edebiyat ve resim
Kızarmasını beklemek üzere makineye ekmekleri yerleştirmeden önce, puf puf olan beyaz kısmına iki nokta ve eğimli bir çizgi çekti parmağının ucuyla. Makineden aldıktan sonra, ince ince dilimlenmiş ekmeklerin üzerinde gülümseyen suratların olacağını biliyor ve bu yeni öğrendiği taktik sayesinde Merin, sabahın erken saatlerinde bile keyiflenmeyi fazlasıyla başarıyordu. Gülen suratlı ekmek dilimlerini kendisi ve kardeşi için hazırladığı tabakların kenarına ekleyip, onları hızlıca masaya taşıdı. Kahvaltı masasının hazır olması için, eksik olan yalnızca bardaklara doldurulmayı bekleyen çay kalmıştı; bir de odasından hala tam vaktinde çıkamayan River. Bu yüzden Merin kardeşine, diğer sabahlara oranla daha sakin bir ses tonuyla seslenmeyi ihmal etmedi. Onu bekleyemeden sandalyesine oturduğunda, sonunda evdeki kapılardan birinin açılma sesi duyuldu. River okul üniformasının kravatını takmakla uğraşıyordu halen masaya geldiğinde. Merin yardımcı olmak için uzandıysa bile, River reddedercesine oturduğu sandalyesinde yapabildiği kadarıyla ondan kaçtı. "River, gel buraya düzgün yapamamışsın."
Merin üşenmeden yerinden kalkarak yanına gitmişti sırf kardeşinin düzgün olmayan kravatını yapabilmek adına. River, tepesinde dikilen ablasına neyse ki karşı çok fazla direnmemişti. Vücudunu ona doğru çevirirken, bir yandan tabağındakileri yemeğe başlamakla ilgileniyordu. "Acele ettiğimden dolayı olmadı bu sabah, yoksa yapabildiğimi biliyorsun." Diğer taraftaki eliyle tabağındaki kızarmış ekmeğini alıp hafifçe havaya tuttu. Üstüne yapılan deseni gördüğünde ise hafifçe güldü ve çekinmeden neredeyse yarısını ağzına tıktı.
"Yaa, bilmez miyim? Giyinme konusundaki yeteneklerine her zaman hayranım." River, onunla laf dalaşına girmeye gerek duymadan gülerek cevap vermişti kardeşine. Merin ustaca kravatını bağladıktan sonra artık yerine yerleşmiş ve sakin sakin kahvaltısını etmeye başlamıştı. Kendi tarafına geçtikten hemen sonra, telefonunu kucağına indirme gereği duymuştu. River kahvaltı boyunca karşısındaki kişinin telefonuyla ilgilenmesinden dolayı, masanın altından şakayla karışık da olsa sertçe ayağına basınca, evin içerisinde Merin'in tiz çığlığı duyulmuştu. "River! Çorabımı yırtıyordun neredeyse."
"Biraz benimle konuş. Evin içinde bile birbirimizi doğru düzgün göremiyoruz, ki sürekli işte ya da dışarıda olman da cabası." Kardeşinin bu huzursuzca söylenmelerini beklemediği doğruydu ancak, Merin de son zamanlarda onunla ilgilenemediğinin farkındaydı. Bu yüzden, bir anlığına hemen kendine gelip yutkundu. Kardeşini ve sahip olduğu tek aileyi aksattığını fark etmiş ve kendine kızmaya başlamıştı bile içinden.
"Haklısın, özür dilerim. Sabahki uzaktan dersle alakalı olan mesajlara bakıyordum." Merin dalgınca tabağındaki sosisle oynarken yalan söylemiyordu, ama bu kadar dalgın olmasının sebebi sadece derslerden dolayı değildi elbette.
"Derslerin iyi, değil mi? Tanrım, bu sene mezun oluyorsun..." River tabağındakileri hızlıca bitirdiğinde ellerini kenarda duran peçeteye gelişi güzel silmişti. Merin kardeşini izlerken, tıpkı onun gibi heyecanla gülümsedi.
"Evet, ama ayrı bir gerginlik de var üstümde." Merin böyle söylediğinde, River ona bakmadan kendisine doldurulan fincandaki çayını tek yudumda bitirdi. Sonunda kardeşine dönüp gerilmesini istemediği için masanın diğer ucunda olmasına rağmen uzanıp parmak ucuyla burnuna minik bir dokunuş yaptı yukarıya doğru. İkisi de hafifçe kıkırdadı kısa bir süreliğine.
"Makyajını beğendim. Sana çok yakışıyor bu renkler." River, Merin'e iltifat ederken aslında sırf morali düzelmesi için yapmamıştı bunu. Gözünün üstüne sürdüğü çeşitli renkliliği sevmişti sahiden de. Tamamen açık bir sarıya boyadığı göz pınarı ve; yeşil ve morla renklendirdiği göz kapağı sanki gözlerinin güzelliğini örtmemiş, daha da ortaya çıkartmıştı. River her ne kadar tüm bu detaylardan anlamasa da, Merin kıvrık siyah kirpiklerine sürdüğü rimelin de tüm bunlara faydası olduğunu biliyordu. Ayrıca, dudaklarına süreceği tatlı bir tonda olan pembe ruju da, kahvaltı bitimini bekliyordu. River kalan dakikalarının ne kadar azaldığını fark ettikten hemen sonra sandalyesinden kalktı ve sarılmak üzere Merin'in tarafına geçti. Şimdi, kolları boğarcasına ablasının boynunu sararken Merin nefes almak için çaba sarf ediyor ve aynı zamanda gülüyordu, tıpkı River gibi.
"Bu akşam senin için erken geleceğim. Seninle beraber film izleyip ağlamayı çok özledim." River kollarını vakit kaybetmeden kardeşinden çekti ve askılıkta duran ceketini giymek üzere kapıya doğru koştu.
"Ben hiçbir zaman ağlamam bir kere."
Evin dış kapısı yüzüne doğru kapanmadan hemen önce söylemişti River bunları. Merin kendi kendine bir süre daha gülmeye devam etti mutfak kısmındaki her zamanki yerinde.
~
Okuldaki tüm bölümlerin aynı saatte girdiği öğle arasından sonra, kampüsün en ortasına yapılmış büyük ana binanın içerisine koca bir kalabalık eşliğinde girerken, Merin kaybolma endişesiyle Allison'ın hemen arkasından hem onu takip ediyor hem de sıkıca elinden tutuyordu. Önündeki insan kalabalığı azaldığında, sonunda aradıkları yere ulaşmış olduklarını fark etti. Koca seminer salonunda kendilerine çok arkalarda olmayan ancak pek ortada da sayılmayacak bir yer bulabilmişlerdi. Rahat sayılabilecek koltuklara oturmadan önce Merin sırt çantasını kucağına aldı. Allison'ın dediğine göre, seminerin edebiyat hakkında olacağını biliyordu yalnızca. Kendi bölümüyle alakası olmayan bu seminere, önce Allison istediği için sonra da -aslında bu sebep onda daha çok ağır basıyordu ya- yeni yeni edebiyata duyduğu merakı yüzünden gelmişti. Bunun sebebinin de ne -daha doğrusu kim- olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden, kendisine sıkılsa bile sonuna kadar dinleyeceğine ve ilgi göstereceğine dair bir söz vermişti daha başlamadan. Hem belki bu sayede, Louis'le konuşacak daha entelektüel konular bulabilir ve Louis'in hoşuna gidebilirdi? Merin aklına gelen düşünceler yüzünden kendi kendine sırıtmaya başlamıştı bile.
"Bak sonuna kadar beklemek zorunda değiliz. Sıkılırsan söyle, erkenden çıkalım tamam mı?" Allison'ın sorusuyla hemen onun tarafına döndü.
"Hayır, hayır. Ben de merak ettim bu sefer."
Allison omuz silkti. "Her seneki sıkıcılıktadır kesin. Ama ünlü bir yazar gelmiş, afişte öyle yazıyordu. Ondan merak ettim."
Merin, üstündeki kalın kumaşlarla terlemesinden dolayı bu büyük konferans salonuna neden gelmekten hiç haz etmediğini bir anda hatırlamıştı sanki. Üstüne giydiği Gloria'nın hediye ettiği ve pembe-mavi-beyaz bayrağı işlemeli hırkasını çıkarttı bu yüzden. Sunum ve konuşmalara başlandığında ise, giydiği renkli tişörtü ve mor kot jilesinin içerisinde huzursuzca kıpırdanıp durmaya devam edecekti. Salonun havasızlığı onu ve içini daraltmıştı.
"Edebiyat, hayatımızın her köşesinde bizi tamamlar ve söyleyemediklerimizi, kendimizi ifade etmemizi sağlar." Merin, oturduğu üst platformdan, daha aşağıda kalan sahneye ve ortasında duran kadına bakarken dirseğini kolçağa yaslamıştı. "Düşünün ki, içinizin en daraldığı anlarda, renklerin karardığı günlerde, geçmiş ve gelecekte edebiyat her zaman insanın ruhunu yansıtmıştır. Edebiyat, ruhun bir parçasıdır. İnsanlığa sesleniş şeklidir. En önemli sanat araçlarından biri olmasının yanında, her alanda bizimledir. Savaşları düşünün, dünyada kayda alınan ilk yazılı eserler örneğin. Ya da, dinlerden öncesini..."
Merin merak içerisinde kadını dinlerken, kucağında duran çantasındaki titremeyi hissetti. Normalde ilgilenmeyeceği halde, bir şeyler içini kemirmişti. Telefonu eline aldığında ise, bu histeki haklılığını gördü. "Louis T.: Hey.." Merin mesajı gördüğü anda sırıtmaya başlamıştı bile. Bu resmi olarak, ondan aldığı ilk mesajdı, yani iş dışında elbette. Çantasının içinden telefonunu saklayarak mesaja bakmaya devam ederken bir mesaj daha gelmişti. "Louis T: Nasılsın?"
Merin vakit kaybetmeden ona geri mesaj atarken, elbette yanında oturan Allison'ın da dikkatini çekmişti gizli gizli çantasının içinden telefonu kurcalayışı. Ancak Merin, Allison'ın onu izlediğini bile fark etmeden çoktandır ekranda kaybolmuştu. Tüm algıları, hızlıca dış dünyaya kapanmıştı. "Ve, bu yüzden sizin, yani tüm Sosyal Bilimler Fakültesi öğrencileri olarak Edebiyat Semineri'ne katılmanızı istedik. Çünkü, yaptığınız meslek her ne olursa olsun, edebiyat ve sanattan kopmamalısınız."
"Louis T.: Ben de iyiyim, aslında boş derslerden dolayı okulda biraz canım sıkılmıyor değil. Bu yüzden sana mesaj atmak istedim. Umarım derste falan değilsindir?"
Merin hızlıca cevapladı: "Hayır, benim de çarşamba günlerim tamamen boş oluyor :)."
"Louis T.: Öyleyse şimdiden erken saatlerde Hannah'la seni evde bekleyeceğimizi söyleyeyim :)."
Merin sol yanağındaki gamzesini etrafa sergilemeye devam ederken, bir yandan sabırsızlıkla dudaklarını ısırıyordu. Sabırsız olma sebebi ise, ona yazmak isteyip de yazamadıklarından kaynaklıydı. "Bu arada, edebiyat bölümünden olmayıp da aramıza yeni katılan ya da ilk kez gelen arkadaşlar için kendimi tanıtmam gerekiyordu, ben Edebiyat bölüm başkanı, Constance Auden. Katıldığınız ve dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum ve sözü bizi kırmayıp üniversitemize gelen..."
Merin salonda konuşulanlara hiç kulak asmadan patronuna mesaj yazmaya devam ediyordu. "Şimdiden sabırsızlanıyorum :))) Hannah'ı özledim." Oysa, Merin dün yüzme kursunda olduğundan mütevellit sadece bir günlüğüne görememişti Hannah'ı. Yine de, bu tuhaf sohbetleri hoşuna gitmişti.
Beklediği gibi olmuştu, iki arkadaş kendini büyük salondan dışarı attığında Merin mutlulukla Allison'ın koluna girmekten alıkoymadı kendini. "Kimle mesajlaştın seminer boyunca?" Merin cevap vermek yerine sırıtmaya devam etti arkadaşına. "İçimden bir ses geçen partide seni almaya gelen adamla bir ilgisi var diyor."
Merin ağzına fermuar çektiğinde, kendini tutabildiği için bir yandan seviniyordu, oysa Allison'a bu hareketlerinden her şeyi açık ettiğinin hiç farkında değildi. Açıkçası, pek de umursamıyordu.
~
En ortadan iki yana ayrılan tokalanmış sarı saçlarını tırnağının ucuyla kaşırken, önünde açık duran resim defterinin yarısı boş olan sayfasına bakıyor, bir yandan yeni pişmekte olan yemeğin kokusu onu cezbetmesinden dolayı açlığının hayal gücünün önüne geçmesini engellemeye çalışıyordu. Hannah oturduğu favori yeri olan, kalorifer ve pencere önündeki sandalyesinden ocak başında dikilen genç kadına bakıyordu dalgınca. Elinde tuttuğu mor kuru kalemi yeni çıkmakta olan üst tavşan dişine yaslarken, Merin'in bacaklarına sarılı olan kalp desenli çoraptan kendisinde de olmasını istiyordu küçük kız, hiç kuşkusuz. Merin ona döndüğünde, sonunda daldığı renkli hayal dünyalarından kurtulabilmişti. "Resim nasıl gidiyor ufaklık?"
"Karnım acıktı." Merin gülerken, Hannah'ın cümlesindeki sevimli şikayetçi tavrını hemen ses tonundan sezebilmişti. Ateşin üstünde kaynayıp duran yemeği kaşıkla karıştırmaya devam ettiği esnada, kapalı olan mutfak kapısının açılmasıyla ikisi de gelen kişiye, yani Louis'e dönmüştü. Elindeki market torbalarını masanın boş kalan kısmına bırakırken, göz ucuyla Merin'e bakmayı ihmal etmedi. İkisi de kısa süreliğine göz göze geldiğinde, dudaklarından dökülmese de içlerinden samimi bir şekilde selamlaşmıştılar.
"Al bakalım, yemeğe kadar bu seni tok tutar." Louis kızına paketli sandviçi uzattığı esnada, Merin ikisinin ortasına, söze atıldı.
"Hayır, hayır. Yemeğin olmasına çok az kaldı." Merin mahcupça gülümsedi. Louis, yine onun ocak başına geçip yemek pişirmeye çalışmasından dolayı tam kızmak için ağzını açıyordu ki, Merin devam etti. "Bay Tomlinson, siz tavuk soteyi karıştırmaya devam edebilir misiniz? Ben de o sırada spagetti için sos hazırlayacağım."
"Bu kadar uğraşmana gerek yok, biliyorsun Merin." Louis her ne kadar nasihatlerine başlasa da, tezgahta Merin'in yanına geçmekten de geri kalmamıştı. Hannah tam masa üzerinde kalan sandviçe uzanıyordu ki, babasının fazlasıyla ciddi olan sesini duyunca vazgeçmek zorunda kaldı. "Yemeği bekliyoruz Hannah. Artık hazır gıdalar tüketmek yok."
"Ama..." Hannah, daha az önce kendisine alınmış ve yemesi söylenmiş sandviçe bakarken üzgünce mırıldandı. Küçük kız hiçbir şey anlamamışken, diğer ikisi birbirine bakarak gülüyordu. "Çok acıktım."
Merin tezgaha çıkarttığı ve yıkadığı domatesleri rendelerken konuşmadan önce tekrar Louis'e baktı. "Birazcık yiyebilir bence, öyle değil mi?"
"Pekalaa..." Louis elindeki kaşığı tencerede döndürüp dururken, gözlerini de Merin'in üzerinde aynı şekilde hareket ettiriyordu sanki, elbette daha yavaş bir şekilde. Merin, bunu ona bakmayıp iş yaparken bile hissediyordu ve her zaman olduğu gibi, bundan hoşnut kalıyordu. Yüzünün çoğunu kapattığı dalgalı saçları sayesinde yandan belli etmiyordu neyse ki yanaklarının kızarmış olduğunu, gerçi her zaman kulakları daha önce kırmızı kesilirdi ya, Merin en çok bundan utanırdı. Louis'in ne zaman kendisine baktığını fark etse, kulaklarından ateş çıktığını hissederdi. O an da, sadece yemek fokurtularının duyulduğu mutfakta aynısı yaşanıyordu Merin için. Sıra hazırladığı sosu makarnaya atıp karıştırmaya geldiğinde, tezgahta biraz daha ona yaklaşmak zorunda kalmıştı. Omuzları neredeyse, tamamen birbirine değiyorken garip bir utangaçlıkla tencerenin içindekini karıştırmaya başladı. Louis'in bu kadar yakın mesafeden kendisine baktığını fark etmemek, imkansızdı artık. "Çok güzel kokuyor."
Bir anda, sanki ikisi de aslında makarna sosunun içine atılan kekikten bahsedildiğini unutmuş gibi heyecanlandı Merin cümlesinden sonra gözlerini Louis'e çevirdiğinde. Bu kadar dip dibe dururken, birbirlerinin gözlerine bakmaya devam ediyordu ikisi de. "Bence de." Merin gülümsediğinde, Louis gamzesini ve dudaklarının incelişini yakından görmenin hazzını tadıyordu ilk kez.
"Bence bu tavuk sote oldu, bir de sen bak." Yerinden isteksizce çekilmeden önce, Louis hiç de ihtiyacı olmadığı halde çağırırcasına çok yakınındaki kişinin kolundan kavramıştı. Ancak öyle naifçe bir kavrayıştı ki, Merin parmak uçlarının tüy hafifliği eşliğinde teninden çekilip gittiğini hissetti. Gergin bir yüz ifadesiyle tavuk soteyle baş başa bırakıldığını zannederken, aslında Louis hala yanı başında dikiliyordu. "Evet, olmuş." Yeşil gözlerini, Louis'e çevirdi yeniden.
"Artık yiyebilecek miyiz?" Hannah'ın sorusu, mutfağın içerisinde oluşan soyut gerginliği bir anda atmış, tezgah tarafında kalan iki yetişkini de güldürmüştü.
"Ablanı beklemeyelim mi yani?" Louis, sorarken kaşlarını kaldırıyor ve aslında Hannah'la uğraşıyordu.
"Aç kalmak gerçekten çok zor... Neden hep böyle olmak zorunda?" Şirince söylenip durması yüzünden Merin tatlılığı karşısında eridiğini hissetti. "Merin senin hiç çocuğun yok, değil mi?"
Sonunda tüm ocakların altını kapatıp, yemekleri soğumak üzere arkasında bıraktı ve tamamen Hannah'a çevirdi kendini. "Hayır ama senin kadar tatlı bir kardeşim var."
"Resmi var mı? Bir dahakine onu da buraya çizebilirim." Hannah kendi çizdiği resimden bahsederken dayanamamış ve hemen soluğu yanında almıştı. Orta boydaki defterinin bir sayfasına, kendi ailesinin yanına Merin'i de çizmişti. Ve çizimi hiç de yaşıtlarınınki kadar acemi değildi. Merin onun çizimlerini ilk kez görmüyordu elbette ama, bir anda aileye kendisinin de eklenmiş olduğunu görmek onu afallatmıştı, her ne kadar bir çocuk tarafından yapılmış olsa da bu çizim. Merin elini kızın başına koyup okşadı ve geciktirmeden minicik bir öpücük kondurdu. "Bu çok güzel olmuş, Hannah. Bende kalabilir mi? Odama asacağım."
"Gerçekten beğendin mi?" Hannah coşkuyla sordu. Merin hızlıca başını sallamıştı. Hiç geciktirmeden ona resim defterinden koparttığı çizimi vermiş ve Merin'den bir öpücük daha almıştı. "Aslında sen hep bizimle kalsan keşke. Geceleri bizim odamızda uyusan. Buradan hiç gitmesen." Merin tepkisini görmek için sabırsızlıkla başını Louis'e çevirdiğinde, düşündüğünün aksine kızına gülmekten çok, söylenenlerden ötürü duygusallaştığını fark etmiş ve bir anda kendisinin de durgunlaştığını sezmişti, ayrıca içi tuhaf bir hüzünle de dolmuştu küçük kız ona konuştuğundan beri. Sonra, Hannah kısa bir sessizlikten sonra ekledi: "Belki de sen babamla sevgili olmalısın."
"Hannah." Louis, tam olarak belli olmayan sebeplerden ötürü bir anda kızını uyardığında, Merin gergin bir şekilde küçük kıza eğilmeyi bırakmış ve duruşunu düzeltmişti. Utangaçlığı yüzünden ortamın daha da gerilmesine ve tuhaflaşmasına hemen engel olmalıydı. Ancak yine ikisinin yerine konuşan kişi Hannah olmuştu.
"Hem babam da çok güzel resimler çiziyor. Bana da o öğretti."
"Ah, öyle mi?" Merin konunun değişmesinden dolayı rahatça nefes alabilmişti. Gözlerini üstünden atamadığı çekingenlikle Louis'e çevirmeyi başarabilmişti. "Hiç bahsetmemiştiniz, Bay Tomlinson."
Belli ki, az önce yaşananlardan sonra konuşamayacak hale gelen tek kişi Merin değildi, Louis gözlerini inatla Merin'den kaçırmaya devam etti bir süre daha. "Pek yapmıyorum artık, o yüzden. Ben... Yukarı çıkıyorum, bir şey olursa aşağıdan seslenirsiniz."
Louis hızlıca ikisini mutfakta yalnız bırakıp gitmişti dediği gibi. Bu gidişine rağmen Merin, kötü hissetmek yerine heyecanla atan kalbinin pür sesini duyabiliyordu halen. O gittikten sonra yüzüne yerleşen büyük tebessümü dudaklarından silmesi de bir hayli zor olacaktı. Tüm bu yaşanan sahneyi, Merin tuhaf değil, inanılmaz derecede hoş ve bir o kadar beklenmedik bulmuştu. Louis'in utangaç haliyle ilk kez tanışmış ve, hiç bilmediği ve gelişini tahmin edemediği bu anlar yüzünden hoş bir afallama yaşamıştı. Bu yüzden, Hannah ne olduğunu anlamamış şaşkın bir suratla kendisine baktığını biraz geç fark etmişti çok da uzak sayılmayacak anlara dalıp gittiği sırada. "Sadece bir fikirdi... Erkekler neden bu kadar utangaç?" Hannah sorsa da cevabını önemseden omuz silkti.
Üst kattaki çalışma odasında, kalın dosyanın içerisinde öğrencilerine ait olan proje ödevlerini teker teker incelemekte olduğu sırada tamamen kapalı olmayan kapıdan gelen minik gıcırtı yüzünden başını kaldırmıştı. Louis, içeri girmekten olan Merin'i gülümserken gördüğünde, üstünden saatler geçmiş olduğu için ona karşı artık daha az mahcup hissediyordu. Üstelik, ortada tam olarak mahcupluk gerektiren bir şey yaşanmadığını bildiği halde. Çocuklar böyle konuşurdu işte. Merin adımlarını içeriye doğru atmadan önce bu sefer kapıyı tamamen örtmüştü. Louis elindeki tüm kağıtları önündeki masaya bıraktı. Merin'den gelecek şey için sabırsızdı, herhangi bir kelime olsa bile.
"Lütfen, sen çalışmaya devam et. Ben sadece kütüphanenizi incelemeye geldim." Merin her ne kadar belli etmese de, gergin bir şekilde ona sırtını döndü ve büyük raflarla dolu duvarda gözlerini gezdirmeye başladı. Bu adımı atmasına, yani odasına gelip bir şekilde onunla baş başa konuşabilmesine neden olan şeyi az çok tahmin edebiliyordu. Aşağıda yaşanılan tuhaf ve komik anların telafisini, Merin kendisi yapabilirmiş gibi hissetmişti. Aslında bu adımlar, tam da en başından beri atmaya korktuğu adımlar değil de neydi? Hele de Louis'in ona doğru yürümeye başladığını duyduğunda, küçük odada saatlerce hareketsiz kalabilirdi.
"Öyleyse," Louis, Merin'i geçip üst rafların birinden eski ciltli bir kitabı çekti ve eline aldı. "En güzelini ve en özelini göstermekle başlayabilirim." Bedenini tamamen ona çevirdi konuşurken ve kitabı göğsünde tutarak karşısındakine sergilerken.
Merin, ilk basımlardan biri olduğunu düşünmüştü kitabın kapağındaki eskimişlikten dolayı. "Kayıp Cennet..." Diye mırıldandı kitabın kapağında yazılanı okurken. "Vay canına. Bu kadar eski bir kitap hiç görmemiştim."
"Bu, John Milton'ın en bilinen ve en güzel epik şiirinin ilk basımlarından biri. Bana üniversitedeki hocamız hediye etmişti, ona da aynı şekilde kendi eğitmeni..." Merin onu hayranlıkla dinlemeye devam ederken, Louis sanki bir anda kendine gelmiş gibi konuyu değiştirdi. "Şeytanı ve insanlığın elinden alınan özgürlüğünü anlatıyor. Ve aslında en dikkat çeken kısmı da, şairin başından beri Tanrı ve şeytan arasındaki büyük savaşta şeytanı tutuyor oluşu."
Merin kollarını göğsünde kavuşturup onu ilgiyle dinlemeye devam ediyordu. "Peki neden?"
"Çünkü, Tanrı insanlardan özgürlüğünü çalıp onları cennetinden attı ve ölünceye dek kayıp cenneti aramalarını istedi." Louis, Merin'i kitaplığına yaslı bir halde kendisine bakarken gülümsemeden edememişti manzara karşısında. "Shakespeare kadar evrensel olmasa da..."
"Bence bu, Shakespeare'in tüm oyunlarında vermek istediği mesajdan daha gerçekçiydi." Merin gülümseyerek hemen tamamladı. "Yani senin yorumun. İnceleyebilir miyim?"
Louis kitabı onun kucağına bırakırken, minik bir adımla daha da yaklaşmıştı ona. Nazikçe sayfaların arasında dolaşan parmaklarını izlerken, sıcacık olduğunu bildiği aurasının yakınında durmak Louis için her saniye daha da zorlaşıyordu sanki. Merin sayfalara dalmışken, tıpkı elinde tarihi eser varmış gibi dikkat ediyordu. Birkaç saniyeliğine dalıp gittiği bir anda, önüne gelen perçemlerinin arkaya doğru itildiğini fark ettiğinde acemice başını kaldırmak, utanmak ve anı yine berbat etmek yerine gözlerini kelimelerin üzerinde tutmaya devam etti ve her saliseden keyif aldı. Yeşil gözlerini, onunkilere götürdüğünde ise ikisinin de suratına aynı anda hoş bir tebessüm yayıldı. "Onu sana vermek istiyorum."
Merin, konunun hangi ara kitaba geçtiğini bile fark edememişti sanki. Bu yüzden ilk birkaç saniye boyunca tepki verememişti. "Ben... kabul edemem. Bu siz-senin için çok değerli." Merin az önceki anlardan sonra üstünde kalan etkilenmişlikle mırıldandı. Louis'in parmakları tekrar kolunu kavradığında ise, elindeki kitabı tutuşu ister istemez sıkılaşmış, dudakları hafifçe aralamıştı.
"Sende kalmasını istiyorum. Küçük bir hediye olarak gör, lütfen."
"Teşekkür ederim." Merin gözlerine bakarken ve gittikçe büyüyen siyah irislerine kapılıp gitmek üzereyken yutkunmak zorunda kaldı. "Okumak için can atıyorum."
"Baba! Baba! Ev telefonu çalıyor!" Aşağıdan gelen büyük kızının sesiyle, Louis birkaç adım ondan uzaklaşmak ve çalışma odasında birkaç dakikalığına da olsa Merin'i yalnız bırakmak zorunda kalmıştı. Onun yokluğunda, Merin bir süre daha raflardaki edebi kitaplara bakmaya ve az önce hızlanan nefeslerini normale çevirme uğraşlarına devam etmişti. Louis, umduğundan daha hızlı yanına geri döndüğünde ise, Merin az önce paçalarından oluk oluk akan cesaretinin nereye kaçtığını düşünüyor ve bir yandan onu geri istiyordu. Göğsüne bastırdığı Kayıp Cennet ile, karşısında dikilmeye devam ederken sessizdi bu yüzden.
"Aslında bugün..."
"River bugün okulda..."
"Umarım yine başına kötü bir şey açmamıştır." Aynı anda konuşmaları Merin'in uzun cümlesiyle bölünmüştü. Louis hemen başını iki yana sallamaya başladı.
"Hayır, sadece bugün derse karşı çok ilgiliydi, bunu söyleyecektim." Cümlesiyle hemen rahatlamıştı. "Sen ne diyordun?"
"Ben de bugün, River'a eve erken geleceğimin sözünü vermiştim. Bu yüzden çıkabilir miyim diye soracaktım."
"Oh," Louis bunu beklemediği için biraz şaşırmıştı belli ki. "Anladım. Yani elbette, çıkabilirsin. Artık bana sormana gerek yok. Sadece haber vermen yeterli."
"Teşekkür ederim." Merin gözlerini dikip, sadece bu geceliğine de olsa son son yüzüne bakmaya başladı çekinmeden. "Yani kitap için de. Yine çok mahcup oldum."
"Merin." Louis aniden adını andığında, Merin rahatlamaya çalışırcasına güldü. "Alt tarafı eski bir kitap."
Derin bir nefes verdi, onu geçip kapıya doğru ilerlemenin ne kadar zor olduğunu düşünüyordu adımları istemeye istemeye o yöne giderken. Sonra aklına gelen fikirle bir anda, arkasında kalan adama döndü yeniden. "Bir gün çizdiğiniz resimleri de gösterirsiniz umarım bana."
Louis kapı kapalı olduğu halde yeniden resmi konuşmaya dönmesinden dolayı gülerek siyah kazağını dirseğine kadar sıyırdığı kollarını göğsünde kavuşturdu. "Neden olmasın."
"Görüşürüz, Louis." Kapıyı açtıktan sonra, yeniden ona dönmüş ve yüzünden bir türlü eksiltmediği gülümsemesiyle yanıtını beklemişti, ilk kez, kaçmak yerine.
"Görüşmek üzere, Merin."
~
Ezbere bildiği sokakların arasında bisikletinin pedallarını aynı hızda çevirmeye devam etti bir süre daha. Kulaklığında çalan kısık sesteki şarkı tüm yol boyunca ona eşlik etmiş ve bugün heyecanlanıp duran kalbine bir çeşit terapi gibi gelmişti. Tek başına çıktığı her zamanki yolculuğunda, aklında rüzgar gibi esip duran ve yer değiştiren düşüncelerini biraz da olsa toparlayabilmişti. Tamamen alıştığı apartmanlarının önüne geldiğinde, bisikletini her zamanki boş park demirine kilitledi ve kardeşine verdiği sözünü tutma heyecanıyla merdivenleri ikişer ikişer çıktı. Her akşam yaptığı gibi anahtarıyla eve girdiğinde ise, içerisi aynı sessizlikteydi. River'ın ondan önce evde olduğunu askılığa bıraktığı okul hırkasından anlamıştı.
Önce odasına gidip çantasında taşıdığı ve zarar görmesinden korktuğu şiir kitabını çıkarıp çalışma masasının üzerine koydu. Hannah'ın yaptığı çizimi ise, buruşmaması için katlayıp yine aynı şiir kitabının yaprakları arasına koymuştu. Resmi, sözünü ettiği gibi baş ucuna asarken yüzünde bilmediği bir gülümseme her saniye daha da büyüyordu sanki. Merin bantları dört köşesine de düzgünce yapıştırdıktan sonra birkaç adım duvardan uzaklaştı ve sessizce resmi izlemeye başladı. İlk kez, bir resme bakarken ağlamaya bu kadar yakın hissediyordu.
Hızlıca üstüne daha rahat takımlarını giyip, iki büyük kupanın içini, yaptığı sıcak çikolatayla doldurdu ve paketinden çıkarttığı marşmelovları içine atıp, elini yakmadan ve dökmeden dikkatlice adımlarını kardeşinin odasına sürdü. River başını bilgisayar ekranından kaldırıp hemen yatağında Merin için yer açtı.
"Şimdiden söyleyeyim, hangi filmi açarsan aç ilk dakikasından ağlayabilirim ve dalga geçersen daha çok ağlarım."
River, kardeşinin ne denli ciddi olduğunu bilmeden gülerek başını sallamış ve daha fazla bekletmeden kendisine ait desenli kupayı eline almıştı.
y/n: bu bölümü larentscreature için bu kadar erken ve sabırsızca yazdım, umarım ben de seni böyle beklenmedik anlarda mutlu edebilmeyi başarabiliyorumdur :") ❤️ (Aslında bu sadece bir başlangıç ;)) )
!Son not: Diğer bölüm, anlarsınız ya, neyse sustum....
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top