiz ol." Connie ona doğru adım attıysa da, Louis'in aniden ayaklandığını görmesiyle yerinde çakılı kaldı.
"Kızlar sanki çok mu umurunda Tanrı aşkına?" Bardağı sinirle yere doğru fırlattı hıçkırıklarının arasında. "Hayatımı mahvettin sen, hayallerimi çaldın. Bana yalan söyledin. Hem de defalarca. Senden iğreniyorum, bir bebek katili olduğun için değil! Bunu yapacak kadar vicdana sahip olmadığın için!"
"Her geçen gün bana ne kadar birbirimizle alakasız bireyler olduğumuzu gösterdiğin için teşekkürler. Bu evde, bir kez bile kendimi yuvamda hissetmedim ve hazır olmadan bir evlat sahibi olmak istemedim. Kararıma saygı duymayacağını biliyordum."
"Git bu evden. Bir daha sakın gelme. Sana dava açacağım! Bebeğimi benden izinsiz öldürdüğün için." Sinir ve kederle çıktı ağzından tüm sözler. Connie sonunda evi terk etmişti. Saatler sonra, ona ulaşamayan arkadaşı Arnold sayesinde o gece, Louis girdiği alkol komasıyla ölümden son anda dönmüştü.
"Üstünden yıllar geçse de, hala üzüldüğüm tek şey bile bile ve tamamen istenmeyen bir bebeğin göz göre göre ölmesi. Yalan söylenmesi canımı yakmıyor." Louis tıpkı en az o geceki kadar ağlamaya başladığında, Merin daha fazla yerinde duramayıp yanına gitti. "Oysa ben isterdim, Merin. Yıllarca istedim. Ona bakardım, gerçekten." Yavaşça omzunu tuttu ve dizlerine oturup ona sarıldı. "Ve o gün gözlerimi hastanede açtığımda, ne kadar aptal olduğumu bir kez daha fark ettim. Eğer Arnold değil de ambulans götürseydi beni hastaneye, kızları elimden alabilirlerdi. Tanrım, kim alkolik birine iki çocuk emanet eder ki?"
Merin, başı göğsüne doğru düşen Louis'in saçlarını okşadı. "Geçti Louis." Omuzlarına doladığı kollarıyla onu sıkıca tutuyordu. "Seni seviyorum ve hiçbir şey bir daha böyle üzülmene sebep olmayacak."
Louis, Merin'in üst bedenine sıkıca sarıldı. İkisi de başlarını birbirlerinin omuzlarına yaslayarak, huzurlu bir sakinlik eşliğinde gözlerini yummuş ve birbirlerinden güç almışlardı sessiz ve her şeyden habersizce. Saçlarına öpücük konduran bu sefer Merin olduğunda, gözlerinin dolması için birden fazla nedeni vardı artık. Yüreğinde, ilk kez büyük bir korku belirmişti ve ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Yine de, saçlarını öpmeye ve onu sakinleştirecek güzel şeyler söylemeye devam etti. Gözleri tekrar buluştuğunda ise, var gücüyle ona gülümsedi.
Kurşun rengi bir nehire daldır bebeğin kafasını
'Dünyadan Haberlere' koy onu ve onu bir eşiğe at, kızım
Bu gece gözlerim açıldı ve bir daha asla uyumayacağım
Şımarık bir çocuk gibi ağlayıp tekmeledin
25 yaşında yetişkin bir adam, yaralarını iyileştireceğini söyledi
Ama yapmadı ve yapmayacak da
Oh, kurtar kendini çünkü sadece tek bir şansın var
Rüyalar bitti ama bebek gerçek
Oh, iyi bir şey yaptığını sanıyordun
Şair olabilirdi ya da bir aptal
Oh, kötü bir şey yapmışsın
Mutlu değilim, üzgün de değilim.
Salıncaktaki çıplak ayaklı bir çocuk gördüğünde
Sana kendininkini hatırlatıyor yine
Sorunların onunla bitmişti
Ama sonra yeniden, yalnızca acı bıraktı sana. *
.
.
y/n: normale göre fazlasıyla uzun olan bu bölümde, baş karakterlerin geçmişine (en azından önemli kısımlarını) anlatmanın zamanı gelmişti, bu yüzden biraz soft havasından sekip duygusal bir şeyler oldu..
*The Smiths- This night has opened my eyes (bu şarkıyı benimle tanıştıran ve bana yardımcı olmasını sağlayan maleroway 'a sonsuz kez teşekkür ederim!! :")
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top