İbrahim Sadri


Merhaba!

Bugünkü röportaj serimizde, sizler için yakın çağın şairlerinden olan İbrahim Sadri ile gerçekleştirilmiş röportajlardan seçtiğimiz birkaç soruyu ve kendisinin vermiş olduğu cevapları derledik. Şairin verdiği yanıtların, sizlerin de yazma serüveninizde bir ışık oluşturabileceğini ümit ediyoruz. (:

Keyifli okumalar dileriz!

Şiirle nasıl tanıştınız?

Şiirle tanışıklığım aslında bütün ilkokul çocukları gibi 23 Nisan'da şiir okumayla oldu. Seçilen çocuklardan biriydim. Ama asıl itibariyle şiirle tanışıklığım 'şiir okuma' ile oldu. Yani okul yıllarında törenlerde, bayramlarda şiir okuma formatını ben daha sonra bir meslek haline dönüştürdüm. Edebi anlamda şiirle tanışmam ise orta okuldaki çok iyi Türkçe ve edebiyat öğretmenlerim sayesinde oldu. Lütfi Sami Akalın, Çiğdem Talu gibi edebiyatçı hocalarım vardı. Bana edebiyatı ve şiiri sevdirdiler. Dolayısıyla ben ortaokulda ve lisede Türkçe ve edebiyat derslerine bir ders olarak değil, bir zevk olarak bakmayı öğrendim. Ve daha sonra böyle devam etti. Türk şairlerini okuyarak, onların beslendikleri kaynakları keşfederek, Türk şiirini takip ederek bugüne kadar geldim.

Türk halkına şiiri sevdiren adam olarak tanınıyorsunuz. Neden şiir?

Şiir beni seçti diyebilirim aslında. Benim için neredeyse 45-50 yıllık bir hikaye bu. Kendime aynı soruyu ben de sordum neden şiir, diye. Baktım ki şiir benim kendimi ifade etme ve tanımlama yöntemim. Bu hâlâ böyle. Galiba şiir yazarak ya da okuyarak kendimi anlatıyorum ben. 

Şiiri hem yazıyor hem de yorumluyorsunuz. Hangisi daha zahmetli ve daha çok uğraş gerektiriyor?

Aslında ikisi de zor değil. Çünkü bu tür şeylere bir meslek gözüyle bakmıyorum. Bunu sevdiğiniz için yaparsınız. Ama hangisini oluştururken daha fazla zorluk çekiliyor derseniz yazmak daha zor bir şey. Çünkü yazarken bir sürü şeyin kesişmesi gerekiyor. Doğru bir ortam, iyi bir saat, yüreğinizden geçen şeylerin kağıda dökülmesi esnasında kendini tam ifade edebilmek bütün bunlar zor iş. Okumak ona kıyasla daha kolay çünkü sizi destekleyen bir sürü teknik ekipman var. Yazmak ona nazaran daha meşakkatli ama tabi daha güzel bir şey.

Sizce şiiri kıymetli kılan nedir?

Şiirin bizzat kendisi. Edebi türlerin içinde en kolay gibi görünüp de en zor olanı şiirdir. Şairler, ama has şairler, kuyumcular gibidir. Dil kuyumcuları, Türkçenin mücevher ustaları. Az kelimeyle çok şey anlatabilme; hayal dünyamıza yepyeni ufuklar açabilme hüneri ve şiirin ölçüye, tartıya gelmemesi... Tüm bunlar şiiri kıymete haiz kılıyor.

Şiirin toplumu dönüştüren bir tarafının olduğuna inanıyor musunuz?

Bu çok iddialı bir yaklaşım olur. Belki toplumun önüne yeni kapılar yeni anlamlar açabilme yeteneğine sahip bir tür diyebiliriz şiir için.

Bazı çevrelerde serbest şiirin şiirden sayılmadığı, matematiksel bir ölçünün arandığı bir anlayış hakim. Okuduğunuz şiirlerin geneli ise serbest formda yazılmış şiirler. Bu yönüyle İbrahim Sadri'nin şiir tarifi nedir?

Şiir benim için bir yaşama biçimi. Ben öyle tanımlıyorum. Teknik anlamda soruyorsanız şiirin bir matematiği olmaz. Yani sadece hece ve ölçüyle yazılanları şiir kabul etmek yanlış olur. Bir şeyi şiir kılan yazarın kendini iyi hissetmesine yol açması ve yazarı mutlu edebilmesidir. Diğerleri ise birer akımdır. Orhan Veli'nin başını çektiği Garip diye bir akım var mesela dediğiniz tarza yakın olarak.

Hiç bir şekilde kafiyenin ve ölçünün hesaba katılmadığı, tam tersine bir anlayışın olduğu ve Türk şiirinin en önemli akımlarından biridir. Tabi ki ölçü ile yazmak çok daha zor. Sadece duygularınızı anlatmak değil bunu bir matematik formu içerisinde becermeniz gerekiyor. Bu çok zor ve bana göre daraltan bir şey. Kafiye ile yazarken bazen zorlama kelime ya da hece koymak icab ediyor gibi geliyor bana. Benim hissiyatım bu yönde. Tabi bunu Necip Fazıl gibi aşmış büyük ustalar var. Ama Necip Fazıl nasıl büyük bir şairse Nazım Hikmet de büyük bir şairdir. O da serbest yazmış bir adam. Dolayısıyla burada bir ayrımdan ziyade bir tercihten konuşulabilir.

Kimisi hece ile yazar kimisi içinse daha serbest ve içinden geldiği gibi yazmak daha doğrudur. Ben başından beri ikincisinden yana oldum. Çünkü benimkiler biraz daha 'şiirsel metin'e göz kırpan çalışmalar. Ben genelde başı sonu belli olan, kahramanları olan daha sinematografik yazan biriyim. İnsanlar dinlerken hayal edebilecekleri şeyler anlatan biriyim. Dönem şiirleri yazan, insan öyküleri anlatan biriyim. Bu benim tercihim ve herkesin de tercihine saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim.

"Ben aşkı bir üveyikten satın aldım, yaşım on altı

o zamanlar bakır rengindeydi dağlar
daha şıvan düşmemişti böğrüme
daha deli deli esmemişti rüzgar
kalbim acıya düşmemişti
sanırdım bütün ırmaklardan koşacaktım
halayda delikanlı başı olacaktım
bıyıklarım yeni terlemişti


Gurbeti
İsmail dayımın gönderdiği
kuru üzüm ve fıstıktan
bir de İstanbul fotoğraflarından tanımıştım (...)"

Stand-up'ı ilk başlatan kişisiniz ama biz sizi bu sahada göremedik.

Ben o topa girmedim; çünkü ben başka bir topla oynuyordum o yıllarda. Şiir albümlerinin açtığı yoldan yürüyordum. Şiir gösterileri adı altında bir iş yapıyorduk. O şiir dinletilerinin içinde yine tek kişilik gösterilerde yaptığımız numaralar da vardı. Şiirlerin arasında hikâyeler anlatıyordum. Ama başlı başına bir stand up gösterisi değildi.

Sizi insanlar daha çok şiir albümleriyle tanıyor ama sizin ilk sahneyle tanışmanız tiyatro ile oldu sanırım...

Evet. Benim hikâyem 1981'de başlıyor. Düğün salonlarında komedyenlik yaparak başladım tiyatroya. Liseyi yeni bitirmiştim. Papyonlar isminde bir ikiliydik. Ateş Böcekleri, Bal Arıları, Şen Bahriyeliler gibi ekollerin sonuncusuyduk. İki yıla yakın İstanbul'un farklı düğün salonlarında sahneye çıktık. Bu sahneyle tanışma 1985'le birlikte tiyatroya dönüştü. Ulvi Alacakaptan ve 10-15 arkadaşla birlikte Çağrı Sahnesi'ni kurduk. Burada yazarlık, oyunculuk, yönetmenlik yaptım. Çağrı Sahnesi'yle birlikte Türkiye'de Hakkari ve Ağrı dışında gitmediğimiz il kalmadı. 1992 yılına kadar politik içerikli oyunlar oynadık.

Seslendirdiğiniz şiirlerden hikâyesiyle sizi en çok etkileyen hangisiydi?

Bu soruya sadece şu şiir diye cevap vermek zor. Çünkü kendi yazdıklarımın her birinin bende bir karşılığı var. Yaşadıklarımı ya da yanımda yöremde yaşananlara tanık olduğum öyküleri, ayrılıkları, sevdaları, acıları yazarım ben. Şu daha etkili, şu daha önemli diye ayırmak istemem.

Hayatınız da şiir, tiyatro olmasaydı hangi sektörde devam edersiniz? 

Bilmem.. Evde otururdum herhalde.. Ben sanatı bilerek ve isteyerek seçtim. Bunun için çeşitli imkan ve ihtimalleri terk ettim genç yaşlarımda.. İşletme eğitimini bırakıp tiyatro okumaya başladım mesela. Karın tokluğuna dergilerde yayınevlerinde çalışmaya başladım. Evi, aileyi bırakıp uzun tiyatro turnelerine çıktım. Ve bulabildiğim her yükseltinin üzerinde, her mikrofonun karşısında şiir okudum. Yani benim hayatım bu..

Hayatınızda pişmanlık duyduğunuz anlarınız oldu mu? 

Her insan gibi pişmanlıklarım oldu tabii. Bazen büyük bazen küçük. Çok şükür ki her birinden bir şeyler öğrendiğimi söyleyebilirim. Hayat biraz da pişmanlıklarla, keşkelerle öğreniliyor galiba. Aslolan oralara takılıp kalmamak sanırım. 

Günümüzde ki şairlerden favoriniz olan şairler var mı? 

Olmaz olur mu? Benim şairlerim çoktur. Öncelikle çevirip çevirip okuduklarım var. Cahit Zarifoğlu, Ahmed Arif, Necip Fazıl, Orhan Veli, Nazım Hikmet, Nurullah Genç gibi... Bir de son kuşaktan İbrahim Tenekeci, Mevlana İdris, Ömer Erdem ilk aklıma gelenler...

Peki seslendirmekten en keyif aldığınız şiirler hangileri?

Hemen söyleyeyim. Bazı şairlerin dizeleri kendinize okumanız içindir. Bazıları ise yüksek sesle okunup topluluklara okunmak içindir. İşte bu ikincisi benim ilgi alanım. İsim mi? Mesela Abdürrahim Karakoç'un Mihriban şiiri ya da Nurullah Genç'in Siyah Gözlerine Beni de Götür şiiri. Attila İlhan'ın Ben Sana Mecburum'u... Yine Sezai Karakoç'un Mona Rosa şiiri. Bu liste uzun. Böyle birkaç örnek vermiş olayım.

Sanat ve edebiyata gösterilen ilgi yeterli düzeyde mi?

Elbette hayır. Tüketim toplumu ve modernizm bizi insani taraflarımızdan uzaklaştırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Modern dünya sistemi merhamet, aşk, adalet, paylaşma gibi hasletlerimizi yok etmek için uğraş veriyor. Aktüel tüketim unsurları kolay ve basit olana çağırıyor bizi. O zaman da sanat ve edebiyat hak ettiği karşılığı bulamıyor tabii.

Gençlerimize sanatı ve şiiri sevdirmenin yolu nereden geçiyor?

İşte buralardan geçiyor. Her dergi sayfası, her şiir-edebiyat programı, her okuma öyle kıymetli ki... Hiç durmadan inatla ve ısrarla yaşasın edebiyat, yaşasın şiir demeye devam etmeliyiz. Kamu kurumları, yerel yönetimler, sivil insiyatifler mutlaka sanata ve edebiyata kıymet verip teşvik etmeli; özellikle genç arkadaşları özendirecek çabaların ve etkinliklerin içinde olmalı.

Şiir yazmak isteyen şair adaylarımıza ne önerebilirsiniz?

Şairlik bir dil işçiliğidir; yani konuştuğunuz ya da yazdığınız dile hakim olma sanatıdır. Diline iyi bilen, diline ait kelime haznesi çok zengin olan insanlar ilişkilerinde ve hayata bakışlarında daha başarılı ve sağlıklı kararlar verirler. Günde 400-500 civarında kelimeyle konuşan biriyle 10-15 bin kelimeden seçip konuşan biri arasında büyük fark vardır. O nedenle ben özellikle genç arkadaşlara sizin aracılığınızla çok klasik bir öneri belki ama okumalarını tavsiye ediyorum. Özellikle Cemil Meriç, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreyya, Sezai Karakoç gibi ilk elde sayılabilecek dil konusunda çok iyi, Türkçeyi iyi kullanan yazarları okumak lazım. Bu, insana şairliği anlamında ona çok büyük katkı sağlayabileceği gibi duruş itibariyle de kişinin kendi gelişimini teçhizatlandıracak, onu donanımlı kılacak bir durumdur. Şiir yazmak kolay gibi görünür. En kolay sanattır. Ben bir dönem günde yüzün üzerinde mail alıyordum. Çok sayıda mektup alıyordum ''Benim de şiirlerim var.'' diye. Kolaydır. Başlarsınız yazmaya. ''Gökyüzünde ay var, suya düştü parıltılar, bak sen yoksun yanımda bak ağlıyorum bu kadar..'' gibi uzatın gitsin. Ben de yazıyorum. Hayır. İşte işin böyle olmadığını fark etmenin yolu okumaktan geçer. Çünkü öbür türlü insanı daraltan bir çıkmazdan konuşuyoruz demektir. Bir de her işte olduğu gibi şiirde de sanatta da, edebiyatta da mutlaka bir emek harcamanın, bir zaman vermenin gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir şey öyle birdenbire ve çabucak olmaz. Gazetelerde yazılanlara inanmasınlar.

Son bir söz istesek sizden?

Şiiri sevin, çünkü o bize cesaretimizi ve kalbimizi hatırlatıyor.

Kaynaklar: Genç Dergi (Mehmet Ali Arıcı röportajı), Önce Vatan Gazetesi (Dilek Köroğlu röportajı), Çekmeköy 2023 dergisi (Zeynep Yılmaz röportajı), haber7 (Murat Tokay röportajı). 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top