Büyük Hataların Kötü Sonuçları
Hala o anlar yaşanırken, Merin üstüne çıkan Louis'in bedenini hissetmesiyle nerede olduğunu bilmeden dudaklarına atıldı. "Tanrım, beni delirtmek için mi buradasın?" Göz bandına rağmen dudaklarına yapıştığında dahi Louis ona cevap verebilmişti.
"Beni sen çağırdın. Şimdi sonuçlarına katlan." Louis hiçbir şey bilmeden böyle söyledi. Dudaklarına yansıttığı tüm tutkuyla Merin'i öperken belini tutmayı ve kasıklarını onunkilerle buluşturmayı ihmal etmiyordu. Vücudunun belli belirsiz noktalarına değdirdiği dokunuşlar, altındakinin hoşnut bir şekilde inlemesine neden olurken ilk kez, uzaktan gelen kapı seslerini duyar gibi oldu. Tüm odağını yeniden Merin'e vermek üzereyken kapının sertçe zorlandığını duyduğunda ise, aniden çekildi üzerinden.
"Kapıyı açın! Lanet olsun!" Merin'in kendine gelip ne olduğunu fark etmesi için çok ama çok kısıtlı bir süresi olmuştu. O kısa sürede de, yalnızca mor rengi göz bandını gözünden kaldırdı ve donakalmış bir halde Louis'e baktı. Altta kalan örtüyü üstüne çekmeye çalışırken de zaten, odanın kapısı hiç bilmediği bir gürültüde açılmıştı birden. Hem de kilitli olduğu halde. Açık kalan ağzıyla, kapı eşiğinde dikilen kardeşini görünce Merin ne diyeceğini ya da ne yapacağını kestirememiş ve hareketsizce bu anların gerçekten yaşandığına inandırmaya çalışmıştı kendisini.
River onları yatakta yarı çıplak gördükten sonra hiçbir şey demeden, yandaki kendi odasına geçmiş ve neredeyse onu da kıracak sertlikte çarparak kapamıştı. Louis'in yanında aceleyle giyindiğini görünce, sonunda girdiği şoku öteleyip ayaklandı ve yere atılan pijamalarını gelişi güzel üstüne geçirdi. "River!" Neden ona seslendiğini bile bilmiyordu Merin. Gördüklerinden sonra, daha neyi açıklaması gerekiyordu ki? "Louis, sen odada bekle lütfen."
Merin kırık kilidine rağmen kendi kapısını olabildiğince örttü ve River'ınkinin önüne gitti. Genç çocuk birden önüne çıkınca, kapıyı açmak üzere uzanan eli havada kaldı. Bu denli bir yakınlıktan Merin onun ne kadar kadar sinirlendiğini görebiliyordu. Kardeşi hızlıca onu geçip ortada duran masanın üzerinde ne varsa dağıtmaya başladığında Merin korkuyla kollarını kendine doladı ve kardeşini sakinleştirmek için doğru kelimeleri aradı. Bulamadığında ise, yaptığı yalnızca tırnaklarını kendi derisine batırmak oldu. "Sana inanamıyorum!" Etrafındaki her şeyi yıkmaya devam ediyordu girdiği öfke nöbetiyle. "Lanet olsun ki sana inanamıyorum!" Sandalyeleri tekmeleriyle devirip sıra mutfaktaki bardaklara geldiğinde, Merin telaşla gitti yanına. Yeniden yakınına elmesiyle, River hemen uzaklaştı ondan elbette.
"Sakin ol River. Ne olursun... Sana her şeyi anlatacaktım, yemin ederim ki." Sesi yalvarırcasına bir tonda, yumuşakça çıkıyordu Merin'in. "Düşündüğün gibi değil-"
"Ne zamandan beri Merin?" Bir şeylere saldırmayı bırakıp salonun diğer ucundan ablasına döndüğünde River, bu sefer gözlerini ondan ayırmadan soruyordu. Ellerini sinirle belinin üstüne yerleştirmişti. "Ne zamandan beri öğretmenimle yatıyorsun?"
Sorusunu duyduğundan itibaren dudağının içindeki eti kemiriyordu. Bu defa karşısındaki yeşil gözlere bakamayan Merin'di. "Bir aydır." Tepkisinden korktuğu için sesi normale göre daha kısık çıkıyordu. Başını kaldırdığı anda artık River'ın evde ordan oraya stresle volta attığını gördü. Sakinleşmek üzere olduğunu düşünerek sessizce mırıldandı. "Düşündüğün gibi değil çünkü biz ciddi-"
"Ne sikim saçmalıyorsun sen?" Aniden durdu. "Bana gerçekleri söyle!" Merin'in burnunun ucuna kadar gelip sinirle konuştu. "Bakıcılık yapmak için öğretmenimi ve ailesini mi buldun koca şehirde? Sakın bana şimdi çıkıp sevgili olduk falan deme!" Merin'in, kardeşinin karşısındayken sakinliğini koruyor olmasının tek sebebi, öğrendiklerinden dolayı hala sinir krizinde olduğunu bilmesiydi. "Bu neyi değiştirir ki? Tanrı aşkına bir kez olsun bencil olmayı bırakıp etrafındakileri düşünemez misin?!" Sıktığı yumruklarıyla tekrar uzaklaştı oradan.
"River." Louis'in odadan çıktığını görmesiyle Merin asıl felaketin geldiğini öngörerek, onun gelmemesi ve hatta odada kalması için yalvaran bakışlarıyla birlikte gözlerini kocaman açtı ve başını hızlıca iki yana sallamaya başladı. "Bu konuyu konuşarak halledebiliriz. Biliyorum bize çok kızgınsın. Açıklamamıza izin ver-"
Onu gördüğü anda, genç çocuğun ağzı açık kalmıştı. Ama şaşkınlıkla değil, öğretmenine dolduğu sinir ve taşkınlıkla. "Hangi yüzle benimle böyle konuşabilirsin? Ben de seni düzgün biri zannediyordum. İyi biriymişsin gibi davrandın bana." River kaşlarını çatarken aynı zamanda yüzünü buruşturuyordu. "Egonu mu tatmin ediyorsun burada, bizimle? Merin gibi birini bulabildiğin için ve öğrencinin ablasını becerdiğin için zevk alıyorsundur tabii. Senin gibi iğrenç ve sapık adamlar bundan hoşlanır-"
"Kes şunu River!" Merin sinirle bağırdı.
"Söylesene, aranızda on beş yaş falan varken mide bulandırıcı olmuyor mu? Ayrıca siz ikiniz nasıl tanıştınız ya? Veli toplantısında falan mı?" River birden gülmeye başladığında karşısındaki iki yetişkinin de sabrını zorlamaya başlamıştı. "Bu adamın cesaretine hayran kaldım. İsminiz çıkar diye hiç mi korkmadınız bay Tomlinson?"
"Sinirle düşünmeyi bırakan beynin ne kadar algılar bilmiyorum River, ancak Merin benim kız arkadaşım bu yüzden aptalca konuşmayı kes ve bizi dinle. Böyle öğrendiğin için üzgünüm. Ancak, öyle ya da böyle, artık öğrendin. Buna alışsan iyi edersin." Louis'in uzun cümlelerinden sonra Merin merak ve endişeyle kardeşinin tepkisini bekliyordu.
River başta sessiz kalmış ve sinirini sadece dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak göstermişti. Sonra yavaş adımlarını Merin'in önüne getirdi. Louis yerinden kıpırdamadan, gözlerini ikisi üzerinde tuttu. "Gerçekten mi? Gerçekten aşık mu oldun bu adama?" Hızlı hızlı soluyordu sorarken. "Nedense bana para için yaptığın bir şeymiş gibi geliyor."
Kardeşinin dediklerini duyunca Merin, ağzını açsa dahi konuşamadı. "Ne kadar kırıcı olduğunun farkında değilsin." Louis onu kolundan tutarak geri çektiğinde River hızlıca silkindi.
"Lanet olsun tamam mı! Koskoca şehirde lanet olası edebiyat öğretmenimi mi buldun cidden aşık olmak ve ilişki yaşamak için!? Milyonlarca insan arasından Merin!"
"Neden uzaylı biriymişim gibi ve hislerim yokmuş gibi konuşuyorsun!" Merin artık Louis'in yanlarında olmasını umursamadan bağırdığında, River sinirden ağlamaya başlamıştı. "Neden benim istediklerim ve hayallerim senin için bu kadar zor oluyor! Neden hiçbir zaman uyum sağlamak yerine biraz olsun anlamak için çabalamıyorsun?"
"Herkesin hayatı senin isteklerin üzerine kurulu!" River aniden ona döndü. "Senin okuluna yakın ev tutuyoruz, sen istediğin için kendi evimizi satıp kiraya çıkıyoruz! Neden benimkine değil? Neden ben okulumdan ayrılmak zorunda kalıyorum?" Sorgularken, bağırıyordu ancak Merin'e değil, evin rastgele bir yerine. "Sen istediğin için borca giriyoruz! O borçlar yüzünden annem öldü! Senin sikik ilaçların ve isteklerin yüzünden! Onlar yerine annemi tedavi ettirebilirdik!" Merin yeniden sardı kollarını kendine. Söyledikleri canını çok ama çok yakıyordu artık. "Şimdi de gelmiş, bana okulumdan bir öğretmenle ciddi bir ilişki yaşadığının itirafını mı yapıyorsun yani? Vay canına!" River gözlerinin içine baka baka alkışlamaya başladığında, Merin bu sefer aksi gibi davranmaya, yani duygusuz gibi görünüp soğuk kanlı olmaya çalıştı. Ancak, öyle kırılmıştı ki kendi başına ayakta durmaya dahi gücü yoktu.
"Louis'in önünde böyle konuşma." Dedi öncekilerine göre çok daha sakin bir tonla.
"Neden?! O senin erkek arkadaşın ya da her ne sikimin değil mi? O da bilsin senin ne bok olduğunu. Bencilin tekisin sen! Hayatımızı mahvettin! Önce babam sonra annem şimdi de benim hayatımı mahvediyorsun!" Ağlama hislerinin tümünün üstüne bir anda çullandığını hissetmesiyle Louis'i geçip odasına attı kendini.
Ağlamamak için derin nefesler alıyor ve sadece bugünün nasıl üstesinden geleceğini düşünüyordu. Dağınık yatağına otururken gözleri yalnızca bir yere odaklanmıştı ve ağlamamak için gözünün tekini bile kırpmıyordu. Kendi kendine içinden, güçlü olmasına dair telkinler veriyordu. Louis'in yanına geldiğini fark ettiğinde, yüzüne bakamayacak kadar, ona karşı çok fazla utandığını da anlamıştı. Sanki, bu his yatakta biriyle basılmaktan bile daha berbattı. Merin, onu gerçekten tanımaya başlayan birinin önünde böyle aşağılandığı için kendini çok kötü hissediyordu ve daha da kötüsü, nasıl toparlayacağını kesinlikle bilmiyordu. Sanki, tüm güzellikler yitip bitmişti Louis'in gözünün önünde. Stresle kasılıp duran bedeni, bu düşüncelerle daha çok irkiliyordu. "Merin, iyi misin?"
"Gitsen iyi olur Louis." Ona bakmadan mırıldandı, omuzlarında hissettiği eline rağmen. Gözleri, yataktan sarkıttığı kendi çıplak dizlerindeydi. "Yalnız kalmaya ihtiyacım var." Güçsüzce mırıldanırken elleriyle kavradığı yatağının kenarlarını sıkıyor ve tepkisini görmemek için elinden geleni yapıyordu.
"Sen bu haldeyken gitmek istemiyorum." Yavaş ve sakinlikle yanına oturdu. Louis gözlerini ondan ayırmıyordu. "Tüm bunlara sebep olduğum için özür dilerim. En az ben de senin kadar üzgün hissediyorum şu an. Hatta, çok pişmanım."
Pişmanlık kelimesini duyduğu anda, gözleri birden ve hızla yaşlarla doldu, neyi kast ettiğini bile düşünmeden. Merin, Louis'in pişmanlığı olarak anılmaktan daha ilk saniyeden nefret etmişti. Düşüncesi dahi onu bertaraf ediyordu. "Halledebileceğimi söylerken tüm bunların seni bu kadar zorlayacağını tahmin edemedim. Tanrım. Beni affet." Yüzünün yaklaştığını hissettiğinde, gözlerini ondan kaçırmayı sürdürdü zor da olsa. Oysa Louis'in tek yapmaya çalıştığı Merin'in biraz olsun daha iyi hissetmesini, rahatlamasını sağlamaktı.
"Eğer bir daha bu adamı evimde görürsem, sana yemin ederim ki beni hiçbir yerde bulamazsın Merin. Bu yüzden gitmesi, senin için iyi olur." Erkek kardeşi kapının eşiğinde dikilerek bunları söylerken Merin ikisine de hiç bakmamıştı.
"Seni arayacağım." Louis böyle söyledikten sonra yanağına nazik bir öpücük kondurdu. Kapıda dikilen öğrencisini es geçip mutfak tarafında bıraktığı yerdeki ceketini aldı ve istemeyerek de olsa adımlarını kapıya sürdü. Sonunda evin dış kapısından o gürültülü ses geldiğinde, Merin başını kaldırabilmişti. Kontrol etmek istercesine River'a baktığında, artık kapıda olmadığını gördü. Daha ilk anda, hızlıca fırladı yatağından.
"River." Girişteki holdeyken yetişebilmişti ona. "Nereye gidiyorsun?" Merin ellerini önünde birleştirirken endişeyle sordu.
"Bu evde daha fazla durup seninle konuşmak, yüzüne bakmak bile istemiyorum. Bu yüzden sakinleşene kadar gelmeyeceğim. Beni merak etme."
Kapı ikinci kez kapandığında, Merin tüm kötü hislerin yeniden bedenini sardığını hissetti. Yaslandığı kirişte yavaşça yere çökerken, kendisini sakinleştirebilecek yalnızca bedenine doladığı kolları vardı. Başka kimsesi değil. Dizlerinin birkaç adım uzağındaki kapıya bakmayı sürdürdü bir süre daha. Gördükleri sürekli anılarıyla yer değiştirirken, içten içe ikisinin de onu bırakıp gittiği gerçeğini arka plana atmaya çalışıyordu. Kardeşi için, vazgeçtiklerine rağmen bunu yapmasına inanamıyordu belki de. Ya da söylediklerini de kaldıramamış olması muhtemeldi. Bir süre sonra, eski zamanlarda olduğu gibi kendisini suçlaması gerektiğini fark etmişti. En başından beri kendisini ikaz ettiği tek konu buydu ve gerçek olmuştu da. Merin, Louis'i öpmeden önce, hatta çok daha öncesinde onu gördüğünde elinde olmamasına rağmen heyecanlanmasından beri kendine kızıyor ve bu olacaklardan dolayı kendini durdurmak için uğraşıyordu. Ancak Louis, ona söz vermemiş miydi? Merin'in ona aldanması hataydı. River'ın ona söyledikleri hataydı. Merin kardeşini affedeceğini biliyordu, yine de üzgündü. Bir süre daha üzgün kalacağından emindi. Ayrıca bencil biri olduğu için kendisinden nefret ediyordu. River'ın haklı olmasından da.
Bu aşkın alevlenmeden söndürülmesini gerektiğini bilmeliydi. Ama Merin, hatalar yapmıştı. Ve hatalar böyle sorunlara yol açardı; hem de berbat bir güne sebep olmaktan daha büyüklerine.
Ağlamadan, dakikalar boyunca aynı yerde oturdu ve kapıyı seyretti. Kendini motive edip birkaç gün sonraki sınavlara odaklanmasını gerektiğini fark edebilmesi için daha çok zamana ihtiyacı vardı.
~
Bazı geceler, örneğin ertesi günde önemli bir sınavı olduğunu bilerek erkenden uyumaya çalıştığı ve geçlere kadar dalamadıklarından birinde birkaç kez River'ın eve geldiğini duymuştu ve buna rağmen dolandığı yorganın arasında tepkisiz kalmıştı. Merin, zamanını üniversitenin son senesindeki önemli final sınavlarına girmekle harcadığı günlerde telefonunu bilerek eline almamıştı. Ona koca bir aymış gibi gelen kısa bir haftadan sonra, başlarına açılan meselelerin tümü için artık tamamen kendini suçlar hale gelmişti. Louis tıpkı gitmeden önce söylediği gibi, Merin'i aramıştı, hem de defalarca. Üstelik sadece cevapsız bırakılan çağrıları değil, sayısız yazılı mesaj da bırakmıştı ona. Fakat Merin, ancak son final sınavını atlatabildiğinde telefonunu eline alabilmiş ve ondan gelen mesajların hiçbirini okumadan direkt olarak silmişti. Çünkü, ikisinin de hayatı için uygun olan buydu. Merin söylemiyordu bunu. En başından beri buna inanmamış ve direnmişti ama güçsüz düşmüştü yine. Hayata ve insanların söylediklerine karşılık olarak, başarısız olmuştu Merin. Kardeşini yüz üstü bırakmıştı, tıpkı babasını bıraktığı gibi. Sonra kendisi de yüz üstü bırakılmıştı ya, hem de defalarca. Şimdi aynısını Louis'e yapmak üzere olduğu için korkuyordu Merin. Ama onu da, kendisinin bulunduğu bu berbat çukura sürükleyemezdi. Telefonu sakince baş ucuna bırakmadan önce uçak moduna almayı ihmal etmedi. Sonrasında, yorganın arasına kendine yarattığı karanlıkta kaybolabilirdi. En çok burada hislerini bastırmakta zorlanmıyordu çünkü.
Finallerin açıklanmasına çok az kalmıştı. Dersleri bittiği halde birkaç gün daha uğradı kendi kampüsüne. Fakültenin panosuna asılmış kendi bölümüyle ilgili olan staj kağıtlarına bakındı biraz. Okulunu tamamlayıp mezun olabilmesi için, son dönemde staj yapabileceği uygun bir okul bulmalıydı. Tabii, önce finallerden geçip geçmediğini öğrenmesi gerekiyordu elbette. Gözleri gereğinden fazla panoda takıldığını bilmiyordu. Ta ki, yanına gelen yabancının varlığıyla irkiline kadar. Merin yavaşça geri çekildi ve panoya bir şeyler asmakla uğraşan kadına baktı hafifçe. Uzun parmaklar, iğnelerle ilanı panoya tutturduktan sonra geri çekilmişti. Üzerinde tutulan gözleri fark ettiği anda Merin başını aynı yöne çevirdiğinde, kim olduğunu bilmeden, Constance'la göz göze geldi. Rahatsızca ellerini pembe hırkasının cebine soktu. Panoda yazılanları okumadı, zaten yeterince canı sıkkındı ve insanların bakışlarına dahi tahammül edemiyordu. Bu yüzden, hızlıca uzaklaştı uzun koridorun ortasından. İşini halleder halletmez de zaten bisikletine atlayıp evine gitmişti.
Son birkaç gündür, River okula gitmediği için evde takılıyordu. Bazen gece arkadaşlarıyla geldiği oluyordu. Bir gününü tamamen kendi odasında geçirirken bazense evin ortak alanı sayılan salonda da vakit öldürebiliyordu. İki kardeş de hala birbiriyle konuşmuyordu. River bunu reddeden taraftı; Merin de asla denemeyen ve yorgun olan. O gün kendisine iş edindiği tez ödeviyle geçti odasına Merin. Aslında çok fazla işi olduğu söylenemezdi ya. Sadece kafasının dolmasını ve bir şeylerle oyalanabilmek istiyordu. Ayrıca işe girene kadar paraya ihtiyacı olacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden bulduğu ilk fırsatı değerlendirmek, ücretli ödev ticaretine devam etmek zorundaydı.
Akşama doğru küçük apartman dairelerinin kapısı çaldığında, Merin araştırmalarına fazlasıyla daldığı için kapıyı erkek kardeşi açmıştı. River, sırf onu görmemek için okula gitmediği halde, yine de karşısına çıkınca sinirlenmek yerine, kapıyı yüzüne kapatmaya çalıştı başta. Öğretmeni Louis ise buna engel olmuştu eliyle. "River. Sadece ablanla konuşmak için geldim. Günlerdir telefonlarıma bakmıyor. O burada mı?"
"Seni istemiyor olduğunu hiç düşündün mü?" River sinir bozucu bir şekilde söyledikten sonra gözlerini devirdi.
"İzin ver. Sadece onu görmek için buradayım." River söylenerek kapıyı bırakıp içeri geçtiğinde, Louis derin bir nefes aldı ve üstündekileri daha fazla yapabilirmiş gibi düzeltmek için uğraştı. Elinde tuttuğu şeyi bırakmadan salondaki koltukta oturan River'ı geçip Merin'in odasına ilerledi. Girmeden önce aralık kapıyı hafifçe tıklamıştı. Merin'se hala, çalışma masasındaki ücretli ödeviyle uğraşıyordu. Louis, kız arkadaşının her zamankinden daha savunmasız ve dalgın halini gördüğünde uzunca bir soluk daha aldı. Bu sefer, istemeden de olsa dikkatini çekmeyi başarmıştı.
İkisi göz göze geldiğinde, yalnızca içeride açık olan televizyonun sesi duyuluyordu odanın içerisinde. Louis gülümserken bir yandan elinde onun için getirdiği hediyeyi daha da sıkı tutmak için uğraşıyordu. Merin'se, onu görünce tebessüm etmemiş ya da mutluymuş gibi gözükmemişti hiç de. Ne diyeceğini bilememişti. Çünkü ona göre, Louis'in burada olmaması gerekiyordu. Ya da, kardeşine göre mi demeliydi? Yine de, sessiz kaldı. "Seni merak ettim Merin. Günlerdir-"
"Sınavlarıma çalışıyordum." Sandalyesiyle birlikte önüne dönüp masasına yaklaştı tekrardan. Louis'se sadece anladığını belirtircesine başını sallıyordu. Elindekini duvara yaslanık bırakıp odanın daha ortalarına adımladı. "Seni endişelendirdiysem üzgünüm. Biraz daha çalışmam gerekiyor."
"Sen iyi misin?" Merin'in bu tavrından ötürü, elini omzuna yerleştirmek üzereyken son anda durdu. "Elbette endişelendim Merin."
"Ben iyiyim. Sadece... konuşmak için doğru bir zamanda değiliz." Konuşurken yine ona bakamıyordu. Sanki biraz daha zorlarsa kendisini tutamayıp herkesin ve her şeyin ortasında hüngür hüngür ağlayacak ve tüm bunlardan isyan ettiğini böyle gösterecekti. "Gitsen iyi olur Louis. Gerçekten, ben..."
"Yeniden insanların ödevlerini mi yapmaya başladın?" Louis kırgınca sorduğunda Merin derin bir nefes soludu dudaklarından dışarıya. Başını kaldırıp yeşil gözlerini başında dikilen adama çevirdi. Onu üzmek istemiyordu. "Neden şu an içimde ayrılmışız da benim haberim yokmuş gibi bir his var?" Şakayla karışık sordu, aslında gelecek olan cevaptan fazlasıyla korkuyordu.
Merin gözlerini kaçırıp başını iki yana sallamaya başladı. "İkimiz de bunun olmaması gerektiğini biliyorduk." Louis'in dudakları aralandı yavaşça. Söyleyeceklerini hazırlarken, Merin ondan önce devam etti. Çünkü karşısındayken, bunu daha ne kadar sürdürebilirdi, Merin bilmiyordu. "Kabul et Louis. River haklı, Harley haklı. Yaptığımız çok yanlıştı. İkimiz de birbirimiz için çok yanlış kişileriz."
"Böyle söyleyen kişi sen olamazsın." Louis duyduklarına inanamıyordu. Bu yüzden Merin'e değil, sanki kendi kendine mırıldanmıştı. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun artık? Ben sanmıştım ki..." Louis gözlerinin dolmasından dolayı yutkundu. Tüm sözler boğazı ve yaşlı gözleri arasına dizilmişti sanki. "Ben her şeyin karşılıklı olduğunu sanmıştım. Hislerimin, sana söylediklerimin. Çünkü bana öyle söyledin. Değil mi? Ben... Her şeyi gerçek sanmıştım."
"Gerçekti." Merin sessizce mırıldandı. "Ancak bizim gerçeklerimiz, dünyalarımızınkiyle çakışıyor."
Geldiğinden daha yavaş oldu adımları geri geri odadan çıkarken. Kapıya gelmeden önce birkaç saniyeliğine de olsa durdu. "Ben, aslında bugün senin için yaptığım bir şeyi getirmek ve vermek istemiştim. Çünkü Hannah üç gün sonra senin doğum günün olduğunu söyledi. Ve ben de, öğrenince sanırım gereğinden fazla sabırsızlandım." Louis kenarda bıraktığı büyük pakedi eline aldı yeniden. "Ancak, önemsiz olduğunu fark ettim. Senin için de. Üstelik yakışıksız kalır ve uygun olmaz. Öyle değil mi?"
"Louis..." Merin bir süredir onu izliyordu. "Böyle yapma." Kısık sesle yalvardı. İkisini de kaldıramayacağını bilmeliydi, hem de en başta.
"Üzgünüm, seni incitmek istememiştim." Islanan kirpiklerini elinin kenarıyla kurulamaya çalıştı. "Yine de, herhangi bir zamanda bana ihtiyacın olursa beni arayabilirsin. Gerçi, asla olmaz. Sana kırgın olmadığımı bil sadece."
Elindekiyle birden odadan çıktığında, Louis içinde tuttuğu hıçkırıkları dışarıya bırakmamıştı henüz. Duvara yaslanmış komodinden güç alarak soluklanmak için bekledi birkaç saniye. River'ın onu izlediğini, ancak yanına gelmesiyle fark edebilmişti. "Ne oldu? Yoksa seni artık hayatında istemediğini mi söyledi?"
"Onu ne kadar üzdüğünü asla anlamayacaksın." Louis öfkeyle konuştu genç çocuğa.
"Kırılan bir kalp daha." River, onu daha fazla öfkelendirmek için konuşuyordu. Ablasını kendisinden alıkoyan adamdan bir nevi intikam alıyordu. "Ne yalan söyleyeyim, en değerlisi belki de seninkidir. Belki de değildir." Karşısında dikilmeye devam ederken omuz silkti. "Açıkçası kaç kişiyi kendine aşık ettiğinin listesini tutmuyorum."
"Umarım bir gün aşık olmaman gereken birine aşık olmazsın River." Louis kararlılıkla River'ın omzunu tuttuğunda, karşısındaki kaşlarını çattı. "Elindekilerini kaybetmek için bu kadar uğraşman aptalca. Ondan başka neyin var ki?"
River en sonunda sertçe omuzlarındaki Louis'in elini ittiğinde duruşunu dikleştirdiği gibi göğsünü de kabartmıştı. "Bu öğütlerini gidip şımarık kızına vermeye bak."
Louis az önceki duygusallığından kurtulup, bir anda tamamen ciddileşti. Yanından geçip gitmek üzereyken, omuzları dip dibeyken aynı yerde kaldı. "Çok şanslısın River." Gözlerini isteksizce eriştirdi yanındaki çocuğa. "Ablan neyse ki bir psikolog. Seni bir gün düzeltecek."
Sonunda çekip gittiğinde, kapının kapanmasıyla River kendini hemen Merin'in odasında buldu. Öğretmeniyle olan konuşmaları, genç çocuğun sinirden köpürmesine neden olmuştu. "Harry." Hızlı hızlı nefes aldı. "Ondan gerçekten ayrıldın mı?"
"Defol git odamdan!" Merin sandalyesinden bir hışımla kalktı ve üstüne, onu itekleyerek odasından zorla çıkardı. "Umarım şu an mutlu olmuş ve rahata ermişsindir." Kapı birden suratına kapanmıştı.
"Elbette rahata ermedim! Bana az önce söylediklerini duydun mu?!" River kapıya vurdu. "Bir daha buraya geldiğinde ya da hangi cehennemde onu görürsen artık, Louis'e diğer dönem dersime girmemesini söyleyeceksin." Merin sessizliğini koruyordu. Çünkü tüm bunlardan artık sıkılmıştı. "Yoksa okulu bırakırım Harry."
"İstediğin oldu! Ondan ayrıldım! Rahat bırak artık beni!"
"Ondan ayrılıp ayrılmaman benim umurumda değil ki. En başından düşünecektin bunu. Şimdi sonuçlarına katlanmak zorundasın." Bir an evvel kapısının önündeki silüetin uzaklaştığını fark etmesiyle Merin içeride derin bir nefes aldı. En başından, onun tehditleriyle bir şeyler yaptığı için pişman olmalıydı. Kardeşinin acımasızlığı, Merin'in ondan nefret etmesine sebep oluyordu her defasında. Berbat bir gün daha, diye içinden geçirdi Merin. Üçü için de, berbat bir gün olmuştu yine.
~
Yaptığı tez ödeviyle eline geçen para sayesinde -aslında daha çok kenara biriktirdikleriyle- aldığı, fazlasıyla kısa ve dar olan deri şortuna bakıyordu aynanın karşısında. Düğmeyi kapadığından beri, kasıklarındaki daha da ortaya serilen manzara onu güvensiz hissettiriyordu. Sanki, saygısız laflara davetiye çıkarıyordu. Daha ilk saniyesinden bu aptal şortu giyecek özgüveni nasıl bulduğuna dair kendisine kızarken, kapının birden açılmasından ötürü hemen başını çevirdi ve saklanırcasına oturdu yatağa. "Saatlerdir seni bekliyoruz. Neden bu kadar uzun sürdü?" Gloria hemen arkadaşının yanına üşüşmüştü. "Ah! Almışsın sonunda şu şortu. Kalk da bakayım."
"Sanki kalabalık bir ortam için biraz uygunsuz gibi Gloria-"
"Olamaz! En sevmediğim düşük özgüven alarmı çalıyor." Kolundan çekiştirerek zorla ayağa kaldırdığında Gloria, Merin'in gidecekleri parti için üzerine seçtiklerine bayıldığını gözlerini büyüterek ve sırıtarak belli ediyordu. "Neden endişelendiğini anlıyorum. Bu seksi vücuda dünyanın hazır olmadığı konusuna hemfikiriz." Gloria eliyle arkadaşının kalçasına gelişi güzel vurduğunda, deri kumaş yüzünden olması gerekenden daha fazla ses çıkmıştı.
"Gloria!" Acıyla poposunu ovuşturdu Harry Merin. "Sadece, bugün doğum günüm ve biliyorsun. İnsanların tuhaf bakışlarını kaldırabileceğimden emin değilim. Yoksa, aylardır bu şort için ölüyorum resmen."
"Bu arada, file çorap ve sana verdiğim uzun botlarla gerçekten çok uyumlu olmuş bu şort." Aynadaki yansımalarına bakarak, arkadaşının omzuna kolunu doladı. "Tanımadığın insanlar yüzünden kendinle aranın açılmasından nefret ediyorum." Merin yavaşça başını Gloria'ya çevirdi. Bazıları, çok ama çok yakınındaki kişiler de olabiliyordu çünkü. Bunu düşündüğü halde, mutlu olması gerektiği kuralı kendine hatırlatıp sessiz kaldı. "Makyajını da hallet ve artık aşağıya in."
Yeniden yabancı olduğu bu evde, yatak odasında kendisiyle baş başa kaldığında üstündeki kadife penye kumaşını aşağıya çekiştirmekle uğraşıyordu. Üstü de aslında öyle kısaydı ki, yüksek bel şortunun kapatmadığı yerden kelebek dövmesi belli oluyordu. Yine arkadaşından ödünç aldığı deri ceketi üstüne geçirdiğinde, biraz da olsa siyahlar sayesinde daha güvende hissederek inmişti aşağıya, koyu renk göz makyajını tamamladıktan sonra.
Gloria'nın da dediği gibi, o gün Harry Merin'in doğum günüydü. Beklediği gibi, sınıftaki arkadaşı Allison dışında kimse onun doğum gününü kutlamamıştı telefonda. Bildirimleri her zamankinden daha temizdi. River da ona yazmamıştı ayrıca. Sadece sabahleyin, evden çıkmadan önce sade bir şekilde iyi ki doğdun demiş ve sonra odasına çekilmişti. Merin'in doğum günlerine çok düşkün olduğu da söylenemezdi. Önceki senelerinin ne kadar berbat geçtiğini hatırlatıyordu ona yalnızca. Üstelik Merin, açıkçası birçok açıdan doğum günlerinden nefret ediyordu. Çünkü, onun doğumu başından beri kendisinin ölümüydü. Dünyaya geldiğinden beri cinsiyetiyle lanetlendiğini düşünürdü. Ruhu yirmi üç yaşında, hatta daha da fazla olabilirdi ama huzuru bulduğu bedeninin yaşı aslında öyle gençti ki. İlaçları ilk defa almaya başladığı tarihi kendisi hariç kimse bilmiyordu. Altı sene önce, beş ekim; Merin'in asıl doğum günüydü ona göre. Her şubatın ilk günü içinden bunu hatırlatırdı kendine. Hatta bu yüzden çoğu zaman kova burcu değil, terazi olduğunu bile düşünürdü.
Merdivenleri ağır adımlarla inmesine rağmen aşağıda onu bekleyenleri kendisine çevirmeyi başarmıştı. Ceketinin içinde sıkışıp kalan dağınık saçlarını serbest bırakıp, kendisi için boş bırakılan sandalyeye geçti. Rosalind de tıpkı Gloria gibi, Merin'i gördüğünden beri sırıtıyordu. "Bir ısınma turu bence Merin'i çözer." Gloria masanın üzerinde duran votka şişesini gösterdiğinde Merin ne diyeceğini bilemeden iki kadına baktı. "Hadi ama tatlım, bugün senin doğum günün."
Hafifçe güldü ve Gloria'nın bardaklara içkiyi dolduruşunu izledi. "Giydiği kısa şortu yüzünden kendini güvensiz hissediyor ve bu tam da ona göre." Arkadaşı bardağı önüne ittirdi.
"Ah, ben de canını Louis'in sıktığını sanmıştım." Merin şaşkınca döndü karşısındaki kadına. Bardaktaki alkolü birden kafasına diktiyse bile, hepsini bitirememişti. "Yani, burada bir kadınlar topluluğu oluşturduğumuza göre dürüst konuşabiliriz. Gloria bana kardeşin yüzünden sizin Louis'le ayrıldığınızı söyledi." Rosalind'in uzun cümlesinden sonra Merin yüzündeki saçma gülümsemenin silindiğini saklamak istercesine votkayla doldurulan bardağı biraz daha içti.
"Her şey üst üste geldi ve sanırım buna devam etmememiz gerektiği gerçeği ağır bastı." Merin hafifçe omuz silkti. Aslında üstünden sadece birkaç gün geçmişken ve hala tazeyken bu konuyu konuşmak onu garip hissettirmişti.
"Bana laf düşmez biliyorum ama, Louis'in böyle düşünüp seni bırakmış olması çok aptalca." Gloria da, yanındaki kadının söylediklerine başını sallayarak katıldığını belli ediyordu. "Bazen ilişkiler için büyük fedakarlıklar gerekir. Sevgilinin kardeşini, ya da kendi kızlarını karşına alabilmek mesela."
"O değildi. Fikri ortaya atan bendim." Bardağı sonunda bitirdiğinde, anlattığı için kızgınlıkla başını en yakın arkadaşına çevirdi. Aslında kendine de kızmıştı, çünkü Rosalind'in söylediklerine göre hiçbir fedakarlık yapmayan yine kendisiydi. Artık canına tak etmişti gerçekten. Neden her seferinde, ortada suçlanacak bir kişi aranıp eninde sonunda okların tümü Merin'e çevriliyordu? "Artık önemi yok. Gloria?" Bir an önce partiye geçmek istediğini boş bardağını göstererek ifade ediyordu.
"Ah, tamam. Eşyalarımı alıp geliyorum." Gloria sandalyeden kalktığında, birkaç saniyeliğine de olsa Rosalind'le masada baş başa kaldı. Neyse ki, çok geçmeden Rosalind de bir süredir yardımcısı olan Gloria'nın yanına gitmişti. Merin her ne kadar ilkten başını o tarafa çevirerek onların ikisini dikizler gibi izlemek istemese de, gözlerinin önündeki manzarayı fark ettiği anda gergin nefesini vermek zorunda kaldı. Rosalind'in iyice belirginleşen karnına rağmen Gloria'ya ne kadar sıkı sarıldığını gördü. Parmak uçları beliyle omuzları arasında aynı rotayı takip ederken, Gloria da halinden yeterince memnun gözüküyordu. Merin biraz ilerisinde gerçekleşen bu sahne karşısında kaşlarını çatmaktan alıkoyamadı kendisini. İster istemez Louis'le kendi anıları aklına geldiğinde ise hemen önüne döndü kendisine gelmesini tembihleyerek. Ayrıca onlar, evin hiçbir köşesinde bu kadar yakınlaşarak flört etmemişlerdi. Merin sadece koluna dokunmasıyla bile ne kadar mutlu olduğu zamanları anımsayıp iç çekti. "Benim yerime de bol bol eğlen." Yaklaştıklarını gördüğünde Merin ayaklandı ve kapıya gitti.
"İçimden bir ses zamanında senin okulun en ateşli parti kızlarından biri olduğunu söylüyor." Gloria ceketini kendi kolunu asarken gözlerini hala arkadaşına ulaştırmamıştı, kapıya gelmiş olmalarına rağmen.
Rosalind cevaplamadan önce sırıttı. "Ve en geyi." Kapıyı iki genç kadın için açtı. "İyi eğlenceler ikinize de."
İkisi de Gloria'nın minik ve çok da yeni sayılmayacak arabasına bindiğinde arkadaşının yaramaz kıkırdamaları akabinde Merin'e de bulaşmıştı elbette. Kapıda duran Rose'u göremeyecek kadar uzaklaştıklarında ise, Merin kemerini takarken sabırsızca sordu. "Yani siz ne zamandan beri böylesiniz?"
Demiri geçirdikten hemen sonra Gloria'ya döndü. "Böyleden kastın ne?" Genç kadın sırıtmamak için büyük uğraşlar veriyordu.
"Yani, birbirinizi okşamanızdan bahsediyorum." Merin kendini tutamayıp kahkaha attı arabanın içinde. "Sakın bahaneler uydurma. Sizi gördüm! Kucaklaşırken iç içe geçmenize ramak kalmıştı."
"Bir süredir." Diyerek kaçamak bir cevap verdi Gloria. Gözlerini bilerek sadece yolda tutuyor ama arkadaşı gibi gülmekten de geri kalmıyordu. "Açıkçası ne zaman başladığını bilmiyorum."
Merin duyduklarına inanamazken yandaki sürücü koltuğunda oturan arkadaşını süzmeye devam ediyordu. "Tanrım! Peki nasıl hissettiriyor?" Sorarken eliyle şişik karnını betimlercesine havada soyut şeyler çiziyordu. "Hamile biriyle yakınlaşmak."
"Merin!" Gloria utangaçça seslendi adını. "Alt tarafı sarıldık." Arkadaşının sorularından kaçmak için teybin sesini biraz daha açtı.
"Ondan hoşlanıyorsun, kabul et." Sürücü koltuğuna doğru atılıp dikkatini dağıtmaya çalıştı çocuksu bir edayla. Arkadaşı sessiz kalarak ve sırıtarak omuz silktiğinde sonunda istediğini almıştı Merin. "Peki ya Arnold? O çok mu sıkıcı biri? Yani siz resmen yasak bir ilişki mi yaşıyorsunuz onunla?"
"Tanrı aşkına! Sadece benimle flört ediyor. Ve bazen gerçekten..." Gloria hayalperestçe nefes aldığında Merin'in kıkırdamasına neden olsa da umursamadan devam etti. "Etkileyici ve yetenekli biri olduğunu itiraf etmeliyim. Ama sadece bu. Ayrıca Bay Bromley gördüğüm en şakacı biri olabilir. Sadece, samimi olduğu insanların yanında bu kişiliğini belli ediyor."
"Yani sen, onunla da samimisin ve bu demek oluyor ki... Kaleyi içten fethettin?" Gloria direksiyonu sıkarak gülerken Merin de aklında beliren senaryolardan dolayı dalgınca yola dönmüştü. "Tanrım... Şu dizide olduğu gibi." Gloria'nın duyamayacağı sessizlikte mırıldandı. Ayrıca ona evli bir çiftin yeni bir kızla üçlü yaptığı diziyi anlatırsa, muhtemelen Gloria tüm akşam boyunca aynı şeyden sızlanıp duracaktı. Bu yüzden, kafasında canlandırmak yerine sakince yolu izlemeye devam etti. "Ee, kim bu benimle tanıştıracağın arkadaşın?"
"İki kat üstümde oturuyor. Yani aynı apartmandayız, inanabiliyor musun? Ve onu da partiye davet ettim. Çok eğlenceli biri." Az önce içtiği bir bardak sek votkanın etkisinden mi bilinmez, Merin arabanın içinde çalan yüksek sesteki şarkı eşliğinde çoktan dans etmeye başlamıştı bile. Şehir dışına kadar sürecek olan yol da, ancak böyle çekilebilir kılınırdı zaten onlar için.
İçeride parti olduğunu belli eden tüm işaretler evin dışındaki bahçeye konulmuşken, sadece etrafı saran ışıklandırmalara bakarak etkilenmemeye çalışıyordu Merin. Sıkıca girdiği arkadaşının kolu, onun bilmediği ve tanımadığı bir ortamdaki tek sığınaydı. Neredeyse aynı olan boyları sayesinde Merin her zaman en yakın arkadaşının yanında güvende hissederdi zaten. Merin'in birkaç parçadan oluşan kıyafetinin aksine, Gloria dizlerinin üstüne gelen kabarık etekli ve çok da abartı olmayan bir elbise seçmişti. Ve yine Merin'inkilere zıt olarak, kısa ve düz saçları omuzlarına varmadan bitiyordu. Kapıdan içeri girerken ikisi de birbirine bakarak sırıttı. Beraber bir partiye katılmayalı, belki de bir seneden daha fazla oluyordu. İkisi de bunun için fazlasıyla heyecanlanmıştı.
Genelde ilk birkaç dakikalarını ortama alışmak ve insanlara ayak uydurmak için harcarlardı. O anda da, kendilerine çok da sakin sayılmayacak salondan bir köşe seçtiklerinde aynısı yaşanıyordu. Olması gerekenden geç ya da erken değil, tam zamanında gelmişlerdi. Bu yüzden Gloria bahsettiği diğer arkadaşının gelişini heyecanla ve biraz kaygıyla beklemeye başlamıştı. "Şimdiden söyleyeyim, sarhoşken arabanı sürmem, sana da izin vermem."
"Tanrı aşkına ne zamandan beri bu kadar katı kuralların var? Louis mi getirdi bu hale seni?" Kenarında duran koltuğa yaslandı hafifçe. Merin'se karşısında aynı kalıp dikilmeye devam etti ve birden kaçan keyfi ile kollarını birleştirdi.
"Hatırlatmasan olmazdı, değil mi?" Arkadaşına kızmıştı bu yüzden ona değil etrafta tutmaya başladı gözlerini. "Neden Rosalind'e anlattın hem?"
"Çünkü hata yaptığını görmen gerekiyordu." Göğsünün üzerinde birleştirdiği kolunda Gloria'nın elini hissetmesiyle gözlerini onunla buluşturdu. "Gerçekten kardeşinin sözünden çıkamayacak kadar-"
"Sana hepsini anlatmadım." Yine gözlerini kaçırdı. "Ve anlatmak da istemiyorum, en azından şimdi değil. Ben ikimize içecek bir şeyler almaya gidiyorum."
Kalabalık insan gruplarının arasından sıyrılıp, mutfağın içine girdi ve masanın üzerindeki koli halindeki biraları geçip alt tarafları karıştırmaya başladı. Şu an, gerçekten iyi bir içkiye ihtiyacı vardı. Sonunda cam şişelerle dolu dolap kapağını açtığında dileğinin gerçekleşmesinden ötürü büyükçe sırıttı. Arkasından birkaç kişinin bunu yapmaması gerektiğini zırvaladığını duysa bile, onları umursamadı. Nasıl olsa, buradaki kimse onu tanımıyordu. İki bardak kapıp koca şişeyle çıktı mutfaktan ve hemen arkadaşının yanına gitti. Yanlarına yeni birinin eklendiğini biraz geç fark etmişti. Daha tanışmadan, elinde tuttuğu bardakları karşısında onu izleyen iki kadına bıraktı ve büyük şişeden dökmeye başladı. "Şu an o mutfağa geri dönersem büyük ihtimalle çaldığım şişe yüzünden bana iyi şeyler söylemeyecekler." Bardaklara yeterince votka boşalttıktan sonra şişede kalanını hiç düşünmeden kendi dudaklarına götürdü.
"Vay canına Gloria. Bahsettiğinden daha etkileyici duruyor." Merin o an kendisinden bahsedildiğini fark etmeden yakıcı alkole alışmaya çalışıyordu.
"Arkadaşım hakkında böyle bir betimleme yapmamıştım." Gülerek cevaplayınca, başını ikisine çevirdi.
"Evet ama, ben tüm söylediklerinden etkilenmiştim." Karşısındaki kadın flörtöz bir şekilde sırıtırken Merin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu
"Sizi tanıştırayım, Merin bu sana bahsettiğim arkadaşım Florance. Florance bu da Merin." Florance tokalaşmaktansa, daha samimi bir şekilde sarılmaya kalktığında Merin de şaşkınca karşılık vermişti.
"Florance Flavius. Ama bana herkes genelde Flavia der." Geri çekilince hemen masumca gülümsedi. Tanımadığı bu kadına bakarken aynı şekilde etkilenmediğini söylemek bir hayli zor olurdu Merin için. Turuncu rengi kabarık saçları ve yeşil gözleri tek başına bile fazla havalıydı. Ayrıca karşısındakinin enerji ve pozitiflik saçan aurasını daha şimdiden sevmişti.
"Bu duyduğum en havalı isim sanırım." Samimi bir şekilde tebessüm ettiğinde karşılık aldı aynı şekilde. Kısa bir süre geçmişti ki, Merin bacağının yanına indirdiği büyük şişeyle ortada ya da yanlarında dans eden insanlara bakıyor ve yakın geçmişteki anılarını hatırlayıp duruyordu. Böyle olunca da, şişe çok fazla yerinde kalmıyor ve yeniden, sık olacak şekilde dudaklarına taşınıyordu. Vücudu çalan şarkıyla tuhaf bir ritim tutarken kendini öyle Louis'le olan anılarına kaptırmıştı ki, arkasında bıraktığı arkadaşlarının sesini bile duyamaz hale gelmişti.
"Merin!" Sonunda kendini sesin kaynağına çevirdi. "Dans edelim mi?" Teklife rağmen başını iki yana salladı Flavia'ya.
"Pekala biz dans ederiz öyleyse, sen kendi halinde burada takıl." Gloria arkadaşını azarlarcasına konuştuktan sonra, çok da Merin'den uzaklaşmadan Florance'ı ortaya çekti. Merin hala onları görebiliyordu. Yavaşça boşalan duvar kenarına sindi ve dakikalar sonra kalabalığa rağmen ne kadar yalnız hissettiğini fark etti. Alkolün onu bu kadar dramatikleştirdiğini biliyordu. Ama hiçbir partide böyle hissetmediği de başka bir gerçekti. Artık tüm bu rahatsız eden düşüncelerden kurtulmak istiyordu. Olmaması gerektiğini kendisi söyledikten sonra Louis'i düşünmeye devam etmek de neyin nesiydi hem? Kendini en ufak detaylarına kadar öğrendiği o ergen sorunlarını anlatan ders kitaplarından birindeymiş gibi hissediyordu. İçinde sürekli Louis diye haykıran sesi bastırmalı ve onun yerine diğer olmaması gerektiğini söyleyen iç sesini dinleyip toplumun ona aşıladıklarını yapmalı, düzenin bir parçası olmalıydı. Erkek kardeşi de tüm bu seslerin başındaki asıl kişiydi açıkçası.
Artık bu sesleri, en azından partideki yüksek gürültüde çalan şarkılar sayesinde bastırmalıydı. Arkadaşlarıyla kafa dağıtmaya çıkmışken, tamamen yanlış yerde acı çekiyordu. Bu yüzden biraz ötede dans eden kız arkadaşlarının yanına gitti. Öncekinde kendisini bulutların üstündeymiş kadar mutlu ve uçuk hissettiren adamı düşünmemeye çalışarak dans etti. En azından, mutlu olduğu anıları yüzünden onu kimse yargılayamazdı, değil mi?
Eğlenceli atmosfere biraz daha ayak uydurup gerek duymadığı halde insanlara mutluymuş gibi davrandı. Ne var ki, Gloria artık ne zaman rol yapıp ne zaman yapmadığını anlayacak kadar uzun süredir tanıyordu arkadaşını. "Sen böyle olduğun sürece bana vicdan azabı çektiriyorsun. Eve gidip beraber animasyon dizileri falan izleyebilirdik." Gloria içip durduğu votka şişesini elinden aldığında Merin savunmasızca kollarını kendine sardı yine. Çocuk gibi mızırdanmak istiyordu. Artık dans etmiyorlardı ve az önceki köşelerinden biraz uzakta dikiliyordu üçü de.
"Bana da biraz kendini fazla kaptırmışsın gibi geldi." Florance konuştuğunda Merin iç çekti. "Neyin var?"
"Bir süredir kafayı taktığı erkek arkadaşıyla mutluyken, birden bire bu sefer aptal erkek kardeşinin toksik kıskançlığına uğradı." Gloria özet geçerken sinirlenmemeye çalışıyordu.
"Ah şu aptal erkekler... Gerçekten canını bunun için mi sıkıyorsun kızım?" Flavia Merin'in koluna uzanıp destek dokunuşu yaptığında, derin bir nefes aldı.
"Gerçekten, sikerler." Belki de dışarıdan bir gözün ona böyle dobra konuşmasına, birilerinin Merin'in tarafında olduğunu bilmesine ihtiyacı vardı. "Tüm bunlardan o kadar bıktım ki. Yani belki de yıllar sonunda- hatta hayır hayır! Hayatım boyunca ilk kez kendimi yanında rahat hissettiğim ve sadece öpüşmek için bile heyecanlandığım bir adam bulmuşken, her şey mahvoldu. Erkekler neden bu kadar gururlu? Ya da neden en ufak şey küçük egolarına batıyor?" Merin sarhoşluğunun etkisiyle dobra dobra konuşurken, iki kadın da can kulağıyla onu dinliyordu. "Yani, sırf öğretmenin 'ablanı beceriyor' diye gurur yapıp evdeki kapıyı falan kırmazsın. Bunda gurur yapacak ne var ki hem? İnsanlar sevişir!"
"Evet Merin. Lütfen daha sesli söyle, arkadakilerin duyması için." Gloria güldüğünde Merin hala tüm aksiliğiyle kaşlarını çatıyordu.
"Ve her defasında, eğer ortada bir yanlış varsa tüm okların ucu bana çevriliyor. Sanki kendimden büyük biriyle yatıp bundan zevk almam için işin içinde para olması gerekiyor. Tüm bu suçlamalardan çok sıkıldım! Harley'nin de River'ın da aynı şekilde bana sürtük damgası yapıştırdığına inanamıyorum. Neden sadece Louis'e iğrençsin deyip geçerken tüm ağır suçlamalar benim üstüme kalıyor? Neden ben de alt tarafı "iğrenç" olup boş verilemiyorum?"
"Çünkü kadın olan sensin. Kardeşin de dahil insanlar seni yargılıyor çünkü her zaman kadınlar erkekleri baştan çıkartır, tüm "şeytanlıklar" onlardan sorulur." Flavia konuşurken Merin bunların tümünü kabul etmek istemediği için başını iki yana sallıyordu. "Toplum dayatmaları 101 dersine hoş geldin."
"İşte tüm bunlardan bıktım." Derin bir nefes alıp, beklemediği anda Gloria'nın elindeki şişesini geri aldı ve kafasına dikti.
"Belki de, erkeklerden uzak durman gerekiyordur. Başta da kardeşinden." İki kadın kıkırdarken Merin hala beyninin içindeki sesleri bastırmaya çalışıyordu.
"Bu nasıl olacak acaba? Merin dünyanın en hetero insanı." Gloria arkadaşını tanımlarken kaşlarını hafifçe kaldırdı.
"Ew." Florance yüzünü buruşturdu. "Buna inanmak istemiyorum."
"Ben de, ama ikimiz de eminiz." Merin sonunda konuşan arkadaşına dönmüştü. "Hayatındaki tüm erkeklerden nefret etmesine rağmen, yine de onlara ayrı bir düşkün."
"Düşkün mü? Düşülecek neyi var ki? Sadece kendi zevklerini ve isteklerini ön plana koyan yaratıklar." Merin çoğunlukla buna katıldığı için istemsizce kıkırdadı.
"Çok basitler. Tahmin edilebilir ve aynı zamanda seksiler. Ve sanırım doğuştan güçlü olmaları da etkileyici." Masumca iki kadına gülümsediğinde, onlar Merin'in aksine ciddi misin? surat ifadesiyle bakıyorlardı.
"Öncelikle şunu bilmelisin." diye başladı Flavia sırıtarak. "Bu dünyadaki hiçbir kadın yüzde yüz hetero olamaz. Hepsi biraz da olsa biseksüeldir. Neden biliyor musun?" Ona yaklaştığında Merin kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı. "Çünkü kadınlar mükemmel ve kusursuzdur. Onları çekici bulmaman için hiçbir sebebin olmaz. Ayrıca, eminim yatakta bir kadınla olmak seni rahatsız etmez. Söylesene."
Merin ne diyeceğini bilmeden Gloria'ya baktığında, neyse ki en yakın arkadaşı yardımına koşmuştu. "Merin şimdiye kadar hiç bir kızla beraber olmadı. Hatta, sanırım öptüğü tek kız da bendim. Kendimi şanslı hissediyorum." Gloria keyifle sırıttı. "Sana en hetero insan Merin demiştim."
"Tanrı aşkına! Bu adil değil." Elinde sarkıttığı şişeyi alıp kendisinin olup olmadığını bile bilmediği bardağa döktü. "Çok şey kaçırıyorsun." Merin kendini tutamayıp gülmeye devam ediyordu. Sarhoşluğundan mı yoksa konunun buraya gelmesinden dolayı mı, emin değildi. Komiğine ve hatta hoşuna gittiği söylenebilirdi. "Sana aksini kanıtlayabilirim Merin." Dudaklarından bardağı çektikten sonra gözlerinin içine bakarak konuştu Florance. "Erkekler konusunda."
"Ah, harika. Bu sahne için yanıp tutuşuyordum resmen." Gloria arkadan sırıtarak mırıldanırken artık tamamen koridordaki kitaplığa yaslanıyordu.
"Pekala." Kararlılığına rağmen gülmeden ciddi kalmaya çalıştı. Merin'in onayından sonra bardağını bulduğu ilk yere bırakmıştı. Aralarındaki mesafeyi minik adımlarla kapatıp, ikisi arasındaki boy farkından dolayı birinin parmak ucunda yükselirken ötekinin de biraz başını eğmesi gerekiyordu. Merin tanımadığı genç kadının dudaklarına eğilirken gözlerini sıkıca kapattı ve yaptığı şeyin saçmalığını sorgulamadan sadece eğlenmek için uğraştı. Dudaklarına erişen soğuk ve yabancı dudaklar, onu tuhaf hissettirmemişti. Yalnızca bilmediği bir yemeği yiyor gibi hissediyordu. Flavia'nın dudakları ve kendininkiler arasındaki uyum mükemmeldi. Sadece farklılık buydu belki de. İkisi hızlı geçen saniyelerden sonra ayrıldığında, birbirlerine bakarak sırıtmaya başlamıştı. "Artık yüzde yüz değil, yüzde doksan dokuz heteroyum."
"Ve ben de, yüzde yüz pan." Sırıtması utangaçlığı eşliğinde sönerken, az öncekinin aksine heyecanlı ya da eğlenmiş hissetmemeye başlamıştı bir anda. Bunun sebebinin Flavia ya da onları sırıtarak izleyen en yakın arkadaşıyla bir alakası olmadığını da biliyordu. Sadece, sanki genç kadının dudakları ona uzaktan da olsa özlediği bir hissi hatırlatmıştı. Oysa, Louis ve Florance'a karşı hissettikleri arasında dağlar kadar fark vardı. Üstüne gelen ve onu sıkıştıran duyguların suçluluk hissi olmadığını da biliyordu Merin. Sanki sadece az önce içtiği yarım şişe sek votkanın sebebiydi bunlar. Onu Nirvana'ya ulaştırırken, birden bire yerin altına, mezara çekmişti. İkisi de, ölüm gibiydi aslında. Arkadaşları birbiriyle sohbet etmeye devam ederken Merin artık onları işitmiyordu. Gördükleri bir anda kararmış, kendini bilmediği geçmişteki bir anda bulmuştu. Kaçması gerekiyordu. Bu yüzden arkadaşlarına sadece birazdan geleceğini söyleyerek, çıkış kapısını bulmak için uzaklaştı.
Bulduğu ilk kapıdan kendini evin dışına, bahçeye attığında etraf az da olsa aydınlandığı için daha rahatlamış hissetmişti. Oysa, gecenin köründe havuzun ışıklandırmaları dışında etrafı aydınlatan hiçbir şey yoktu. İnsanların çimenlerin üstünde yiyişen bedenlerine bakmıyordu. Burada kendisine özel bir alan yaratamayacağının da farkındaydı. Bahçeye inen merdivenleri inecek kadar dengeli olduğunu düşünmüyordu. Bu yüzden merdivenleri geçti ve kenara oturup ayaklarını boşlukta sarkıtmayı tercih etti. Etrafa atılan bira şişelerden birinin dolu olduğunu fark etmesiyle sanki saatlerdir susamış gibi kafasına dikip lıkır lıkır içti. O saniyeden sonra, gittikçe silinen bilincinin iyice kayganlaştığına yemin edebilirdi.
Havuza düşen plastik bardakların ve bira kutularının yüzüşünü izlerken, kafası tamamen başka şeylerdeydi. Örneğin Louis'e ilk kez kendini açtığı ve dürüst olabildiği gecelerden birini düşünüyordu. Yine partinin birinde sarhoş olup onu aradığı o gece geldi aklına. Arabanın içinde aptal aptal konuştuğu halde, Louis onu hiç de yadırgamamıştı. Hem de tüm diğer insanların aksine. Daha o zamandan beri, nasıl bu kadar anlayışlı olabilmişti ki? Merin buna hayret ediyordu. Aklındaki gecenin en başından beri sadece Louis'di aslında. Kardeşini, Harley'i düşündüğü veyahut cinsel yönelimini sorguladığı yoktu. Belki başka bir zamanda sırf onu eğlendirdiği için konunun üzerinde düşünebilir hatta hiç tanımadığı bir kızla sevişebilirdi de, ama tüm bunlar o an hiç de önemli değildi. Merin yalnızca kafayı Louis'le bozmuştu. Gloria'nın da dediği gibi, bu kadar istediği başka bir insan dahi olmamıştı Merin'in. Bu yüzden gitmesine neden olduğu için önce kendisine sonra da başlarına açılan tüm meselelerden nefret ediyordu. Onu üzdüğüne inanamıyordu. Sırf düşünceleri kendine zarar verdiği için ondan sürekli kaçtığına da inanamıyordu. Kendisine bile kızgındı bu sebepten. Nasıl böyle düşüncesiz olabilirdi ki?
Tüm düşünceler birbirine karışmıştı; düğüm düğüm olmuştu kafasının içerisindeki sesler. Oturduğu yerde, sadece Merin için yeri doldurulamaz bir değere sahip olan Louis'le anılarını düşündü. Yeniden, ilk kez arabasında başını omzuna yaslamasıyla yanağına nasıl dokunduğunu hatırladı. Sanki, yıllar boyunca buna ihtiyacı olmuş ve sonunda bulmuştu. Ve sadece, o küçük çekingen dokunuş kırıntısıyla hissetmişti Merin bunları. Louis'in ona dünyaları verebileceğini daha ilk görüşte hissetmiş olmalıydı. Dokunuşuyla elektriklenen ve her şeyin anlam kazandığı hayatında, onu kendi elleriyle kaybettiğine inanmak istemiyordu. Birkaç ay öncesinde, yine böyle bir partiden sonra onu nasıl aradığını ve heyecanlandığını hatırlıyordu. Eğer yeniden ararsa, gelip onu tüm bu sorunlardan kurtaramaz mıydı? Hislerini yine ağzına geldiği gibi söylemek ve ona karşı ne kadar utandığını açıklamak istiyordu.
Telefonun ekranında yazan Louis'in numarasına bakarken gözyaşlarının akmasına sebep olan buydu belki de. Hayata ve ona karşı duyduğu utanç. Gelip gelmeyeceğini bile bilmiyordu aslında. Sadece arayamayacak kadar güçsüz hissettiğini biliyor ve telefonuna bakarak ağlamaya devam ediyordu. Siyah boyayla karışan gözyaşları, yanaklarından çenesine inerken gözlerini lacivert gökyüzüne çevirdi. Yıldızları görebildiği halde mutlu değildi.
Bu gün yirmi üçüncü yaş günüydü ve, Merin kesinlikle dünyanın en mutsuz insanıydı.
Aklımda dolaşan uyarı sinyallerini hissedebiliyorum
Hala aynı çukurda debeleniyorum
Bedenim genç hissediyor ama zihnim çok yaşlı
Kayıptım, bulundum ama yıkılmış değilim
Sen dünyanın öbür ucundasın
Hayır, yıkılmış değilim...
y/n: öncelikle, bu kitabı okuyan herkese Happy Pride dilerim!!! 🏳️⚧️🏳️🌈🏳️⚧️🏳️🌈🏳️⚧️🏳️🌈🏳️⚧️ Bu bölüm de haziran ayına özel gibi oldu dnsjjjf
Biliyorum, soft bir hikayede baş karakterlerin acı çekmesi biraz uygunsuz kalıyor ama önceki bölümde söylemiştim.. her tepe noktasından sonra mutlaka bir düşüş olur..
Sadece diğer bölüm için, içiniz rahat olsun diyorum spoiler vermeden 👉🏻👈🏻
(Hala finallerim devam ediyor bu sebepten hatalarım olduysa ve gözümden kaçtıysa şimdiden üzgünüm..)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top