Doğum Günü
7 Yıl Önce...
Louis o gün okul kütüphanesinin kalın kirişleri arasında kendine yer edindiği masasında, yorgunlukla gözlerini ovuşturmadan önce kemik çerçeveli gözlüklerini indirdi hafifçe. Önündeki kalın ansiklopediden daha fazlasını okumak istemezcesine kapağını bir anda kapattığı anda, kütüphanenin diğer sakinlerini istemeden de olsa kendine çevirmişti. Eski kitabın altında kalan kendi kağıtlarına göz atarken, eli kırmızı hırkasının cebindeydi ve bu sayede o zamanlar fazlasıyla lüks sayılan küçük dokunmatik telefonunun titrediğini hissetti. Kimden mesaj geldiğini görmek için masanın altına çıkardığında, en yakın dostu ve aynı zamanda ev arkadaşı olan Arnold'un yanıtsız kalan çağrılarını gördü. İçerideki sessizlikte konuşmasının mümkün olamayacağından, ve arkadaşının birden fazla aramalarındaki anladığı aciliyetten dolayı hızlıca topladı masanın üstünde dağıttığı eşyalarını. Çirkin gözlüklerini de, büyük sırt çantasının içine rastgele fırlatıvermişti. Sonunda kendini temiz havayla buluşturduğunda, Louis'in yaptığı ilk şey elbette sigarasına sarılmak olmuştu. Sonra Arnold'ı geri araması gerektiğini aklına getirdi.
Arkadaşı telefonuna cevap vermek yerine, birkaç dakika sonra kampüsün ilerisindeki kafeteryaya gelmesini söylemişti mesajla Louis'e. Bu hareketine anlam veremediği için kaşlarını çatsa da, sigarasını bitirdikten sonra kolunun arasını sıkıştırdığı montunu sırtına geçirip arkadaşının onu çağırdığı yere gidecekti.
Küçük mekana girdiği ilk andan itibaren, belki de içerideki sessizlik dikkatini çekmişti. "İşte geldi." Rosalind, onun duyamayacağı mesefaden fısıldamıştı. Louis kapıyı kapatır kapatmaz, ona sırtı dönük olan arkadaşları bir anda oturdukları yerden ayaklanarak, hepsi birden Louis'e dönmüş ve ellerinde tuttukları renkli balonları serbest bırakmışlardı. "İyi ki doğdun Louis!"
Ağzı açık kalmıştı ilk önce, insanların arasına adım attıkça yavaşa kapasa bile, gülümsemesini ve içten içe hissettiği tuhaf mahcupluğu üstünden atamamıştı. Doğum günü olduğunu kendisinin bile unuttuğu bir anda, onun için hazırlanmış olan bu partiye hazırlıksız yakalandığı kesindi. Bu yüzden en fazla on kişinin olduğu minik arkadaş topluluğunun arasına karışmadan önce Louis sadece durmadan kendi kendine 'buna inanamadığını' mırıldanmıştı. Rosalind ona hazırladığı büyük pastayı masaya koyduktan sonra Arnold hiç bekletmeden üstüne yerleştirilen mumları yaktı ve Louis'i aralarına çekti. "Çabuk bir dilek tut."
Büyük çikolatalı pastaya tamamen eğilmeden önce, belki de birkaç saniyeliğine yirmi üç yıllık hayatı süresince, gerçekleşmesini en çok istediği şeyi düşündü. O an, sadece mutlu olmayı diledi hayalperest bir şekilde, aceleyle. Ve aslında, farkında olmadan 'o kişiyi sonunda bulabilmeyi' istedi. Çünkü, Louis için mutluluk kavramında tamamlanamayan tek kısım yalnızca hayat arkadaşının eksikliğiydi. O içinden her ne kadar, yeni bir yaş, daha mutlu bir hayat diye geçirse bile aslında derinlerinde bir yerde, hayatının aşkını arayıp bulmak gizliydi. Güçlü ve uzun nefesleriyle mumları üfledikten sonra, 'onunla' göz göze gelmesi, hayatın bir cilvesi değildi aslında. Louis, buna inanmamıştı.
Arnold ve Rosalind'den sonra diğer arkadaşları yanına kadar gelip yeni yaş dileklerini sarılarak iletmişti. Louis her ne kadar belli edemese de, aslında öyle mutlu olmuştu ki hazırlanan bu sürprize. Durmadan mahcupca gülümsüyor ve teşekkür ediyordu. Aslında tüm fikir Rosalind'e aitti ve o zamanlar -sadece- erkek arkadaşı olan Arnold, her şeyi ayarlayan kişi olmuştu elbette. Mezun olmadan önceki senesinde, durmadan stres yaparak tüm gücüyle ders çalışan arkadaşları için gereken bir kutlama olduklarını düşünmüşlerdi. Özellikle de Louis'in sadece evdeki odası ve kampüs arasında devam eden hayatını göz önüne aldıklarında, buna ihtiyacı olduklarına emin olmuştu iki arkadaş da. Ve bu konuda fazlasıyla başarılı olmuşlardı.
Rosalind pastaları plastik tabaklarda herkese servis ettikten sonra, sonunda etraf biraz daha durulmuş gibiydi. Büyük masalarında en başta elbette doğum günü çocuğu oturuyordu, ve hemen yanında da en yakın arkadaşları. Konular büyük bir hızla değişip dururken, Arnold akşamı bir barda beraber eğlenerek geçirme fikrini ortaya atmıştı ilk kez o an. "Gelemem." dedi Louis. Aslında herkes bunu beklediğinden kimse şaşırmamıştı. "Eve dönüp birkaç gün sonraki finalime çalışmam gerekiyor. Hem kafam ayık olsa iyi olur, yarın anneme uğramam gerekebilir. Noel sonuçta."
"O zaman sizde takılırız birlikte. Çok abartmamış oluruz. Olmaz mı?" Rosalind masumca sorduğunda Arnold arkadaşının omzunu sıktı. "Yapma Louis, bugün senin doğum günün. Biraz eğlenmeye hakkın olmadığını mı düşünüyorsun?"
En sonunda arkadaşları onu ikna etmeyi başarmıştı. Louis yanındaki üç arkadaşıyla eve giderken aslında birkaç saat onlarla takılıp sonrasında notlarına çalışmayı planlıyordu. Evde, iki arkadaşının oyununa geleceğini hiç mi hiç düşünememişti bu yüzden. Arnold'la beraber paylaştıkları ufak evde, birkaç saat hep birlikte takıldıktan sonra deyim yerindeyse ortadan tamamen kaybolmuşlar ve bir zamandır Rosalind'in en yakın arkadaşı Connie ile salonda baş başa kalmışlardı.
Louis o zamana kadar, onu pek de tanıdığını söyleyemezdi. Aynı arkadaş grubunun içinde olup, pek de konuşmadığı bir insandı ancak genelde kimse bunu garipsemezdi zaten. Yalnızca onun notlarını kimseyle paylaşmayacak kadar inek olduğunu ve kendisinden iki yaş büyük olduğunu biliyordu Louis. İlk sebepten dolayı bazı zamanlarda ona karşı gıcıklık hissetse de, bunu sürdürecek kadar güçlü hisleri olmamıştı aslında. Aralarında pek fazla ikili konuşmalar geçtiği de söylenemezdi üstelik. Ancak kendi evlerinde tanımadığı bir misafirle baş başa kaldığı o dakikalarda hissettiği rahatsızlığın üstüne, odalarından gelen arkadaşlarının abartılı bir şekilde inleme sesleri yüzünden iyice irrite olmuştu Louis. Bunun bilinçli bir şekilde planlandığından da emindi artık. Çünkü, Arnold bundan önce sürekli Connie denen kıza çıkma teklifi etmesini önermiş, Rosalind de var gücüyle onları bir araya getirmeye çalışmıştı. Sesler gelmeye devam ederken Louis utançla alnını kaşıdı.
"Dalga geçiyor olmalılar, Tanrım." Connie yanından beklemediği bir anda kalktığında, Louis düşündüğünden daha aksi çıkan ses tonu yüzünden yutkunmuştu. "Odalarına dalıp küfretmek istiyorum ancak onları o halde görmeye ne kadar hazırım emin değilim."
Louis "iğrenç." diye mırıldandı ellerini cebine soktuktan sonra.
"Hep böyleler mi?" Biraz düşündükten sonra gözlerini devirerek zorla kabullenircesine başını salladı. Connie'nin dış kapıya yürüdüğünü görse bile, yerinden pek de kıpırdamadı Louis. "Daha fazla çekemeyeceğim onların bu saçmalıklarını." En azından, omuzlarından kalkan bir yükmüş gibi rahatlamıştı Louis. İkisi de, arkadaşlarının yaptığı bu yanlış anlamaya müsait oyundan haberi vardı neyse ki. "Geliyor musun? Yoksa burada oturup onları dinlemeye devam mı edeceksin? Ya da, ders çalışabilecek misin?" Connie sorarken dalga geçercesine hafifçe güldüğünde Louis ona bakıyordu. Söylediğinin en mantıklı şey olduğunu yeni kavramamıştı ama, harekete geçebilmek için biraz geç kalmıştı. Cevaplamadan arkasından kapıya gittiğinde, Louis halinden şikayetçi ya da memnun değildi. Bir şeyler hissetmesi için yeterince erkendi zaten.
O zamandan sadece birkaç ay geçtikten sonra, aslında Arnold ve Rosalind çiftinin en büyük dileği gerçekleşmiş, Louis ve Constance sevgili olmuştu. Ne de olsa, ikisinin de en yakın aptal ve sevgilisiz arkadaşıydı. Düşünecekleri, üstünde durup endişelenecekleri bir konu olmamıştı onlar için. Ancak, ne kadar sorunlu bir ilişkinin başlamasına sebep olduklarını da henüz bilmiyorlardı.
Birkaç ay süren, pek de Louis'in hayal ettiği gibi olmayan ilişkileri, ikisinin de mezun olmasıyla sonlanmıştı. Louis'i asıl yaralayan ilişkilerinin başladığı tarih ise, çok daha geçti. Tam olarak üç sene sonra, Connie yurtdışında yaptığı yüksek lisansından geri dönmesiyle Louis'le yeniden birlikte olmuş ve her şeyin bir anda ciddileşmesiyle, ilişkileri evliliğe kadar ilerlemişti. Louis, hayatında nerede ve ne zaman yaptığını bilmediği hataların bedelini ödediğini düşündürtecek kadar suçlu hissettiği bir boşanmadan sonra, bu büyük ayrılığı ilki kadar sıyrıksız atlatamayacaktı.
Ve yıllar geçtikçe,
En sonunda ismin giderek silinecek
Kalbimin bir daha asla denemeyeceğini düşünecek onlar.
Ancak kalbim kanatlarıyla bekliyor olacak.*
★★
"Babam bitter çikolataya bayılır." Harley, birlikte çikolata sosu sürdükleri pastaya bakarken mırıldandı. "Sence üstünü tamamen mumlarla mı doldurmalıyız yoksa sadece üç ve iki rakamlı mumları koysak yeterli mi?"
Merin o ana kadar, Louis'in yaşını hiç öğrenmemiş olduğuna şaşırarak güldü. Aslında, kendi tahminleriyle de fazlasıyla yaklaşmıştı. "Üç ve iki mumunu koyarsak belki onu yaşlı hissettirip üzülmesine neden olabiliriz." Tatlı bir şekilde dudak büzdüğünde Hannah kıkırdadı.
"Pekala, hemen mumları getiriyorum." Ablası yanlarından kısa süreli ayrıldığı zaman Merin elini küçük kızın omuzlarına koydu ve gülümsedi. "Müzikleri seçtin mi?"
"Her şey hazır, yapıştırmalar, yüz boyaları. Aurora konfetti bile aldı."
"Harika. Baban eminim bunu hiç beklemediği için neye uğradığını şaşıracak." Merin göz kırptığında Hannah ayakta durduğu sandalyenin üzerindeyken hemen ona sarılmıştı.
Diğer tarafta Louis, kızların planladıkları gibi annesinin acil aramasından ötürü okuldaki son işlerini halleder halletmez yanına gitmişti. İçeri girdiğinde, kendisine sürpriz doğum günü partisi hazırlama planı için burada olduğundan hala habersizdi. Annesi ona kar yağmasından ötürü şömine bacasının tıkandığını söylemişti telefonda. Louis salondaki şömineye yaklaştı yavaşça ve gözleriyle kontrol etti sanki bu konudan bir şey anlarmışcasına. "Birilerini arasak iyi olur. Tıkandıysa bile nasıl açılır bilmiyorum ben anne."
"Şimdi aklıma geldi de, şu bahsettiğin kişiyle beni ne zaman tanıştıracaksın?" Louis boğazına sardığı atkıyı çıkartıp annesinin rahat koltuklarına yerleşti. Bu konunun ne kadar uzayacağını kestirebiliyordu.
"Bilmiyorum. Sanırım 'seni annemle tanıştırmak istiyorum' dersem korkabilir." Kollarını birleştirip yanına oturan annesine döndü. "Anne, bugün doğum günüm. Bunu nasıl unutursun?"
"Elbette unutmadım!" Margaret hemen oğluna sarıldı. "Hediyen bile hazır. Ama bacamı açsaydın hak ederdin..." Kolunu boğazından sarıp saçlarını okşamaya başladığında Louis güldü. "Ne yani ciddi değil misiniz?"
"Biliyorsun, kızlardan hala saklıyoruz ve..." Louis kendisi için zor olanı söylemeden önce yutkundu. "Merin'in kardeşi sınıfımdaki bir öğrencim." Saçını aniden çekildiğini hissetmesiyle minik bir çığlık attı. "Anne!"
"Bu meseleyi bir an önce çözüyorsunuz. Beni duydun mu?" Yediği azardan sonra dahi sessiz kaldı Louis. Çünkü, nasıl çözeceği hakkında en ufak fikri yoktu. "Sonra, hala devam ediyor olursanız o kızla tanışıyorum."
Louis kaşlarını çatarak annesinin kollarından biraz uzaklaştığında, anlamayarak ona baktı. "Nereden çıktı bu? Sen sevmezsin ki sevgililerimi."
Margaret gözlerini devirdi. "Gören de çok sevgilin oldu zanneder." Oğlunun suratının asıldığını gördüğünde gülümsedi masumca. "İyi ki doğdun koca bebeğim. Sen bu hayatta varlığından gurur duyduğum tek parçamsın. Yani elbette, kızlarından sonra." Yaşlı kadın oğlunun dağınık saçlarının arasına öpücük kondurduktan sonra, duygulandığını saklarcasına güldü. "Hediyen bacanın içinde, her seneki gibi. Çizgili ve havuçlu çoraplar. Ve sen her ne kadar sevmesen de tavşanlı." Louis annesine sıkıca sarıldı ve gözlerini kapatıp bu huzurlu anın tadını çıkarttı. Tavşanlı çoraplar için bile söylenmeye hiç gerek duymamıştı.
O gün için, kar yağışı kısa süreliğine durmuştu Louis annesinin bahçesinden arabaya giden taş yolu kullanırken. Kapıda ona el sallayan annesine gülümsedikten sonra, motoru muhtemelen buz tutmaya yüz tutmuş siyah yüksek arabasına bindi ve hiç geciktirmeden anahtarı kontağa geçirdi. Louis önündeki direksiyonu incelerken, aslında nereye dalıp gittiğini bilmiyordu. Eski doğum günlerinden birini düşünüyor olabilirdi, ya da sadece Merin'in sabahtan beri neden ona mesaj atmadığını merak ediyor olabilirdi. Arabasının ısınmasını beklerken telefonunu çıkartıp yeniden kontrol etti ve bildirimlerinin tertemiz olduğunu gördü. Bekletmeden Merin'i aradı. "Hey, nasılsın?"
"İyiyim. Şu an müsait değilim pek." Merin hem kızlara hem de Louis'e çaktırmamaya çalışarak konuşuyordu aslında. Louis şaşkınca kaşlarını kaldırdı. Bu kadar hızlı reddedilmeyi beklemiyordu.
"Yanlış zamanda aradım sanırım, River'ın evde olabileceğini unuttum." Kendi kendine mırıldanırken Merin araya girmişti.
"Evet, önemli değil. Şimdi kapatmam lazım." Konuşmalarının kısa süre içerisinde bitmesiyle, Louis sadece tek başına iç sıkıcı bir nefes verdi ve yavaştan ısınmaya başlayan arabasını sürmeden önce, ince kar tabakasıyla kaplanmış ön camının sileceklerini çalıştırdı. Neyse ki akşam trafiğinde ona eşlik etmesi için, teybinde çok sevdiği şarkıları vardı. Louis eve gidene kadar küçük çocuk gibi surat asmamak adına büyük çaba sarf etmişti hala sürücü koltuğunda otururken.
Louis, noel arifesi olduğu için Merin'in evde kardeşiyle vakit geçirmesini anlayışla karşılamıştı aslında. Üstelik, herhangi bir zamanda ona doğum gününden bahsettiğinden de emin olamıyordu. Telefonda ya da mesajda 'bugün benim doğum günüm, biliyor musun?' diye bir şey söyleme fikrine de uyum sağlayamamıştı hiç. Bu yüzden suratını asmaya hakkı olmadığını biliyordu. Hem, kızlarıyla geçireceği sıcak aile akşamı onu fazlasıyla mesut edeceğini tahmin edebiliyordu. Endişelenmesinin saçma olduğunu kendine tembihleyip duruyordu hala kapıyı çalarken. Fakat kapı dakikalar geçtikten sonra bile açılmadığında, aklı bir anda başka taraflara, daha olumsuz düşüncelere çekilmişti. Hemen kalın kabanının cebinden evin anahtarlarını buldu ve kapıyı açtı. İçerisi, ummadığı kadar karanlık olduğunda ve yalnızca mutfaktan yayılan ışığı gördüğünde Louis tedirginlikle içeri adımladı hızlıca kapıyı kapattıktan sonra. "Harley, Hannah?!"
Büyük bir korkuyla yaklaştı mutfak eşiğine, yokluğunda kızlara bir şey olduğu düşüncesi ve bunun korkusu bedenini hızlıca ele geçirmişti bile. Ancak daha eşiğe gelmeden, gördükleri sayesinde derin bir rahatlamadan daha fazlasına kavuşacaktı.
"İyi ki doğdun! Mutlu yıllar sana!" Üçü de hep bir ağızdan bağırırken, Louis kapı girişinde kalmış dudakları aralık bir halde onlara bakmaya devam etmişti bir süre daha. Mutfağın içi neredeyse tamamen renkli balonlarla doldurulmuştu ve her bir mutfak dolabına renkli kağıtlar asılmıştı. Mutfak perdelerinin üstünde bile yaldızlı süslemeler vardı. Yuvarlak masasının etrafında, Hannah sandalye tepesinde ayakta duruyordu en başta. Yanında ise, büyük kızı Aurora Harley ve köşede Merin, sabırsızca gülümsüyorlardı doğum günü olan adama. Louis, üçünün de bilerek benzer renk tonlarını giydiğinden tamamen habersizdi onları izlerken. Sonuçta biri pembe, diğeri mor ve öteki de lila rengini giymişti. Yüzlerine parlayan bir şeyler yapıştırdıklarını ve yazılar yazdıklarını da sonradan fark etmişti. "İyi-ki, doğdun, Louis" yazıyordu yüzlerinde, her bir kelime ayrı ayrı yazılmış ve ona göre yerlerine geçmişlerdi. Karşısında gördükleri yüzünden dakikalardır açık kalan ağzını eliyle kapatma ihtiyacı duysa da, bunun yerine hızlıca yanlarına gidip kızlarına sıkıca sarıldı.
"Hadi! Hemen mumları üfle baba!"
Coşkulu sarılmaları bittiği anda, Louis gözlerini Merin'den çekmeye çalışarak kendini asıl dünyaya döndürmek için uğraştırdı. Çünkü, kendi adını Merin'in suratında görmek onu tuhaf bir şekilde etkilemişti. Ya da, tüm bu yaptıklarından etkilenmişti. Kollarını kızlarının etrafından çekmeden pastaya eğildi ve üflemeden önce son bir kez onlara döndü. "Birlikte üfleyelim."
Merin bu tatlı anı ölümsüzleştirmek için telefonunu aceleyle çıkardığında, neyse ki tüm saniyeleri fotoğraflarla yakalayabilmişti. Hepsinin yüzü farklı anlamlarda gülerken, Louis hayatının hangi anında bu kadar içten bir şekilde mutlu hissettiğini düşündü. Belki de yıllardır dilemediği ve gerçekleşmesini ummadığı dileği gerçekleşmişti. Nihayet, Louis tamamlandığını hissetmişti. İçinde kendini bildiğinden beri var olan ve asla gitmeyen o eksiklik kapanmıştı. Çünkü, sonunda tüm parçaları yanındaydı. Mutluluğunun parçaları; kızları ve hayatının aşkı. Yalnızca bir çatı altında. Ve bu seferki dileği, bu hissin kendisinden bir daha asla gitmemesi olmalıydı.
Mumlar üflendikten sonra, yeniden var gücüyle sarıldı kızlarına. Louis bu sefer hiç zorlanamdan Hannah'ı kucağına alıp Harley'i boştaki kolunun arasına aldığında, biricik ailesiyle geçirdiği en huzurlu dakikalardan birini yaşıyordu. "Sanırım şimdiye kadar bana hazırlanan en güzel sürprizdi bu." Louis huzurla kapattığı gözlerini açmadan konuştu. "İyi ki benimlesiniz. İyi ki benim çocuklarımsınız." İki küçük kız da babalarının aynı anda yanaklarını öptükten sonra, yavaşça ayrılmışlardı kollarından, çok da uzaklaşmadan. Merin'e doğru bir adım atmadan önce, derin bir nefes aldı ancak sarılmadan önce hiç de düşünmemişti. Çünkü, bunun için zaten dakikalardır can atıyordu. Kızlarının önünde, belki de ilk kez o anlığına hiçbir çekince duymadan Merin'e sarıldığında, beklediğinden daha içten bir karşılık alacaktı. Merin sevdiği adamın omuzlarına kollarını sıkıca dolarken, bir anlığına Harley'le göz göze geldiyse bile, hemen sıkıca kapadı gözlerini ve gülümsedi.
"İyi ki doğdun." Louis istemediği halde bedeninden uzaklaşırken kokusunu olabildiğince içine çekmişti. Bu gece, kendini Merin'den nasıl uzak tutacağını hiç bilmiyordu, sadece ne kadar zorlanacağını tahmin edebiliyordu.
O esnada, ablasının bakışlarındaki tersliği fark eden Hannah ortamı kurtarmak istercesine içeri gidip müziği açmıştı. "Hadi artık pastadan yiyelim!" Yanlarına döndüğünde masumca güldü küçük kız. Harley kesmesi için bıçağı babasına uzatırken ciddi suratı tamamen tersine evrilmiş sayılmazdı.
"Bunların hepsini siz mi hazırladınız gerçekten?" Louis sorduktan sonra gözlerini hafifçe başlarını sallayan kızların üzerinde dolaştırıp gülümsedi. Herkese pasta servisi yapılmasıyla ilk tadımdan sonra konuşan yine doğum günü sahibi olmuştu. "Pastayı hanginiz yaptı peki?"
Harley tam öne atılıp pastanın içini kendisinin çırptığını söyleyecekti ki, ufak kız kardeşinin hediye pakediyle yanlarına döndüğünü gördü ve kaşlarını çattı. "Hannah! Hediyeleri pastaları yedikten sonra verecektik."
"Sabredemedim." Masum kız masumca omuz silkip babasının ellerine bıraktı büyük hediye pakedini. O sırada Harley de kendi hediyesini içeriden almak üzere mutfaktan kısa süreliğine ayrılmıştı.
"Hediye mi aldınız bir de?" Louis pakedi hızlıca çözerkenki heyecanıyla küçük çocuklardan pek farkı olduğunu söylenemezdi. Aynı krem rengi ayıdan iki tane görmesiyle hemen Hannah'ı kucaklamadan önce, ayıcıkların üstüne giydirilen tişörtlere bakıp gülmeye başladı. İkisinin de önçekim yaptıkları fotoğrafın baskısı vardı doldurulmuş ayıcıkların üstünde. "Yanıma gelmediğin gecelerde buna sarılarak uyuyacağım." Ufak kızına yeniden sarılırken sevimli hediyesi için teşekkür etti Louis defalarca. Sırada bekleyen Harley ise, kardeşinden daha az aceleci sayılmazdı. Ufak karton kutuyu babasına uzattıktan sonra, Louis kapağı kaldırmadan önce kutuyu hafifçe salladı.
"Peki sen ne aldın bana? Bu seferki hediyem parfüm değil gibi." Louis şımartılmış çocuklar gibi konuştuğunun farkındaydı. Üstündeki pakedi çözüp sonunda hediyesiyle karşılaştığı zaman, hiç beklemediği bir şey olduğu için birkaç saniye durup incelemesi gerekmişti. Beraber geçirdikleri koca dört senede çekildikleri tüm fotoğrafları çıkarttırıp, bir albüm hazırlamıştı. Louis gözlerini bu sefer büyük kızına kaldırdığında, duygulandığını saklamakta güçlük çekti. "Bunlar, gerçekten çok güzel." Hafiften dolmaya başlayan gözlerini ovuşturmadan önce yan yana duran ve babalarının tepkisini bekleyen kızlarını hiç bekletmeden sıkıca sarıldı dizlerinin üstüne çökerek. Arkada kalan Merin ise, fazlasıyla aşina olduğu bu mutlu aile tablosunu gururlu bir anne edasıyla kollarını göğsünde kavuşturarak izlemiş ve ilk kez dahil olamadığı için üzülmek yerine, onları böyle görmeyi deneyimlediği için kendisini şanslı hissetmişti. Pür bir mutlulukla birbirine bağlanan, ve ağlarının asla kopmayacağını bildiği bir aile...
Masaya yayılan ne varsa birlikte büyük salona geçtiklerinde, Louis ışıkların açılmasıyla içerisinin de en az mutfak kadar kutlama için süslendiğini gördü. Köşedeki yılbaşı ağacının ışıklandırılması bile yapılmıştı. Harley salondaki müzik setini açtıktan sonra hiç yerinde durmadan babasını ortaya çekti ve dans etmesi için uğraştı. "Hadi baba dans edelim! Merin'e tiyatroda nasıl dans ettiğini göster." Louis'in ellerinden çekeleyerek omuzlarını hareket ettirmeye çalıştıysa bile, nafileydi. Louis yalnızca etrafa rezil olmak istemezcesine zorlama bir gülüş yollamak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Neyse ki, Louis'in kurtarıcısı sayılan bir kapı zilini duyduklarında açmak için Merin herkesten önce öne atılmıştı. Aslında, evdeki kimsenin başka bir misafir beklediği yoktu o ana kadar. Merin kapıyı açtığında, çifti görmesiyle o kadar da şaşırmamıştı. Onları içeri alırken hemen gülümsedi.
Küçük kızları ikisinden daha önce içeri fırlayıp giderken, Merin eşikten geçen çiftle kaldı. Louis de hemen yanlarına gelmişti. Onlar kabanlarını çıkartırken Rosalind elindeki şarap şişesini Merin'e uzattı. "Bizsiz kutlama, ha? Umarım davetsiz misafir kabul ediyorsunuzdur."
Arnold sabırsızca dostuna sarılıp doğum gününü kutlarken Rosalind gözlerini Merin'den almakla uğraşıyordu o sıra. "İyi ki doğdun benim bunak dostum. Nasıl hissediyorsun?"
"Henüz bunamadım. Üstelik senden sadece iki ay büyüğüm aptal." Hep beraber beklemeden salona geçip koltuklara yerleştiler ayrı ayrı. Rosalind, Louis'in yanını kaptığında Merin de mecburen Arnold'ın yanına oturmuştu.
Genç kadın bekletmeden başını Louis'e yasladığı esnada, Merin gözü önünde gerçekleşen olaya şahitlik etmeye sessizce devam etti. "Hediye olarak ne istersin karar veremedim, ben de oğlumuza senin ismini koymaya karar verdim." Rosalind kolunu da Louis'e sardığında Arnold gülerek kaşlarını kaldırmıştı.
"Tabi tabi. Kızımız olacağı gerçeği dışında bunda hiçbir sorun yok tabii."
"Belli oldu mu? Kız mı olacakmış?" Louis heyecanla yanında oturan kadına döndüğünde neyse ki Rosalind de oturuşunu düzeltmişti.
"Evet, kesinleşti." Elini karnının üstüne koydu. "Bir kızımız olacak."
"Pasta ister misiniz? Kızlarla birlikte yaptık. Ben hemen üçünüze de getiriyorum." Merin sohbetin arasında bunları söyleyerek ayrılmıştı yanlarından. Birkaç dakika bile olmadan, Louis de hemen peşinden gitmişti. O hala pasta dilimleri ve içecekleri bardaklara doldurmakla uğraşırken, Louis yavaşça yaklaşıp belinden sardı. Hızlıca içerideki kimsenin kapıya doğru gelmediğinden bakarak emin olduktan sonra da, yanağının dudağına yakın olan kenarından öptü. Louis, Merin'den kaçamak bir kıkırtı kazandığında onu çok özlediğini ve daha ne kadar kendini Merin'den uzak tutabileceğini düşünüyordu. Bu yüzden, ikinci öpücüğü daha hızlı olmuştu.
"İyi ki doğdun Louis." Mavi gözlerini, ona yakından bakmanın getirdiği neşeyle uzun uzun dolaştırdı yüzünde. Alnına yapıştırdığı kalpli ve yıldızlı çıkartmalara, gözünün üstüne sürdüğü makyaja ve aynı zamanda yanakları ve burnundan iyice silinmiş olan l, o, u,i,s harflerine baktı. Üçüncü acele öpücüğü, düşündüğünden daha uzun tutmak zorunda kalmıştı dudaklarına yeniden kapandığında. Yavaşça gözlerini açtığı zaman, Merin'in arka tarafa odaklanan yeşil gözlerini gördü ve yavaşça ayrıldı dudaklarından. Hızlıca başını kapıya çevirdi.
Rosalind, kapı eşiğinde durmuş, eliyle kirişten destek alarak onları izliyordu. Genç kadının dudakları, şaşkınlığını gizleyemezcesine açıktı. Ancak, hiçbir söylemedi. "Yardım gerekiyor mu diye, sormaya gelmiştim." Sanki, tüm laflar ağzına tıkılmış gibi konuşuyordu onlara açıklama yaparken. "Haberleri var mı?" Baş parmağıyla salondaki kızları işaret etti, sorarken, sessiz harflerle. "Siz ne zamandan beri..."
"Henüz değil." Louis kendinden emin bir şekilde konuştu ve Merin'in önünde durmak yerine yanına geçip belinden sıkıca kavradı. "Size anlatmayı düşünüyordum. Sen yine de onlara çaktırma Rosalind."
Arkadaşı hızlıca başını salladı ve mutfaktan kısa süre içerisinde uzaklaştı. Louis, nefeslerinin hızlanmasından tedirginleştiğini anladığı Merin'e döndü hemen. "Sakin ol. Korkacak bir şey yok, tamam mı?" Sanki az önce hiç de yakalanmamışlar gibi korkusuzca çıkıyordu sesi Louis'in. Aslında, korkacak neyi kalmıştı ki onca mutluluğu deneyimledikten sonra? Kendini daha güvende hissettiği hiçbir anı olmamıştı.
Bu yüzden Merin, konuşmalarından Louis'den önce salona geçip pasta servisi yaptı hiçbir şey olmamış gibi. Louis de hediye gelen şarabın tıpasını açıp kadehlerle içeri gelmesiyle yeniden tamamlanmışlardı. Üstelik bu sefer, herkes olması gereken yerde oturuyordu. Louis Merin'in yanında, ve diğer çift de diğer koltuktaydı. O geceliğine, yine Louis içmeyerek hamile olan Rosa'a eşlik ediyordu. Çünkü, şaraba ya da herhangi bir alkole hiç de ihtiyaç duymuyordu, özellikle de Merin yanındayken. Küçük kızların çok geçmeden odaya geçmesiyle ve Harley'in tek başına sıkılıp yukarıya çıkmasıyla salon tamamen yetişkinlere kalmıştı. Rosalind de bu fırsatta ne yapıp ne edip, eşinin bacağını sıktı onların halini göstermeye çalışırcasına. Çünkü, Louis ve Harry Merin belki de dakikalardır sadece kendi aralarında konuşuyorlardı. Karşı koltuktaki çiftin gözlerinin bir süredir üzerlerinde tutulduğunu fark etmesiyle Merin, dudaklarındaki şarabı hafifçe indirdi.
"Tahmin ediyordum." dedi Arnold. Rosalind sanki onlar orada değilmiş gibi kaşlarını çattı eşine.
"Yani burada bilmeyen bir tek ben mi kalmıştım?"
"Abartılacak bir şey yok." Merin konuşurken zorlukla gülümsedi. Kızların onları duyabileceği ihtimali hala onu geriyordu. Üstündeki eteğiyle ve kalpli çorabıyla oturduğu yerde bacak bacak üstüne atarak konuşmayı sürdürdü. "Çok yeni sayılır."
Hala açık olan müzik seti sayesinde, Rosalind ve Arnold'ın tebrikleri çok fazla üst kata gitmemişti. O akşamki sakin kutlamaları da, gece yarısına kadar sohbetleri eşiğinde akarak geçmişti. Louis onları kapıya kadar geçirmek üzere ayağa kalktığında aslında herkes Arnold'ın üst katta uyuyakalan ufak kızı Cheryl'ı alıp aşağıya dönmesini bekliyordu. "Hannah da telefonuyla oynuyordu." Kucağındaki kızıyla kapıya geldiğinde Rosalind arabaya kadar üşümemesi için üstünü montla kapatmaya çalıştı.
"Bu saate kadar durması bile bir mucize." Louis gülerek arkadaşlarına sarıldı. "Geldiğiniz için çok mutlu oldum. İyi ki varsınız."
"Biliyorsun, önümüzdeki otuz senende de bizden ve giderek kalabalıklaşıcak olan ailemizden kaçışın yok." Rosalind anahtarlarla arabaya yürürken gülerek konuştu. "İyi geceler size."
Büyük kapı sessizce kapandığında, Louis yorulmuş kadar uzun bir nefes verdi. Arkasına döndüğünde bu sefer karşılaştığı şey, elinde hediye kutusuyla onu bekleyen Merin olmuştu. İkisi de hala evin girişinde duruyordu. "Bu senin için." Merin hediyeyi onun eline bırakırken fısıldadı. "Çok büyük bir şey değil, biliyorum."
Elindeki pakedi tutarken Louis gülümsemesini kendine saklayamıyordu bir türlü. Aslında ne alırsa alsın, Louis'i dünyanın en mutlu insanı yapacağından habersiz olması bile onu neşelendiriyordu. Bu sefer renkli poşetin içerisinden fırçalar çıktığında, Louis tam ona teşekkür etmek için başını kaldırmıştı ki Merin'i ve elinde tuttuğu orta boy tuvali gördü. "Tanrım, sen... Gerçekten benim resim yapmaya devam etmem isteğin konusunda ciddisin." Mahcupca güldü başını kaldırıp ona parlayan gözlerle bakarken.
"Evet, çok istiyorum hem de. İlk söylediğinde bile sana hayran kalmıştım. Sonra resimlerini gördüğümde bundan emin oldum." Merin yavaşça ona yaklaştı. "Devam edecek misin? Aslında, klişe bir şekilde 'hediyen benim' diyerek sana başka sürprizler hazırlamak da aklıma gelmedi değil..." Şakayla karışık güldüğünde, Louis sadece bu anları bile ne kadar iple çektiğini fark edip şaşırdı.
Aralarındaki minik mesafeyi Louis ona sarılarak kapatmıştı. Kollarını sıkıca bedenine doladı ve oradan bir daha hiçbir zaman ayrılmamasını diledi. Saat gece yarısını geçmiş olsa bile, dileğinin gerçekleşme şansı hiç yok muydu? "Gitmeni istemiyorum." Diye itiraf etti hala Merin'i kucaklarken, tıpkı arabada ilk kez hislerini ona açarkenki duygusallığıyla. Gitmesini istemiyordu artık. En azından ilk kez, bu geceliğine Merin'den bir kez daha ayrı kalacak olmasının kendisi için ne kadar zor olacağını böyle deneyimliyordu. Bugün doğum günüydü ve, bir şansı varsa eğer onu bugün kullanmalıydı. "Belki de, benim istediğim tek hediye gerçekten sensindir." Louis Merin'in boynuna doğru mırıldandı doyamadığı bir arzuyla.
"Ben de gitmem öyleyse." Merin böyle söylediğinde, Louis, duyduklarından emin olmak istercesine başını kaldırdı. "Evet. Kızlar uyanmadan gidebilirim-" Louis onu dudaklarıyla susturdu istemeden de olsa. Bedenini, bir anlığına bile onunkinden ayırmadan kapının ilerisindeki holde Merin'i bir süre daha öpmeye devam etti. Sonrasında, kızların uyuduğundan emin olup, ilk kez birlikte Louis'in yatak odasına geçeceklerdi büyük ve sessiz adımlarla.
Merin kapıyı evdeki derin sukünu bozmadan kilitlerken, Louis odanın ledlerini açmak yerine sadece baş ucu lambalarını açık bıraktı içerisinin aydınlanması için. Bir yandan odasının dizaynını ve etrafındaki eşyaları inceliyor, minik adımlarıyla odayı turluyor ve gülümsemeden edemiyordu. Louis yatağın başında onu beklemeye devam ettiği esnada, dolap kapaklarından birini aralayıp içini incelediğini görmesiyle yanına gitme ihtiyacıyla yanıp tutuşmuştu. Merin'i kendisine doğru çevirip yüzünü parmakları arasına aldı ve loş ışığın aydınlattığı odalarında, yüzündeki her ufak noktayı öpmeye başladı. Merin kendini tutamayıp kıkırdadığında ise, dudaklarına yapışmaması için hiçbir sebebi kalmamıştı.
Ortadan ikiye ayırarak topladığı saçlarının bozulmamasına dikkat ederek üstündeki mor askılı üstünü ve içine giydiği beyaz kazağını çıkarttı önce. Üst çamaşırıyla kaldığı zaman, Merin'i ilk kez yarı çıplak görmüş kadar heyecanlanmıştı yine. Merin altındaki kalp tokası olan, kareli mor eteğinin fermuarını açarken, Louis içinde tuttuğu tüm çocuksu heyecanıyla onu izliyordu hayran hayran. Gözlerini boğazını saran mor taşlı tül kolyeden zorlukla ayırıp, içine seçtiği pembe sütyene bakıyordu. Transparan tül kumaşının en ortasında, kalp şeklinde, kadifeden bir motif vardı. Louis detaylarda dalıp gittikçe, daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Bir anda onu kucakladığı zaman, Merin çığlıklarını tutmak zorunda kaldı. Üstelik hala kalpli beyaz çoraplarını çıkartmamıştı.
Onu temiz gri çarşaflarının üzerine serdi ve hiç durmadan öpmeye başladı. Yüzünü, dudaklarını, çenesini öpüp duruyor ve bazen de ısırıyordu. Merin'in kıkırtıları artık Louis'e de bulaşmıştı artık. Dudaklarını bu defa çenesinden aşağı, boynuna götürdüğünde ise Merin aceleyle çıkardı onun üstünde kalan kazağını. Öpücüklerin rotası kalbine yaklaştıkça, artan heyecanıyla pantolonuna yetişemeyeceğinin farkındaydı. Fakat, kendini bir anda yeniden Merin'in bedenine sarılır bir halde bulduğunda Louis olduğu yerden son derece memnundu. Başını göğsünden, ve bedenini bedeninden kaldırmadan, ona yaslanık durmaya devam etti kısa bir süre daha. Elleri hala belini sarıyor ve parmak uçlarıyla minik dokunuşlarını yapıyordu teni üzerinde. Başını sakince kaldırdığında, Merin'in sırıtan dudaklarını gördü ve mutluluğu iyice arttı. Hele de, ucundan tuttuğu yorganı üstlerine çekmesiyle ikisini de beklemediği bir anda güldürmeyi başarmıştı Merin. "Orada kalmak istiyorsan, şimdiden söyleyebilirim ki bundan son derece memnun olurum. Hatta daha da aşağıya inebilirsin."
Kollarının üstünde yavaşça yükselip, ona bakmaya başladı yukarıdan. "Sen gerçek misin? Sarhoş olmamın ihtimali de yok. Yoksa rüyalarımdan biri mi?" Altındakinin dudakları söyledikleriyle iyice aralanmaya başladığında, Louis onu etkilemekten tatmin olurcasına sırıttı. "Hayır, hayır. Gerçek olmasının ihtimali yok. Senin kadar güzel birini hak edecek kadar iyi bir adam değilim ben." Ona doğru kalkan parmak uçları, yavaşça çenesine dokundu ve kızarmaya başlayan yanaklarıyla gözlerini olabildiğince mavilerden kaçırmaya başladı.
"Beni bu kadar heyecanlandırmayı nasıl başarıyorsun? Hem de her defasında. Anlamıyorum." Louis yuvarlanıp onu da yorganın arasına aldığında, hala kollarından ayrılmasına izin vermemişti. Nazikçe yüzünde kalan yapıştırmaları çıkartmaya başladı, büyük bir özenle dokunuyordu suratına. "Kimse beni böyle hissettirmemişti, Louis. Seninleyken, sanki her şey çok farklı." Bu sefer ellerini karşısındakinin yüzüne çıkartan Merin oldu. Louis ona biraz daha yukarıdan bakıyordu yan yana olmalarına rağmen. İkisi de hala yorganın altında olsalar dahi, bedenleri birbirine son derece yapışıktı. Louis onu izlemenin keyfini tadarken, yüzünü iyice onunkine yaklaştırarak anı bozan kişi ise Merin'di. Dudaklarına büyük bir açlıkla kapandı ve aynı şekilde karşılık almayı buldu. Kanı çekilen elleri çoktan boynuna kadar düşmüştü ve tenine sanki var gücüyle tutunmanın heyecanını yaşıyordu, ilk kez deneyimlercesine.
Üstte kalan elini, yatağın altına indirdi ve Merin'i belinden kavrayarak biraz daha kendi bedenine bastırdı. Bacağının beline atıldığını hissetmesiyle zafer kazanmış kadar mutlu olmuştu Louis. Oysa, ona söylemesi gereken başka önemli şeylerin olduğu aklından gitmemişti, henüz. Bu yüzden farklı bir aceleyle ayrıldı dudaklarından. Konuşmadan önce dahi öyle heyecanlıydı ki. "Merin..." İsmini büyük bir zevkle fısıldadı gözlerinin içine bakarken. "Seni seviyorum ve her anımı seninle birlikte geçirmek istiyorum. Seni ve kendimi mutlu etmek, bunun için uğraşmak istiyorum. Sana karşı git gide büyüyen hislerime karşı koymak yerine, an ve an sana tüm bunlardan bahsetmek istiyorum."
Büyük yatak odasında kısa bir sessizlik olmuştu önce. Louis'in görüp duyduğu ise, yalnızca altındaki bedenin yüzünde gittikçe büyüyen gülümseme ve yanaklarının pembeleşmesinin yanında heyecanla artan soluk alışlarının sessiz gürültüsüydü. "Bu..."
"Evet, bu bir birliktelik teklifi, yani... Bunun ciddileşmesini istiyorum. Aynı şekilde, gecemi geçirdiğim sabahlarımın da seninle olmasını istiyorum, sabah olduğunda erkenden yanımdan gitmek zorunda kalman yerine." Derin bir nefes aldı gülümsemeyerek anlattıklarının arasında. "Eğer sen de kabul edersen. Hiçbir zaman aramızda olanları geçici veya eğlencelik olarak görmedim ve bugün sen bizimleyken, bu anların benim için ne kadar değerli olduğunu anladım." Pembeleşmiş nemli dudaklara doğru fısıldayarak konuşmaya devam etti. "Sana tüm riskleri alabilecek kadar güçlü hislerim olduğunu söylemiştim. Kızlara artık bizden bahsetmek istiyorum Merin. Söz veriyorum, zamanı gelinceye dek kardeşin öğrenmeyecek. Ben bir yolunu bulacağım." Louis yanağına yoğun bir öpücük bıraksa da, burnunu teninden çekmedi. Alnı hafifçe onunkine yaslanık duruyordu. "Bana güveniyor musun?"
Merin büyük sevincini bastırmaya çalışırken, hala Louis'in yastığının üzerinde duran başını sakince salladı. Bastırmasının tüm sebebi, yan odada uyuyan kızlardı hiç şüphesiz. "Güveniyorum." Başını daha heyecanla sallamaya başladı hızlı hızlı. "Ve sevgililik teklifini kabul ediyorum." Hafifçe güldüğünde, kendini tutamadı Louis. Dudaklarına kapandı kısa süreliğine. "Bu çok romantik bir teklifti, dersem bana kızar mısın?"
O geceliğine, kendisiyle dalga geçilmesini umursamayacak kadar mutluydu Louis. Bu yüzden, Merin teklifini kabul ettikten sonra artan mutluluğuyla yüzü gülümsemekten tamamen gerilmiş bir halde, kısa bir süre daha altında yatan bedeninin hayallerinde bile canlandıramayacağı güzellikteki suratını izledi. Yavaşça yakaladı üst dudağını. Onunla olabilme şansını kazandığı için attığı adımların kıymetini bilmeye ant içiyordu bir yandan içinden. Dudaklarına değen her bir noktasını hissetmek istercesine bir yavaşlıkla öpüyordu ağzını. "Nasıl bu kadar güzel olabilirsin?" Fısıltıyla kurduğu cümlenin Merin'in üzerinde yaratacağı etkiyi bilmeden yavaşlıkla söyledi. "Bazen, saatlerimi bunu düşünmek için ayırıyorum. Senin gerçek olduğuna, ve benimle olduğuna... Hep Seni düşünüyorum."
Belki de ilk kez o geceliğine Merin de, Louis'in kurduğu romantik cümlelerinden son derece memnundu ve ondan daha fazlasını duymak için her şeyini verebilirdi. Hatta çıldırtacak şekilde öpmeye ve bir yandan yatak odası sesiyle konuşmaya devam ederse, kendine dokunmak zorunda kalmadan doruk noktasına bile ulaşabilirdi. Dudakları hala birbirine sürtmeye devam ederken, istemeden de olsa kısık bir nefes kaçırdı dudaklarının arasından. "Dürüst olacağım Louis." Mırıldanırken gözleri kapalıydı hala. "Başta çok garipsiyordum ancak şu romantik cümlelerin beni fena halde tahrik ediyor."
"Ben de, yaramaz bir kız olmandan çok memnun olduğumu söylemem gerek o halde." Louis sırıtarak konuştu. "Devam etmemi ister misin? Bunu sonsuza dek sürdürebilirim."
"Doğum günü olan ben olduğumda, belki olabilir. Ancak, hediyeyi hak eden sendin. Unuttun mu?" Yeşil yaramaz gözlerini bir anda açtığında, Louis şaşkınca güldü. Elinin sabırsızca pantolonunun düğmesiyle uğraştığını hissetmesiyle daha da şaşırmıştı. "Şimdi, pantolonunu çıkar."
Sözünü dinledi hemen, büyük bir keyifle. Merin o sırada bile dudaklarından ayrılamamıştı. Yorganın altında kalan pantolonun sonunda yataktan yere bırakıldığını duyduğunda, kendi altında kalanları çıkartıp fırlatma konusunda daha da sabırsızdı. Eli yorgandan çıktığı ilk anda, parmakları arasında tuttuğu parlak paketle Louis öpücüklerinden ve Merin'den birkaç kısa saniyeliğine ayrıldı. "O kaç saattir oradaydı?"
"Eteğimin astarına sıkıştırmıştım. Çok rahatsız etmedi. Malum sana bu konuda güven olmuyor." Merin açılmamış kondom pakedini rastgele yorganın üstüne fırlatıp bu sefer Louis'in parmaklarını yakaladı. Gözlerinin içine bakarak, diliyle orta parmağını boydan boya yalamasıyla Louis'in bilincini başka evrenlere göndermeyi başarmıştı. Yavaşça ağzına aldı parmağını, emmeye başlamadan önce dahi gözlerini maviliklerden ayırmamıştı. "Bu gece sessiz olacağıma söz veriyorum, babacık."
Kendini daha fazla tutamadı. Islanan dudaklarına hızlıca yapıştı parmağını oradan ayırır ayırmaz. Onu git gide büyüyen bir ateşin eşliğinde öpüyordu. Her an daha da sert oluyordu birbirlerini öpüşleri. Başta bedenine sarılan uzun kolunu, pek de yavaş olmayarak biraz aşağıya, yorganın içine indirdi. Louis ıslak parmağının yerini kısa sürede bulduktan sonra, Merin'den kazandığı minik inlemeyle daha da heyecanlandı. Sadece birkaç saniye sonra sertliğine sarılan soğuk parmakları hissedince, seslerini bastırmak zorunda kalan yalnızca Merin olmayacaktı.
Yatakta uzanan bedeni üzerine biraz daha yaslandı, ta ki her bir noktası birbirleriyle eşleşinceye kadar. Odalarında yalnızca iki kişinin git gide artan nefes sesleri duyuluyordu; öpücüklerinin bile sessizce olması için büyük bir çaba sarf ediyorlardı. Louis onu hazırlamasında ikinci parmağını eklediği zaman, Merin de onu daha sert kavradı bir anda. Bu, ikisinin de birden ağzından ufak çaplı bir inleme kaçırdığı ilk an olmuştu. Bozuntuya vermeden dudaklarını emmeye devam etti. O dakikalarda, kızların sese uyanmasından endişe etmeye çok ama çok uzaktı. Bu yüzden, yeni bir risk alarak Merin'in boynuna yöneldi ve dudaklarını var gücüyle oraya bastırmaya başladı. Parmaklarının içeride hızlanan hareketiyle, belinin bir kenarını saran bacağın iyice sıkılaştığını hissetti. "İçime gir Louis, geleceğim yoksa."
Sevgilisinin çaresizce fısıldayışını duysa bile, Louis'in de ondan pek farkı yoktu. "Ben de." Saçlarının açık bıraktığı yere hafifçe dişini sürttüğünde, titremeye başlayan Merin'in vücudunu hissetti. Etrafına sarınan parmakların hareketi aynı zevkin eşliğinde hızlanmasıya, Louis de neredeyse aynı anda zevke ulaşmıştı Merin'le.
Başı tatlı bir yorgunlukla omuzlarına düştü ve orada sakinleşti. "Kesinlikle üzerimizdeki baskıdan dolayı bu kadar kısa sürdü." Merin sessizce fısıldadığında ikisi de kıkırdadı.
"Ben çok uzun zaman olduğu için diye düşünmüştüm." Louis üst bedenini onun biraz daha Merin'in göğsüne yaslamaktan çekinmedi ve başını, sadece birkaç dakika önceki gibi kalbine yakın yere bıraktı. Bir yandan, avuç içleriyle çıplak omuzlarını okşuyordu. "Beni ilk kez mutlu halimle tanıştırıyorsun."
Merin elbette demek istediğini tam olarak anlayamadan gülümsedi ve göğsüne yatan başını okşamaya başladı. "Otuz iki yaşıma geldim ve... kendimi sanki yeni tanıyorum. Hatta dünyanın ilk kez böyle bir yer olduğunu görüyorum." Parmaklarını tek tek her bir saç telinin arasından geçirmeye çalıştı onu dinlerken. Louis ise, tebessümünü kesemeden, konuşmaya devam etti. "Şimdi söylesene, gerçek olduğuna inanmamam mantıklı değil mi?"
Mavi gözler, uykulu bakmaya başlayan gözlere çevrildiğinde bu halini görmekten bile keyif almadan edemedi. "Ben de sanırım beni bu kadar mutlu eden adamın otuz iki yaşında olmasına inanamıyor olabilirim." Merin yaramazca konuştuğu zaman, Louis'i beklediğinden daha çok güldürmüştü. "Uyuyalım mı?" Tatlı bir edayla sordu, elleri hala Louis'in saç derisinde geziniyordu.
Yavaşça bedeninden çekilse bile, kollarını ondan çekmedi. Birkaç dakika içerisinde yeniden aynı pozisyona dönüp sadece yer değiştirmişlerdi. Uykuya dalmasına çok az kalmışken, Merin başını Louis'in çıplak göğsüne yasladı ve orada uyuya kalmasına izin verdi. Omuzlarında ve sırtında gezinen Louis'in parmak uçları ile uykuya dalması, tahmin ettiğinden daha kolay olmuştu aslında, hem de yarın sabah olacaklar hakkında endişelendiği halde.
★★
Sabah kendi biyolojik saatiyle yabancı evde olduğu bu evde, diğerlerine göre en erken uyanan Merin olmuştu. Kalın kar bulutlarının gökyüzünü kaplamasıyla etrafa saçılan beyazlıktan tüm oda da nasibini alıyordu, hem de tüm perdeler kapalı olmasına rağmen. Yanında hala tatlı tatlı uyuyan adamı uyandırmadan sessizce yataktan kalktı ve odasındaki ebeveyn banyosu olduğunu tahmin ettiği ikinci kapıyı açtı. Oradaki banyoda yüzünü güzelce yıkadıktan sonra, Louis'in havlusunu kullanmaktan çekinmedi. Kapı beklemediği bir anda aralandığında, Louis lavabo önünde duran bedenine arkadan yaklaştı ve hiç geciktirmeden beline sarılarak saçlarının arasından boynuna öpücükler kondurmaya çalıştı, hem de çıplak bir şekilde. Merin sabah sersemliğiyle sırıtırken, onu öpmekten kendini alıkoyamadı.
Kahvaltı hazırdı; masadaki tabaklar ve bardaklar yerine yerleştirilmişti, içecekler bardaklara dökülmüş ve sabah yumurtaları pişirilmişti. Sıra, aile üyelerini kahvaltıya uyandırmaya geldiğinde bu rolü hiç çekinmeden Louis üstlendi. "Ben onları uyandırayım."
Louis yukarı gittikten sonra, aslında Merin'in beklediğinden daha kısa sürede dönmüştü yanına. Masadaki her zamanki yerinde oturarak beklemek yerine, kapının yanına kadar gitti ve sabırsızca göğsünde kavuşturduğu kendi kollarını sıkmaya başladı. "Belki de, kendi kıyafetlerimi giyseydim daha iyi olurdu. Böyle onu daha da sinirlendireceğiz." Merin üstüne birkaç beden büyük gelen tişörtten rahatsız değildi aslında. Onu neyin endişelendirdiği açıkça belliydi ve Louis'in sakince omuz silkmesi Merin'i daha da tedirgin ediyordu. Tam da üstünü değiştirmek üzere eşikten adımını atmıştı ki, kızların merdivenden indiğini gördü ve eski yerine hızlıca geri döndü. "Geliyorlar."
Louis hemen yanına geçti, onun daha fazla kötü hissetmesine engel olmak istercesine. Ancak, Aurora Harley'in onları görmesi ve yerinde çakılı kalmasıyla Merin endişelerinde ne kadar haklı olduğunu daha ilk saniyeden anlamıştı. Hannah yürüyüp ablasını geçerken, Harley onlara aynı yerden kaşlarını çatarak bakmaya devam etti. O zaman küçük kardeşi de kapıda kalıp ikili arasına bakıp durmaya başladı. "Bu, şaka mı? Ne yapıyorsun sen burada Merin?" diye sordu Harley, bu sabahki aksiliği öncekilerden çok daha farklıydı.
Hannah masumca ablasının yanına geri döndü, olacaklarını öngören sadece Merin olamazdı sonuçta. "Harley, biz..." Babasının konuşmasına izin vermeden sinirli sesiyle böldü.
"Siz ne, baba? Siz ne? Merin neden senin kıyafetlerini giyiyor ve bu saatte, noel gününde bizim evimizde ne yapıyor?"
"Harley, sakin olur musun lütfen? Sana bir şey söylemek istiyoruz." Merin Louis'i geçip Harley'e birkaç adım atarak genç kıza yakın durmak için uğraştı. "Biz, bir süredir babanla beraberiz." Küçük kız gördüklerinin ardından duyduklarının itirafıyla gözlerini kocaman açarak, hemen arkada kalan babasına bakmaya başladı. "Bunu size söylemek için doğru zamanı bekliyorduk."
"Doğru zaman, öyle mi? Gözümüzün içine bakarak bize yalan söylediniz! Ne zamandan beri?"
"Harley, biz size yalan söylemedik. Sadece ikimizin de size söylemeden önce bir şeylerden emin olmamız gerekiyordu." Harley, Merin'i geçip konuşan babasına yaklaştı.
"İkiniz de bana yalan söylediniz... Ve ikinize de inanamıyorum." Küçük kız konuşurken gözlerinin dolduğunu kırılan ses tonuyla belli ediyordu. "O benim en yakın arkadaşımdı..."
"Hala arkadaşız Harley. Bunu engelleyen bir şey yok ortada-"
"Sana inanamıyorum baba! Birlikte olmak için arkadaşım olmayan, başka birini bulamaz mıydın!"
"Harley. Merin senden sekiz yaş büyük." Louis kızının yaptığı çocukluktan dolayı sinirlenmeye başlamadan önce sakince uyardı kurduğu cümleleri yüzünden. Ancak Harley bu sefer de, saldırmak için Merin'e dönmüştü.
"Ya sana ne demeli? Kardeşin bizim okulda, öyle değil mi? Hiç utanmadın mı babamı ayartırken?"
"Harley!" Louis saygısızlığından ötürü kızına bir miktar bağırmak zorunda kalsa da, Merin erkek arkadaşına göre daha olgun karşılamıştı genç kızın söylediklerini. Tüm bunlar, beklemediği şeyler değildi çünkü. "Kendine gel. Olgunluğunu takın biraz."
"Bir şey desene sen de Hannah! Sürekli konuşup duran çenen neden şimdi açılmıyor?" Bu sefer kızma sırası küçük kıza gelmişti tabii.
"Eğer tüm gün Merin'i ve babamı benden kıskanmak yerine biraz önüne baksaydın, onlar söylemeden anlardın." Küçük kız bilmişçe kollarını birleştirdi ablasına cevabına ek olarak ve onun tarafından ayrılıp babasının yanına geçti.
"Size inanamıyorum ya! Resmen üçünüz birden bana oyun yapmışsınız! Ne var biliyor musunuz? Ben noeli büyükannemde geçireceğim. Ve eğer, Merin bu evde bizimle yaşayıp duracaksa hayatımın geri kalanını da orada geçirebilirim. Ne de olsa, zaten istenmiyorum."
Genç kız söylenerek koşar adımlarla yukarı kaçtığında, Louis de hiç gecikmeden peşinden gitmişti. Dinlemeyeceğini bildiği halde, ona biraz daha laf anlatmakla uğraşmak ve bazı şeylere ikna etmek zorundaydı. Ne var ki, bu atışmanın tahmin ettiğinden daha uzun süreceğinden aynı şekilde fazlasıyla habersizdi.
.
.
y/n: bu bölüm sanırım şimdiye dek yazmak için en çok sabırsızlandığım bölümlerden biriydi hikaye boyunca, daha heyecanlıları da bizi bekliyor shshxj
bu sefer kelime sayısı 6 bin... azıcık yorum yaparsanız alınırım haberiniz olsun :<<< TEPKİLERİNİZİ, YORUMLARINIZI ÇOKK MERAK EDİYORUMM
*: list of people (try and forget about) - tame impala (multimedia'da)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top