5. Bölüm: Yağmur Damlaları

(Hande'den...)

İnsan korkularını yenecek cesareti kendi içinde bulur. Eğer bir gün olur da korkuların karanlığının içinde cesareti bulursa cesaret ona şefkatli elini uzatır. Derin bir nefes alıp karanlığın arasındaki cesarete elini uzatabilirsen işte o zaman içindeki cesaretin uzattığı ele tutunup çıkarsın o zifiri karanlıktan. İşte korkuyu yenmenin sırrı budur. Ama bu sırrı bilmeme rağmen korkumu yenemiyordum. Çünkü içimde elini tutacağım en ufak bir cesaret kırıntısı bile yoktu. Sadece korkularımın karanlığı vardı. Ruhumu kaplayan korkularımın zifiri karanlığı...

Battaniyeme sarılmış gök gürültüsünün bitmesini beklerken kapı ardı arkası kesilmeksizin çalmaya başladı. Gelenin kim olduğunu merak etmiştim. Tam yerimden kalkıp kapıyı açmaya yelteniyordum ki acaba gaipten sesler mi duyuyorum diye bir anlığına düşündüm. Ailemin gelmesini her ne kadar istesem de bir başıma kaldığımın düşüncesiyle irkildim. Vücudum hem korkudan hem de yaşadıklarımın verdiği üzüntüyle titremeye başladı. Titreyen ellerimle tek teselli kaynağım olan battaniyeme sıkıca sarıldım. Duyduğum sesin bir hayalden ibaret olduğu düşüncesiyle yutkunup kafamın içindeki zil sesinin susmasını bekledim. Bekledim ama umduğum gibi olmadı. Kısa bir süre içinde kesilen zil sesi tekrar çalmaya başladı. Belki de henüz delirmemiştim.

Derin bir nefes aldım. Belki de komşumuz Jülide teyze beni kontrol etmeye gelmişti. İstemeyerek de olsa battaniyemi omuzlarıma dolayıp yataktan kalktım. Battaniyemin yerde sürünmesini umursamadan ağır adımlarla çalan kapının ardında kimin olduğunu öğrenmeye doğru adım adım yürüdüm. Her adımımla birlikte gözlerimden akan yaşlar yanaklarımı ıslatıyordu. Kapıya vardığımda ise titreyen parmaklarım kapı kolunu kavrayıp yavaşça aşağıya doğru indirdi. Gözlerim karşımda komşumuzu görmeyi beklerken onun endişeyle bakan bal rengi gözlerine denk geldi. O gelmişti. Kerem gelmişti.

Beni bulan gözleri endişeyle yüzümde gezindi. Daha sonra bana ne olduğunu anlamaya çalışırcasına bedenimi baştan aşağıya süzdü. Aradığı cevabı bulamamış olacak ki gözleri benim yaşlarla dolmuş olan yeşillerime kenetlendi. Gözlerindeki ifadeden de anladığım kadarıyla perişan göründüğüm belliydi. En sonunda dayanamayarak "Hande?" dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan.

Yüzündeki beklenti dolu ifadeye yanağımdan süzülen yaşlarla bakıyordum. Ama bu sefer benim bile şaşıracağım bir şekilde dudaklarım sevinçle yukarı doğru kıvrıldı. Onu gördüğüme bu kadar sevineceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Belki de o bana kader tarafından gönderilmiş cesaretin ta kendisiydi. Bana elini uzatacak olan cesaret şimdi karanlığımın ortasına gelmişti. Ve ben ona tutunmak için yanıp tutuşuyordum.

"Kerem..." dedim titreyen dudaklarım içimdeki sevinci daha fazla saklayamadığı sırada. O bana endişeyle bakarken içimdeki dürtünün de etkisiyle ona doğru yaklaştım. Ve o daha ne olduğunu anlayamadan güçsüz kollarımı onun kaslı bedenine doladım. Omzumdaki battaniye de bu sarılmayla birlikte yere düşerken dudaklarımı ele geçiren gülümsememle ona daha sıkı sarıldım.

Onun yağmurdan sırılsıklam olan bedeninin benimkini de ıslatmasına rağmen hiç umursamadan sarılmaya devam ettim. Kerem ise olayın şokunu henüz atlatmış olacak ki kaslı kollarını benim belime doladı. İlk başta soğuk teninden irkilsemde kalbimdeki sıcaklık ısınmama yetmişti. Tabii bunda onun kulağıma eğilip sıcak nefesini boynuma vermesinin de etkisi büyüktü.

"Lütfen ağlama," diye fısıldadı yavaşça. Geri çekildiğinde sağ eli korkarak da olsa yanağıma dokundu. Avucu yanaklarımdaki yaşları silerken yutkundum. Bu iki sözcük yetmezmiş gibi bu yaptığı kalbimin ritmini değiştirirken başımı kaldırıp yeşil gözlerimi onun kahverengi harelerine sabitledim. Tanıştığımız ilk andan beri onu tam bir duygusuz olarak tanımıştım. Sadece kendini düşünen hödük ve bencil biri olduğunu düşünmüştüm. Ta ki onunla ormanda geçirdiğimiz ilk geceye kadar...

O geceye kadar onun hakkında tam olarak bunları düşünmüştüm. Ama şimdi yanıldığımı daha iyi anlıyorum. Kerem dışarıya sert görünen ama içinde büyük bir duygu bulutu taşıyan biriydi. Kimseye göstermediği bu duygusal yanını bana göstermişti.

Kendisi hastayken beni bırakmayışından, battaniyenin içinde ağladığım sabah ona yaşadıklarımı anlattırana kadar benim için gösterdiği ilgiden ve çabadan ama en önemlisi şu anda bana söylediği bu iki sözcükten anlamıştım bunu. Özellikle de bana sarılışından ve şefkatle bakan gözleri bundan iyice emin olmamı sağlamıştı.

Gülümsedim. O da belli belirsiz gülümseyip elini yüzümden çekti. Bakışlarını benden kaçırdığı sırada gözlerini yere düşen battaniyeye çevirdi. Yavaşça eğilip battaniyeyi yerden aldı. Omuzlarıma atıp battaniyeyle beni sarıp sarmalamaya niyetlenmişti ki ben buna mani oldum. Battaniyeyi elinden alıp onun geniş omuzlarından geçirdim. Sırtını iyice sardığından emin olduktan sonra geri çekilip Kerem'e baktım.

Gözleri sanki onun için çok özel bir şey yapmışım gibi ışıldadı. Tek bir çizgi halini almış dudakları yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı. Ondaki bu mutlu ifade beni de gülümsetmişti. "Hasta olacaksın. İçeri gel," dedim içeri geçmesi için. Kerem sarındığı battaniyeyi tutup kapıda ayakkabılarını çıkardı. Ardından çekinerek de olsa içeri geçti. Bende onunla beraber içeri geçip kapıyı ardımızdan kapattım. Daha sonra bakışlarımı Kerem'e çevirdim. O ayakta tir tir titrerken aklıma ıslak olduğu ve hasta olabileceği geldi.

Düşünceli bir şekilde dudaklarımı ısırdım. Kafamın içinden geçen birkaç fikirin arasından birini seçip Kerem daha ne olduğunu bile anlamadan onu salonda bıraktım. Aceleyle Emre'nin odasına daldım. Emre benden küçük olabilirdi ama çam yarması kardeşimin cüssesi Kerem kadardı. Muhtemelen onun kıyafetleri Kerem'e tam olurdu. Bunu bildiğimden birkaç parça kıyafet alabilmek için ahşap rengi dolabın kapağını araladım. Tüm dolap siyah kıyafetlerle doluydu. Yani anlayacağınız klasik Emre...

Elimi ilk attığım askıdan rastgele bir tişört çıkardım. Sonuçta hepsi aynıydı. Hangisini seçtiğimin bir önemi yoktu. Onlarca siyah tişört arasından çıkardığım talihli tişörtü kolumun altına alıp camın önündeki şifoniyere yöneldim. İlk çekmeceden siyah olduğuna zerre şaşırmadığım bir eşofman altı çıkardım. Daha sonra onu da koltuğumun altına sıkıştırıp odadan çıktım. Odadan çıktığımı fark eden Kerem ise battaniyeye sarılı bir halde bana bakıyordu. Yanına gidip elimdeki kıyafetleri ona doğru uzattım. Şaşkın bakışları benle kıyafetler arasında mekik dokurken en sonunda kıyafetleri elimden almayı akıl edebilmişti.

Kıyafetleri çekinerek elimden aldığı sırada "Üşütüp iyice hasta olmadan önce sıcak bir duş al tamam mı?" diyerek gülümsedim. Bu sözlerimin üzerine beni başıyla onayladı Kerem. Bende ona banyo kapısının olduğu tarafı işaret ederken "Banyo soldan ikinci kapı," dedim ve üzerimi değişmek için odama girip kapıyı kapattım.

*******

Üstüme temiz ve kuru bir şeyler giydikten sonra odamdan çıktım. Koridordan geçip salona geldiğimde Kerem'in henüz duştan çıkmadığını fark ettim. Bende o duştan çıkana kadar ikimize birer kupa kahve yapmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Sonuçta hem benimki buz gibi olmuş hem de onun da ısınmak için bir kupa dolusu sıcak kahveye ihtiyacı vardı. Bunu bildiğimden kahve yapmak için mutfağa geçmeye niyetlendiğimde aklıma kupamı balkonda bıraktığım gelmişti.

Rotamı değiştirip kupamı almak için balkona çıktım. İçindeki kahvenin buz gibi olduğu kupamı masanın üzerinden alıp içeri girmeye niyetlenmiştim ki ıslak zeminle beraber bir anda yeri boylamıştım. Elimdeki bardakta benimle aynı kaderi paylaşmış olacak ki hem düşmemin ani oluşuyla hem de kupamın kırılma sesiyle irkildim. Her ne kadar başımı kırıldığından emin olduğum kupama çevirmeye korksamda bir anlık cesaretle yere baktım.

Tuzla buz olan bardağa bakıp kendimi daha fazla tutamadığım sırada iç çekerek ağlamaya başladım. Tam o sırada yerden destek alarak kalkmak isterken elimi koyduğum yere bakmadığımdan kırılan büyük parçalardan biri elimin içine saplandı. Dudaklarımın arasından acı bir çığlık çıktı. Ortalığı inletecek kadar yüksek çıkan çığlığım birilerini korkutmuş olacak ki Kerem yarı çıplak bir halde koşarak yanıma geldi.

"Ne oldu?" diye sordu. Sesindeki tınıdan anladığım kadarıyla korkudan duştan fırlamıştı. Yaşlarla dolu yeşillerimi ona çevirdim. Onun gözleri ise oluk oluk kan akan üzerinde cam parçası saplı elime takıldı. Gözbebekleri gördüğü korkunç manzara karşısında bir anda üç katı kadar büyürken "Hande elin! Elin kanıyor!" dedi. Sesi dehşete kapılmış gibi çıkıyordu.

Buğulu gözlerim korkuyla onun yüzünde gezindi. Ama tam o sırada gözlerim bir şeyin farkına varmış olacak ki kocaman açıldı. "Oha! Senin tişörtün nerede?" diye şok içinde bağırdım. Kerem sanki tek sorunumuz üzerinde tişört olmamasıymış gibi gözlerini devirdi. "Elin kanıyor ve senin tek derdin bir tişört mü?" dedi küçümsercesine. Cevap vermedim o da lafı uzatmadan elime odaklandı. Ardından benim ondan kaçırdığım bakışlarımı fırsat bilip tek hamlede elimdeki camı çıkardı. Ben acı içinde bağırırken o ise sanki benim yerime acı çekiyormuş gibi yüzünü buruşturdu.

"Canın çok yanıyor mu?" dedi endişeyle. Sesindeki ilgili tınının dikkatimi çekmesiyle gözlerimi onunkilere diktim. O da avucumdan çıkardığı camı dibinde oturduğumuz masanın üzerine bıraktı. Tekrar bana döndüğünde elimden oluk oluk akan kan onu daha çok korkutmuştu. Beni tek hamlede kolumdan tutup yerden kaldırdı. Elini belime koyup aceleyle beni banyoya doğru sürüklerken kendimi ambulansla acile yetiştirilmeye çalışılan bir kazazede gibi hissetmiştim.

Kerem aceleyle banyonun kapısını açıp beni içeri soktu. Ama benim aklım yarılmış elimde olması gerekirken kırılan kupadaydı. Tam da benden beklenecek bir durumdu bu. Somurttum. Kerem ise musluğu açıp elimi soğuk suyla buluşturdu. Suyla beraber oluk oluk akan kızıllığa kendi kanıma baktım. Daha sonra yaşlarla dolu gözlerimi Kerem'e çevirdim. Bana acıyarak bakıyordu.

Yutkundu. Boğazındaki ademelması da bununla birlikte hareket ederken dudaklarını araladı. "Bu nasıl oldu diye sormayacağım. Çünkü seni az çok tanımış oldum," dedi musluğu kapatırken. Gözlerim bu cümleyi neden kurduğunu anlamak istercesine yüzünde gezindi. Ama tam o sırada gözlerim muntazam bir sırayla dizilmiş karın kaslarına kayınca yutkundum. Gözlerimi ondan kaçırdığım sırada "Lütfen tişörtünü giyer misin artık!" dedim bakışlarımı ona bakmamak için elime odakladığım sırada.

Kerem askıya astığı tişörtü memnuniyetsiz bir şekilde üzerine geçirirken homurdandı. Bense ortadan ikiye ayrılmış gibi gözüken elimi dert edeceğime kırılan kupamın arkasından içli içli ağlıyordum. Normal biri olmadığımı buradan da anlamanız mümkün. Bu durum Kerem'in de dikkatini çekti. Endişeli gözleri bir anda beni buldu.

"Canın çok mu yanıyor?" diye sordu. Yüzündeki ifade sorduğu sorudan pişman olmuş olacak ki hoşnutsuzca asıldı. Bense onun beklentilerini yıkarak ve onu şoke ederek "Hayır! Bardağım gitti!" diye cırladım. Kerem bu söylediklerim karşısında şoke olmuştu. Kendini daha fazla tutamayarak bağırmaya başladı.

"İki saattir bir bardak için mi ağlıyordun sen!" Dudaklarından histerik bir kahkaha döküldü. Bakışları ise korkutucu bir hal almıştı. Anlaşılan onunla dalga geçtiğimi falan sanıyordu. Sinirle banyo dolaplarını karıştırmaya başladı. Dolaplardan birinden ilk yardım kutusunu çıkarıp lavabonun kenarına koydu. Sinirden titreyen elleriyle kutunun kapağını araladı. İçinden sargı bezimi çıkarıp yaralı elimi avucuna aldı. Yüzüme bir an bile bakmadan dikkatlice elimi sardı.

Yaralı tenime değen bandaj inlememe neden olurken onun dudakları ince bir çizgi halini aldı. Daha sonra sargım açılmasın diye bant yapıştırıp delici bakışlarını gözlerime dikti. Kendimi ondan uzaklaşmak için geriye doğru çektiğimde bedenimi lavaboya yaslı bir halde bulunca Kerem yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. İçimden geçen kahverengi gözleri ve yüzümü ısıtan sıcak nefesi yutkunmama neden oldu.

"Sen tam bir çocuksun Hande," dedi. Aramızdaki mesafenin minimum olması beni iyice germişti. Neredeyse burun burunaydık. Bedenimi ateşler basmaya başlamıştı ki benden uzaklaşıp yaralı elimi avuçlarının arasına aldı. Birkaç saniye baktıktan sonra iyi olduğuma emin oldu. Bu seferde yaralı elimi bırakıp sağlam elimi tuttu. Beni banyodan çıkarıp içeri götürdü. Daha sonra omuzlarımdan tutup koltuğa oturttu. Ben de ona küs olduğumu belli etmek için kollarımı birbirine bağladım. Bu tavrım Kerem'in bir anlığına yumuşamasına neden olmuş olacak ki yanıma oturdu.

"Hande," dedi mahcup bir ifadeyle. Ben onun bu ifadesine karşı sırtımı ona tamamen döndüm. "Küstüm ben sana!" diyerek omuz silktim. Sanki küsmekte haklıymışım gibi... Arkamda kahkaha atan Kerem ise bu duruma daha da sinir olmama sebep olmuştu. Beni omuzlarımdan tutup kendine doğru döndürdü. "Tamam, tamam küsme. Özür dilerim seni kırmak istememiştim. Beni affetmen için ne yapabilirim söyle," dedi. İşte bu teklif hoşuma gitmişti. Bilmiş bir ifadeyle ona baktım. Acaba ona nasıl bir hinlik yapsam diye geçirdim içimden.

"Sen saçını kurutup gel ben düşünürüm," dedim gülümserken. O da başıyla onaylayıp giderken aklıma gelebilecek en saçma fikri düşünüyordum. Ona oje mi sürsem acaba diye düşündüm. Ama hemen bu fikrimden vazgeçtim. O bana çocuk demişti. Bu konuda da son derece haklıydı. Bende ona çocuk ruhunun nasıl olduğunu gösterecektim. Koltuktan kalkıp televizyonun kenarındaki rafa göz gezdirdim. Tabii ya! En sevdiğim animasyonu izleyebilirdik.

Sağlam elimle raftan en sevdiğim animasyonun olduğu DVD'yi aldım. Üzerindeki resme bakıp gülümsedim. DVD'yi televizyon ünitesinin üzerindeki cihaza takıp kumandayla beraber koltuğa yerleştim. Yaklaşık on dakika sonra da Kerem salonun kapısından içeri girdi.

"Evet. Şimdi emrinize amadeyim Hande Hanım. Ne yapmamı buyurursunuz?" diye sordu koltuğa otururken. Bende bilmiş bir tavırla kumandanın düğmesine bastım. Ekranda gördüğü görüntüyle Kerem'in yüzündeki gülümseme solarken dayanamayarak "Şaka yapıyorsun her halde. Rapunzel mi izleyeceğiz?" diye sordu.

Yüzündeki korku ifadesine gülmemek elde değildi. Başımla onaylayıp yaralı elimi koltuğun kenarından aldığım yastıklardan birine dayadım. Ardından kumandayla Kerem'in çin işkencesini benim ise keyfli dakikalarımı tekrardan başlatmış oldum. Ama tam o sırada Kerem'in hüzünle dolu kahverengi hareleri benimkileri buldu.

"Bundan emin değilim Hande," dedi bakışlarını kaçırdığı sırada. Ona yalvarırcasına baktım. "Hadi ama Kerem. Birkaç saatliğine benimle beraber çocuk olamaz mısın?" diye sordum. Olabilecek en şirin ifademle gözlerine bakmaya başladım. Gözlerimin en az çizgi film karakterleri kadar büyük olduğuna emindim. "Ben hiç çocuk olmadım ki. Nasıl olunur onu da bilmiyorum," dedi yüzündeki hüznün yerini derin bir kedere bıraktığında. Yutkundum. Böyle söyleyen birine ne diyebildim ki?

Üstelik onun üzülmesi beni de üzmeye yetmişti. "İstemezsen izlemeyiz," dedim anlayışla. Ama o beni şaşırtarak kaçırdığım bakışlarımı ona sabitlemem için yanağımı tuttu. Başımı çevirmeme mani olunca yeşillerim onun gözlerine kenetlendi. "Ben çocuk olmak nedir bilmiyorum. Ama öğretecek birini tanıyorum," dedi buruk bir gülümsemeyle beraber.

Ona güven vermek istercesine gülümsedim. Sağlam elimi onun yanağımı tutan elinin üzerine koydum. Sıcak teni avuçlarımı ısıtırken "Endişelenme işin erbabı olan ben sana çocuk olmak nedir öğretirim," dedim gülümseyerek. Onun da yüzünde sahici bir gülümseme belirdi. Elini tutmayı bıraktım o da benim yüzümü tutmayı bırakınca ikimiz de gözlerimizi televizyona çevirdik. İlk sahnede çıkan altın sarısı saçlı yemyeşil gözlü bebek Rapunzel o kadar tatlıydı ki...

Tüm replikleri ezbere bildiğim bu animasyonu tekrar izliyor olmak beni yine ilk günki gibi mutlu ediyordu. Şarkının başladığı sahneye geldiğimizde bende Rapunzel ile beraber mırıldandım. Kerem'in bakışları bana döndü. "Kaç kere izledin?" diye sordu gülerken. Bende gülmeye başladım. Rakam bir yetişkin için oldukça fazlaydı. "Sadece 17 kez," dedim. Yüzüm utançtan al al olurken elimle yüzümü kapattım. Kerem ise elimi gözümden çekip gülmeye başladı.

"17 kez mi?" diye sordu hayretler içinde. Ondaki bu şaşkın ifadeyle birlikte kıkırdadım. "Ne o Kerem Bey? Siz benim gerçek bir çocuk olduğuma inanmıyor musunuz yoksa?" dediğimde yüzümdeki bilmiş ifadeye sahici olmayan bir düşünme ifadesiyle baktı. "Dur sana şöyle bir bakayım," dedi beni baştan aşağıya süzerken.

Ben ondan gelecek cevabı beklerken o oyunbozan gülümsemeyle "Karşımda beş yaşında bir kız varmış. Nasıl olur da bunu fark etmem," diyerek kıkırdadı.

"Bu beş yaşındaki kızın karşısında birazdan beş yaşında bir adam olacak." Kerem bu söylediklerimle gözlerime baktı bir süre. Bense onun kalp ritmimi değiştiren bakışlarından kaçmak için gözlerimi televizyona çevirdim. O da benimle aynı şeyi yaptı. Filmde Rapunzel'in güzeller güzeli bir genç kız olduğu zamanlara geldik.

Tam o sırada Kerem kalbimin ritmini değiştiren bakışları yetmezmiş gibi "O aynı sana benziyor," dedi sessizce. Gözleri bana kaydığında yutkundum. Bu şu ana kadar aldığım en şirin iltifattı. Yüzüm kızardı ve aynı zamanda sıcaklamaya başladım. Ama o bu halimden keyif alıyormuş gibi üstü kapalı iltifatını daha da açmayı tercih etti.

"Yemyeşil kocaman gözleriyle ve altın sarısı saçlarıyla senden ilham almışlar belli ki," dedi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde içtenlikle gülümsüyordu. Tam o sırada Flinn Rider çıkageldi. Gülmemeye çalışarak Kerem'e döndüm. "O zaman bu da sendin," dedim. Dudakları keyifle yukarı doğru kıvrıldı. Yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Flinn ile Rapunzel'in maceraları hem komik hem de özeldi. Onlar çıktıkları hayal serüveninde birbirlerine aşık olmuşlardı.

Bu düşünceyle gülümserken sıra uzun süren dakikaların sonunda en sevdiğim sahneye sıra gelmişti. Tıpkı ilk izlediğimde olduğu gibi yine içimde bir heyecan belirdi. Heyecanla filme dalmış olan Kerem'i dürttüm. "Bu benim en sevdiğim sahne." Bunu söylediğimde Kerem sahneye dikkat kesildi.

Bu sahne Rapunzel'in en büyük hayalini gerçekleştirdiği sahneydi. Bir kuleye hapsolarak geçirdiği yıllarda penceresinden yansıyan ışıkları görmeyi dilemişti. Şimdi bu hayali gerçek olmuştu. Rapunzel ile adının daha sonra Eugene olduğunu öğrendiğimiz adam birlikte kayığa bindi. Gökyüzünü kaplayan binlerce dilek fenerinin olduğu denizin üstünde hayallerine kavuştu Rapunzel. İç çekerek izlemiştim bu sahneyi. Öylesine özel ve güzeldi ki...

*******

İlerleyen dakikalarda filmin son sahnelerine gelmiştik. Rapunzel'in büyülü saçlarını kaybettiği ve Eugene'nin ölmek üzere olduğu o duygusal sahneye... Sevdiğini kollarının arasına aldı Rapunzel. Eugene'nin ona söylediği sözle gözlerim daha şimdiden dolmuştu. Animasyonda bile olsa gözyaşı gördüğümde veya duygusal bir söz duyduğumda ağlardım. Bu yüzden bu benim için alışıldık bir durumdu. Tam o sırada "Benim hayalim sendin," dedi Eugene son nefesinde. Öyle özel bir sözdü ki bu benim için.. Rapunzel'in çaresizce ağlayışı ve ona sarılışını ağlamaklı gözlerle izliyordum.

Benim aksime gerçekten ağlayan Rapunzel'in gözyaşlarının Eugene'nin yanağına dökülmesiyle büyü onu iyileştirdi. Yüzümde belirgin bir gülümseme belirdi. Kerem'in gözleri ise filmde olması gerekirken benim üzerimdeydi. Bakışlarımı filmden alıp ona çevirdim. Kahverengi gözleri yeşil gözlerime kenetlendi. Onun da yüzüne tıpkı benimki gibi genişçe bir gülümseme yayıldı. Anlaşılan o da en az benim kadar mutluydu.

Rapunzel'i 18. kez izledikten sonra kumandayla televizyonu kapattım. Ardından meraklı gözlerle Kerem'in tepkisini bekledim. Kısa bir an beni sırf meraktan öldürmek için düşünceli bir ifadeyle baktı gözlerime. Ama dediğim gibi bu durum kısa sürdü. "Çocuk olmayı sevdim," dedi ve kahkaha atmaya başladı. Onun böyle düşünmesi beni içten içe mutlu ederken işimi tam yapmam gerektiğini düşündüm. Madem çocuk olmaya karar vermiştik. İşimizi tam yapmalıydık. Öyle değil mi?

Bunun üzerine otuz iki diş sırıtıp koltuktan kalktım. Kerem bu yaptığıma bir anlam veremezken arkamdan seslendi. "Hande nereye?"

"Geliyorum şimdi," diye seslenip mutfağa geçtim. Mutfağa girdiğimde yıldızlar saçan gözlerim ganimete odaklandı. Dolaplardan en sevdiğim olan abur cubur dolabını açıp raftan iki tane çikolata ve koca bir paket de cips kaptım. Hatta cipsi gördüğümde bunu film izlerken niye akıl etmediğimi düşünüp kendi kendime sinirlendim. Ama bu sinirim kısa sürdü. Elimde hazinelerimle mutfaktan çıkıp salona geçtim.

Kerem'in ne yapmaya çalıştığımı sorguladığını biliyordum. Bunu bakışlarından anlamıştım. Koltuğa oturup yanındaki yerimi aldığımda küçük çocuğuna yemeğini bitirdiğinde sürpriz yapan anneler misali sağlam elimle tuttuğum abur cuburları gösterdim. Kerem özellikle çikolatayı görünce kahkaha atmaya başladı. Çünkü bunlar sıradan çikolatalar değildi. Üzerinde çizgi karakterler olan tadı en güzel olanlardandı. Tabii onun gibi zevksiz biri nereden bilecekti ki?

"Şaka yapıyorsun değil mi?" dedi karnını tutarken. Ona gözlerimi kısarak baktım. Elimdeki çikolatayı yaralı elimden dolayı zar zor açıp Kerem'in ağzına teptim. Hatta bunu yaparken dozumu aşmış olacağım ki onu az daha boğuyordum. Ama bu çok önemli bir şey değildi. Sonuçta boğulmamıştı ve yaşıyordu. Üstelik hala gülebilecek kadar da iyi durumdaydı.

Kerem çikolatayı gülmesini bastırarak yerken ona öldürücü bakışlarımdan birini attım. "Unutma biz bu gece çocuğuz ve çocuklar zararlı şeyler yemeğe bayılır," dedim elimdeki paketi güç bela açarken. Paketini açmayı sonunda başardığım çikolatadan büyük bir ısırık alıp mest olurken Kerem Bey koca lokmayı boğazıma dizecek sorularını sıraladı.

"Hande geldiğimde seni perişan bir halde buldum. Bana ne olduğunu anlatır mısın artık?" diye sordu. Boğazımda kalan çikolatayı zar zor yuttum. Boğazım koca çikolata parçasıyla acırken bakışlarımı elimdeki pakete çevirdim. "Ben," dedim ama devamını bir türlü getiremedim. Çünkü sözcükler dudaklarımdan çıkınca sanki tüm bunlar gerçekten yaşanmış gibi hissedecektim. Yutkundum.

Kerem'in neşeyle bakan gözleri bu sefer üzerimde ilgiyle gezindi. "Ben ailemin öldüğünü öğrendim," dedim bir çırpıda. Bu sözlerim Kerem'in gözlerinin kocaman açılmasına neden oldu. "Öldüklerini mi? Ama bende eve gittiğimde ailemin kazada öldüğünü öğrendim," dedi ve yüzüme dehşetle baktı. Bu tesadüf olamazdı. Bir şey vardı ama ne?

Yeşil gözlerim korkuyla onun güzel gözlerinde gezindi. "Ben ailemin yaşadığından eminim. Sonuçta evden çıkmayan birinin trafik kazası geçirmesi imkansız değil de nedir," diyerek sözlerine devam etti Kerem. Gözlerimi yumup bu anlattıklarını sindirmek için kendime birkaç saniyelik bir süre tanıdım. Kendime geldiğimden emin olduğumda ise derin bir nefes alıp gözlerimi araladım.

Korku dolu gözlerimi Kerem'e odakladım. "Bende ölmediklerinden eminim. Beni ailem büyüttü. Anneannem değil," dedim ağlamamak için zor dururken. İşte o an anladım ikimizin de ailemize ne olduğunu bilmediğini. Ama ikimizin de emin olduğu bir gerçek vardı ki o da onların bir yerlerde hala nefes aldıklarıydı.

Bunu biliyorduk. İkimizin de bildiği tek gerçek belki de buydu. Kerem gözlerini gözlerime kenetleyip "Üzülme. Onlara ne olduğunu öğreneceğiz," dedi. Bunları beni teselli etmek istediğinden dolayı söylediğine emindim. Ama yine de ona minnettar olduğumu belli edercesine gülümsedim. İkimizde bir çıkmaza hapsolmuştuk. Yağmur damlaların camdan kayışı gibiydi bizim hayatlarımızın kayışı.

Nasıl olurdu bilinmez ama onlara ne olduğunu öğrenecektik. Ne benim ne de onun pes etmeye hiç niyeti yoktu...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top