Yahya Kemal Beyatlı
Burada sizlerle usta şair Yahya Kemal Beyatlı'nın bir söyleşisini paylaşmayı arzu etsek de ne yazık ki kendisi pek röportaj veren bir isim değilmiş ve röportajlarının birçoğu da tarihin tozlu sayfaları arasına karışmış. Ancak Ekrem Sakar, şairin şiir üzerine yayımladığı kitapları ve söylediği cümlelerden yola çıkarak bu cümlelere sualler yönetme yoluyla hayali bir röportaj oluşturmuş. Bizler de bu fikri çok sevdiğimiz için hem Ekrem Sakar'ın hayali röportajını, hem de kendi suallerimizi şairin öğütlerine ekleyerek sizlere bir söyleşi derledik.
Keyifli okumalar dileriz!
Muhterem üstadım, yüksek müsaadelerinizle doğrudan konuya girmek istiyorum. Şiir nedir?
Klasik şiir yıkıldığından beri şiiri, bin kişi bin türlü tarif ediyor. Âlimler, şarlatanlar ve gerçek şairler diye bütün tarif edenleri üç kola ayırabilirsiniz. Âlimler derler ki; "Şiiri yalnız ilim tarif edebilir. Balık, suyu ne kadar idrak edemezse şair de şiirin ne olduğunu o kadar bilemez; bu bahis ilime aittir." Âlimlerden sonra gelen ikinci sınıf, ortaya bir şiir nazariyesi koyan, kendi görüşünü yegâne doğru görüş gibi gösteren, ortalığı bir müddet efsunlayan takımdır. İşte bunun için bu takım, şiirin en yakası açılmamış bir tarifini öne sürer, misli görülmemiş, çok nadir ve en yeni görünür snobları peşine takar. Hülâsa bir edebî devri bir müddet safsata ve reklam havasıyla doldurur. Bizde ve Frenk'te, bir kısım gerçek şairler yalnız şahsiyetleriyle tecelli ediyorlar ve sanatlarında eski harcı kullanıyorlar, bir kısım da şahsiyetleriyle beraber yeni bir sanatın çerçevesini beraber getiriyorlar. Şiir kalpten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edişidir. Hissin birden bire lisan oluşu ve lisan halinde kalışıdır. Şiir, bir nağmedir. Bu nağmeyi ifade etmek için vezin ve lisan ancak ve ancak bir alettir. Şiirde nefes ve ses iki unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmazsa yahut en hafif bir kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir. Tabii şiire dair kendi görüşümü yegâne doğru görüş saymaktan uzağım. Bu ancak benim kendi görüşümdür, diyebilirim. Bu asırda mademki birbirine zıt şiir çığırları var ve bu çığırlar arkalarından birçok hayranlarını sürüklüyorlar; şiirin yalnız bir türlü tarifine güvenmek hakikate göz yummak olur.
Klasik şiirimizin Batıda bilindiğini düşünüyor musunuz?
Avrupalılar bir şiirimiz olduğunu bilmezler ve Türk'ün bu bahiste de kabiliyetini ceffelkalem inkâr ederler. O kadar asır bir millet gibi beraber yaşadığımız Araplar, şiirimize İsveç ve Norveçliler kadar bigâne kalmışlardır. Hatta şiirde üstadımız olmuş İranlılar da böyle kayıtsızdırlar. Bazı şiir eserlerimizin ecnebî lisanlarındaki tercümeleri umumî değil, hatta mahdut bir tesir bile bırakmış değildir. Lâkin şiirimizin berceste mısralarını, beyitlerini, hatta bazı derli toplu parçalarını iyi okuyup anlayacak bir ecnebi, kabiliyetimize hayran olabilir. Daima bu itikatta bulundum ki Avrupalıların anlayamadıkları eski şiirimiz, anlayıp sevdikleri ve hatta bize sevdirdikleri diğer sanatlarımızdan, meselâ mimarîmizden daha yüksek bir kıymettedir.
Eski şiirimizde fikirden ziyade lirizmin ağır bastığını söyleyebilir miyiz?
Türk edebiyatı fikirden yana fakirdir, bu noksanlığı itiraf ederiz. Türk askerdir. İntizam, inkıyat ve itaati fıtraten sever. Fikir ve tahlil değerini ancak son zamanlarda Avrupalılardan öğrendik. Yalnız zannederim ki bu değer şiirimizde ve nesrimizde hiçbir zaman asıl fıtrî değerlerimiz olan aşk ve ihtiras ile zekâ ve zarafeti geçemez. Edebiyatın başlıca iki değeri olan aşk ve ihtiras ile zekâ ve zarafet Türkte mevcuttur. Hatta Türk yegâne millettir ki bu birbirine zıt iki meziyeti kendinde topluyor. Meselâ hiçbir millet Fuzulî ve Nedim ayarında iki büyük şair gösteremez. Lirizm, Türk milletinin başlıca hassasıdır. Türk dinde, harpte, şiirde bu meziyetini en yüksek dereceye çıkardı. Türk'ün dindeki aşkına İslâmiyet'i kabul ettikleri günden itibaren Salib Seferleri'ne o atılışı, Viyana'ya kadar yürüyüşü ve bütün o seferlerdir; harpteki aşkına misal yine böyle binlercedir.
Şu lirik şiiri biraz tarif buyursanız?
Lirik şiir ilimden ve sanattan azadedir. Ne dimağa hitap eder ne de zevke. Kalbinde o ateşten olmayan bir okur, Fuzulî Divanı'nı eline alsa, zanneder ki Fuzulî'nin o kadar metholunan gazelleri bir düziye tekrar eden aynı kelimelerden, aynı mazmunlardan ibarettir. Bu nev'i şiir, şiirin yegâne nev'idir ki fikirde, mazmunda, sanatta yeniliğe asla muhtaç olmaz. Şeyh Galib'in
"Tedbîrini terk eyle takdîr Hüdânındır
Sen yoksun o varlıklar hep vehm ü gümânındır
Birden bire buş aşkı bu neş'e bulanındır
Devrân olalı devrân erbâb-ı safânındır
Âşıkda keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır"
diye başlayan müseddesine bir bakınız ama yalnız dimağınızla bakınız; fikir namına ne kadar bayattırlar. Bu şiirin künhü dimağla, gözle görülmez, yalnız kalple anlaşılır. Bu manzume yalnız bir veciddir. Bize bugün bayat mazmunlarıyla yeni ve taze göründüğü gibi birkaç asır sonra okuyacak kalp sahibi Türklere de yeni görünecek. Çünkü şiirde lisan, zevk, fikir, mazmun, her şey eskir; yalnız aşk eskimez ve her dem tazedir.
Çok uzun bir şiir hayatınız var. Şiirden fayda gördünüz mü? Haz hissettiniz mi? Yoksa zarar mı gördünüz?
Şiirden tabii çok haz duydum. Bu haz ömrümü doldurdu. Fakat fayda görmedim; bilâkis zarar gördüm. Bir daha doğmam mümkün olsa önce Kâzım Şinasî'ye danışmadan ve onun nasihatlerini almadan yeryüzüne bir adım atmam. Eğer şiir mukadderatıma karışmasaydı çok isabet olurdu. Yalnız bunu da söyleyeyim ki bir insanın, hayatında şiiri anlamaması büyük bir noksandır. Çünkü hazların en derini ve en güzelidir. Akıllı olanlar yalnız anlamakla iktifa etmelidirler. Şiiri anlamak ve söylememek, yani adını şair çıkarmamak eğer mümkün olursa en iyi yoldur. Dediğim gibi ben bu işte yanılmış olduğumu anladım. Lâkin biraz geç anladım. Şahsıma ait fikrim bu kadardır. Umumî görüşle diyebilirim ki insanın yaratılışına ve hayatına şiirin karışması büyük bir zarardır. Hiçbir insan bir şair kadar talihsiz doğmaz. Gerçek şairler daima aşk saadetinden mahrum yaşar ve ölürler. Kadınlar, şair sevmez. Aşkta saadete mazhar olmuş büyük şairler bizde ve Avrupa'da nadirdir.
Edebi seviyemizi nasıl yükselteceğiz? Böyle bir şey mümkün müdür?
Bence her şeyden önce şiirde, gerek edebiyatın bütün nev'ilerinde nicelikten niteliğe dönmekle mümkün olur. Şiire ve nesre mazinin ve aynı zamanda alafranga snobizminin yığmış olduğu noksanlıkları, öz ve temiz eleştirmenler tasfiye ederlerse, şiir ve nesrin Avrupa anlayışını alırsak, artık yabancı edebiyatlarının taklitçisi olmaktan kurtulursak, kendi ırkımızın ve kendi iklimimizin yazı numunelerini vermeye heveslenirsek nihayet kendimize ve yabancılara "Türklerin kendilerini yansıtan edebiyatları vardır" dedirtmeye başlarsak bu mümkün olmaya yüz tutar. Asıl muhtaç olduğumuz, bizim kendimizin, kendiliklerimizin edebiyatıdır.
Gençlere, şair adaylarına iyi bir şiir yazabilmek adına nasıl bir tavsiye verebilirsiniz?
İyi şiir yazabilmek için hissetmek lazımdır. İnsan, hissettiği şeyleri de ancak kafasındaki kültürün derecesine göre bir tasnife tutabilir. Boş kafa ve boş bir ruhun yaratıcılığı bahis konusu olamaz. Sadece orijinal hayallerle, güzel duygularla ve birtakım teşbihlerle yazılmaz. Şiir aynı zamanda bir dil, bir söz sanatıdır, dil içinde dil yaratma işidir. Şiirde mânâ ne kadar derin, ne kadar metin, ne kadar şâşalı, ne kadar câzip, ne kadar yeni olursa olsun, tek başına bir kıymet değildir, nesirde ve sözde bir kıymettir, lâkin şiirde değildir, mânâ ancak lisan kesilirse, daha açık bir tarifle, lisanda nağme haline gelirse ve öylece kalırsa şiir kıymetini alır.
Bizim şiirimizin Batı şiirlerinden geride kaldığını düşünüyor musunuz?
Ziya Gökalp şiirde vezin/kafiye meselesi diye bir şey ortaya atmıştır. Şiir vezinli, kafiyeli mi yoksa serbest mi olsun diye... İşte bu iddialar şiirimizi yirmi yıl geride bırakmıştır. Biz kendimizi diğer Avrupa memleketlerindeki gibi sanat hareketleriyle hiçbir zaman kıyaslamamalıyız. Misal Fransa'da bir edebi cereyan ortaya atılır, bu mevzu üzerinde günlerce kalem çarpışır. Nihayet bunlardan hangisi galip gelirse, cereyanın en iyi şekilde teessüs etmesini sağlamış olur. Yüz kalemin doksanı veya doksan beşi yeni bir ekolü müştereken kurmuş olurlar. Bizde hadiseler böyle değildir. Herhangi bir edebi hadiseyi taklit veya kopya eden kimse bir veya iki kişidir.
Sizin vezin hakkında görüş ve önerileriniz nelerdir?
Şiir zevkinin yalnız vezinle ayrılması doğru değildir. Bu şiiri anlamamak demektir. Çünkü şiir sadece vezin değildir. Onu güzel ve cazip yapan başka unsurlar da vardır. Vezin, söyleyiş için yalnız bir vasıtadır, cansız birer alettir. Şair aruz veya heceden hangisi ile güzel şiire ulaşabiliyorsa, elbet onu kullanmalıdır. Bu itibarla, hece hayranlarının, aruzu savunanlara, aruz müptelâlarının da hece ile yazanlara söyleyecek sözü olmamalıdır.
Peki ya kafiye?
Şairin uzviyetinde kafiye, kuşta kanat gibidir. Yâni başlıca bir uzuvdur. Şiir sanatı var olduğu sürece kafiye de olacaktır. Çünkü şiir, vezin ve kafiye ile yapılan bir sanattır. Şiir muhakkak vezinle ve kafiyeyle vücuda gelir. Şiir mûsikînin hemşiresidir, âletsiz tegannî edilemez. Redif ise Türk dilinin cümle yapısının doğal bir ifadesidir.
Romana dair görüşlerinizi de merak ediyoruz. Zira günümüzde roman nev'i, şiir türünden çok daha popüler. Bundan ötürü klavyenin başına oturan roman yazıyor. İyi bir romancıyı nasıl tarif edersiniz?
Asıl romancı hayat dekoru içinde kaynayan çeşit çeşit insan örneklerini gözleri bulanmaksızın gören; birbirine benzemeyen, hatta zıt karakterlerden, ahlâklardan, hırslardan her gün, köşe köşe başlayıp biten bazen gülünç, bazen acıklı, bazen güzel, bazen çirkin hayat tiyatrosunu resmeden; hülâsa kendine kapanmayan, başkalarının içinde yaşayıp onları yakından anlayan sanatkârdır. Bir şehirde bir gecenin manzarasını, o geceki keyfimizle veyahut kederimizle bir kendi görüşümüz vardır. Gerçek bir romancı böyle bir geceyi yarattığı on tipe, onların on gece birbirine hiç benzemeyen iç yüzleriyle ayrı ayrı, hatta zıt renklerde gösterir ve bunu vücuda getirirken hiç zahmet çekmez. O kadar kendinden sıyrılmış ve tiplerinin içine hâkim olmuştur. Romanı okurken arkasından kapılıp gittiğimiz vakanın sırrı asıl bundadır. Vakayı yavaş yavaş inkişaf ettiren, yani hayatı kitap sayfasında canlandıran tılsım, müellifin bu istidadıdır. Bu bir mevhibedir. Bazen en yüksek şairde bulunmaz da orta halli bir romancıda bulunur.
Kaynakça: Ekrem Sakar, EKEV Akademi Dergisi (Yazar: Yrd. Doç. Dr. Özcan Bayrak), Dergipark "Yahya Kemal'e Dair Bir Defter: Necdet Evliyagil'in Anıları (Yazar: Hafize Şahin)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top