5. Küçük

Korkak kalbim, hızla çarpmaya başladığında geri adım atmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Günlerce bu karşılaşmanın hayalini kurmuştum. Ona olan nefretim her gün daha da büyümüştü. Beni ayakta tutan şey nefretimden başka bir şey değildi. Bu zamana kadar ona zarar vermenin türlü yollarını düşünmüştüm. İntikam ateşi vücudumu ele geçirmişti ve istediğini elde edemeden sönmeyecekti. Bana bakmasını istiyordum, hafife almadan. Istıraplı bir yolda olduğumu biliyordum. Bu ıstıraplı yolun sonunda ayakta durana kadar pes etmeyecektim.

Cemil'in şoförü eliyle çekilmemi işaret ediyordu ancak ben kollarım iki yana açık bir şekilde karşılarında dikilmeye devam ediyordum. Gözlerimi Cemil'in gözlerine dikmiştim ve bir saniye bile gözlerimi kaçırmaya çalışmamıştım. Elime bir bıçak alıp defalarca kez vücuduna saplamak, onu yavaş yavaş acı içinde öldürmek istedim. Öfkem bedenimin kontrolünü ele geçirirken, elimde bir silah olsaydı, gözümü bile kırpmadan onu öldüreceğimi biliyordum. Ona baktıkça gözlerimin önüne, Kenan'a silah verdiği an geliyordu.

"Hey, sen!" dedim bağırarak. "Cemil Atay! Kenan'ı öldürdüğünü biliyorum!" Sesimi sadece onun duymasını istemiyordum. Buradaki herkes beni duymalıydı. Herkes bu deliye kulak vermeliydi.

"Onu terk edilmiş bir fabrikaya götürdün ve öldürdün! Beş sene korumalığını yapmış genç bir adamı öldürdün!" Sesimin sınırlarını zorlasam da, herkesin beni duyduğuna emin olmak istiyordum. Sokakta çok fazla insan yoktu ancak sesimi duyarlarsa binaların içindeki insanların da dikkatlerini çekebilirdim.

Ben gerçekleri haykırırken Cemil'in yüzünün öfkeyle kasılmasını, sinirlenmesini görmeyi bekliyordum. O ise tam aksine alayla gülümsedi. Şoförünü de şaşırtarak arabasının kapısını açtı ve indi. Siyah takım elbisesini düzelterek yürürken, attığı her adımda ayaklarının altında eziliyormuşum gibi hissettim. Öte yandan onu yakından görmek öfkemi kat be kat arttırıyordu. Alayla gülümseyen yüzünü parçalara ayırmayı arzuluyordum.

"Sen de kimsin, küçük?" diye sordu karşımda dururken.

"Seni yok edecek kişiyim desem?" diye sordum öfkeyle dişlerimin arasından konuşarak. Kalbim korkuyla çarparken, iddialı konuşarak bunu gizlemeye çalışıyordum.

"Oooo," dedi gülerken. "Nasıl yapacaksın bunu tam olarak?"

Onun bu şekilde acımasızca gülüşünü izlerken, aklıma Kenan'ın solan gülüşü geliyordu. Bir hiç uğruna onu öldürmüştü.

"Gördüğüm şeyleri ispat ederek." diye konuştum ancak git gide kendimi daha da güçsüz hissediyordum. Tek başıma karşımda dikiliyor olsa da, sanki arkasında bir ordu varmış gibiydi. Ben ise elimde silah bile olmadan tek başıma onun ordusuyla savaşmaya çalışıyordum.

"Gördüğün..." dedi sahte bir şekilde düşünerek. Ardından, "Ne dediğini anlamıyorum." diye konuştu. Ancak neyden bahsettiğimi bildiğine kalıbımı basardım.

"Kenan." dedi uzaklara bakarak. Sonra yine bana döndü ve gözlerimin içine baktı. "İyi bir arkadaştı." Ardından kahkaha atmaya başladı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Aniden kahkahalarla gülmeye başlaması fazla garipti.

"Onu neden öldürdün?" diye sordum boş bulunarak. Gülmeyi kesti. Yüzü artık oldukça ciddiydi ve ela gözleri oldukça sert bakıyordu. Bu kadar ani bir şekilde duygu değimi yaşamasını beklemiyordum. Bu adamdaki her şey bana bir psikopatı andırıyordu. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi de kapattı. Kulağıma doğru yaklaştı ve tüylerimi ürpertecek bir şekilde fısıldadı: "İhanetinin bir bedeli olmalıydı, değil mi?" diye sordu. Tüm hislerim benimle birlikte donmuş gibiydi. Yavaşça benden uzaklaştı ve tekrar gülümsemeye başladı.

"Sefil halin hoşuma gidiyor. Adalet arayışına devam et, olur mu? Seni odamdan izleyeceğim. Birkaç gündür şirketimin önüne gelip soğuktan donmanı izlemek bana filmlerden bile daha çok keyif verdi. Gelecek bölümleri de sabırsızlıklar bekliyorum." diye konuştu alay ederek ancak ağzımı açıp ona tek bir şey söyleyemedim. Dilim ağırlaşmış gibi hareket etmiyordu. Günlerce gözlerimi kapattığımda Cemil ile karşılaştığım ve onu sözlerimle yerden yere vurduğum anın hayalini kurmuştum. Şimdi ise karşısında tek kelime etmeye cesareti olmayan aptalın tekiydim. Beni yerden yere vurmakla kalmamış, parçalara ayırmıştı. Sert yüzüme çarparak saçlarımı savurdu. Hava hep soğuktu ancak hiçbir zaman bu kadar üşüdüğümü hissetmemiştim.

Ben karşısında hiçbir şey söylemeden dikilirken, arabasına geri dönmek yerine yanımdan geçip gitti. O an peşinden gidip ona saldırmak istedim. Bu kadar kolay olmamalıydı. Hemen şimdi, burada yaptığı her şeyi itiraf etmesini sağlamalıydım. Neden ağzımı açıp tek kelime edemiyordum? Söyleyecek sözüm mü yoktu, yoksa cesaretim mi?

Vücudum titrerken Cemil'in benden uzaklaşan adım seslerini dinliyordum. O sırada sokağa başka birinin daha koşarak girdiğini işittim. İki farklı adım sesi de birden kesildi.

"Neden koşuyorsun, Kartal?" diye sorduğunu duydum Cemil'in. Kalbim bu kez daha farklı bir sebepten hızla atmaya başlamıştı. Onu görmeyeli neredeyse bir ay olmuştu. Bana defalarca kez durmamı söyleyen o adam, şimdi başarısızlığımı görünce nasıl bir tepki verecekti?

Yavaşça arkamı dönüp baktım. Kartal ve Cemil birbirlerinden biraz uzakta karşı karşıyaydılar. Kartal kısa bir an Cemil'in arkasındaki bana baktı. Gözlerimiz kısa bir süre buluştuğunda, oradan kaçıp gitmek istedim.

"Kahve almaya gidiyordum." diye cevap verdi Kartal. "Sen neden arabanda değilsin?" diye sordu şaşırmış bir şekilde.

"Küçük bir gösteri izledim." diye cevap verdi Cemil alayla.

"O halde toplantıda görüşürüz." dedi Kartal. Kısa kesmeye çalıştığı açıktı. Cemil bir şey söylemeden şirketine doğru yürüdü ve gözden kayboldu. Şoförü de arabayı çalıştırıp şirketin otoparkına giriş yaptı. Sokak artık eskisi gibi sessizdi. Havanın sıcaklığı sanki on derece birden düşmüş gibiydi. Vücudum sarsılıyordu ve midem bulanmaya başlamıştı. Kendime olan güvenim birkaç dakikada yerle bir olmuştu. Kimseyi görmek istemiyordum. Tek istediğim o an yok olmaktı.

Titrek adımlarla yere attığım pankartıma doğru yürüdüm. Buradan bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Her şeyden habersiz, aptal bir kız çocuğuydum. Kendimi bir kaplan zannedip kükremeye çalışmıştım, oysaki korkak bir kediydim.

Eğilip pankartı alacağım sırada başım döndü ve dengemi kaybedip yere düştüm. Düşüşümü yavaşlatmak için refleksle ellerimi kullanmıştım ancak çakıl taşlarına sürten avuçlarım anında yaralanmıştı. Saçlarım yüzümü kapatarak görüşümü engellerken ellerime baktım. Ufak kesikler oluşmuştu ve hafiften kanıyordu. Gözyaşlarım özgür kalmak için büyük bir savaş verirken, burnumu çekip yerdeki pankartımı aldım ve ayağa kalktım.

Kartal hemen karşımda duruyordu. Kahverengi gözlerinin içine bakarken, boğazım düğümlenmişti. İfadesizliğini koruyamaz mıydı, neden bana acıyan gözlerle bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden uzanıp elimden pankartı aldı. Ardından yaklaşıp sağ elimi tuttu ve avucumun içine baktı. İçinde bulunduğum boşluktan kurtularak avucumu kendime doğru çektim. Göz göze gelmemekten korktuğum için başımı çevirip yanımdaki binanın duvarına bakmaya başladım.

Ona söylediğim onca şeyden sonra neden hala yanıma gelen ilk kişi o oluyordu? Açık bir şekilde bana aldırmamasını ve soğukkanlı olmasını söylemiştim. O da Cemil gibi küçük düşen halimden zevk mi alıyordu. O yüzden mi kendimi her küçük hissedişimde karşımda onu buluyordum? Her şeye rağmen incinmiş kalbim, acımasızca onu istiyordu. Yalnız olmadığımı mı hissediyordum onu görünce?

Bir kez daha pes etmeden bileğimi tuttu ve bu sefer bırakmadan ilerleyerek peşinden beni de sürükledi. Kendimden nefret etsem de itiraz etmeden peşinden gitmeye devam ettim. O an zihnim bana işkence etmek istercesine birkaç dakika öncesini tekrar ve tekrar canlandırıyordu. Neden tek kelime edememiştim? En azından sorular sorabilirdim? Günlerce hayal ettiğim ve söylemek istediğim cümlelerim bana neden ihanet etmişti? Neden konuşamamıştım? Oysaki yaptığım en iyi şey buydu.

Biraz ilerledikten sonra durdu ve arkasını döndü. Üzerindeki ceketi çıkarmaya başladığında ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım. Bana yaklaşıp çıkardığı ceketini omuzlarıma attı. O kadar hızlı davranmıştı ki, ne ara bileğimi tekrar tutup ilerlemeye başladığını kavrayamamıştım. Üzerimde Kartal'ın ceketiyle her zaman gittiğim kafeye girince, içerideki sayılı insanın bakışlarını üzerimize çekmiştik. Bileğimi bırakmadan sipariş alanına ilerledi ve önümüzdeki büyük ekranlara bakmadan, her zaman istediğim sütlü kahveden söyledi. Önümde olduğu için yüzünü göremiyordum, bu yüzden ensesine bakarken bulmuştum kendimi. Hangi kahveden içtiğimi tahmin mi etmişti?

Kahve hazır olduğunda bileğimi bırakmadan pencere kenarında bir masaya doğru ilerledi. Kahveyi masaya bıraktıktan sonra önümden çekilip sandalyeye oturmamı işaret etti. Benim için sandalyeyi bile çekmişti. Gözlerine bakmaktan kaçınarak yanından geçtim ve sandalyeye oturdum.

"Kahveni iç ve bir yere ayrılma. Ben birazdan geleceğim." dedi ve bir yere gitmeyeceğime emin olmak istercesine gözlerimin içine baktı. Ardından yanımdan uzaklaşıp kafeden dışarı çıktı. Önümdeki kahveye gözlerimi diktim ama aslında onu görmüyordum. Zihnim o sokakta, arabanın karşısına geçtiğim anda kalmıştı. Hiçbir ses, hiçbir görüntü beni o andan çekip çıkaramıyordu. Hiçbir zaman güçsüzlüğümü iliklerime kadar hissettiğim başka bir an olmamıştı. Birkaç saniyede bir güçsüzlüğüm yüzüme sert bir tokat gibi çarparak ruhumu sarsıyordu. Kafenin içi sıcaktı ancak hala titriyordum. Neden bu kadar etkilendiğimi anlayabilmiş değildim. Sanki bütün inanç sistemim yerle bir olmuştu. Kendime olan inancım, intikamıma olan inancım ve adalete olan inancım. Oysa bu zamana kadar hep ince bir ip üstünde yürümüştüm ve biraz önce o ipten aşağı, gerçekliğin kollarına düşmüştüm.

Önümdeki kahveye boş gözlerle bakmaya devam ederken, yanımdaki sandalyeyi çekip birini oturduğunu gördüm. Elindeki poşeti masaya boşalttı. Poşetin içinden sargı bezi, merhem, pamuklu kulak çubuğu, yara bandı çıkmıştı.

Göz ucuyla Kartal olduğunu fark etmiş olsam da dönüp ona baktım. Bir pamuklu kulak çubuğu alıp merhemi açtı ve üzerine biraz sıktı. Sonra bana baktı ve "Elini uzatır mısın?" diye sordu. Sağ elimi ona doğru uzatınca bir eliyle elimi destekledi. Yaralanmış avucuma elindeki merhemli çubuğu nazikçe dokundurdu.

Merhemi her ne kadar nazik hareketlerle sürmeye çalışsa da avucumun içi yanıyordu. Dayanılamayacak bir ağrı değildi ancak bunu mazeret ederken ağlamak istemiştim. Bu arzumu bastırmak için kendimi zorlarken, hala özenle elime merhem sürmekte olan Kartal'ın yüzüne bakıyordum. Elindeki pamuklu kulak çubuğunu masanın üzerine koyarken sargı bezini aldı. Yüzünü izlediğim için kısa bir an dudaklarını büzdüğünü gördüm fakat hemen sonra kendine gelip bunu yapmaktan vazgeçti. Avucumun içine üfleyecek miydi? Anlayamamıştım.

Sargı bezini de aynı dikkatle avucuma sardı. Sağ elimi bitirdiğinde, sol elimi de tuttu ve aynı şeyleri tekrarladı. Bana neden böyle davranıyordu. Oysaki her şeyden çok ondan nefret etmek istiyordum. Yaşananlar için Cemil ile birlikte onu da suçlamak istiyordum. Neden her seferinde soğuk kalbimi ısıtıyordu? Ona karşı gardımı indirirsem ve beni hiç beklemediğim bir anda bırakırsa çok kötü çakılacağımı öngöremiyor muydu? Yoksa istediği şey de tam olarak bu muydu?

"Beni görmezlikten gelmeni istemiştim." dedi sonunda. Beceriksizce onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Yaralanmaktan korkuyordum.

"Biliyorum." dedi sadece, sol elimi de sarmakla meşgulken. Sonunda bitirdiğinde kullandığı malzemeleri tekrar özenle poşete koydu.

"Haklıydın." diye üsteledim. "Kendimi küçük düşürdüm."

Dönüp bana baktı. Göz göze gelinceye kadar bana çok fazla yakın olduğunu anlayamamıştım. Kahverengi gözlerine bakarken ne düşündüğünü seçemiyordum. "Yanılıyorsun." dedi tok bir sesle. "Karşısında durabilecek kadar cesurdun."

"Evet." dedim onu onaylarken. "Cesur olduğum için bir anda yıkıldım."

Neden kendim hakkında bu kadar küçük düşürücü konuştuğumu bilmiyordum. Belki gerçekleri ondan duymadan önce kendim söyleyerek incinmemi engelleyebilirdim. Belki de sadece kendimden ölesiye nefret ediyordum.

"Yıkıldıkça daha güçlü ayağa kalkarsın. Her yıkılışın, bir sonrakine daha sağlam durmanı sağlar."

Haklı olup olmadığını bilmiyordum. Tüm hayatım boyunca yara almaktan kaçınmıştım. İnsanlarla arama uzun duvarlar örmüştüm. Benim için samimi arkadaşlıklar kurmak, birine güvenmek çok zordu. İncinmemek için oluşturduğum bu bariyerler sayesinde yıkılmaktan da korunmuştum. Gel gör ki şimdi korkularımla beslediğim duvarlarım üzerime yığılmıştı. Bu enkazın altından kalkabileceğime dair umutlarımı biraz önce o sokakta yitirdiğimi fark etmiştim.

"Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye soru sordum aniden konuyu değiştirerek. Konuyu değiştirdiğim için mi yoksa ondan bir şey isteyeceğim için mi anlamasam da bir anda afalladı. Gözlerini kısa bir an kırpıştırdı.

"Tabii." dedi sonunda.

"Kenan için ifade verebilir misin? Sonuçta orada sen de vardın. Gördüklerini anlatırsan o zaman-" Konuşmaya devam ederken sözümü yarıda kesti.

"Bak Efsun, Kenan'ı kimin öldürdüğünü biliyor değiliz. Onu öldüren kişinin Cemil olduğunu düşünmüyorum. Tamam, o sırada oradaydı ve silahı ona veren kişi oydu anca yine de emin olamayız."

Bir anda öfkeden deliye dönmüş gibi hissettim. "Emin olamayız mı? Daha ne yapması gerekiyor? Tetiği çekmemiş olması Kenan'ı öldürmediği anlamına gelmiyor." diye hızla konuşurken aniden büyük bir farkındalık yaşadım. "Bunları sen de biliyorsun." diye konuştum yavaşça. "Cemil'i korumak istiyorsun sadece. Benim gerçekliğime şüphe tohumlarını ekip pes etmemi bekliyorsun. İstediğin bu mu, Kartal?"

"Hayır." diyerek söylediklerimi reddetti. "Kenan ölüme gitmeden önce onunla konuştuğumu söylemiştim. Benden istediği bazı şeyler vardı. Ayrıca istemeden de olsa ağzından kaçırdığı birtakım gerçekleri de itiraf etmiş bulundu. İnanıp inanmamak tamamen sana kalmış ancak ben seni hiçbir zaman kandırmaya çalışmadım. Her zaman dürüsttüm. Ancak üzgünüm bunu kanıtlayabileceğimi düşünmüyorum."

Öfke dolu cümlelerime karşılık bu kadar sakin ve anlamlı konuşabilmesi karşısında bir kez daha şaşırmıştım. Ne düşünürsem düşüneyim o an kurduğu cümlelerle aklımdaki bütün düşünceleri siliyordu. İşinin bir parçası olup olmadığını merak ediyordum.

Dağılan düşüncelerimi toplayabilmek için gözlerimi kırpıştırdım. "Sana ne söylediğini bana neden anlatmıyorsun?" diye sordum cevap alma umuduyla. Ondan bilgi alabilmek için çırpınıyordum ancak tek kelime bile alamıyordum.

"Aramızda." dedi kısaca. Anlatmayacağı açıktı.

"Yoksa böyle bir konuşma aranızda hiç geçmedi mi?" dedim onu köşeye sıkıştırabilmek için. "Uyduruyor musun?"

"İnanmak istediğin şey, gerçeğin olur. Seni zorlamayacağım, istediğini seçebilirsin." dediğinde sinirimi bir kez daha bozmuştu. Onu asla alt edemiyordum. Delirecekmiş gibi olurken ellerimle saçlarımı geriye attım.

"Bak," diye başladım konuşmaya, onu ikna edebilmek için. "Kenan'ın katili Cemil değilse bile, birileri tarafından öldürüldüğünü biliyoruz. Herhangi birini suçlu göstermeden de ifade verebilirsin. Eğer ifade verirsen soruşturma açarlar. Lütfen, yalvarırım. Bunu Kenan için yap. Bir zamanlar onu gerçekten arkadaşın olarak gördüyse, ifade ver."

Normalde insanlara yalvarmaktan nefret ederdim. Bu zamana kadar asla böyle bir şey yapmamıştım, ne kadar zor durumda olursam olayım. Ancak şimdi bir enkazın altında ezilirken, bu amansız çırpınışlarımın sonuç getirmeyeceğini fark etmiştim. Son çarem oydu. Bana yardım etmek zorundaydı.

Gözlerimin içine baktı. Onun gözlerinin içine bakınca vereceği yanıtı çoktan anlamıştım. "Hayır." dedi usulca. "Üzgünüm, yapamam."

İliklerime kadar öfkeyi hissediyordum. Hışımla ayağa kalkınca oturduğum sandalye devrildi ve sessiz kafede bütün gözler üzerimize çevrildi. Yanından geçip gittim ve kafenin kapısına doğru hızlı adımlarla yöneldim.

"Kenan İçin Adalet!" yazan pankartımı masada unutmuştum ancak artık ona ihtiyacım yoktu. Adalet mücadelesi diye bir şey yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Kader seni bir kere uçurumdan aşağı itince, hiç kimse ve hiçbir sistem seni yukarı çekmiyordu. Hayatta kalmak için paraya ihtiyacın vardı. Güçlü olmak için kas gücüne gerek yoktu mesela. Çünkü asıl güç parada gizliydi. İnsanları öldürebilir, yakınlarının acısına gülebilir ve hatta onları susturabilirdin. Her kilidi açabilen tek bir anahtar olduğu açıktı.

Bunu anlamam çok uzun sürmüştü. Kartal en başından beri haklıydı. Çok yanlış bir yol seçmiştim. Kafeden dışarı çıkıp soğuk havada hızla yürürken, aslında bu zamana kadar yaptığım tüm yanlışların farkına varıyordum. Asla polise gidip şikayette bulunmamalıydım. Hiçbir zaman sözde gazetecilerden medet ummamalıydım. Bu şirketin önüne gelip günlerce aptalca pankart taşımamalıydım.

Yapmam gereken tek bir şey vardı. Adalet işe yaramamıştı. Benim içimdeki ateşi söndürecek tek bir gerçek vardı: İntikam.

Ve bunu da nasıl yapacağımı çok iyi biliyordum.

Cemil'i öldürecektim.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top