3.1
Elimden telefonu düşürdüğümde doğal olarak Arthur'un da dikkatini çekmişti. Masadan telefonu geri aldım ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Derin bir nefes aldım. Bu mesajı asla almamam gerekiyordu. Hem kızgındım hem de şaşkındım.
"Neler oluyor, kötü bir haber mi aldın?"
"Hayır. Arkadaşım hastalanmış. Onu görüp iyi olup olmadığına bakmam lazım. Kalkabilir miyiz?"
Kısa sürede aklıma gelen söylediğim yalana neredeyse ben de inanacaktım. Açıklamama inanıp inanmadığına bakmak için yüzünü incelediğimde endişelendiğini görmüştüm. Kesinlikle şüphelenmemişti.
"Elbette. İstersen bırakabilirim."
"Teşekkür ederim, iyi olur."
Söylediği anda teklifin üzerine atlamıştım. Zaten hava serindi ve bu havada yürümek beni iyice sinir edecekti. En iyisi Arthur'un beni oraya bırakmasına izin vermekti. Arthur hesabı ödediğinde ben de dışarı çıkmıştım. Hava iyice serinlemişti. Hırka ile çıktığım için üşümüştüm. Hafif bir serinlik bedenime temas ettiğinde irkildim. Arthur arkamdan geldi ve elini omzuma değdirdi. Daha da titrememi sağlamıştı.
"Arabaya kadar yürüyemezsin sen içeride bekle. Hemen geliyorum."
Cevap vermeme bile gerek duymadan hızla uzaklaştı. Bu kadar anlayışlı olması ona karşı olan düşüncelerimi daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramıyordu.
O gözden uzaklaştığında ellerimi birbirine bağladım ve dışarda bekleyerek soğuğun içime işlemesine izin verdim. Carl'ın mesajı aklıma geldiğinde kendimi kötü hissetmiştim. Jason'ın söylediği doğru olabilir miydi? Carl bana mı aşıktı? Bunu daha önce hiç düşünmememiştim ama şimdi olanaklı geliyordu.
Peki ya William? O neden hikayenin tamamen gerisinde duruyordu? Neden ben son bir saattir onu unutup Arthur'un içimde yer etmesine izin verir ölçüde onunla oturuyordum? Neden kafamı karıştırmak için bu dönemi seçmişlerdi ki?
Tamamen yalnız olduğum dönemde kimsem yok iken şimdi anlaşmış gibi hepsi bir anda hayatıma girmişti. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Şu an için Carl ile konuşmalı ve ona sadece iyi bir arkadaşım olduğunu söylemeliydim. Üzülebilirdi ama bunu yapmalıydım. Ona gerçekleri borçluydum. Belki de ona her şeyi anlatmalıydım. William'dan bahsetmeliydim. Hatta Arthur'u da anlatmalıydım. Ya da Arthur'u hiç anmamalıydım. O benim hikayemde olamazdı ki?
Düşüncelerimle boğuşmaya başlamıştım ki Arthur'un arabasını tam önümde gördüm. İçeri girmeye tereddüt etmeden kendimi arabada buldum. Arthur beni süzdü ve hafif alayla karışık kızgınlıkla sordu.
"İçeride beklemeni söylemiştim. Üşümüşsün ve burnun kıpkırmızı olmuş. Tabi bu halin ile yine de çok tatlısın."
Gülümsedim ve gözlerimi utançla diğer yöne çevirdim. Arthur hala bana bakmayı sürdürüyor olmalıydı ki araba hareket etmiyordu. Ancak hala çalışıyor haldeydi ve içerisinin sıcaklığı sayesinde üşümem azalmıştı. Ancak burnum hareketlenmişti. Soğuğun etkisiyle akmak üzereydi. Çantama uzandığımda göz göze geldik ve elinde tuttuğu peçeteyi uzattı.
Elinden alırken ellerimiz temas etmişti. Ona bakmadan peçeteye uzandığımda parmaklarıma dokundu.
Ah! Hayır. Bu gerçekten yaşanıyor olamazdı. Heyecanla nefes aldım ve ona bakmamaya çalıştım. Peçeteyi de vermiyordu. Bu sahne bir filmden tanıdık gelmişti. Ama sonraki sahnenin yaşanmayacağına neredeyse emindim.
Hem Arthur ile bu kadar yakın olmam hem de burnumun akması beni iyice zora sokuyordu ki daha da fazlası oldu. Arthur eliyle yüzüme dokundu ve yüzümü ona çevirdi. Ona bakmamı sağlamıştı. Gözlerimiz kesişti. Gözlerin derinliklerinde saklı olan duyguları, bakışlarla çözebileceğimiz söylenirdi; ancak ben bana bakan bir çift yeşil gözde ne saklı olduğunu anlayamıyordum.
Şu an bir rüyadaysam, acilen uyanmalıydım. Çünkü büyülenmek üzereydim. Yakınlığımız beni terletmişti. Alnımda biriken ter damlalarını hissediyordum.
Yüzlerimiz o kadar yakındı ki nefesimi tutmuştum. O da aynı şekilde olmalıydı ki aramızda herhangi bir hava geçişi yoktu. Hayat donmuştu. Biz donmuştuk.
İlk kim kendine gelecek ve bizi bu durumdan çıkaracak diye düşündüğüm sırada daha da yaklaşması ile içimde tuttuğum nefesimi verdim ve ellerine hapsolan ellerimi avucunun içine almasına izin verdim. Bir an gözlerini kapadığını gördüm ve sonrasında tekrar açtı. Az önce yeşil olan gözleri renk değiştirmiş gibiydi, koyulaşmıştı ve ilk defa bakışındaki farklılığı sezmiştim. Bana anlatmak istedikleri var gibiydi. Beklentili ve düşünceli görüntüsü gözlerinin hareketi ile dağıldı. Elimdeki peçeteyi aldı ve burnuma değdirdi. Gülümsedi. Gülüşü ile kıvrılan dudaklarına takıldım. Kurumuştu. Tekrar gözlerine döndüm. Şaşkın bakışlar eşliğinde onu izledim. Gözlerinin yeşili beni içine hapsetmişti. Hareket etme yeteneğim körelmişti.
Daha sonra yüzünü yaklaştırdı ve aramızdaki mesafeyi yok etti. O kadar yavaş hareket ediyordu ki anlık bir refleksimde kendini geri çekeceğini biliyordum. Sorun şu ki asla kımıldayamıyordum. Dudağımın kenarına dudağını değdirdi ve küçük bir öpücük kondurdu. Belli belirsizdi ama bendeki etkisi hiç olmadığı kadar yakıcıydı.
Gözlerimi kapamıştım. İçimde bir parça adeta kopmuştu. Gözlerim yandı ve kendime gelemedim. Beni öpmüştü. Buna izin vermiştim. Havaya verdiği derin nefesi yüzümde hissettim. Titrememe engel olamadım. Bu his soğuk bir sudan çıkıp sıcak bir duşa girmek gibiydi. Şok etkisi yaratmıştı. Yabancı olmayan bir sıcaklık içimde belirmişti.
Kalbim ise son birkaç dakikadır atmamakta ısrarlıydı. Ölmüş olabilirdim. Son nefesimi ise Arthur'un dudaklarında vermiş olmalıydım.
"Rose?"
Gözlerimi şaşkınlıkla kırptığımda Arthur ile olabildiğimiz en uzaktan birbirimize bakıyorduk.
Eli direksiyondaydı.
Gayet normal görünüyordu. Ben ise arabanın sağ camına iyice yapışmıştım. Bacaklarımı gergin bir vaziyette birbirine yaklaştırıp koltuğun arka kısmına yaslamıştım. Ellerimi yumruk yapıp sıktığımı fark ettim. Elimdeki peçete artık iyice buruşmuştu.
"İyi misin?" dedi.
Göz göze geldik. Haklıydım, bu gerçek değildi. Sanırım rüyadan ya da kurduğum hayalden az önce uyanmıştım.
Neyse ki diyerek kendime geldiğimde az önceki yaşanılanların aslında yaşanmadığını anlamıştım.
İçimden kahkaha attım. Gözlerim açık bir şekilde hayal kurmuştum.
Çok fazla kitap okuyordum. Jason bu konuda haklıydı. Kitaplardaki yaşamlara özenip bunların gerçek hayatta yaşanan versiyonlarını kafamda kuruyordum. Sonuçta hiç olmayacak bir yerde, hiç yaşanmayacak şeyler hayal ediyordum. Kendime gelmeliydim.
Ama Arthur'un son cümlesi tüm bu düşüncemi tepetaklak etmeye yetmişti.
"Az önce yaşananlar için özür dilerim, senden düşündüğümden de fazla etkileniyorum."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top