2.2
Okul bittiğinde Carl'a davetten bahsettim ve konuştuktan sonra akşam buluşmak üzere ayrılarak eve yürüdük.
Tüm gün Veronica'nın gözü bendeydi ve akşamı düşündükçe ürkmeye başlamıştım. Benden neden nefret ediyordu, anlamıyordum. Onun gibi biri olmayı asla düşünmemiştim ve düşünmezdim de. Yol önümde kayıp giderken elimdeki telefona baktım. Hala bir şey yazmamıştı. Beklememeliydim, yazmayacaktı.
Eve vardığımda annemlerin sesini duydum. Hazırlanıyorlardı. Vakit kaybetmeden üzerimi değiştirdim. Her zamanki gibi kot pantolonumu ve gri sweatimi giyecektim ki aklıma pembe kazağım geldi. Onu giydim.
Aynaya baktığımda tebessüm ettim. Ona olan kızgınlığım azalmaya başlıyordu ve pişmanlığım da had safhadaydı. Mutlu görünmeye çalıştım ve aşağı inmeden önce rastgele bir kitap açıp dikkatimi dağıtmaya çalıştım.
Saat geldiğinde annemlerin sesini duydum.
"Hazır mısın Rose? Gitmeliyiz."
"Geliyorum."
Elimdeki telefonu cebime yerleştirdim ve aşağı indim. Bu akşamı atlatmak zor olacak gibi görünüyordu. Arabadayken aklıma Clark gelince annemlere açıklama gereği hissettim.
"Yemekten erken ayrılabilir miyiz? Arkadaşıma ders çalışmaya gitmeliyim."
"Elbette Rose. İstersen biz bırakabiliriz."
"Evleri yakında olacak, ben gidebilirim."
Bir süre yürümek bana iyi gelebilirdi. Hem belki Carl ile de açık havada oturururduk. Şu an buna ihtiyacım vardı.
Geldiğimiz yeri biliyordum. Bizim sitenin yakınlarında bir mekandı. Annemlerin çalıştığı şirket yöneticilerinin aileleri her sene burada yemek düzenlerdi.
O ailelerden biri de Veronica'lardı. Ben küçükken gelirdim. Ancak daha sonralarda bu tarz kalabalık ortamlarda rahat hissetmediğim için katılmamaya başladım. İnsanların birbirine gösteriş yapması ve gereksizce övgü cümleleri kurmaları bana yapmacık geliyordu. Ama bu sene değişiklik yapmıştım. İyi gelmesini umarak annemlerle birlikte içeri geçtik.
Tahmin ettiğim gibi geç kalmıştık ve herkesin yüzü bize dönmüştü. İlgi odağı olmaktan nefret ettiğim anlardan birini yaşıyordum.
Kendimi bir köşeye atmayı planlarken bana doğru gelen abartılı makyajı ve kırmızı elbisesi ile Veronica'yı görmüştüm. Ondan kurtulmak zor olacak gibi görünüyordu.
"Rose, yine her zamanki gibi....sıradan görünüyorsun."
"Sen de...abartılısın, sevdim."
İkimizde birbirimize sessiz öfkemizi sunarken arkadan gelen kişi tüm dikkatimi çekmişti.
"Vero arkadaşını rahat bırakırsan merhaba demek istiyorum."
Arthurun sesi ile elim titredi. Zoraki yutkundum ve gözlerimi açıp ona baktım. Neden bu kadar harika görünmek zorundaydı ki?
Üzerindeki beyaz gömleğinin kollarını kıvırdı ve bana göz kırptı. Veronica ellerini birbirine bağlayarak bizi izlediğinde ben hala ona odaklanmıştım. Konuşmam gerekiyordu.
Keşke benim yerime biri benim görevimi devralsa diye düşündüm. Veronica kollarını omzumun yakınlarına çarparak yanımızdan ayrıldığında biraz olsun kendime geldim. Gülümsemeye çalıştım.
"Dalgınlığın bir özelliğin sanırım."
"Nasıl?"
"Sık sık dalıyorsun, ya da aklına takılan önemli konuların var ve halledemedin."
"İkisi de doğru."
"Nasılsın? Buralara ait durmuyorsun?"
Üzerime bakıp beni süzdüğünde utanmıştım. O da dahil herkes resmi ve şıktı. Ben ise arkadaşımla sahilde oturuyor gibiydim. Sahi şu an sahilde olsak ne güzel olurdu diye düşündüm.
"Bunu ben de isterdim."
"Ah! Bunu sesli söylediğimi düşünmemiştim."
"Ben de sıkıldım ve ait değilsin derken bu iyi anlamdaydı. İstersen hava almaya çıkalım."
"Bilemiyorum aslında..."
Rose ciddi olamazsın! Daha vakit var ve şu sana bakan masum, yeşil gözleri reddedemezsin değil mi? diye kendi kendimi içten telkin ettim ve kabul ettim.
"İyi olur."
Biri bana Arthur ile birlikte yürüyeceksiniz dese asla inanmazdım ama şimdi bu gerçekti. Adımlarımız birbiri ile senkronize olmuştu. Yanyana belli mesafe ile yürüyorduk.
Göz ucuyla ona baktım. Dalgalı saçları rüzgarın etkisi ile havalandığında bir anda bir hayalin ortasına düşmüşüm gibi hissettim. Gerçek olamayacak kadar güçlü bir büyünün tesiri altında gibiydik ve büyü beni bir sabun misali eritmeye başlamıştı. Yanlış yapıyordum. Onun dahil olduğu bir hayale kapılmamalıydım, onun bir sevgilisi vardı. Onu hatırladıkça yüzüm düştü.
Herkesin birine sahip olduğu bu dünyada bir tek ben yalnızmışım gibi geliyordu. Sanki bu benim lanetimdi. Beni seven tek kişinin de bir görünmeyen olduğunu düşünürsek bu teorim oldukça doğruydu.
Mekanın bahçesindeki ahşap banka kadar yürüdük ve karşılıklı oturduk. Hava serindi ama üşümemiştim. Kazağım oldukça sıcak tutuyordu.
"Kazağın güzelmiş."
"Teşekkür ederim."
"Rose neden farklı görünüyorsun?"
Sözünün üzerine bir anda şaşkınlıkla ona baktım. Ne söylemek istediğini çözememiştim. Oradan bakıldığında çok mu aptal bir görüntüm var diye kendimi onun yerine koymaya çalıştım.
"Sanırım şu an anlamadın. Demek istediğim yaşıtların gibi değilsin."
"Yani herkes aynı olsaydı sıkıcı olurdu değil mi?"
Gülümsedi. Gülerken yüzünde oluşan çizgileri sevmiştim. Bizden birkaç yaş büyük olmalıydı ama daha olgun gözüküyordu.
"Çok içten bir bakışın var. Veronica ile seni yan yana düşünemiyorum. Muazzam farklısın ve bu çok hoş. O gün seni gördüğümde de anlamıştım, sende farklı bir şeyler var."
Gülümsedim. Beni öyle bir anlatıyordu ki kendimi tanımasam kendime hayran olacaktım ama ben bendim. Gayet sıradan, kendi halinde bir kızdım. Ve şu an hayatımda gördüğüm belki de en yakışıklı adamın karşısında ayaklarını sallayarak ve etrafa bakınarak utanmamaya çalışıyordum. Elbette başarısızdım.
Yüzüne baktığımda sevimli kahkahası kulaklarımı coşturdu ve ben de gülmeye başladım, açıkçası nedenini bilmiyordum. Gülümserken yüzünde oluşan gamzesi onu olduğundan daha genç gösteriyordu. Hem yakışıklı hem de sevimliydi.
Onunla birlikte olan bir insan asla mutsuz olamaz diye düşündüm. Acaba sevgilisi de burada mıdır diye aklıma gelmişti. Bizi görse pek hoş karşılamayacağı kesindi. Rahatsız olabilir diye düşündüm. Ancak Arthur pek rahatsız gibi değildi. Gayet rahattı.
Etrafa bakınıyor ve arada bana bakıp gülümsüyordu. Ona sevgilisini sormak isterdim ama yapamazdım. Sonuçta onları gördüğümü hatta uzun uzun takip ettiğimi bilmiyordu. Onun yerine hakkında birşeyler öğrenmeye çalıştım.
"Tam olarak ne yapıyorsun, yani okuyor musun ya da çalışıyor musun?"
"İkisi de diyebilirim. Okuyorum, tıptayım ve bir süredir hastenede çalışıyorum."
"Bu çok hoş."
"Sen meslek olarak ne düşünüyorsun?"
"Bilmiyorum."
"Hiç düşünmedin mi?"
"Düşündüm ama emin değilim. Kitapları seviyorum büyük ihtimalle edebiyat tarzı bir şeyler olabilir."
Verdiğim cevaba karşı kendi kendime kızdım. Daha havalı bir cümle beklerdi belki de. Ancak yapacak birşey yoktu. Ona karşı dürüst olmalıydım. Ben buydum.
Belirli bir hedefleri olan insanlara daima özenmişimdir. Ancak ben asla onlardan biri olmamıştım. Asla bir doktor, öğretmen ya da hemşire olmak istemedim.
Belli bir meslekten ziyade hayatımı geçirmek istediğim aktiviteyi düşünmüştüm. Kitaplar benim her zaman dostum olmuştu ve hayatımın geri kalanını da onlar ile geçirmekten mutluluk duyacaktım.
Belki edebiyat okurdum, belki de kütüphane görevlisi olurdum; açıkçası bilmiyordum. Tek bildiğim birşey vardı o da kitap kokularından asla ayrı kalamazdım, ne bugün ne de yarın.
"Yazmayı sever misin?"
Sorusuna karşılık gülümsedim. Elbette severdim. Yazmak benim için bir tutkuydu. Hayallerini satırlara dökmek büyülü bir dünyayı gerçeğe taşımak gibiydi.
"Evet, ya sen?"
"Vakit buldukça yazarım."
Konuşması ile beni kendisine çekmişti. Onu tanımak güzeldi. Aradığım samimiyet aslında buydu. Karşında sana açık olan ve tüm bilinmeyenlerini bir sözü ile açan birine güvenmek kolaydı ve bu mutluluk vericiydi.
Ona bakmak huzur veriyordu ve beni daha fazla kendine çekmeden ondan uzaklaşmam gerektiğini kendime hatırlattım. Ancak o benden önce davranmıştı.
"İçeri girelim mi? Üşümüş olmalısın."
Saate baktığımda aklıma Carl geldi. Yanına gitmeliydim.
"Aslında gitmem gerekiyor. Arkadaşım bekliyor. Eğer içeri girersem çıkmam uzun sürebilir."
"Seni bırakabilirim."
Ani teklifi karşısında afallamıştım.
"Teşekkür ederim, ben gidebilirim Carl'ın evi yakındaydı."
Bu teklifi reddettiğime göre kendimi aptal ilan edebilirdim. Neyse ki Arthur ısrar edecek diye umuyordum. Bu kadar kibar olduğuna göre bırakırdı, sanırım.
Ama beklediğim gibi tabi ki olmadı. Hoşçakal diyerek omzuma dokundu ve güzel kokusunu da beraberinde götürerek arkasını bile dönmeden uzaklaştı.
Ben de öylece kalakaldım. Olduğum yerde hayal kırıklığına uğramıştım.
O an bazen çok da düşünmeden hareket etmek gerekiyor dediğim anlardan sadece biriydi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top