2. Geçersiz İfade

Zihnim gömüldüğü çukurdan yukarı tırmanarak gerçekliğe ulaştığında, gözlerim kırpıştırarak açmaya çalıştım. Sanki gözkapaklarımın üzerinde tonlarca ağırlık vardı da, kaldıramıyormuşum gibi bir histi. Zihnim uyuşuktu. Nerede olduğumu, en son neler yaşadığımı tam olarak hatırlayamıyordum. İlk hissettiğim şey başımdaki feci ağrıydı. Başımın ağrısı geçene kadar uyumak istedim ancak yavaş yavaş ipleri eline alan zihnimin tekrar uykuya dalamayacağı çok açıktı. 

Gözlerimi açabilecek enerjiyi bulduğumda, ilk gördüğüm şey bir pencere olmuştu. Dışarıda şiddetli bir rüzgar esiyordu ve güçlü pencereler sayesinde duyamasam da rüzgarın uğultusu zihnimde canlandı. Dışarıda kasvetli bir hava hakimdi, kara bulutlar şehirde hakimiyet kurmuştu. 

O an kötü bir kabustan mı uyanmıştım yoksa gerçekten o kötü olayları yaşamış mıydım, ayırt edemedim. Hiçbir şey hissetmiyordum, ne iyi ne kötü. Korkunç bir sakinlik ruhumda hüküm sürüyordu. Yatağımda diğer tarafa doğru dönerken, bulunduğum odanın bana yabancı olduğunu fark etmiştim.

Bu yatak benim yatağım değildi. İki kişilik, konforlu bir yatağın üzerinde yatıyordum. Beyaz nevresim takımlarının serili olduğu bu yatak içimdeki kötü duyguları filizlendi. Gökyüzündeki kara bulutlar adeta kalbimi de ele geçirmiş gibiydi. Hızla yatakta doğruldum fakat o an, bunun yapmam gereken son şey olduğunu anlamıştım. Zaten ağrıyan başım ani doğrulmanın etkisiyle patlayacak gibiydi. Ellerimle şakaklarıma bastırıp bu ağrının hemen son bulmasını diledim. Ayağa kalkmadan önce odaya göz gezdirdim. Yatağın iki yanında komodinler vardı. Komodinleri görür görmez oldukça pahalı olduğunu anlamıştım. Komodinlerin üzerinde sade beyaz gece lambaları bulunuyordu. Hemen karşımda komodinlerle takım olduğu anlaşılan bir televizyon ünitesi ve üzerinde de büyük ekran LCD bir televizyon vardı. Dün üzerimde olan montum, berem, sırt çantam ve botlarım yatağın diğer köşesine dağınık bir şekilde bırakılmıştı. Korkuyla üzerimdeki yorganı kaldırıp giyinik olup olmadığımı doğruladım. Kıyafetlerim üzerimdeydi, pantolonumun düğmesi ve fermuarı kapalıydı.

O an bu odada daha fazla bulunamayacağımı anlayarak ayağa kalktım. Başımdaki şiddetli ağrıyı umursamadan sersem adımlarla ilerleyip botlarımı elime aldım ve hızla giyindim. Çantamı, beremi ve montumu elime alıp hızlı adımlarla odadan çıktım. 

Yatak odasında çıkınca büyük bir salonla karşılaştım. Odadaki her eşya hayatımda hiç görmediğim kadar pahalı duruyordu. Krem rengi koltuk takımı, büyük ekran televizyon, büyük pencereler ve onları tamamlayan perdeler, orta büyüklükteki yemek masası... Fakat beni şaşkınlığa uğratan bunlardan hiçbiri değildi. Karşımda arkası dönük, koltuğun üzerinden ceketini almakta olan bir adam vardı. Aslında bu beklenebilir bir şeydi. O ana kadar hatırlamayı reddettiğim her şey zihnime hücum etti. Telefonuma gelen arama, eski fabrikaya gidişim, Kenan'ın dizleri üzerine çökmüş hali ve CEO'nun ona kendini öldürmesi için silahını verişi... Bunların hepsi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken, başıma çok şiddetli bir ağrı daha sağlanmıştı. Bir yere tutunma ihtiyacı yaşarken ellerim havaya kalktı ve kapı eşiğini bulana kadar sersemce dolandı. 

Karşımdaki adam yavaşça bana doğru döndü. Koyu kahverengi gözleri gözlerime dokunduğunda, bu gözleri daha önce karanlıkta gördüğümü anımsadım. Beni arayan, Kenan'ın öldürülüşünü gösteren adam, tam karşımda duruyordu. Aramızdaki gerilim elle tutulur cinstendi. 

"Uyanmışsın." dedi sessizliği bozarak. O konuştuğunda beni arayan kişi olduğunu sesiyle doğrulamıştım. Bu adamın sesi daha önce hiç duymadığım kadar eşsizdi.

Cevap vermediğimi görünce, ceketini giyinirken tekrar konuştu. "Dün olanlar için üzgünüm. Elimden geleni yaptığımı bilmeni istiyorum. Kenan'ın neyi olduğunu bilmiyorum ancak onun için eski bir fabrikaya gelme cesareti gösterdiğin için oldukça yakın olduğunuzu varsayıyorum." 

Gözlerim yaşlarla dolmaya başladığında kendimden nefret ettim. Yüreğim sızlıyordu ve boğazım düğümlenmişti. Kenan'ın ölümünden duyduğum keder beni adeta boğuyordu. İnkar etmek istiyordum ancak daha ne kadar gerçeklerden kopuk yaşayabileceğimi bilmiyordum. O an boğazın serin sularında kayıp bir ceset olmak istemiştim. 

Gözyaşlarımı daha fazla gözlerime hapsedemeyince birkaç damla yanağımdan aşağı doğru süzüldü. Elimin tersiyle sildim. O sırada karşımdaki adam hala gözlerimin içine bakıyor, göstereceğim her tepkiyi yakalamak istiyordu. İçimdeki keder yerini yavaşça öfkeye bıraktı. Belli ki bu adam benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Acım, kederim onu mutlu mu ediyordu? Bu tarz trajedilerden zevk alabilecek hastalıklı insanlar olduğunu biliyordum.

O an hiçbir şey düşünmedim. Hissettiğim yoğun duyguların kafesindeyken kapsamlı düşünmek imkansızdı zaten. Çantamı açıp telefonumu çıkardım. Bir sürü cevapsız çağrı vardı, bakmadan es geçtim. 155'i tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Telefon çalarken gözlerimi karşımdaki adamın gözlerinin içine diktim. Telefonu bir adam açtığında, gözlerini kısarak ne yaptığımı çözmeye çalışıyormuş gibi gözlerimin içine baktı.

"Alo, bir ihbarda bulunacaktım-" diye konuşmaya başlamıştım ki ne yapmaya çalıştığımı çözdü ve daha ne olduğunu anlamadan hızla yanıma gelip telefonu elimden alıp aramayı sonlandırdı. Ardından telefonumun arka kapağını açıp bataryasını içinden çıkardı.

Öfkeyle, "Ne yaptığını sanıyorsun? Geri ver telefonumu." diye bağırdım. Hemen dibimde olduğu için kirli sakallarının arkasında çenesinin kaskatı kesildiğini gördüm.

"Aptal mısın yoksa çok mu korkusuz?" diye sordu. Onun bakışlarındaki öfkeye karşı ben de öfkeyle baktım. 

"Bir insan öldürdün ve öylece susmamı falan mı bekliyorsun? Susmayacağım, sen tutuklanana kadar susma-" Bir kez daha sözümü kesti.

"Kenan'ı benim öldürdüğümü mü düşünüyorsun? O halde gerçekten aptalsın. Seni oraya çağıran bendim! Kenan kurtulabilsin diye seni çağıran ben-" Bu kez onun sözünü kesen ben oldum. 

"Polisi arayabilirdin." dedim başımı öfkeyle sallarken. "Onu durdurabilirdin. Beni arayana kadar onu durdurabilirdin. Onu öldüren sensin. Sadece benim acımı izleyerek bundan zevk alan aşağılık bir şerefsizsin." 

İçimdeki bütün zehri döktüğümde konuşmaktan nefes nefese kalmıştım. Burnumdan hızla nefes alıp verirken göğsüm yukarı kalkıp iniyordu. Karşımdaki adam birkaç saniye gözlerini yumdu. Sakinleşmeye çalışıyordu. Tekrar gözlerini araladığında, "Denedim." dedi daha kısık bir sesle. "Ona gitmemesini söyledim ama beni dinlemedi." 

Söylediklerine inanmıyordum. Söylediklerine inanmak için bir sebebim de yoktu. "Yalan söylüyorsun." diye konuştum ama o kadar kısık sesle söylemiştim ki, duyduğundan bile emin değildim.

"Korkarım ki sana kendimi kanıtlayamayacağım." dedi bıkkınlıkla. "Benden sana tavsiye. Duyduğun, gördüğün her şeyi unut. Mümkünse Kenan'ı da unut. Eğer sorgulamaya başlarsan ve bir şeyler bildiğini öğrenirlerse, seni de öldürmekten çekinmeyeceklerdir." Ardından elimi tutup telefonumu avucuma bıraktı. Kahverengi gözleri son kez gözlerimin içine baktı. Bir an konuşacak gibi göründü ya da ben öyle zannettim. Arkasını döndü ve büyük adımlarla ilerleyerek odadan çıktı. 

O an dilimi bulmuş gibi arkasından seslendim: "Kim beni öldürmekten çekinmeyecek? Kenan'ı kim öldürdü?" Ancak geri dönmedi. "Sen kimsin?" diye fısıldadım. Bacaklarım hissizleşti ve dizlerimin üstünde yere kapaklandım. Gözyaşlarım birer birer yanaklarımdan aşağı süzülürken, hıçkırarak ağlıyordum. 

Daha önce hayatımda kimseyi kaybetmemiştim. Kenan'ın öldüğünü inkar etmek istiyordum. Telefonumu elime alınca beni aramasını, beraber yıldönümümüzü kutlamak için bir araya gelmek istiyordum. Ona defalarca kez onu sevdiğimi söylemek istiyordum. Kalbim ağrıyordu, nefes alamıyordum. 

Aniden midem alt üst oldu ve çömeldiğim yerde kusmaya başladım. Uzun bir süre kustum ve midemdeki her şeyi attım ama öğürmeye devam ediyordum. Başım dönüyordu ve gördüğüm her şey birbirine giriyordu. Mide bulantım devam ediyordu ancak artık kusmuyordum. Bedenim sarsılırken yere  uzanıp bilincimi yitirene kadar ağladım. 

******

Beni uykumdan çekip çıkaran duyduğum garip fısıldaşmalar oldu. Gözlerimi açtığımda odada iki tane orta yaşlı kadın vardı ve sessizce konuşuyorlardı. Kaç saat uyuduğumu bilmiyordum ancak bütün kemiklerim ağrıyordu. Yavaşça doğrulup ayağa kalktım. Tam olarak ayılamamıştım ancak tüm benliğimle bu odadan çıkıp gitmek istiyordum. Bu yüzden yerdeki eşyalarımı alıp montumu giyindim ve kapıya doğru yöneldim. Ancak sonra bu odada yaklaşık iki gün kaldığımı hatırlayıp beni izleyen kadınlara doğru döndüm. 

"Bu odanın ücretini nerede ödeyebilirim?" diye sordum. Kadınlardan biri, "Giriş katta, resepsiyonda." diye yanıt verdi. "Teşekkürler." dedim ve hızlı adımlarla odadan çıktım. Karşıma bir koridor çıktı, yan yana birden çok oda vardı ve her odanın üzerinde numarası yazıyordu. Odamın kapısına bakıp 808 yazılı numarayı görüp yürümeye devam ettim. Çok uzun bir koridordaydım, bu yüzden asansörlere ulaşmak vaktimi almıştı. Sonunda bulduğumda asansörlerin önünde bir çift görmüştüm. Beni görünce yüzlerinde garip bir ifade belirdi. El ele tutuşuyorlardı. Bunu görünce gözlerimi uzun süre üstlerinden alamamıştım. Yüreğim bir kez daha burkuldu ama bir gün önce saatlerce ağladığım için dökecek bir damla gözyaşım kalmamıştı. 

Asansörün kapıları açıldığında kendime gelip asansöre bindim. Giriş katı tuşlarken benimle birlikte bekleyen çiftin de binmesini bekledim ancak bana bakmakla yetindiler. Kapılar kapandı ve asansör aşağıya inmeye başladı. Tek başıma olmanın verdiği rahatlıkla arkamı dönüp aynaya baktım.

Berbat haldeydim. Gözlerim ağlamaktan ve çok fazla uyumaktan şişmişti, gözaltlarımda ise mor halkalar oluşmuştu. Ağzımın çevresinde kurumuş kusmuk lekesi vardı. Saçlarım aslan yelesini aratmayacak kadar çok kabarmıştı. Çantamı açıp içinden ıslak mendil çıkardım ve yüzümü sildim. Ardından saçımın ucuna kadar kaymış tokamı çıkarıp saçlarımı at kuyruğu topladım. Gözlerime yapacak bir şeyim yoktu ancak en azından insanların bakışlarını üzerime çekecek görüntüyü ortadan kaldırmıştım az çok. 

Asansör giriş kata ulaştığında kapılar bir kez daha açıldı. Dışarı çıkıp gerçekten çok güzel giyinmiş insanların yanından geçip resepsiyona ulaştım. Burası tahmin ettiğimden de pahalı bir otel gibi görünüyordu. İki günlük ücreti nasıl ödeyeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Taksit yapılıyor muydu acaba?

"Merhaba, size nasıl yardımcı olabilirim acaba?" dedi masanın diğer tarafındaki genç kadın. Özenle toplanmış saçlarına, üzerindeki kırışıksız üniformasına, kulağındaki kulaklığa ve yüzündeki hafif makyaja bakındım. "Şey, ben çıkışımı yapmak istiyordum da." 

"Anladım efendim. Oda numaranızı öğrenebilir miyim?" 

Boğazımı temizleyip, "808." dedim. Kadın önündeki bilgisayarda bir şeyler arattı ve kısa bir süre sonra bana baktı.

"Bir haftalık tutmuşsunuz suit odanızı hanımefendi. Ücreti de ödendi görünüyor, çıkışınızı yaptırmak istediğinize emin misiniz?" diye sordu. Bir hafta boyunca odanın ücretini ödediğini duyunca şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Bunu neden yapmıştı? Böyle pahalı bir odanın ücretini hiç tanımadığı bir insan için ödemesini aklım almıyordu. Beni buraya getiren o olsa da, garip gelmişti.

"Çıkışınızı yapacak mısınız?" diye sordu tekrar. 

"Bir hafta sonra kendiliğinden çıkış yapılacak mı peki?" 

"Evet."

"O zaman çıkışımı yapmıyorum." dedim ve arkamı dönüp otelden dışarı çıktım. Oteldeki sıcak havaya alışmış vücudum soğuğa çıkınca titremeye başladı. Rüzgar adeta tenimi ısırıyordu. Etrafıma bir göz gezdirerek herhangi bir toplu taşıma aradım. Gideceğim ilk yer, karakol olacaktı.

*******

Karakoldan içeri girdiğimde gördüğüm ilk memura nerede şikayette bulunabileceğimi sordum. Onun tarif ettiği odaya girip birden fazla polisin masa başında ifade aldıklarını görmüştüm. Boş bir memurun masasının önündeki sandalyeye oturdum.

"İki gün önce bir adamın öldürülüşüne şahitlik ettim." diye direkt konuya girdiğimde, polis şaşırarak bana baktı. Hemen ardından üstündeki affallığı atıp bilgisayarda bir şeyler yazmaya başladı.

"Adınızı öğrenebilir miyim?" diye sordu ilk olarak.

"Efsun Kayhan." 

"Nerede gördünüz?" diye sordu.

"Terk edilmiş bir fabrikada." diye cevapladım. Polis söylediklerimi yazarken, "Terk edilmiş bir fabrikada neden bulunuyordunuz?" diye sordu.

"Bir arama aldım. Sevgilimin başının dertte olduğunu ve onu engellememi, aksi halde öldürüleceğini söylendi. Ben de fabrikaya gittim."

"Arayan kişinin kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu polis. Orta yaşlı bir adamdı ve söylediğim her şeyi pürdikkat dinliyordu.

"Adını bilmiyorum ama onu gördüm." 

"Peki..." dedi hala yazarken. "Fabrikada ne oldu? Erkek arkadaşınız orda mıydı?" 

Ağzımı açıp sorusuna cevap vermek istedim ama yapamadım. Midem bir kez daha çalkalandı ancak iki gündür hiçbir şey yemediğim için kusamadım. Kalbimin üzerinde çok ağır bir taş vardı. Bu acının ne zaman yok olacağını, yüreğimden silineceğini merak ediyordum. 

"Hanımefendi?" 

"Evet oradaydı. Dizlerinin üzerine çökmüştü ve etrafında ona yakın adam vardı. Aralarından biri de Cemil Atay'dı." 

Adam yazmayı durdurdu. "Efsun hanım, eğer elinizde herhangi bir kanıt yoksa bu söyledikleriniz asılsız yere suçlamaya girer ve Atay holding tarafından  size dava açılabilir. Kanıtınız var mı?" O an bunların hiçbirini düşünmemiştim. Zaten tam olarak doğru düşünebildiğimi de söyleyemezdim. Tek istediğim Kenan'ın katillerini ortaya çıkarabilmekti.

"Hayır." diye cevap verdim. "Elimde hiç kanıt yok." 

"Peki, devam etmek istiyor musunuz?" 

Bu soru hakkında düşünmedim. Eğer düşünseydim biliyordum, korkup vazgeçebilirdim. "Evet." dedim kararlılıkla. Polis memuru söylediklerimi yazdı. 

"Sonra ne oldu?" diye sordu. 

"Sonra..." dedim boğazım düğümlenirken. İşte o an duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi hissettim. Kenan bu dünyadan ayrılalı henüz kaç saat olmuştu ki? Onun ölümünü geçen birkaç saatin ardından anlatmak, bana onun gerçekten öldüğünü kanıtlıyordu. Olayları dillendirmek beni yoruyordu. Her saniyeyi tekrar ve tekrar yaşıyordum. 

"Sonra, Cemil Atay elindeki silahı Kenan'a verdi. O da şakaklarına dayayıp kafasına sıktı." dedim hızla konuşarak. Yara bandını hızla çekip atmak gibi sözcükleri de ne kadar hızlı dillendirirsem, daha kolay olacakmış gibi düşündüm. Daha kolay olmadı. 

"Sevgilinizin isim soyismini öğrenebilir miyim?" diye sordu polis memuru şüpheyle. 

"Kenan Yıldırım." 

"Kenan Yıldırım..." diye sesli düşündü adam arkamdaki duvara gözlerini dikerek. "Bir saniye." diyerek ayağa kalktı ve odadan çıktı. Yaklaşık on dakika duvara bakarak bekledim. Ardından polis memuru elinde bir dosyayla odaya giriş yaptı. Masasına geçip oturdu ve derin bir nefes alarak gözlerimin içine baktı.

"Bak kızım." dedi adam. "Acın henüz taze, seni anlıyorum. Ancak Kenan birileri tarafından öldürülmemiş. İntihar ettiği için bunu anlamıyor olabilirsin. İnkar, insanın başvurduğu ilk yoldur. İfadeni sileceğim, sen de evine git, biraz uyu. Belli ki saatlerdir uyumamışsın, zihnin sana-" 

"Bir dakika." diyerek sözünü kestim adamın. "Ben kendimi kandırmıyorum, olanları inkar da etmiyorum. İnkar etmeyi ve onun ölmediğine kendimi inandırmak isterdim ama başaramadım. Her şeye şahit oldum anlıyor musun beni? Silah sesi her saniye zihnimde yankılanıyor. İfademi silmenizi falan istemiyorum. Ben Kenan'ın katillerinin tutuklanmasını istiyorum." 

Polis memuru derin bir iç çekti. "Bak kızım," dedi ellerini masanın üstüne koyarak. "Kenan bir fabrikada falan ölü bulunmadı. Kendi evinin salonunda kafasına sıkarak öldü. Silahı korumalık yaparken kullandığı yine kendi silahıydı ve üzerinde başka hiçkimseye ait iz bulunmamış. Ayrıca silah sesi duyduklarına dair komşularının ifadeleri var. Aynı zamanda olay yerine giden sağlık ekipleri de, Kenan'ın ölüm saatini silah sesinin duyulduğu saatlere oldukça yakın olduğunu söylemiş. İhtiyacın olan sadece uyku." 

"Hayır," diye bağırdım kendimi kontrol edemeyerek. Odadaki diğer polis memurları ve ifade vermekte olan bütün siviller dönüp bana baktı.

"İfademi kayıtlara geçeceksiniz. Bunların hepsi yalan!" Adam umutsuz bir şekilde başını sallarken dosyayı eline alıp odadan bir kez daha çıktı.

Ne kadar dil dökersem dökeyim, burada verdiğim ifadeyi kayıtlara düşecek tek bir polis olmadığını fark ettim. Delirmiş gibi görünüyordum ve buradaki herkes gerçekten çok, belgelenmiş kanıtlara itibar ediyordu.

Hışımla ayağa kalkıp odadan ve daha sonra da karakoldan dışarı çıktım. Soğuk hava içimi ürpertirken, yağmur yağdığını görmem bir olmuştu. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Karnım açlıktan guruldarken, yağmurun dinmesini beklemeyerek ilerlemeye başladım. Buz gibi hava ve yağmur dişlerimi birbirine çarparak üşümeme sebep olurken, yağmurun dinmesini bekleyemeyecek kadar buradan uzaklaşmak istiyordum. 

Söylediklerime inanacak hiçkimse yoktu. Orada gördüklerim benimle kalmıştı ve kanıt bulmadığım sürece benimle ölecek gibiydi. Buna izin veremezdim. Kenan...  Eğer onun için bu gerçeği açığa kavuşturmazsam, bana yaptığı bütün güzel şeylere ihanet etmiş olacaktım. O bu şekilde ölmeyi hak etmemişti. Henüz yirmi yedi yaşındaydı ve daha göreceği çok fazla şey vardı. 

Gözyaşlarım beni bir kez daha kendine esir ettiğinde, yağmura minnettar olmuştum. Yağmur damlalarına karışan gözyaşların, insanlarının üzerime yoğunlaşacak yargılayıcı bakışlarını engelliyordu. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum. Kendimden geçmişçesine yağmurun altında yürüyor, soğuğa aldırmadan ilerliyordum. Hava ne kadar soğuk olursa olsun kalbimdeki ateşi söndürmüyordu. Kenan benim için sadece bir erkek arkadaş değildi. Aynı zamanda hem bir abi, hem baba, hem anne hem de kız kardeş olabiliyordu. Kenan bu zamana kadar sahip olduğum tek ailemdi.  Ve İşte şimdi bütün ailesini kaybetmiş küçük bir çocuk gibi ortada kalakalmıştım. 

Boş kaldırımda ilerlemeye devam ederken, bacaklarımın titremeye başladığını hissettim. İki gündür hiçbir şey yememiştim ve daha önce yediklerimi de kusmuştum. Üzerimdeki kıyafetler sırılsıklam olmuştu ve bu güçsüz bedenim için ekstra bir yük haline gelmişti. Gözlerimin önünde beyaz halkalar uçuşurken tutunacak bir yer aramak için elimi havaya kaldırdım ama o an yere kapaklandım. 

Ayağa kalkacak gücüm yoktu. Gerçi ayağa kalkmak da istemiyordum. Kenan'ın öldürülüşüne bizzat şahitlik etmiş olmama rağmen, bunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktu elimde. Parası olan kişiler kendi adaletini yaratıyordu ve onların kurduğu adalet düzeninde hiçbir suçun mükafatı yoktu.

Nereyse hiçkimsenin kalmadığı sokakta sağır edici bir gök gürültüsü duyuldu. Gözlerim gittikçe kararıyordu ve bilincime baltalar iniyordu. Bu kaldırımda azrailin canımı almasını diledim. Başımı yere doğru eğdim ve çoktan kayıp yere düşmüş tokam yüzünden saçlarım iki yana düştü. Sessiz sokakta bir ayak sesi kulağıma ulaştı. Emin adımlarla ilerliyor, bana doğru yaklaşıyordu. Gelen herkimse bana aldırmadan geçip gitmesini diledim. Kimsenin sorularını cevaplamak, yardım elini tutmak istemiyordum.

Adım sesleri yanıma ulaştığında kesildi. Artık yağmurun bedenime ulaştığını hissedemiyordum. Başımı yan tarafa doğru çevirip saçlarımın arasından baktım. Bir çift erkek ayakkabısı gördüm. O sırada omuzlarımın üstüne bir ceket bırakıldığını hissettim. Sıcak ceket ıslanmış kıyafetlerimle buluşmuş olmasına rağmen, bedenimi ısıtmıştı. Sonra adamın eğildiğini ve omuzlarımı tuttuğunu hissettim. Önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arasına sıkıştırdı. O an kahverengi gözleri gözlerimle buluştu.

Beni nasıl bulduğunu, neden şemsiyesini üzerime tutup ceketini omuzlarıma atarak ıslandığını ve beni neden ayağa kaldırmaya çalıştığını soramadım. Bana bakan gözlerinin içinde binlerce soru geçtiğini görüyordum ancak o da sessizliği tercih ediyordu. Yağmurun altında kısa sürede ıslanan yüzüne, saçlarına baktım. 

Fakat hiçbir şey söyleyemediğim

Bildiğim tek şey, beni bu sefil halimden çekip çıkardığı için ona ne kadar minnettar olduğumdu. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top