Büyük Törenler
y/n: tam 1 sene sonra yeni bölümden herkese merhaba... bilmiyorum bekleyen ya da okuyan kalmış mıdır ama bu kadar beklettiğim için suçu tamamen üstleniyorum, umarım beklediğimin aksine hala buradasınızdır :(
Bu normale göre daha kısa bölümü, benden ve She'den asla umudunu kesmeyen maiimia yani flavıma ithaf ediyorumm 💜
İyi okumalar!
İki katlı müstakil evin içerisinde sonradan ve yeni alınan mumlar da dahil tümü yanarak tüm odaları aydınlatıyordu. O gün baharın son günleri yaşanıyor olmasına rağmen hava enteresan bir şekilde gıpgriydi üstelik. Sanki, hava bile Tomlinsonların bu acı gününe ortak oluyordu. Gökyüzü tüm beyaz bulutlarını kovmuştu. Onun yerine kaba ve çirkin gri bulutları savuşturmuştu gök kubbeye. Louis, iki sene önce o gün, yıllardan beri alzheimer hastası olan babasının cenazesinde nasıl ayakta duracağını bile bilmiyordu. Üstelik, sahip çıkması gereken iki kızı da onunla birlikteydi. Hannah henüz sekiz yaşındaydı, Harley ise on ikisine yeni girmişti. Ancak gelin görün ki, her şeyden habersiz iki ufak kız, bu aileye yeni katılmış olmalarına ve büyükbabalarını sadece bir kez görmüş olmalarına rağmen kendi babalarına destek olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Louis oturduğu koltukta arkadaşlarının dediklerini duymadan, hatta gözünü bile kırpmadan zorla ayıltarak kendine geldiğine lanetler ediyordu içinden. Dün elinden zorla alınan üçüncü votka şişesinin acısı, şimdi çıkıyordu sanki. İlk aşkından boşanmasının üzerinden iki ay bile geçmemişken, şimdi de babasını kaybetme acısını yaşıyordu.
Evin en büyük odasına, salona konulmuştu ölü bedeni. Süslü bir tabutta soğuk beyazı teniyle yatıyordu öylece ve Louis bir kez bile bakamamıştı yüzüne. Her ne kadar babası yıllardan beri evde olmasa da, elbette cenaze töreni huzur evinde değil, yıllar önce yollarını ayırdığı boşandığı eşinin, annesinin evine getirilmişti. Sayısız misafir geliyor ve hepsi onunla geçirdiği en güzel anılarını anlatıp gidiyordu. Fakat Louis'nin giydiği o siyah takımıyla ayakta durmaya bile gücü yoktu ki konuşma yapabilsin, hem ağlayıp hem de gülerek babasıyla yaşadığı o geri dönmeyecek güzel anları anlatabilsin. Fakat yapabilseydi, muhtemelen küçükken ona nasıl bisiklet sürmeyi öğrettiğini anlatırdı. Dışarıdan çok basit gözüküyor olabilirdi ama Louis onlara asla basit diyemezdi. Çünkü babasıyla bunlardan başka anılara sahip olamamıştı asla o. Babası neredeyse Louis kendini bildi bileli alzheimer hastalığıyla uğraşıyordu, hem de tek başına.
"Babacığım," Küçük kızı Hannah'ın küçük ellerini parmaklarının üzerinde hissetmesiyle geri döndü acı dolu dünyasına. "Lütfen artık daha fazla üzülme, biz senin yanında olacağız." Harley de diğer tarafında oturuyordu. Koluna sarıldı sıkıca Louis'nin ve göz yaşlarını onu yeni evlatlık edinen adamın siyah ceketine bıraktı genç kız. Aynı şekilde, tekrar bırakılmak en büyük korkusu olup çıkmıştı Harley'in de. Babasını kaybetmek, isteyeceği son şeydi.
Hüzün dolu anları, çok geçmeden Louis'nin yakın dostu Arnold'un yanlarına gelmesiyle bölündü bir anda. "Seni görmek isteyen biri var Louis. Biliyorum istemiyorsun ama, Constance çok ısrar etti." Louis zorla başını kaldırdığında gördü. Sarı saçlarını tepede sıkı bir şekilde topuz yapmış, cenaze evine uygun bir şekilde siyah elbisesini gördüğü halde fark etmiyordu bile. Louis ona buradan derhal gitmesini söylemek için kalkmıştı ancak ona sarılan bir çift sıcak kol, diyeceklerini aksatmasına neden oldu.
Hayata karşı hissettiği öfkenin başta azaldığını hisseder gibi oldu, kalbi artık daha yavaş atıyordu. Tanıdık birinin omuzlarına zorla kapanmak onu rahatlatmamıştı ama ihtiyacı olan şeyi görmezden geliyordu yine de, inatla. Birkaç saniye içinde aldığı tüm yeni nefes içinde biriken öfkeyi iyice büyüttü ve kollarını ona geri sarmadığı halde, hızlıca geri çekildi. Eski eşinin hangi yüzle buraya geldiğini bilmiyordu. Ona hakaret edip rahatlayabilirdi ve babasının cenazesine saygısızlık gösterebilirdi ancak bunun yerine sadece "Git." dedi. "Bir daha seni görmek istemiyorum. Ölü olsam bile- bu evdeki cenaze benim cenazem olsa dahi gelmeyeceksin. Beni duyuyor musun Constance? Sen artık benim için yoksun."
O gün, gerçekten de Constance'i son görüşü oldu. Belki de yıllar sonrasında onlarca tesadüfi denk gelişlerinde bile Constance onun önüne çıkmaktan kaçındı, bilerek. Louis'nin ondan istediği dileğini yerine getirebilmek için. Yaşadıkları aynı şehirde, en azından bu kadarını yapabilmişti Constance.
~
Haziranın bitişindeki büyük mezuniyet törenine neredeyse herkes davetliydi, yani Merin'in tanıdığı ve sevdiği herkes; erkek kardeşi River, biricik sevgilisi Louis ve onun tatlı kızları Harley ve Hannah, bir de son anda planlarının bir kısmını ekip gelebilen tek yakın arkadaşı Gloria. Merin bugüne hazırlanırken öylesine heyecanlanmıştı ki, törenin başlamasının üzerinden birkaç dakika geçmiş olmasına rağmen oturduğu yerde durmadan esir alıp tutsak ettiği erkek arkadaşının parmaklarını sıkıyordu durmadan. Siyah cübbesi üzerinde, mezuniyet kepi ise saçlarına düzgünce tokalarla yerleştirilmiş bir halde birazdan atılmak üzere kafasının üzerinde duruyordu ama bundan önce yapması gereken çok önemli bir konuşma vardı. Hem de herkesin önünde, büyük açık hava anfi tiyatrosunda buraya gelen herkes onun konuşmasını dinleyecekti. Koskoca fakültenin ve bölümünün birincisi olmuştu. Her ne kadar Louis ona konuşmasını hazırlamasında yardım etmiş olsa da, cebine sıkıştırdığı ve dört kez falan katladığı o kağıdı okuyamayıp doğaçlama konuşacağını şimdiden hissedebiliyordu. Çok gergindi, bu yüzden elleri sürekli terliyordu ve Louis'nin bunu sorun etmemesini umuyordu. "Kusmamak için ilaç alsaydım keşke."
Louis yanağını öptü sakinleşmesini fısıldarcasına. "Buna haftalardır hazırsın ve bu anı bekliyorsun. İnan bana harika geçecek." Louis cübbesinin kolundan ona ilk çıktıklarında aldığı bilekliği taktığı gördüğünde gülümsemeden edemedi. Cübbesinin altında beraber aldıkları ve Merin'in onun önünde denediği elbiseyi giyiyordu. O bebek mavisi, tüllü elbiseyi. Altına seçtiği ayakkabılar bu kez şaşırtmıştı. Merin'i belki de ilk defa converselerle görüyordu. Hem de mezuniyet gününde. Fazla şaşırdığı söylenemezdi ya. Merin'in herkesin önünde topuklu ayakkabı giyeceğini düşünmek onun için daha şaşırtıcı olurdu zaten. Dekanın uzun konuşmasından sonra sonunda mezun öğrencilerin çağırılacağı haberi gelmişti. Fakat önce, elbette psikoloji bölümünün ve Fen ve Edebiyat fakültesinin birincisini çağırmaları gerekmişti: "Şimdi fakülte ve bölüm birincimiz Harry Merin Styles'i konuşmasını yapmak ve birincilik plaketini vermek için sahneye davet ediyorum."
Yerinden resmen hiç bilmediği bir aceleyle fırlamıştı ya, öyle hızlı atıyordu ki kalbi sanki daha kürsüye ulaşamadan uzun bacakları birbirine dolanacak ve herkesin ortasında yüz üstü yere yapışıp düşecek diye korkuyordu. Nefes nefese çıktı kürsiye, sanki kafasındaki kepin hala yerinde olduğunu kontrol etmek istedi elleriyle kısa saniyeler içerisinde. Dekanı ona altın plaketi ve diplomasını verirken sonradan mikrofonu da ona bırakmıştı. Herkes ona bakıyordu, göremese de bunu hissediyordu. Koca bir sessizlik ve sessizliğin ortasında kendisi vardı. Kafasından geçen onlarca düşünceye rağmen bir yerden söze girmesi gerektiğini hatırlattı hemen kendine. Ona göre koca bir sonsuzluk gibi gelen sessizlik, Louis ve diğerleri içinse sadece birkaç saniyeden ibaretti. Cübbesinin üzerine iğnelediği o küçücük renkli bayrak, bugün gururlanmasını sağlayan ögelerden sadece biriydi. "Değerli arkadaşlarım ve saygıdeğer hocalarım, burada olmaktan ve kendi ayaklarımın üzerinde durabildiğimi bana göstermemde en büyük öncüler olduğunuz için size ne kadar teşekkür etmem gerektiğini bilmiyorum."
Cebindeki kağıdı açıp önündeki kürsüye koydu ve sadece göz gezdirdi. Heyecandan, harfleri karıştırıyordu ya da gerçekten okunmayacak kadar berbat yazılmıştı çünkü Merin harflerin kağıt üstünde dans ettiğine yemin edebilirdi. Nefesini tazeledi ve tekrar söze girdi. "Buraya, iki buçuk sene önce geldiğimde hayatımla ilgili daha keşfetmediğim ve bilmediğim çok şey vardı. Ayrıca, ilk gittiğim üniversite beni sizin karşıladığınız gibi büyük bir hoşgörüyle karşılamamıştı. Bu yüzden, beni ilk defa büyük bir topluluğun ve başarının parçası yapan bu okula, dekanıma ve rektörüme teşekkürü borç bilirim. Ayrıca biliyorum ki, başka bir yerde olsaydım belki de bana konuşmam için söz dahi verilmeyecekti. Kötü şeylerden ders almak her zaman önemlidir." Önündeki sayfayı bir kez daha değiştirdi ve arka sayfayı açtı. "Demek istediğim odur ki, bilgisini ve tecrübelerini bizimle paylaşmaktan asla çekinmeyen ve bizi gerçek hayata hazırlayan hocalarıma ayrıca teşekkür ederim." Merin derin bir nefes aldı, arada insanlara baksa bile kimseyle göz göze gelmiyordu bilerek. İçinde tutmak istemediği, daha çok fazla sözcükler vardı aslında.
"Ayrıca buraya kadar gelmemi sağlayan ve çok ama çok özlediğim anneme de buradan teşekkür etmek istiyorum. O her ne kadar burada olmasa da, annem olmasaydı buralara kadar gelemezdim. Asla kendim konusunda bu kadar umutlu olamazdım. Bu yüzden, umarım, seni gururlandırıyorumdur anne." Bu söyledikleri en az River ve Louis gibi diğer herkesi de fazlasıyla duygulandırdığını bilmeden kağıdı eline aldı ve zımbalanmış, kat kat olmuş yaprakları çevirirken, gözlerini kalabalıkta dolaştırdı. Louis'nin çaprazında gördüğü adam, aniden tavrının değişmesine, odağının kaçmasına neden olmuştu. Hayal gördüğünü düşündü başta. Konuşmaya devam etmek istediği halde yapamadı ve kağıdını tekrar katlayıp cebine koydu. Herkes onu alkışlıyordu, ancak tek duyduğu ve gördüğü kalabalığın arasında onu izlemeye gelen babası olup çıkmıştı. Geri çekildi ve diğer sınıf arkadaşlarının yanına gelip diplomalarını alışını izliyormuş gibi yaptı.
Louis ve River aslında daha ilk saniyeden sahnede ses tonunun garipleşmesinden anlamıştı bir şeylerin Merin'in istediği gibi gitmediğini. River rahatsızca kıpırdanıp etrafına bakındığında fark etti Matthew'ı. O da ablasıyla aynı şeyi geçirdi içinden hızlıca. Bu adam hangi hakla ve akılla ablasının mezuniyetine gelebilirdi ki? Genç çocuk kimseye söylemeden kalktığında Louis peşinden seslenmişti. "River, dur. Nereye gidiyorsun?" Babasının diğer tarafında oturan kızlar da anlamıştı var olan garipliği. "Gloria, ben gelene kadar sen kızlarla durur musun?"
Misafirlerin neredeyse yarısı, çocuklarını ya da arkadaşlarının diploma alırken fotoğrafını çekmekle uğraşırken Louis River'ı takip etti. Onlara neredeyse tıpatıp benzeyen bir adamla resmen tartıştığını görmesiyle, ne olduğunu anlamak hiç de zor değildi o dakikadan itibaren. "River, ne oluyor? Geri çekil."
"Sen karışma Louis. Babam olacak şahısa burada olmaması gerektiğini söylüyordum!" Louis onu dinlemeden River'ı geri çekti. Genç çocuk, yumruklarını sıkmaya devam ediyordu. "Siktir git buradan Matthew! Ablamın hayatını yeterince bok ettin. Şimdi buraya gelip en güzel gününü de mahvedemezsin!" River neredeyse sinirden köpürüyordu. Louis tutmuyor olmasaydı, muhtemelen kendinden yaşça büyük olan bu adamı yere indirmesi an meseleseydi.
"Kızımın mezuniyetine geldim sadece... Lütfen."
"Kızın mı?" Merin'in sesini duymasıyla hızlıca o tarafa döndü Louis. Üstelik, tepede toplaşan bu gruba bakıp duran sadece Merin de değildi artık. Louis sakinleşmesi için elini tuttu kız arkadaşının. Üstelik burada değil, arkadaşlarıyla kep atıyor olması gerekiyordu. Berbat bir zamanlama yapılmıştı. "Kızının babasına en çok ihtiyacı olduğunda neredeydin? Sen o gün, yapamayacağını söylediğinde ben seni affetmedim baba. O yüzden gitsen iyi olur."
Matthew, Merin'e doğru bir adım attıysa da onu korumak için Louis geçti aralarına. "İstemediğini söyledi, üstelik, burası doğru yer değil. Ancak o istediği zaman, istediği yerde konuşabilirsin onunla."
"Git buradan." Diye ekledi Merin. "Senin burada yerin yok."
Fakat babası, burnunun dibinde duran ve ona akıl veren adama sinirlenmişti en çok. Evlatlarının hayır demesini hiç umursamazcasına. "Sen kim oluyorsun ki?" Matthew birden Merin'i kolundan tutup kendi tarafına çektiğinde Louis hiç düşünmeden saldırdı tanımadığı adama, yumruğu hiç bilmeden yüzüne gelişi güzel salladığında herkesi şok içerisinde bırakmıştı. Merin ve River da dahil.
"Louis! Ne yapıyorsun?!" Merin aralarına girecekken bu sefer de River engel oldu ona. Babasının da Louis'ye aynı yumruğu geçirdiğine gördüğünde gözlerindeki yaşlara hakim olamıyordu. "Kesin şunu diyorum! Herkes bize bakıyor!" Gerçekten de öyleydi. River Louis'nin demesi üzerine Merin'i olabildiğince uzak tuttu yumruklarıyla kavga eden ikiliden. Fakat Merin'in kardeşinden kurtulması uzun sürmemişti. Babasının kanayan kaşına ve Louis'nin de aynı haldeki burnuna baktı. "Kesin şunu! Kesin dedim size!" Nefes nefese kaldı bağırırken. Herkesin onlara baktığını gerçek anlamda gördüğünde, belki de güvenliğin onları yaka paça okulun dışına atmasına sevinmeliydi ama yapamıyordu.
"Seni geberteceğim, kızımdan uzak dur." Matthew elini kaşındaki yaraya tutarken Merin hemen sevgilisine koşmuştu hızlı adımlarla. Burnunun hala kanadığını görmesiyle bugün için hazırladığı ve yeni haliyle çöp olmuş kağıdı ona verip burnunu tutmasını sağladı.
"Sen kimsin ki bana akıl veriyorsun? Düzgün bir baba olsaydın o zaman dinleyebilirdim. Merin'den uzak dur-" Merin hala tartıştıklarına inanamıyordu. Mezuniyet günü, hem de okul birincisi olduğu gün mahvolmuştu, babası ve sevgilisi tarafından.
"En güzel günümü mahvettiniz, ikiniz de! Hala ne yaptığınızı görmüyor musunuz? Herkese rezil oldum! Hem de herkese." Louis'den ayrılıp burnunu çekti uzun uzadıya ve babasına döndü. "Neden geldin bilmiyorum ancak seni hayatımda istemiyorum. Lütfen karşıma bir daha çıkma baba. Ayrıca az önce burnunu kanattığın adam, benim erkek arkadaşım. Benimle evlenme hayalleri var ve bana çok iyi davranıyor. O yüzden endişelenmene gerek yok. Kendi başıma gayet iyi idare ediyorum ben." Merin hala gününün mahvolduğuna inanamayarak yanına gelen kardeşine sarıldı ve omzunu sıkıca doladı River'a. Okula geri dönmeye yüzü yoktu. Bu yüzden kardeşinin onu eve götürmesine izin verdi.
Onlar gittikten birkaç dakika sonra oturdu kaldırıma Louis, hala kanayan burnunu durdurmanın çözümünü ararken en son çare kravatını çıkarıp ona silmek olduğunu anlamıştı. Merin'in peşinden gidip gönlünü almadan önce içerde bıraktığı kızlarını alması gerekiyordu. Ayağa kalktığında babasının hala aynı yerde durduğunu gördü. "Bu doğru mu? Kızımı seviyor musun?"
Başta cevap vermeden geçip gitmek istedi. Fakat sonra, babalık duygusu ağır bastı. "Tahmin edemeyeceğin kadar çok hem de. Bu yüzden onun hayatına dahil olmadan önce ona sormayı deneyebilirsin. Eğer kızının iyiliğini istiyorsan, ve yanında olmaya devam etmek istiyorsan bir daha asla böyle bilinmezlikten çıkarak onu korkutma."
Okulun içine geri girmesi için kızlarının hala törende olduğunu söylemesi gerekmişti. Arabaya biner binmez, vakit kaybetmeden Merin'i arayacaktı.
~
Kızları büyükannelerine bıraktı aynı gün. Ne diyeceğini ve kendini nasıl açıklayacağını bilmiyordu. Yıllar sonra büyük bir belirsizlikten ortaya çıkan bir babayı neden yumruklayan ilk taraf olmuştu bilmiyordu. Muhtemelen, tek amacı Merin'i korumaktı. Ne zaman aklına bileğindeki o sert tutuşu ve Merin'in canını yaktığı gerçeğini getirse, tüm siniri tepesine geri çıktığı da bir gerçekti. Merin'in yaşadığı apartmana gelip beşinci kattaki dairelerinin kapısını nazikçe çaldı. Burnu hala sızlıyordu üstelik. Fakat Merin'in bir burun kanamasından daha fazla yara aldığını çok da iyi tahmin edebiliyordu.
Kapıyı yavaşça açan Merin olduğunda, bir elini üzgünce dayadı kapının tahta kirişlerine. "Özür dilerim-" Lafının kesilmesine, Merin'in ona sardığı sıcak kollarından başka bir şey olmamıştı. Üstelik mavi mezuniyet elbisesi bile hala üstündeydi. Louis sıkı sıkı sardı kız arkadaşının belini ve saçlarını öptü. Bu zor günü atlattığı için onunla gurur duyuyordu aslında bir yandan. Sadece son olanlar yaşanmasaydı, şu an büyük ihtimalle planladığı gibi annesinin evinde tanışma yemeği yiyor olabilirlerdi. Fakat sorun değildi, Louis Merin'i annesiyle daha sonra da tanıştırabilirdi. Bir acelesi yoktu ya.
"Sen olmasaydın ne yapacağımı asla bilemezdim, iyi ki oradaydın Louis. Teşekkür ederim." Günün doluluğuydu belki de gözlerini yaşa bulandıran. Başını kaldırıp sevgilisine baktığında itiraf etmeden edemedi. "Tüm bu rezil hayatıma rağmen benden nasıl kaçmıyorsun, anlamıyorum. Ve bugün sana da teşekkür etmek istedim kürsüde ama-" Yanaklarını iki eliyle kavrayıp dudaklarını götürdü alnına. Minik öpücükle hemen sessizleşmişti o anda Merin.
"Bunların hiçbirini teşekkür etmen için yapmadığımı biliyorsun... Tek sebebi, seni çok seviyor olmam." Kocaman gülümserken, aynısını onun da yapması için burnunu burnununa sürttü Louis. "Ayrıca evlenme planımı bildiğinden haberim yoktu." Hafifçe kıkırdadı akabinde. Merin tekrar sarıldı biricik sevgilisine.
"Annenle tanıştırma isteğini biliyorum sonuçta... Ve şu aralar çok fazla dile getiriyorsun." Masumca gülümsedi. "O yüzden. Geçelim hadi içeri. River ve Gloria da burada ama."
Louis için sorun değildi. Sevgilisinin peşinden gidip tekrar River ve Gloria'ya selam verdi bugün ikinci kez görüştükleri halde. "Ablamı boş ver, iyi ki dövdün o salağı." Merin hızlı hızlı gözlerini silmekle uğraşıyordu River söze atladığı sırada.
"Amacım kavga etmek değildi. Sadece ablanı korumaya çalışıyordum. Ayrıca bu özel gününü böyle sonlandırmak hiç istememiştim. Özür dilerim tekrardan, bebeğim." Merin'in eline parmaklarına dolayıp onu kendine çekti ve şakağını öptü.
"Sorun değil." Sakince nefesini verdi. "Sen vurmasaydın bile zaten onun gelmesiyle her şey berbat olmuştu..."
"Tekrar gelecek mi acaba? Nasıl öğrendi ki bugün mezuniyetinin olduğunu?" Gloria merak ve aynı zamanda endişeyle soruyordu.
Merin omuz silkti. "Banka bilgilerime ulaşmıştı, buna da ulaşmış olması o kadar zor değil..."
"Merin.." Diye sakince seslendi Louis, kız arkadaşına ve onu tamamen kendine çevirmeyi başardı. "Dışarı çıkalım mı hava almaya? Hem planladığımız gibi kutlama yaparız."
Merin başını iki yana salladı sakince. Onunla dışarı çıkıp kafa dağıtma konusunda başarılı olabilirdi ama nedense bu düşünce bir anlığına korkutucu bir hal almıştı. Muhtemelen biraz önce dışarıda babasını gördüğü içindi. Bu yüzden şimdilik, onunla evde kalma ve birlikte vakit geçirme fikri daha çok aklına yatıyordu. "Gloria ve River birazdan çıkacaklar. Sen benimle kal. Film izleriz." Tekrar kollarının arasındaki yerini alıp başını Louis'nin kravatsız göğsüne yasladı. "Bugün çok.. çok zor bir gündü. İzin ver, ilk boş günümde evde rahatça ayaklarımı uzatıp seninle dilediğim gibi tatil yapayım..."
Bu fikir Louis'nin de hoşuna gitmişti. Gerçekten de, Merin'in nefes almaya belki de herkesten daha çok ihtiyacı vardı. Üniversitenin en zorlu senesini birincilikle arkasında bırakmıştı, ve üstelik bunu yaparken Louis'nin evinde, başta hiç tanımadığı bir adamın evinde çalışarak yapmıştı. Sonrasında okulda yaptığı stajında belki de bu yüzden çok zorlanmamıştı. Aynı zamanda parasızlık içinde kardeşiyle yaşadığı evin idaresini üstlenmiş ve hem kendine hem de kardeşine bakmıştı bu süreçte. Onun için çok uzun, zorlu bir yolu devirmişti artık Merin, ve şimdi gerçek anlamda büyük bir molaya ihtiyacı vardı. Artık kimseye kendi ayaklarının üzerinde durabildiğini kanıtlamasına gerek yoktu sonunda. Mezun olmuştu ve onu bekleyen daha kolay zorlukların geldiğini hissediyordu. Louis'le ve kardeşi yanında olduğu sürece tüm bunları atlatabileceğini biliyordu Merin.
Belki önünde bir zorlu engel daha vardı ama farkında değildi henüz. Yalnızca, okuldaki hocaların da bulunduğu mezuniyet yemeğine katılmak kalmıştı sadece. Ona ise, bir hafta olduğu için şimdiden düşünmesine gerek yoktu. Yani, şimdilik.
.
Finale birkaç bölüm kala, eğer merak ettiğiniz ya da gerçekleşmesini beklediğiniz sahneler var ise eğer, lütfen benimle paylaşmaktan çekinmeyin, tahmin edebileceğiniz gibi yeni fikirlere fazlasıyla açığım şu aralar ndjxrjkd
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top