İlham Perisi
Doğru adrese geldiğine emin olmadan önce, telefonundan açtığı nagivasyonundaki bilgilerin internettekiyle eşleştiğini beşinciye kontrol etti. Karşısında duran minik kahve dükkanın, onun aradığı olduğunu anlaması için dükkanın önüne bırakılan Merin'e ait olduğunu çok iyi bildiği krem rengi bisikleti görmesi yeterliydi. Louis onu belki de dakikalardır beklettiğini fark etmesiyle -üstelik bu buluşmayı teklif eden kendisiydi- kendine kızarak yüksek arabasından hızlı bir şekilde indi. Kapıların kilitlenip kilitlenmediğini kontrol etmek aklına bile gelmemişti. Dükkandan içeri adımladığı anda, onun kasada duran elemanla ayakta lafladığını gördü. Neyse ki, kapı sesiyle, hevesle beklediği için Merin hızlıca ona dönmüştü. İkili, birbirini gülümseyerek karşıladı. Merin'in üstünde River'a ait kalın bir kot ceket ve altında moru andıran koyu renkte bir kot etek vardı. Louis bunun bir kot jile olduğunu, Merin oturduklarında ceketini çıkarttığında anlayacaktı. Bacaklarına mor ve kahverengi renkteki çizgilerle dolu çorapları sarılıydı, ama bu sefer dizlerinde bitmiyordu. Louis tüm bunlarla birlikte, içine giydiği kazağı da sevimli bulmuştu onun karşısında. Merin'in buluşma öncesinde yaşadığı hazırlanma telaşını bilmeden. "Çok beklettim mi?" Louis oturur oturmaz bunu sormuştu kendi ceketini çıkartırken.
"Hayır, ben de birkaç dakika önce geldim. Geçenlerde iş için buraya başvurmuştum, arayacaklarını söylemişlerdi. Eleman alıp almadıklarını sordum." Merin konuştuktan sonra sırıttı. "Ve elbette, benim yerime başkasını seçmişler." Louis öğrendiği şeye kaşlarını kaldırmakla yetindi. Aslında, en yakın dostu Arnold'un ona burayı önermiş olmasına sinirlenmişti. Louis bar dışında dışarıda bir yerlerde takılmazdı ve öneri olarak aldığı bu dükkan, berbat bir seçim olmuştu belli ki. Louis iç çekti kendi kendine. "Ama alınmadığım da iyi olmuş, sonuçta daha iyi bir iş buldum." Merin, Louis'in asılan suratını düzeltmek istercesine kıkırdayarak konuştuğunda başarılı olmuştu.
Louis aldığı o mesajdan sonra, aslında Merin'in asla kabul etmeyeceğinden emin olduğu için fazlasıyla şaşırmıştı ama elbette, aşırıya kaçacak derecede sevindiği de söylenebilirdi. Sonrasında, onu pazar günü iş detaylarını konuşabilmek için kahve içmeye davet etmişti. Merin ise, elbette bay Tomlinson'ın bu nazik teklifini reddetmemişti. Şu ana kadar hiçbir iş vereni Merin'in kahve içmeye çağırmamıştı sonuçta. Oturdukları masadaki kısa sessizliği, yanlarına gelen garson bozmuştu. "Menü alır mıydınız?"
Merin, Louis'den önce öne atılıp başını iki yana salladı kısaca. "Ben sütlü masala çayı alayım. Ekstra tarçınlı olursa sevinirim. Çikolatalı ve fıstıklı kurabiyeleriniz sıcaksa biraz fazlaca getirirseniz güzel olur bir de." Garson başını salladıktan hemen sonra, Louis'e döndü.
"Sade kahve." Garson gittikten sonra Louis hemen karşısında oturan Merin'e dönmüştü gülerek. "Buraya çok mu sık gelirsin?"
"Sanırım dışarıda zaman geçirmeyi fazla sevdiğimden kaynaklanıyor." Merin dirseklerini masanın üzerine bırakıp kollarını kavuşturduğunda, Louis onun yüzüne yakından bakmanın mutluluğunu en yükseklerde yaşıyor gibi hissetti. Yüzündeki renkliliği fark etti ilk kez o an. Dudaklarını boyadığı koyu pembe tonunu ve gözlerinin üstüne sürdüğü aynı renkteki boyayı fark etti. Louis, bu tuhaf hissin farklılığıyla irkildi. Buluşmaları için bu kadar güzel olmak istemiş olabilir miydi? Louis de, Merin için geçen yılbaşında kızının ona aldığı parfümden sıkmıştı ilk kez. Garson gittikten sonra, Merin kızın gittiği yöne doğru başını çevirdiği zaman yüzüne dökülen dalgalı perçemlere baktı Louis. Parmak uçları onlara dokunup da yüzünden çekmek için resmen deliriyordu. Ama hiçbir şey yapmadı, onlara sahip çıkmak dışında. Merin de zaten hemen ona dönmüştü. "Siz sanırım evde zaman geçirmeyi daha çok seviyorsunuz."
"Doğrusu, asosyal olmadığımı iddia etmeyeceğim." Merin Louis'in cevabıyla gülümsedi.
"Siz de haklısınız, tüm gün zaten okulda oluyorsunuz. Eminim çok yorucudur." Garson elinde iki büyük fincanla geldiği zaman Merin ufak yuvarlak masadaki dirseklerini çekmişti. Hiç bekletmeden sıcak çayını yudumladı ve ağzının yanmasından kaynaklanan acıyla bile tatlı tatlı gülümsedi. Merin masala çayına bayılıyordu.
"Bu arada River nasıl oldu? Okulda gayet iyi gidiyor." Louis arkasına yaslanmıştı onu izlemeye devam etmek üzere.
Konuşmaya başlamadan önce başını salladı Merin, onu onaylarcasına. "Gittikçe alışıyor, duyduğuma göre arkadaş da edinmiş. Sorunlar birer birer çözülüyor. Ayrıca gelirken evi ona bıraktığım için aşırı derecede keyifliydi." Louis onun hiç çekinmeden sırıttığını fark etti. Rahatça bu konularda konuşabilmesi onu şaşırtmıştı. Ancak bilmiyordu, Merin her konuda rahat olan birisiydi. Özellikle de çok iyi bildiği ergenler konusunda. "Kızlar nasıl? Onları yalnız mı bıraktınız siz de?"
Louis kahvesini yudumluyordu. Bardağı dudaklarından çektikten hemen sonra cevapladı. "Hayır, hayır. Çok yakın bir aile dostumuzun evinde. Hannah arkadaşımın kızıyla çok iyi anlaşıyor. Ben de gelmeden önce oradaydım hatta. Harley de büyükannesini ziyaret ettikten sonra arkadaşlarıyla buluşmaya gidecekti. Ancak hava çok soğukmuş ve endişelenmeye başladım biraz."
Merin çayına tarçın ekledikten sonra karıştırırken dalgın dalgın konuştu. "Vay canına, aile dostlarınızın olması çok güzel. Etrafınız sevdiğiniz insanlarla dolu. Kızlar için çok önemli bir şey özellikle." Louis onun yavaşça çayını karıştırışını izliyordu. Parmaklarının üstündeki ojeye yaptığı desenleri ve ince parmaklarına taktığı şirin yüzüklere baktı. Ancak sesindeki kırgınlığı da atlatabilmiş değildi.
"Arnold benim üniversiteden arkadaşım. Ondan başka insanlarla görüştüğüm söylenemez. Bir de annem var, tek başına yaşıyor. Neyse ki evlerimiz yakın olduğu için sık görüşebiliyoruz. Ayrıca kızlar da büyükannelerine çok bağlı." Merin, arabaların geçip durduğu caddeye bakıyordu yanlarında duran uzun camdan. "Seni kıracak bir şey mi söyledim?"
Merin hemen başını Louis'e çevirdi. Başını iki yana sallarken gözlerini ondan kaçırmaya devam ediyordu. "Hadi, iş konuşalım." Hemen gülümsediğinde, Louis'in içini rahatsız eden şeylerin varlığı kaybolmamıştı. Ama bu konuda diretip de Merin'in canını daha çok sıkmak istemiyordu. Ayrıca nereden başlayacağını da bilmiyordu. İşi kabul ettiğini hatırladığı anda yeniden heyecanla irkildi ve derin bir nefes aldı.
"Öyleyse, günleri konuşmaya başlayabiliriz. Haftaiçi öğlen 3 gibi gelmen ve 8 veya 9 civarlarında gitmen uygun olur diye düşündüm ama elbette sana da soracaktım. Eğer sorun olacaksa daha erken bir saate çekebiliriz." Louis detayları anlatırken Merin ortaya konulmuş tabaktaki kurabiyelerden çoktan aşırmaya başlamıştı bile. Minik minik kemirirken Louis'in sorusuyla başını iki yana salladı. "O saatler bana da uygun."
"Ve haftasonu," diye devam etti Louis. "Aslında bunu sana bırakıyorum. Haftasonu ben evde oluyorum. Cumartesi ya da pazar, istediğin bir gün gelebilirsin. İki gün de değil ama. Sadece bir. Bir günü de kendine ayırman daha doğru olur."
Merin hoşnutlukla gülümsedi. "Ben de bu seçimi kızlara bırakacağım." Fincanına parmaklarını takıp ona bakarak yudumlarken Louis de ona mutlulukla sırıtıyordu.
"Haftalık ödeme yaparsam içim daha rahat edecek, aylıktansa. Ayrıca gerçek bir iş deneyimi olarak görülebilmesi için sözleşme-"
Merin başını hemen iki yana salladı. "Hayır, hayır. Biliyorsunuz, River bilmemeli. Ama mezun olduğumda iş bulmama yardım ederseniz, yapamadığımız sözleşmenin yerine başka bir iyilik yapmış olursunuz."
"Kızlara katlanmayı başarabilirsen, bu konuda hiç kuşkun olmasın." Louis de aynı şekilde Merin gibi hazır cevaplılıkla yanıtladığı zaman, ikisi de aynı masanın etrafında bir süre daha gülmeye devam etti.
"Haftalık 350 sterlin." Louis birden konuştuğunda, Merin şaşkınlıkla yerinde duraksadı. En çok da, cüzdanından çıkarttığı katlanmış banknotları önüne koyduğunda, küçük dilini yutacaktı. Banknotların altında evin anahtarı da vardı. "İlk haftalığını peşin vermek istedim." Merin tüm kanın kalbinden yukarıya, kafasına doğru geldiğini ve kulaklarına akın ettiğini hissetti. Saçları sayesinde görünmedikleri için şükredebilirdi ama o an bunu çok da umursayamamıştı. "Kendi evin gibi görebileceğini söylememe gerek yok sanırım?"
"Bay Tomlinson..." Merin gözlerini karşısındaki adama hayretle kaldırdığı zaman, bu sefer dirseklerini masaya koyarak ona yaklaşananın Louis olduğunu fark etmişti. "Bana bu kadar güvenmeniz için hiçbir şey yapmadım... Ve çok mahcubum bu konuda. Güveninizi yarıda bırakmayacağım."
"Ben de, River'ın asla bilmeyeceğinden seni temmenni ederim. Bu konuda endişelenme. Hatta, hiçbir konuda endişelenme. Umarım sen de aynı şekilde bana güvenirsin, Merin." Onu dinlerken, masada duran ellerine ve hemen önünde duran banknotlarına bakıyor ve bir yandan dudağının kenarını kemiriyordu.
"Ne zaman başlıyorum?" Merin derin bir nefes aldı.
"Yarına ne dersin, pazartesi?"
Heyecanla kaşları kalktıysa da, bir şey demedi. Masanın üstünde alınmayı bekleyen parayı ve anahtarı birlikte çantasına attı utangaç bir şekilde. Yanlış bir şey yapmadığı halde çok utanıyordu ve bunu Louis'e belli etmekten ödü kopuyordu. "Harley ve ben aynı saatlerde çıkıyoruz, yarım saat sonra da Hannah'ı almaya gidiyoruz. Bazen Harley beklemek istemeyip eve erken gelebiliyor. Eğer dersin yoksa o saatlerde gelebilirsin sen de. Ya da daha erken, anahtarın var sonuçta."
"Peki benden başka istediğiniz bir şey var mı?" Merin karşısındaki mavileri görür görmez yutkundu. "Yani, kızlar konusunda. Ya da gelirken şunu da yanında getir dediğiniz."
"Bilmem. Onu sen bilirsin bence. Çocuk psikolojisi okuyan sensin."
Louis kahvesini bitirdikten sonra kurabiye tabağına ilk kez uzandı. Bu sefer sessizce karşısındaki izleyen kişi Merin'di. Kurabiyeyi ısırdıktan sonra gülümsediğini görmek, üstündeki iş stresini bir hayli azaltmıştı. "Şimdiden ilk ciddi işim olacağı için heyecanlandım sanırım." Merin nefesini verirken itiraf ettiğinde Louis gülümsedi.
"Mezun olmana az kalmışken, bu tür heyecanlara hazırlıklı olman gerekiyor." Merin tebessüm ederken başını sallıyordu onaylarcasına. "Ayrıca, her kafeye iş başvurusunda mı bulundun?"
"Evet, hatta siz beni aradığınız ilk gün kampüsteki kahve dükkanının müdürüyle iş görüşmem vardı ama adam benimle resmen dalga geçti." Merin o günü hatırlayıp sinirle gözlerini devirdiğinde, Louis karşısındaki ani ruh hali değişimine çok şaşırmıştı. "Ben de ona orta parmak çekerek odasını terk ettim."
"Nasıl yani?" Louis şaşkınca sordu. "Neden seninle dalga geçti ki?" Bir yandan da, birinin Merin kadar kültürlü ve güzel biriyle dalga geçip aşağılamasına sinirlenmişti.
"Adım tekerleme gibiymiş." Fincanında kalan son yudumu aldı Merin. Sonra eliyle ileriye itti masada. "Her neyse, önemi yok artık. Onun gibileriyle uğraşıp duruyorum sürekli."
"Harry Merin Styles... Bence mükemmel. O kadar uyumlu ki, şiir gibi." Louis çekinmeden iltifat ettiğinde, Merin yine utanmıştı, ama sıkkınlıkla değil, tam aksine hoşnutlukla. Sırıtmamak için kendini tutmak zorunda kalmıştı. "Telefonda bana Merin'i tercih ettiğini söylediğini hatırlıyorum. Yoksa Harry'i sevmiyor musun?"
Merin zaten bu konunun bir şekilde açıklığa kavuşması gerektiğini bildiği için, derin bir nefes aldı ve yüzüne gelen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı konuşmaya başlamadan önce. "Harry benim doğum adım. O ismi bana babam koymuş. Merin'i ise ben koydum."
Louis açıklamalardan sonra kafası daha da allak bullak olmuş bir şekilde karşısındakini izlemeye devam ediyordu.
"Aslında Harry'i sevmediğimden değil, aksine-" Merin iç çekip omuz silkti. "O ismi söküp atmak istemedim, asla içime sinmedi. Babamın bana bıraktığı en değerli anı olabilirdi belki. Yani her neyse, ben de Merin'i seçtim kendime. Eğer Harry ismi yalnızca erkeklere atfedilmemiş olsaydı toplumumuzda, elbette onu seve seve kullanırdım."
Louis'in hala onu anlamak için çabaladığını gördüğünde Merin daha açık konuşması gerektiğini anlamıştı.
"Doğduğum cinsiyette doğru hissetmediğim için..." Merin konuyu nasıl açıklayacağını bilemedikçe daha da tedirgin hissetti kendini. Ya şimdi, o da öğrenince her şey bozulursa? "Kısaca, ben transseksüelim. Yani benim gibi hissedenlere, böyle deniliyor."
Louis suskunluğunu merakla bozdu. "Yani, erkek gibi mi hissediyorsun?"
Merin, tam tersini anlattığını sanıp gözlerini büyüttü. "Hayır, hayır. Daha da açık olacağım. Bay Tomlinson ben erkek cinsiyetinde dünyaya geldim, ama zamanla öyle hissetmediğimi her gün daha da fazla hissettim." Söyledikten sonra uzun uzadıya nefesini verdi.
"Ah, şimdi anladım." Louis aptallığından dolayı utanmıştı. "Üzgünüm, yani bu tür konularda bir şey bildiğimi sanıyordum ama..." Louis bir anda içinde tuttuğunu dudaklarından salıverdi sonra. "O kadar güzelsin ki... Bu yüzden ilk söylediğinde tam tersini sandım."
Merin söylediğinden bir miktar hoşnut olsa da, kaşlarını çattı, aynı zaman da hafifçe kıkırdadı. "Erkekler de güzel olamaz mı? Örneğin siz de güzelsiniz Bay Tomlinson." Masanın üstüne bıraktığı kendi elleriyle oynamaya başladı. "İşte bu yüzden işlere alınmıyordum. İnsanlar çok önyargılılar."
"İnsanlar çok kötü, ama ben bunu benimle paylaşmana çok sevindim. Senin için önemli bir şey sonuçta. Ayrıca kızlarımın da bu konuların bilincinde olması benim için çok önemli." Louis'in destekleyici cümlelerini duyunca Merin heyecanla ona döndü.
"Peki ya siz bay Tomlinson? LGBTIQ+ toplumunu destekliyor musunuz?"
"Evet, evet. Elbette destekliyorum." Louis kollarını göğsünde kavuşturmuştu ve bu konularda çok az bilgisi olduğunu belli etmemeye çalışıyordu. "Arkadaşım Arnold'un eşi biseksüel örneğin. Onun dışında başka tanıdığım yok sanırım."
Merin güldü. "Herkes biraz biseksüeldir bay Tomlinson. Başka bir şey içmek ister misiniz?"
"Sen de alırsan neden olmasın?"
Merin ikisi için siyah çay söyledikten sonra bekletmeden sabırsızlıkla Louis'e dönmüştü yeniden. "Peki ya siz?" Merin dişlerini göstererek sırıtıyordu. "Sizin cinsel yöneliminiz ne?"
Louis sorunun aniliğiyle boğazına yapışan kuru öksürüğü gidermek için çabalamıştı. Birkaç kez kuruca tıksırdı. "Hiç düşünmedim."
"Çocuklarınız olduğuna göre gay olmadığınız kesin." Garson geldiği sırada Merin'in cümlesi, adamın ikisine bakmasına neden olmuştu. Neyse ki hemen kirli boş fincaları alıp yerine dolularını bırakmıştı.
"Sanırım benim de söylemem gereken bir şey var." Merin çayını karıştırırken merakla ona döndü. "Harley ve Hannah'ı yıllar önce evlatlık edinmiştim. Ama senin de tahmin edebileceğin gibi, arada kan bağının olmaması hiçbir zaman bizim için önemli olmadı. Kendi çocuklarım olsaydı, yine de Hannah ve Harley favorim olurmuş gibi geliyor hatta."
"Aman tanrım..." Merin, öğrendiklerinden sonra kalbinin bu haberleri kaldırabileceğinden emin değildi. Karşısında oturan adam, cennetten düşmüş olmalıydı. Çocuklara bu kadar düşkün olan başka bir insanla karşılaşmamıştı. Merin için, Bay Tomlinson'a hayran kalmamak imkansızdı o dakikadan sonra. Bu yaptığı iyilik için, kalkıp Louis'e sarılmak istemişti hatta. Düşünceli insanlara karşı çok duygusal olmuştu her zaman. Hele de onlardan biri, patronu olduğunu öğrendiğinde Merin havalara uçabilirdi. "Gerçekten çok mutlu oldum. Kendinizle gurur duymalısınız."
Louis buna katılmadığı için başını sallamakla yetindi. "Teşekkür ederim, gerçi buna hakkım yok. Çünkü başa çıkamadığım için seni yardıma çağırıyorum."
Çay fincanın kulpunu kavramak için havaya kalkan kolunu tuttuğunda, Louis şaşkınlıkla Merin'e baktı. "Böyle düşünmeyin, hepimizin zorlandığı zamanlar olur. En başta ben de sizden kardeşim için yardım istememiş miydim? Sizin mükemmel bir insan ve çok iyi bir baba olduğunuzdan eminim." Parmakları, kumaşı hafifçe sıktığında ve kolunu kumaşın üzerinden sıvazladığında Louis yutkunmak zorunda kalmıştı. "Lütfen, bir daha kendinize kızmayın. Çünkü kendinize haksızlık etmiş oluyorsunuz. En azından benim yanımda."
Kolunun üstündeki sıcaklık yavaşça çekildiğinde, Louis dediği her şeyi uygulamaya hazırdı, bu yüzden başını tamam anlamında hafifçe sallamaya devam etti bir süre. "Yani, bu ben geyim mi demekti?" Merin konu bitiminde, önceki soruya yeniden dönerken gülüyordu.
"Birkaç gün düşüneceğim, zaman ver." Louis sade bir şekilde gülümsemişti söz bitiminde. Merin'le konuşmalarında ona baktığı ve gözlerini kendisinkiyle cesurca buluşturduğu her andan ayrı bir zevk almıştı. Onu daha çok tanımak için elinden geleni yapacaktı, ki buna gerek kalmayacak gibi durduğunun farkındaydı Louis. Onu her gün görmenin heyecanıyla yanıp tutuşmaya başlamıştı daha çok erken saatlerden itibaren zaten. Onun çabalamasına gerek kalmadan, Merin'in kendini anlatması en sevdiği şey olmuştu. Eğer böyle giderse, ona aşık olacağını çok iyi biliyordu. Ve ilk kez, bundan korkmuyordu. Çünkü, sanki Merin asla onun canını yakamazmış gibi geliyordu, yakmak istese dahi, onun yarattığı acı Louis'e onu mutluluktan havalara uçurur gibi geliyordu. Uzun zamandır ilk defa mutlu bir heyecanla doluyordu içi, hem de bu Merin'le her konuştuğunda oluyordu. Ona vurulduğunu biliyordu. Eros atmamıştı oku ona, ya da yıldızlarda öyle yazdığı için gerçekleşmemişti. Louis, gelen aşk hissini tek bir sebebe bağlıyordu. O da Merin'di. Eğer biri aşk okunu attıysa, o kanat takmış peri kostümüyle Merin olabilirdi. Ya da eğer yıldızlar karar verdiyse, bu yine yukarıda parıldayan, gözleri kör eden güzelliğiyle Merin'di.
Louis, onunla sohbet ettiği saatler sonunda, Merin'i evine bırakmak üzere yine onunla beraber arabasına geçerken beyninin içerisinde üniversite yıllarında dinlemekten asla bıkmadığı o The Smiths şarkısının çaldığını duydu. Louis, yıllar önce kaybettiğini bulmuştu. Aşk diyebilirdi, ya da yaşam için gerekli o ilham diyebilirdi. Tıpkı şairlerin şiirlerini yazması için duyduğu o ilham perilerine ihtiyaç duyması ve onlardan birini bile kaybettiği zaman hiçbir şey yapamaması gibiydi. Louis, ilham perisini bulmuştu. Bir edebiyat aşığının nefes alabilmesi için tek gerekliliği. O da, Merindi.
To die by your side such a heavenly way to die...
.
Bu bölüm beni bu şarkıya aşık eden Ceren allgetpaid 'e..
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top