Domino Taşları

y/n: bildiğiniz gibi her hikayenin bir tepe (climax) noktası vardır ve sonrasında düşüş (falling action) yaşanır. Öncelikle söylemeliyim ki bu hikayede birden fazla climax olacak :D ve işte, onlardan biri karşınızda..

mükemmel editi için, hayatımın anlamı
larentscreature 'a sonsuz teşekkürler ;)




Genç Styles'ın o günü zaten, Harley'in ona saçma bir tokayı fırlatmasının öncesinden tuhaf başlamıştı ya.

Tek kişilikten biraz daha büyük olan dağınık yatağında, alarmından önce onu uyandıran şey ince duvarlar sayesinde rahatlıkla duyulabilen anahtarla kapıyı başarısız açma girişimleriydi. River o pazartesi sabahına uyandırıldığı daha ilk saniyeden, aslında ablasının gece gelmediğini ve geceden kalma bir şekilde kapının deliğini zorladığını anlamıştı. Kardeşini azarlamak için bile saat çok erkendi hem. Bu yüzden, yataktan çıkıp ona hangi cehennemde olduğunu ve neden sınavlarına bu kadar az bir süre kalmışken kendisini dağıttığını sormadı. Üstelik, Merin'in üstüne gitmekten hoşlandığı da söylenemezdi, çoğunlukla.

Şu ara çok sık tekrarlanan şekilde, tek başına kahvaltısını etti ve çıkmadan önce iyi olduğundan emin olmak için odasının kapısını yavaşça araladı, ablasını uyandırmamak için özen gösteriyordu. Yatağın içine girmeden, yalnızca yorgana sarılan, uykuda olan bedenini gördüğünde içinde tuttuğu nefesi yavaşça verdi ve kapıyı aynı sessizlikle kapadı.

Her sabah olduğu gibi, birkaç kilometre uzaktaki okuluna metroyla gitti. Büyük okul kapısından geçene kadar kulaklığını kulağındaki yerinden hiç çıkarmadı. Sabahki ilk iki dersini uyuyarak geçirirdi zaten. Sonraki iki ders ise, edebiyattı ve River hocası sayesinde edebiyata ısındığını henüz o zamanlar bilmiyordu. En azından, en alakasız anlarda gelen tuhaf anksiyete ataklarının edebiyat dersindeyken daha az yaşadığının kendisi de farkındaydı. Bay Tomlinson'ın, ilk kez bu okulda kavga etmeye kalktığında onu koruduğunu ve yeniden bir şey yaşanırsa koruyacağını bildiği içindi belki de.

Ders arasında, merak ettiği için ablasına mesaj atmayı ihmal etmemişti. Çünkü ne zaman Merin'le konuşmadan güne başlasa, ister istemez kendini eksik ve tuhaf hissederdi. "River: Sabah odana geldiğimde uyuyordun, uyandırmak istemedim. İyi misin?"

Cam kenarında olan sırasında, başını kaldırmadan mesaj bildirimiyle aydınlanan telefonuna baktı. "Merin: İyiyim, gece geç kaldığım için sabah uyanamadım sadece. Kahvaltını ettin mi??? :*"

River, sadece iç çekti. Merin'in son zamanlarda bu kadar sık yalan söylemesi onu rahatsız etmeye başlamıştı; bunlar her ne kadar ufak tefek, beyaz yalanlar olsa dahi. River, Merin'in sabahın köründe eve geldiğinden kesinlikle emindi. Yine de üstünde durmadı, en azından o anlık. Birkaç dakika içerisinde de, edebiyatın ikinci dersi başlamıştı zaten.

Dönem bitmeden önce, son konularından birine başlamıştı edebiyat öğretmeni. Dersin sonuna gelindiğinde ise, ödev ve sınavlarını açıklayacağını söyleyince, River ister istemez heyecanlanmıştı. Tanrı biliyordu ya, diğer derslerinden daha çok uğraşmıştı edebiyat ödevi için. Oturduğu öğretmen masasında başı kağıtlara doğru eğikken, River öğretmeninin normale göre biraz durgun olduğunu fark etti ilk kez. Ama bunun nedeni her ne ise, kimseyi ilgilendirmezdi, değil mi? River sınav notlarının açıklanmasında sıranın kendisine gelmesini beklerken sabırsızca tırnağının kenarındaki etleri kemirmeye başlamıştı bile. "River Styles. Ödev notu: doksan beş. İkinci sınav notu: seksen." Hemen unutmamak için sayıları sırasının üstüne not aldı küçük kısaltmalarla. Beklediğinden yüksek aldığına bir miktar inanamamıştı. Çünkü River, oldum olası matematik ve sayısal ders düşkünüydü ve edebiyat gibi sözel bir dersi yapabilmek onun için imkansıza yakındı.

Dersi öğrencilerin beklediğinden ve hatta öğle yemeği zilinden bile önce bitirmesine herkes şaşırsa da, tüm öğrenciler neredeyse aynı anda kaçarcasına terk etmişti sınıfı. River da neredeyse kapının eşiğine gelmişken, edebiyat öğretmeninin ona seslendiğini duymuştu. "River, biraz konuşabilir miyiz?"

Sabırsızca sürdü ayaklarını öğretmen masasının karşısına. Önünde dururken ellerini saygısından ötürü kucağının altında birleştirmişti. "Biliyorsun, dönem sonu yapılacak bilgi yarışması için hala seçmeler devam ediyor. Bir de, sana yeni bir şey sormak istiyorum. Okul dergisiyle ilgili."

River öğretmeninden duyduklarından ötürü şaşırsa dahi sessizce dinlemeye devam etti. "Ödevinde kullandığın betimlemeler gerçekten takdire layıktı. Biliyorsun ki, okulumuzun bir edebiyat kulübü var. Her hafta bir şeyler yazıyoruz ve içlerinden en güzelini seçip okul panolarına asıyoruz. Sen de katılmak ister misin? Belki, yazın okul dergisinde bile yayımlanabilir." Bay Tomlinson'ın ona gülümsemek için uğraştığını görüyor ve tüm çabasıyla, çekingence karşılık vermek için uğraşıyordu River da.

"Sanmıyorum, Bay Tomlinson. Ben yazmada iyi değilim. Sadece analiz etmemizi istediğiniz eseri fazlasıyla beğenmiştim. Kendi başıma bir şeyler yazacak kadar yetenekli sayılmam." Louis başını sallıyordu. Birden kalktı sandalyesinden.

"Yine de bir düşün derim." Elini genç çocuğun omzuna koydu onunla kapıya yürürken. "İyi yerlere gelmeyi hak ediyorsun. Lisede yaptıkların üniversite için önemlidir. Bunu aklından çıkarma." River öğretmenin arkasında kalıp onu izlemeye devam ederken, içten içe ne olduğunu anlamaya çalışıyordu hala. Kendi kendine, Bay Tomlinson'ın danışman öğretmeni olduğunu hatırlatıyordu bir yandan.

Sonra da kızı tarafından tuhaf, sözlü bir saldırıya uğramıştı işte. Ne olduğunu anlayamadan gözü önünden çekip gittiğinde arkadaşlarının gülüşmelerini umursamadı. Sürekli birileri tarafından ablasıyla dalga geçilmesinden yıllardan beri bıkmıştı. Bu yüzden yapmadan önce düşünmedi bile: Elindeki tokayı bulduğu ilk çöpe attı ve yemek yemeye giden arkadaşlarının peşine takıldı daha da geç kalmadan.

Toka konusunda hızlı bir karar vermiş gibi, hatta belki üstünde bir daha hiç düşünmeyecekmiş gibi görünüyor olabilirdi. Ancak, enteresan ve bilmediği bir şeylerin varlığı onu daha ilk andan rahatsız etmeye başlamıştı. Ve bahsi geçen ilk an, o pazartesi gününden başlamıyordu. River, Merin'in bir şeyler sakladığını ilk kez fark ettiği anı hatırlıyordu. O günden beri, anlayamadığı şeylerin listesi sürekli uzamaya başlamıştı.

Merin, River'a Manchester'daki bir fotoğrafçıda çalıştığını söylemişti en başta. Bazı günler eve geç gelmesinin açıklaması olarak başka bir şehre gidip gelmesinin uzun sürdüğünü bahane etmişti. Dürüst olmalıydı, onca zorluğa rağmen onu bu kadar rahat görmek River'ın vicdanını rahatlatıyordu ya, bu yüzden şikayetçi olup da gerçeği didiklemek gelmemişti aklına. Sonra, aynı yerde çalışmalarına rağmen Gloria'nın söylediklerinin arkadaşınınkilerle eşleşmediğini fark etmişti. Bu çok tuhaftı işte. River, ablasının yalan söylediğini, en azından o zamanlar, artık öğrenmişti.

Yeni gerçeği öğrendikten sonra da, çok fazla bu konuda kafa patlattığı söylenemezdi. Merin'in özel hayatıyla ilgilenmeyi hiç sevmezdi zaten. Eğer o memnunsa, River da bununla baş edebilirdi. Ona uyum sağlamak o kadar da zor olmuyordu, genelde.

Ancak, ilk kez kendinden küçük bir kız -üstelik öğretmeninin kızı- tarafından zorbalığa uğradığı da bir gerçekti. Kafasını kurcalayan ve onu rahatsız eden bu sebep her ne ise, büyümüştü ve bilmediği şüphe kırıntıları bir süre River'ın peşini bırakmayacak gibi gözüküyordu.

~

Eve gelir gelmez üstündeki kalın tutamlardan kurtulup, aralık durduğunu gördüğü kardeşinin kapısına ilerledi. Yavaşça başını uzattı. Merin'in ders çalıştığını görünce elinde kalan anahtarlığı salladı bilerek, sırf dikkatinin dağılması için. "Duş almışsın, korkmadın mı?"

"Kapıları açık bıraktığım sürece sorun olmuyor. Korkularımı yeniyorum." Merin sarılmak istediğini ona dönerek ve kollarını iki yana açarak gösterdiğinde, kardeşi çok da istekli olmadığı halde içeri girip yanına ilerledi. "Günün nasıldı?" Kısa bir kucaklaşmadan sonra geri çekildi hemen. Ellerini okul pantolonunun ceplerine soktu.

"Açıkçası, biraz garipti." River böyle söyleyince Merin merakla kaşlarını kaldırdı. "Yakın zamanda bir kızla kavga etmiş olma olasılığın nedir?"

Merin hiçbir şey anlamadığı için şaşkınca güldü. "Bu da ne demek River? Biliyorsun, ben kimseyle kavga etmem."

"Bugün bir kız," River nasıl anlatacağını düşünürken Merin'in yatağına oturdu. "Biliyorum, duymak canını sıkıyor ama... Biri yine seni kullanarak bana zorbalık yaptı."

"Nasıl yani? Ne yaptı?" Gözleri odada dolaşırken, baş ucundaki duvara yapıştırılmış tuhaf çizime takıldı. Bir çocuk tarafından çizildiği belliydi. Üzerinde durmadan hemen ablasına döndü.

"Ne yaptığını boş ver. Kendinden küçük biriyle sözlü kavgaya girdin mi sen onu söyle? Kızı fena halde kızdırmışsın." Merin gözlerini devirerek önüne döndüğünde River hala ondan mantığına yatacak bir açıklama bekliyordu. Aksi takdirde, düşüneceği şeylerden kendisi dahi korkuyordu. Bu yüzden hemen ayağa fırladı ve omuzlarına yerleştirdi iki elini de. "Bir düşünsene. Belki, markette falan sırasını kapmışsındır?"

"Sanırım." Merin'in tedirginlikle çıkıyordu sesi, ve River bunu anlamıştı. "Geçen gün mağazada, ufak bir tartışma yaşanmış olabilir. Çok hatırlamıyorum River."

Oysa, River ondan tokayla ilgili bir açıklama bekliyordu. Kaçamakça söylenen ve alakasız zoraki cevaplar değil. Üstelik böyle bir şey olduğunda, yani gerçekten yaşandığında Merin'in hiç düşmeyen çenesinin biraz daha açılarak bu konuyu her detayıyla anlatacağından emindi. Bu yüzden ellerini hayal kırıklığıyla çekti omuzlarından. "Ders çalışmana geri dön sen en iyisi. Ergenlerle uğraşmaktan yeterince bıktın zaten."

Merin'in söylediği kaçıncı yalandı, artık saymayı bırakmıştı River. Üstelik, gerçek olmadıklarını bildiğinde daha da can sıkıcı oluyordu. Harley'in, göğsüne vurarak verdiği o önemsiz toka, hiçbirinin bilmediği, özellikle de River'ın bilmediği daha büyük sorunlara yol açacaktı ne yazık ki. Çünkü o toka, sıra sıra dizilmiş domino taşlarının en başında yer alıyordu ve Aurora Harley'in onu ufak bir parmak ucu hareketiyle ittirmesiyle birlikte, tüm taşlar yerle bir olacaktı.

Akşam yemeğinde ufak masalarında yeniden bir araya geldiklerinde, River konuyla alakasız gibi gözüken bir şeyi daha masaya serdi. "Çizgi roman serilerimden birinin ilk cildi kayıp. Sende mi?" Merin göz ucuyla kardeşine şöyle bir baktıysa da, hemen başını iki yana salladı. Kendisinde değildi, çünkü onu Harley'e vermişti ve yenisini alamadan verdiğini dahi unutmuştu. "Şaka gibi. Onu hiçbir yerde bulamıyorum. Senin aldığından emindim oysa."

"O dağınıklığın arasındadır." diye geçiştirdi River'ı. Elbette, bunu önceki konuyla bağdaştırması bir hayli imkansızdı. Ancak, Merin'in tuhaf halleri daha çok gözüne batmaya başlamıştı artık. Üstelik, zamanla öğrendiklerinin üstüne geçmişte fark edip üstünde durmadığı detayları da eklemeye başlamıştı farkında olmadan.

Yeni edindiği erkek arkadaşı kim, bilmiyordu. Ancak son bir ayı düşündüğünde, tuhafına giden çok fazla şey vardı River'ın. Örneğin koskoca bir ay boyunca devam etmiş olması bile şaşırılacak bir detaydı. Merin karşısında durmadan telefonla oynadığı zaman, artık erkek arkadaşıyla konuştuğunu tahmin etmesine bile gerek kalmıyordu. Yan odadan gelen fısıltılı konuşmaları, gece geç saatte çıkılan randevuları ve sabahın erken bir saatinde eve dönmelerinden haberi vardı ancak en başından beri öyle tepkisizdi ki, ortasında karışmak da artık anlamsız ve uygunsuz gelmeye başlamıştı River'a. Sonuçta, en başından beri kiminle görüştüğüyle ilgilenmiyor ve hatta öğrenmek ya da bilmek istemiyordu. Ne var ki, artık bir şeyler yüzünden bu konudaki merakı fazlasıyla artmıştı.

Bu yüzden, ertesi gün yedikleri akşam yemeğinde daha fazla kendini tutamadan sordu. "Lütfen bana erkek arkadaşının noel akşamında bana bahsettiğin şu adam olmadığını söyle." Sırıtarak telefon ekranına bakan suratı, bir anda düştü duyduklarıyla. Telefonunu kilitledi hemen ve masanın üzerine bıraktı.

"Sana onun hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim çünkü konu ben olunca her şeye fazlasıyla önyargılısın." Asık suratı tabağına döndüğünde River bozulduğunu belli etmeden, laubali bir şekilde konuştu.

"Nerede sevişiyorsunuz peki? Evden gitmemi hiç istemiyorsun da." Hiçbir şey söylemeden masadan kalktı Merin, elindeki tabağıyla. River onun bu tepkisine o kadar da şaşırmamıştı. Onun yokluğunda parlayan telefon ekranına götürdü gözlerini hemen. Zeki olan yalnızca River değildi. Mesaj gönderen kişinin ismi, yazılı bile değildi. Merin, sık sık erkek arkadaşının kayıtlı olduğu ismi değiştirip duruyordu. Aptal bir kurabiye emojisinden art arda mesajlar gelirken River sinirle gözlerini Merin'e getirdi. "İçimden bir ses yine benden bir şeyler sakladığını söylüyor."

"Derse dönsem iyi olur." Masanın üzerinden aldı hemen telefonunu. River masada siniriyle tamamen tek başına kalmıştı.

Sinirliydi çünkü Merin'in yalan söylemesinden oldum olası nefret ediyordu. Üstelik, eskiden asla birbirlerine yalan söylemezlerdi. River onunla geçirdiği çocukluğu hala çok iyi hatırlıyordu ve onu sinirlendiren de buydu. Geçirdiği değişimin bazen karakterinde de söz konusu olduğunu düşünüyordu. Harry Merin, doğduğundan beri River'ın yanında olmuştu. Anne-babalarının bile hatırlamadığı o gereksiz hatıraların hepsini ezbere anlatabilirdi Merin kardeşine. İlk dişini çıkarışı, ilk kez altına yapmadan tuvalete gideceğini söyleyebilişi ve ilk aşkını Merin, River'dan daha iyi hatırlıyordu hem de anıların tümü River'a ait olmasına rağmen. Merin, onun tüm ilklerinde yanında olmuştu sahiden de. Hatta, ilk seksinde bile, kısmi olarak. Daha öncesinde defalarca bundan yakındığı eski evlerindeki kilidi bozuk kapısının suçuydu tümüyle. Evde yalnızca Merin vardı ve River bilerek rahatsız etmeyeceğinden son derece emindi. Ancak bir anda kapı açıldığında, büyük kardeşine basılmanın getirdiği utanç hala dün gibi hafızasındaydı ve aynı utanç, kemiklerine kadar irkilmesine neden oluyordu. "Üzgünüm! Üzgünüm! Yemin ederim ki hiçbir şey görmedim!" Ve bu olanların üstünden, o kadar da geçtiği söylenemezdi.

River bundan nefret ediyordu çünkü eskiden, tıpkı hatırladığı gibi birbirlerine sırlarını paylaşmaktan çekinmeyen iki kardeşlerdi onlar. Çocukken, River onu ağabeyi veyahut ablası olarak görmemiş, tıpkı kendisinin tembihlediği gibi ona sadece ismiyle seslenmişti. Belki de, tüm sebebi onu en yakın arkadaşı olarak görebilmesi idi. Harry'nin kendini açtığı ilk insan River'dı ve bunu şimdilerde ne zaman aklına getirse, eskisi gibi üzülmek yerine gurur duyardı. Güçlü biri olduğunu biliyordu. En azından, dışarıdan böyle gözüktüğünü. Ancak böyle olmadığı zamanlar, River içten içe hep Merin'e sinirlenirdi.

Örneğin babasının onu üzmesine izin verdiği zamanları hala net bir şekilde seçebiliyordu. Geçmişte onu yaralayıp gitmesinden ötürü Matthew'dan, kendi öz babasından ölesiye nefret ediyordu. Ayrıca, babası annesini de üzmüş ve hatta dolaylı yollardan hastalanmasına sebep olmuştu. Bir gün aynısının Merin'in başına gelecek olmasından korkuyordu en çok. Bu yüzden, hayatına dikkatsizce aldığı her insandan kendisinin bile bilmediği büyük bir nefret ve hınç besliyordu. Çünkü biliyordu River. Eğer izin verirse, herkes Merin'i yaralayabilirdi. Ve bunu gördüğünde, deliye dönüyordu. En başından alması gerekirse, daha Harry on altılarındayken okulda aşık olduğu çocuğu eve getirmesi ve onunla beraber olması. Elbette buna delirmemişti. Onu delirten, birkaç gün sonra eve gelen aynı çocuğun, okuldaki herkese gay olmadığını söyleyerek, onlara Harry'i kötülemesi ve yaşadıkları her şeyin detayını anlatması olmuştu. Buna izin verdiği için, mantıksız olduğunu bile bile Harry'i suçlamıştı. Üzüldüğünü gördükçe, buna sebep olan insanlara yapamadıklarından ötürü her gün bir şeyleri içine atmak zorunda kalmış ve öfke sorunları olan birine dönüşmüştü.

Henüz geçen yaz taşındıkları apartman dairesine gidip gelen yabancı insan sayısı gözle görülür şekilde arttığında ise, gururuna yediremediği, kendisinin de tuhafına giden şeyler vardı River'ın. Aslında, Merin'in yıllar sonra her konuda özgürlüğünü kazandığını görmek onu neşelendirir ve gururlandırdı çoğu zaman. Onu huzursuz eden, ablasının tek gecelik ilişki yaşayıp durması da değildi. River'ı sinirden deliye çeviren, eve gelen çocukların Merin yokkenki konuşmaları olurdu hep. "Sen şimdi ona abla mı diyorsun yoksa hala abi mi?" ya da "Kaç senedir böyle?" veya "Biliyor musun? Yatakta göründüğünden daha sert." gibi ve hatta daha iğrençleri.

Bir süre sonra, River katlanmak zorunda kaldığı seslerle dolu gecenin sabahında kendisini odasına kilitlemeye alışmıştı. İşte tüm bunlardan nefret ediyordu. Merin'in ona bu muameleyi yapacak insanlara şans vermesinden; ne için olduğu River'ın umurunda değildi. Ama eve gelen her erkeği sırf bu yüzden öldürmek isterdi daha hiç tanımadan. Artık o günlerde evden gitmeye gönüllü hale geldiği bile söylenebilirdi. Bunları, yani duyduklarını Merin'e anlatırsa ne kadar üzüleceğini biliyordu. Bu sebepten dolayı hep çekindi ve kafasında bir yerde onları gizli saklı nasıl pataklayabileceğinin planını yaptı.

Onu koruması ve bazı zamanlarda kıskanması biraz bıktırıcı ve toksik göründüğünün farkındaydı. Ama mahvolan hayatından geriye önemli kalan yalnızca Merin vardı onun için. Bu yüzden, üzülmesinden hem çok korkuyor hem de nefret ediyordu. Hayata karşı bu kadar düşünceli ve anlayışlı olurken, kendisine layık gördüklerine katlanamıyordu. Ayrıca ne zaman gelecekle ilgili ufak tefek de olsa bir hayale kapılsa, büyük bir evin içerisinde yalnızca kendisini ve onu görüyordu. İkisi de kimseyle evlenmeyecek ve anne babasında gördükleri hayal kırıklığını doğacak çocuklarına sergileyemeyeceklerdi. Üstelik, ikisi de evliliği saçma buluyordu zaten. Tek yapmaları gereken, bu korkunç şehirden kaçıp kurtulmak ve kurdukları hayalleri birlikte gerçekleştirmekti.

Şimdiyse onu korkutan, hayatına aldığı 'adamın' ablasına vereceği büyük zararlardı. Daha ilk söylediği andan düşüncesi bile ürkütmüştü River'ı. Bir keresinde, Merin'in ona anlattığı ders notlarından birini aklına getirmeden öncesinde,  onun evli ve çocuklu bir adamla gizli saklı bir ilişkisi olduğunu düşünüp soğuk terler dökmüştü kendi kendine. Ders notlarına gelince, çocukların ailede yaşanan travmatik olaylar sonucunda onlara anne ya da babalarını hatırlatan insanlara aşık olabileceğini söylediğini hatırlıyordu. Eğer Merin, Matthew'a benzeyen, en azından en az onun kadar ayyaş bir adama aşık olursa River tüm bunların nasıl altından kalkacağını hesaplayamıyordu. Tüm bunlar, onu korkutmuştu. 

Birkaç gün aklına takılan tüm bu meselelerle oyalandı. Ancak çok sürmedi. Merin haftanın neredeyse her günü evde kalıp her zamanki şekilde ders çalışmaya başladığı zaman River bu konuların birçoğunu unuttu ya da artık üzerinde durulması gerekmediğini düşünmeye başladı. Final haftası yaklaşmışken, ikisinin de başına yeni bir sorun açmak istemiyordu. Hele de, paylaştıkları aynı evde, asla.

Sadece okul günleri Harley'i görmek hala tuhafına gidiyordu. Neden yaptığını düşünüyordu. O toka gerçekten Merin'in ise, Bay Tomlinson'ın kızında ne işi vardı örneğin? River genç kızı her görüşünde aklına bunları getiriyor ve kendi kendine bir cevap arıyordu. O kadar da zorba biri olmadığını tahmin etmesi kolaydı. Koskoca öğretmenin kızıydı ve birinci sınıftı üstelik. Üzerinde ne zaman ateş saçan o kızgınlık dolu bakışları fark etse, kendini tuhaf bir şekilde köşeye sıkıştırılmış hissediyordu. Sanki bilmeden bir suç işlemişti de, cezasını çekiyordu. Ama River hiçbir şey yapmamıştı. Merin'di Harley'i sinirlendiren. River artık bundan emindi. Neler olduğunu gidip Harley'e sormak yerine, beklemeyi ve gördüklerinin hepsini bir kenarda biriktirmeyi tercih etti.

En başta, okul çıkışında onları siyah aston martin'e binerken gördü aynı haftanın içerisinde. Plakayı falan ezberlediği yoktu, sadece bakmıştı işte. Bay Tomlinson'la kızını beraber gördüğü zaman, öğretmeni hakkında bildiklerini istemsizce aklından geçirdi. Boşanmıştı ve iki kızı vardı. Sadece bunu biliyordu onun hakkında. İyi biri olduğunu söyleyebilirdi River. Kızı için aynı şeyi söylemesi pek mümkün değildi.

~

"Okul nasıldı?" Diye sordu Merin oturduğu koltukta. River da hemen yanı başındaydı o akşam. Televizyon izlemeyi sevmediği halde kanalları geziyordu.

"Sıradan." Ona bakmadan sakinlikle yanıtladı. Dirseği kolçakta, çenesi ise avuçlarındaydı. "Final çalışmaları nasıl gidiyor?"

"Güzel." Hemen gülümseyerek kardeşine sırnaşmaya ve üstte kalan kolunu beline dolamaya çalıştı. "Şu ara çok sessizsin River. Aşık falan mı oldun yoksa?"

Belli etmek istemiyordu bu yüzden sadece gülümsedi. "Şu, birkaç hafta öncesine kadar bakıcılık yaptığın aile ne oldu?"

"Okuluma odaklanmam gerektiğini söyleyip bıraktım." Merin gözlerini televizyondan çevirmedi.

"Kimdi onlar? Bana hiç bahsetmedin." Konunun nereye geleceğini hissedip, Merin soğukkanlı durmaya çalıştı. Çünkü kardeşinin şüphelendiğinin farkındaydı. Tüm bu durgunluğun sebebinin de.

"Sıradan bir aile. Hatta birkaç tane eve gidiyordum." Masumca gülümseyerek geri çekildi ve River'a baktı. "Neden sordun bebeğim?"

Eski yerine geçtiğinde ve rahat bırakıldığında nefesini sıkıntıyla verdi. "Öylesine. Merak ettim. Geri dönecek misin sınavların bittiğinde?"

Kısa geçen birkaç saniye sonra cevap verilmemesinden ötürü River başını Merin'e çevirdi. Yine telefonuna bakarak sırıttığını görünce bıkkınlıkla gözlerini devirdi. "Sanmıyorum." Merin telefonunu cebine sıkıştırıp yanağını öptü. "Ben odama geçiyorum, sana iyi geceler."

River, Merin'in bu tavırlarından da hoşlanmıyordu aslında. Hayatına giren her kim ise, sürekli River'ı arka plana atılmış hissettiriyordu. Hem de her seferinde. En yakın örneği, beraber dışarı çıktıkları gün Merin birden bire çekip giderek River'ı Gloria'yla baş başa bırakmıştı. Gloria'yı sevmediğinden değil, planı bir anda unutup önemsemeden gitmesine bozulmuştu. O akşam da aynısı yaşanıyordu. Her zamanki gibi. Gün içinde doğru düzgün sohbet edemiyor gibi geliyordu River'a. Gözünü bu kadar kör ettiği hiçbir erkek arkadaşı olmamıştı. Sırf bu sebepten bile tanımadığı o 'adamdan' nefret ediyordu.

Merin'inse, genelde her zaman geçerli sayılabilecek sebepleri vardı. Örneğin, onun açısından bakıldığında zaten uzun süredir evdeydi ve River'ı okul harici günün her saatinde görebiliyordu. Ancak erkek arkadaşı için aynı şeyler geçerli değildi. Onu en son ne zaman gördüğünü unutmuştu, belki de son gizli kaçamak buluşmalarının üzerinden bir hafta geçmişti. Ve bu da Merin'i zorluyordu. Her ne kadar Louis'e söylemese de, Harley'in okulda gidip River'ın kulağına bir şeyler fısıldadığını tahmin edebiliyordu. Louis'e söylemek istememişti çünkü öğrenirse kızına karşı yaşayacağı hayal kırıklığın ne denli büyük olacağını öngörüyordu. Tüm bunlardan dolayı elinden geldiğince dikkatli davranıyordu kardeşinin önünde. Ancak, sohbetlerinin ortasında telefonuna ilk kez gelen o fotoğraflardan sonra kendisini tutamamak Merin'in suçu olmamalıydı. Hiçbir şekilde.

İlk kez Louis'den o tür bir fotoğraf aldığında kardeşinin yanında kıpkırmızı kesilmemesi için kaç saniyesi olmuştu ki? Elbette hemen odasına geçip kapısını kilitlemesi gerekmişti. Telefonunu elinden bırakmadan kendini yatağa attı ve mesaj kutusunda duran görsellere rahatça odaklanabildi. Sabırsızca parmak eklemini kemirdiğine inanamıyordu. Altına gönderdiği mesajı okudu hemen: "T: Böyle mi olması gerekiyordu ufaklık?"

"Merin: Pantolonunu açman gerek :D :) Sebebi ne diye sormayacağım????"

"T: Hmm bir düşünelim. Evde tekim ve seni özledim." Ve Merin'in söylediği gibi bir resim daha eklendi sohbete.  Kendine dokunmasına çok az kalmışken, zorlukla dokunmatik ekrana kaydı parmak uçları.

"Merin: Ne yapacaksın peki?"

"T: En iyi ihtimalle seni evden alıp buraya getiririm diye düşünüyordum ama... River Kuralı hala geçerli değil mi?"
Bu sefer elinin kasıklarında durduğu fotoğrafı gördüğünde Merin iç çekti.

"Merin: Kesinlikle. Ve ne oldu da bu kadar terbiyesizleştiğini merak ediyorum :D Kesinlikle hoşuma gitmediğinden değil ;)"

"T: Seni görmek istiyorum, en azından telefondan göremez miyim??" Mesajını okuduktan hemen sonra telefonu çalmaya başlamıştı. Baş ucunda duran kulaklığını aldı hızlıca. Açmadan önce yüzünün aldığı kızarıklığı kontrol etmeye bile fırsatı olmamıştı. Louis'le telefon seksi yapacaklarına inanamıyordu.

İkisi de birbirlerinin suratını görmesiyle birkaç saniye aptalca gülüp durmuşlardı. "Tamam, sanırım bu biraz beklenmedikti. Ve romantik bir karşılaşma."

"Evet, çevir hadi." Merin sessizce söylerken kıkırdadı. Kamera dönünce Louis'in baksırla kapanan kasıklarını ve yatağın üzerine uzanan bacaklarını görebiliyordu.

Louis'in hala yüzünü gördüğünü unutmuştu o sırada. "Merin. Tüm gece boyunca parmağını ısırarak beni mi izleyeceksin?" Hemen telefonu yüz üstü yatağa atıp üst üste gelen utançtan dolayı yüzünü kapatarak gülmeye başladı. Sanki Louis karşısındaydı. "Hey!"

Louis onu telefonun diğer ucunda beklerken sırıtmasını kesmeden kamerayı yine kendine çevirmişti. Birkaç saniye boyunca ekran karanlık kaldı. Louis seslense bile, Merin'den ses gelmiyordu. Belki de River odaya girdi diye düşünürken, kamera birden açılınca Louis'in ağzının aldığı hal ise görülmeye değerdi. Merin yüz üstü uzandığı yatakta telefonu çaprazında tutuyor ve ayaklarını yaramaz bir şekilde havada sallıyordu. Üstünde sadece iki parça çamaşır olduğunu görebiliyordu Louis. "Ee söylesene, deniz kızı çizimim nasıl gidiyor?"

Louis'in önce, belli aralıklarla nefes alması ve onu geri vermesi gerekmişti. Çünkü Merin'i karşısında, daha doğrusu ekranında böyle gördüğünden beri nasıl soluk alınacağını unutmuştu. "H-harika."

"Kendine dokunuyor musun yoksa şu an?" Aklı tamamen gitmişti. Telefonu tutan parmak uçlarının uyuştuğunu bile Merin sorunca fark ediyordu. Telefonu tamamen sol elinde bırakıp, sanki yapması gerektiğini hatırlamışçasına sağ elini kasıklarına götürdü. "Evet." dedi sessizce.

"O zaman bana da göster." Merin bir anda yatakta doğrulduğunda, Louis yutkundu.

"N-Nasıl yani? İzlemek mi istiyorsun?"

"Evet Lo-" Kendini son anda durdururken eliyle ağzını kapattı. "Tanrı aşkına!" Merin'in kızgın sesiyle kameranın bakış açısını değiştirdi yeniden. "Böyle daha iyi."

Dizlerinin üstünde oturmayı kesip bacaklarını serbest bıraktı. Telefonunu üst üste duran iki yastığının üstüne koyup önce bacaklarını kendine doğru çekti. Sonra, onları yavaşça araladı. Gözü hala kameradaydı. Kulaklık kablosuna dolanmak biraz can sıkıcıydı ama başka çaresi yoktu. Eli, kameraya doğru açık duran bacaklarının arasından, alt çamaşırının üstüne doğru kaydı.  "Hala bana dokunacağın günün hayalini kuruyorum."

"Tanrı aşkına! Uyumaya çalışırken telefon seksini dinlemek zorunda değilim!" Yan odasından gelen sesle kaşları çatıldı ve modunun bozulmaması için Louis'in duymamış olmasını umdu.

"Bundan sonra sessiz modda olacağım." Kulaklığının mikrofonuna doğru fısıldadı ve ağzına fermuar çekti. Louis gerçekten de o an evde olanlardan habersizdi bu yüzden kasıklarındaki elini hafif hafif oynatmaya devam etti. İkisi de ateşle oynadıklarının kesinlikle farkında değillerdi ve durmak akıllarına bile gelmiyordu.

Yine de, telefonu tutan ellerini bedenine yaklaştığında suratındaki sırıtış kesilmemişti. Bu sefer kameranın yönünü çeviren Merin oldu. Louis'e, onun için seçtiği krem beyazı çamaşırını ve sergilemekten çekinmediği kasıklarını gösteriyordu. Bir anda telefonda karşısındaki kişinin halini görünce kendini tutamayıp ellerini tıpkı Louis gibi kasıklarına götürdüyse de, hemen çekti. Yatakta dizlerinin üstünde durup telefonu için düzgün bir yer ayarlamakla uğraştı. "Ne yapıyorsun?" Louis onu göremediği her andan rahatsızlık duyduğu için sabırsızca ve keyifsizce sordu. Merin'se cevabını yazarak vermek zorundaydı:

"Yastığımı kullanacağım." Louis mesajı gördüğünde sonunda konuşmayı kesip dudağını ısırmakla yetindi. Parmaklarının arasında tıpkı düşündüğü gibi bir sahne belirdi kısa sürede. Merin dizlerinin üstünde durmayı bırakmış, kendisi için seçtiği yumuşak ve büyük yastığın üzerinda durmaya başlamıştı. "Ve seni düşüneceğim." Son kez fısıldadıktan sonra, telefonun duruşunu kontrol edip Louis'e göz kırptı ve eskisi gibi yastığın üzerinde dik bir şekilde oturmaya başladı. Birkaç dakika sonra eski duruşundan eser kalmayıp da yastığın üzerinde kendini bilmezce hareket etmeye başladığında gözleri tamamen kapanmıştı. Bacakları arasındaki yastığı sıkıyor ve inlememek için dudaklarını sıkı sıkıya birbirine bastırıyordu. Louis'in zevk dolu sayıklamalarını duydukça, Merin'in onu altında hayal etmesi daha kolay oluyordu. Alev alan vücudunu rahatlatmak için parmaklarını çekinmeden kendine dokundurduğunda geceyi daha da kısaltacağından henüz haberi yoktu.

~

River ertesi sabah okula giderken her zamankinden daha keyifsizdi. Sebebi ise netti; dün gece kardeşinin çıkardığı neredeyse tüm sesleri işitmişti istemeden de olsa. Yalnızca kulaklığı sayesinde rahatça uykuya dalabildiği söylenebilirdi ama; River bir kere o gerçeği idrak etti mi kaçan keyfi asla yerine gelmiyordu. Kim aile üyesinin seks yaptığını duymak ya da bilmek isterdi ki?

Neyse ki, sabahleyin başlayan beden dersi sayesinde sahada basketbol oynarken kafasını dağıtabileceği bir boşluk bulabilmişti kendisine. Hala bahçede olduğu bir vakit, başka sınıftan olan iki arkadaşını gördüğü anda River hemen yanlarına gitti. Hala ders saati olduğu için onları dışarda gördüğü için de şaşırmıştı üstelik. "Bizi de oyuna al River."

"Siz ikiniz dersten mi kaçtınız?" Topu elinde çevirmeye devam etti gülerek sorarken.

"Hayır elbette. Edebiyat hocası sınav notlarımızı okuduktan sonra bizi serbest bıraktı. Yeni konuya başlamayacakmış."  River'ın kaşları çatıldı hemen. Aklına gelen saçma ve anlamsız düşünceleri bir an önce def etmeliydi. Örneğin bu sabah, Merin mutfakta kahvaltı hazırlarken ekranda gördüğü T harfinin kendi edebiyat öğretmeni Bay Tomlinson'la alakalı olduğu düşüncesini def etmeliydi.

Elinde tuttuğu topu arkadaşına fırlattı. "Siz oynayın. Ben birazdan geliyorum."

İlk işi, karşılaşacağı şeyden korktuğu halde okul otoparkına gitmek oldu. Bay Tomlinson'ın arabası yerinde yoktu. Stresle kasılmaya başladı vücudu. Kendi kendine saçmalıyor olduğunu düşündü en başta. İkisinin tanışma ihtimali bile yoktu, öyle değil mi? Hemen Merin'i aradı telefonuyla. Bugün evde olduğunu biliyordu bu yüzden açacağından emindi. Ancak birkaç kez aramasına rağmen açmayınca, River kime ait olduğunu bile bilmediği bir bisiklete atlarken ikinciye düşünmedi.

Merin telefonunu açmıyordu çünkü onu en son nerede bıraktığını bilmiyordu ve hatta düşünecek bir zamanı bile yoktu. Günler sonunda, Louis'i eve gelmesine ikna etmişti. Kapıyı açar açmaz deyim yerindeyse önce boynuna, sonra da dudaklarına yapıştı. Bir yandan, onu daha da içeri çekmeye çalışıyor ama dudaklarından da ayrılmıyordu. Louis sıkıca tuttu bedenini. "River'ın öğle arasında gelmeyeceğinden emin misin?"  Aniden kalçası mutfakla salon arasında kalan yemek masasına çarptığında, Louis ondan önce davranıp Merin'i masaya oturttu ve dudaklarını öpmeye devam etti konuşmasına bile izin vermeyerek.

"Gelmez. Öğle arasına hala iki saat var üstelik." Merin onun ceketini çıkartıp öylesine bir yere fırlattı hiç düşünmeden. Oturduğu yükseklikte bacaklarını beline sardı iyice. Eli kemerinin tokasını geçip sertliğine vardığında öpücüklerin arasından dudaklarına doğru yaramazca kıkırdadı. Louis de o zaman, öpmeyi bırakıp onu bir anda kucağına aldı.

Kapıyı açmak için bacağını kullanması yeterli olmuştu. Merin'i hala sabahki dağınıklığıyla kalan yatağın üzerine bıraktığında hemen çekilmemiş ve dudaklarını öpmeyi sürdürmüştü. "Kapıyı kilitlemeli miyiz?"

"Öyle bir durumda dış kapıyı kilitlemen daha makul olurdu." Merin kıkırdarken Louis çoktan cevabını beklemeden oda kapısını kilitledi. Geri döndüğünde ise Merin çoktan üstündeki kumaş parçalarından kurtulmuştu.

Yatağın başına kadar tırmanmasını sağladıktan sonra, demir başlığında asılı mor rengindeki tüylü göz bandını görünce gülmeden edemedi. Aklına gelen fikirle birlikte hiç düşünmeden, göz bandını Merin'in başından geçirerek gözlerinin tamamen örtülmesini sağladı. İkisi de heyecanla sırıtmaya başlamıştı daha o andan. "Dün geceyi unutamamam sence normal mi?" Boynunun öpülmesini beklemediği için soğuk hissiyatla irkildi Merin. Sonra hemen kıkırdadı. Göğsü heyecanla yükselip alçalıyordu. Göremediği halde etrafında duran Louis'in kollarını bulup parmaklarını pazılarına tırmandırdı. "Hayatımda hiç yastık olmayı dilediğimi hatırlamıyorum." Bu sefer öpücükleri omuzlarında hissetti. Dudaklarını sürtmek yerine, aniden bir uçtan öteki uca gidiyordu. Omuzlarından sonraysa belini sardığını hissetti soğuk ellerinin. Parmakları sanki tüm tenini örtmek istiyordu vücuduna baskı yaparken. Belinin havaya kaldırıldığını hissettiğinde derin bir nefes aldı. Louis onu yukarıda tutarak kendi kasıklarına yaslamıştı. Hafifçe bacaklarının arasına sürtüğünde Merin'den sabırsız ve tutku dolu kaçamak bir inleme kazandı. Tüm bu çıldırtıcı oyunlar için fazla sabırsızdı ve hatta taşmak üzereydi. Bu nedenle yatağı sıkarken ve kasıklarını ona sürterken sabırsızca konuştu. "Sadece becer beni."

"Önce ödeşeceğiz." dedi Louis daha sakin bir ses tonuyla. Altındaki yumuşak iç çamaşırını yana sıyırıp bacaklarının arasına sürttü parmaklarını. Bu sefer yavaş olmayacak şekilde elleri kasıklarıyla buluştuğunda onu sakince yatağa bıraktı ve dudaklarını yasak alana bastırmaya başladı. "Bu açıdan baktığımda, kasığının üzerindeki yaprak dövmelerini daha çok sevdiğimi fark ettim."

Sokağın başından bakıldığında ise, River'ın gördükleri için benzer şeyleri söylemek bir hayli imkansızdı. Louis'in siyah jeep'ini kendi apartmanlarının önünde gördüğü anda bisikleti yere atıp apartmandan içeri fırladı. Tüm bedeni sinirden tir tir titriyordu. Asansörü kullanacak kadar sabrı bile kalmamıştı. Beş katı nefes almadan çıktığı söylenebilirdi. Kapıyı çalmak yerine titremekle kalmayıp gerçek anlamda sarsılan parmakları ve anahtarıyla açtığında, hiç beklemeden kısık da olsa duyulan seslerin kaynağına yaklaştı. Merin, gerçekten adını inlediği zamansa,  sinirle dolan gözü sebep olmamıştı kapıya aniden sertçe vurmasına. Öğretmeni Louis'in içeride olduğunu bilmek, River'ı sinir krizine sokmuştu. Sinirden kendini kaybetmek üzereyken birkaç kere daha vurdu kapıya. Hatta kendini tutamayıp, kilidi zorlayarak kırmayı bile denemişti.

"Sikeyim! Açın şu kapıyı hemen! Kime diyorum! Lanet olsun!" Kapıya vurmasından itibaren sesler tamamen kesilmişti. Kimseden ses çıkmaması River'ı daha da deliye çeviriyordu. Öfkeyle kapıya tekme attığında, sonunda istediği olmuş ve eski dairelerinin kapısını kırmayı başarmıştı.

Bu sefer basılan kişi Merin olduğunda River'ın, geçmişte ona yapıldığı gibi asla anlayışla karşılamayacağını ikisi de  çok iyi biliyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top