Umay Umay

Bugün sizlerle çağımızın şairlerinden Umay Umay'ın röportajlar derlemelerinde bir kesit paylaşıyoruz. Keyifli okumalar dileriz!

Senin yazdıkların her zaman farklı, her zaman derin ve her zaman cesur olan tavrıyla, yer altı edebiyatının verilmiş en güzel örneği. Ama son dönem yayınlanan şiirlerine bakıldığında, bunun çok daha ötesinde bir şey olduğu görülüyor. Kimsenin cesaret etmediği, kimsenin yerini bilmediği ya da haberdar olmadığı bir kapıyı açmışsın gibi. Yazıda başlattığın yeni bir akım gibi sanki?

Bu konuda, mütevazı olmayacağım, olamıyorum. Ama çok komik bir şey var. Bu edebiyatı, en çok güvendiğim ve sevdiğim edebiyatçılar görmezlikten geliyor. Bunun da keyfini çıkarmaya başladım. Nasıl bir tehditse... Anlıyorum artık. Kızıyordum, artık kızmıyorum. Bir şey oldu epey önce, kimsenin beni öldüremeyeceğini fark ettim. "Affet" diye bir şarkı yazdım. Vazgeçiyorum. Affedilmeyecek ihanetlere tanık oldum. Affetmeyeceğim. "Affetme" diye bir şarkı yazabilirim. Affetmenin, ne büyük uyum isteği ve palavra olduğunu fark ettim. Çok uyumsuzmuşum. Azıcık uyayım diye, ne fedakarlıklar yaptım, geçmiş olsun, affedemiyorum, etmeyeceğim de. Korku kendi cehenneminde debelensin, benim cehennemim başka. Bir daha korkarsam eğer, kendi yüzüme dönüp bakmam.

Umay.... Senin gibi farklı ve kimseyle örtüştürülemeyen bir sanatçının hayranlık duyduğu ya da beslendiği sanatçılar kimler?

Virginia Woolf, İran'lı Furuğ ve Lale Müldür. Ve Bilge Karasu'dan sonra, kim ne yazdı, inan hepsini unuttum. Yeniden oturup Gece'yi okuyacağım. Müzikte Miles Davis. Hayatımda bana uçurum sarkıtan tek müzisyendir. Ya da onu keşfettiğim günlerde, uçurum sarkıyordum da eşlik etti.

Şu an "Rüya Duvarları"nı hangi renge boyamak ve üzerine ne yazmak isterdin?

"Rüya Duvarları"nı doğuda yazdım. Sis dolmuş otel balkonlarında ve soğuktan titrediğim kilise yatakhanesinde. Yanımda yıllardır bitmeyen, dostum olan arkadaşım vardı. İlle de imaje etmem gerekiyorsa, o yazdıklarımdan ona bir ev yapmak isterdim. İntihar gibi yaşıyordum ve bir an bile elimi bırakmadı. Sayıklamalarımı kağıda, o geçirdi. Bir an bile... Doğuda taşların ve yılanların fısıltılarını dinledim. Avuç içlerimle ve eteklerimle konuştum. Eteklerim, tükenmez kalemle yazılan sözcüklerle doluydu. Tükenmiyordu, tükenmiyor işte... Bak, ne kadar güzel yanıp sönen ağaçlar...

Virginia Woolf,'Bir kadın olarak ülkem yok.Bir kadın olarak,bir ülkem olsun istemiyorum.Bir kadın olarak,bütün dünya benim ülkem' demişti.Bir kadın ve bir sanatçı olarak senin ülken neresi?

Milliyetçi sayılırım, ülkeme aşığım. Türk olmak, bana haz veriyor. Bütün dünyayı, ülkem hissetmiyorum. Bir tane annem var, herkes annem değil. Birileri ne hissederse hissetsin, ben bir ülkeye ait olmaktan hoşlanıyorum. Coğrafik sınırlarım, dünyaya taşmıyor. Akçaabatlı Umay'ım, annem Serpil, oğlum Toygan, arkadaşım Dilek, sevgilim... Herkesi- her yeri hissetmiyorum. Üzüleyim mi? :)Önceleri, dünya vatandaşıyım gibi cılız laflar ederdim. Yok artık, etmiyorum. Delirmiş derecesinde hakikat peşindeyim. Hakiki olmayan kimseyi, iki dakika bile yanımda tutmuyorum. Ucu açık duyguları cezalandırıyorum, belki yaşlandım. Emin olmak istiyorum, yanlış bile olsa emin olmak ve ona sarılmak.

***

Yazarlık mı yoksa şarkı söylemek mi? Hangi ruh halleri bir diğerine yakınlaştırır sizi? Şimdi neresinde Umay Umay?

Hayat değil kendiniz! Kendiniz kendinizi öyle bir yere götürürsünüz ki artık birinin diğerinden fazla farkı yoktur. Artık ne yaparsanız onu seviyorsunuzdur. Bu dikiş dikmek bile olabilir. Ki dikiş de farklılıklarını yarattığı an büyük sanat. Bence elbette. Müziğe çok uzak kaldım, ondan korkuyorum. Yazmaksa hep yanımdaydı. Elbiselerime kadar yazdım. Kalkmaya üşenip çarşaflara yazdım. Yazıyla batarak çıkarak beraberlik evet! Evet de hep müziğe gömüldüm. Hep.

Şarkı ve şiirlerinizde canı yanmış ama yine de hiçbir şeye 'eyvallah'ı olmayan bir kadın var. Öyle midir gerçekte Umay Umay?

Öyleyim, sanki.

Kırmızı? Umay Umay rengi sanırım. Yazı ve şiirlerinizde insan hissediyor vurgusunu?

Kırmızıyı sevmeyen yoktur. Haa vardır vardır, korkaklar sevmez evet.

Nette hakkınızda bir çok şey yazılmış çizilmiş. Çoğu güzel şeyler. Bir tanesi vardı; "Camlar ülkesinin kraliçesi olduğuna inananlar için kalbi camdandır." Etkileyici bir tanımlamaydı. Umay Umay'ın kalbi çok mu kırıldı? Aşk hakkında ne söylemek ister, bu denli derin yaşayan ve yazan bir kadın olarak?

Kırıklar üstüne çok laf etmeyi sevmiyorum artık. Üretirken tepemde duran algıyı, altımdaki denizi, yanımdaki kuyuyu, arkamdaki dağı artık röportajlarda dillendirmek istemiyorum. Kaldı ki iyi okuyucularım bu soruların cevabını kitaplarımda keşfettiler.

Beni sevenler hakkımda güzel laflar eder doğru. Sağ olsunlar. Ama kimsenin görüşünü ne olumlarım ne olumsuzlarım. Memnuniyetim de memnuniyetsizliğim de bende saklı kalsın.

Yine de çok sevilmeyen biri olarak beni sevmeyi denemiş veya başarmış herkese tek tek tüm kalbimle teşekkür ederim.

"Ben insanın doğduğunda Tanrı'ya ulaştığını düşünüyorum." Bu düşüncenizin özünde yatan neydi içinizde?

Tam da dediğim gibi: "Ben insanın doğduğunda Tanrı'ya ulaştığını düşünüyorum." işte. O kadar net.

Kitap kapaklarındaki görseller sizin eseriniz. Fotoğrafla olan yakınlığınız nasıl başladı? Hatta fotoğrafa olan ilginiz arkadaşınızı kaybetmenizle başlamış?

Bir tutunma meselesiydi. Anı sesle yakalamak ne büyülüydü. Susmanın en kıymetli yollarından biriydi. Hem hareketli hem dondurucu. Fotoğraftan çok şifa aldım. Ağrı kesiciler bile fotoğraf kadar şifa vermedi bedenime. Şimdi sadece kendimi çekiyorum. Niye mi? Kalanımı merak ediyorum. Bana benden ne kaldı'yı. Soluşumu, yolculuğun sonunu. Gülerek ya da üzülerek. Merak tetikleyicidir.

***

Şöyle sorayım, şiirinde geçtiği gibi bu vapura herkes gelebilir mi?

Sözün oyunlarıyla hakikatin durumu çok farklı. Ama hepsinin sana geldiğini ya da hiç gelmeyeceğini hissettiğin anlar benim için çok olağan anlar.

Senin gerçeğin nedir? Nerede ayrılıyor o sınır?

Benim bir gerçeğim varsa ben onu ayırabildiğimi sanmıyorum. Ayırabilsem zaten gerçek nedir, ne değildir kuşkusuyla bu kadar boğuşmazdım.

Bu çok rahatsız edici olmalı...

Yıllar evvel ben sana rahat bir üçlü koltuk olmadığımı söylemiştim.

Vapura dönelim, Tanrı'yı vapurla özdeşleştiriyorsun.

Ben Tanrı'yı her şeyle özdeşleştiriyorum. Şu yudumladığım kahveyle de özdeşleştiriyorum. Şu anda mesela; yarım saniyenin yarısı kadar da yakın bana.

Arada uzaklaştığını da söylüyorsun.

Ee, kavga etmeden olmaz. Tanrı'yla kavga etmesem kiminle kavga edeceğim. Kim daha değerli ki? Ondan daha güçlü, daha yanıltıcı, şaşırtıcı, hüsrana uğratıcı, ödüller verici... Onun varlığı ve yokluğu kadar sarsıcı hiç bir şeyim olmadı.

Neye bozulup kavga edersin?

Tanrı bana aç insanları anlatamıyor, ama aynı zamanda anlatıyor da. İnsanlara baktığımda; insan zaten her şeyi anlatıyor. Niye kötü olduğunu veya niye iyiliği seçtiğini, her şeyi anlatıyor. Orada barışıyorum. Çelişki yoksa hayat yok. Benden sakın öyle çelişmeyen, karar verilmiş cevaplar bekleme. Ben kendimi kendimden alamadım çünkü. Ama muallakta olmak değil bu, muallağın ne olduğunu biliyorum. Muallak, b.ktan bir şey. Muallak, hissetmez zaten. Kavga da etmez. Tanrı'yla kul düzeyinde sorunu ve korkusu vardır. Ben çok korkarım, hiç korkmam. Benim Tanrı'mla aramdaki ilişki ödlekçe değil. Cesareti de Tanrı'dan alıyorum.

Genelde insanların Tanrı'yla değil de kullarıyla kavgası olur hep. Senin olmaz mı?

Olmaz mı? Her gün yüzüne tükürmek istediğim birçok insan var, ama bu kadar.

Dışarıya dair söylemlerin var şiirlerinde. Bu kadar içerdeyken bu kadar da en dışarda olma durumundan söz etsek. Ya da içerisi ve dışarısı nerede birbirine kavuşur?

Sorunum, sorulardan hoşlanmıyor olmam. İnsan ruhunun kıvrımlarını ve inceliklerini tam anlamıyla anlatabilecek cümleleri, sözleri hayatta bulamıyor, o nedenle zorlanıyorum.

Ama sen dışarıda olmayı tercih ettin.

Hâlâ tercih ediyorum. Ama çok içerden yapıyorum her şeyi. Bir filmden çıktıktan sonra ona soru sormazsın Deniz. Ben durumumu öyle görüyorum. Kendine sorarsın ya da sevmezsin, unutursun. Kendime her şeyi söyleyip bitiriyorum. Sonra susup tekrar bağırıyorum. Bunların cevaplarının verilmesi yerine anlaşılması ya da reddedilmesi gerekir. O yüzden sanırım doğru sorulara karşı yanlış biriyim.

Israrla dışarı meselesini açmak istiyorum. Dışarıda sahiden kurtarılacak bir şey var mı?

Hiç yoktu. Hiçbir zaman da olmadı. Ne kurtarılacak ne de kazanılacak bir şey var. Biz onu öyle sandık. Hâlâ öyle sanmaya devam ediyoruz.

Ya evler? Evler de tekin değil. Öğrendik bunu, değil mi? Belki sokak daha korunaklı kaldı, içeride yaşanan şiddetin yanında.

O zaman hangi sokak, hangi ev diye tartışabiliriz. Ben sokağı hep evim gibi gördüm ve sokakta yaşadım. Estetize edilmiş, uydurulmuş da değil öyle. Gerçek anlamda sokak kültürünün içindeydim. Üstelik imtiyazlı olacaksın, paran da olacak hem de öyle bir hayatı seçeceksin. Bunu yaşadım. Sokağı hep evim sandım. Eve gelirken sokağa çıkıyor gibiydim. Evde süslenir, sokakta süslenmezdim. Sokakta yer, evde yemezdim. Bazen üstümü başımı bile şehir tuvaletlerinde, bar tuvaletlerinde değiştirirdim.

Kitabın bütününe baktığımda bir veda söz konusu. Ya da vedalaşma diyelim ama...

Yok katılmıyorum. Zaten benim türümde yazan insanların birinci meselesi değil mi bu? Hep bu duyguyla yazmazlar mı? Veda duygusu yazarken çok önemlidir. Ama veda üzerine kurduğumu sanmıyorum bu kitabı. Evet, veda çok kullandığım bir kelimedir. Ben okuyucu olsaydım, çok öfkeli ama umutlu bir kadın görürdüm.

Hüzün mutsuzluk değildir. Pesimist bir tavır da değildir. Hep karıştırılıyor bunlar. Doğa tarafından, Allah tarafından veya hormanlarım tarafından hüzünlü olabilirim. Beni oraya hapsetmenize çok kızıyorum. Vedalar, hüzünlü...

Ben hüzün kelimesini kullanmadım. Hüzünlü demedim. Aynı zamanda sorumun devamını da dinlemedin.

Hüzün olmaz mı, elbette var. Hüzün benim sigaramı söndürüşümde bile var.

Tamam, analiz etmeyi bırakayım o zaman.

Yüzüme karşı analiz edilmeye müsait değilim.

Ben seni baştan aşağıya anlamamış olabilirim. Ama vedayı bir bitiş değil de başlangıç olarak yorumlamışsın şiirlerinde. Zaten sorunun devamında buraya gelecektim. Elbette bu da bir umut belirtisidir.

Çok dişi bir şey söylüyorum. Yazılarımda okuyucuların çok az gördüğü umutlu bir şey var. Umutsuz sanatı hiç sevmem. Mesela; Zeki Demirkubuz'a katlanamam. Umutsuzdur o, mutsuz değil. Kuru mutsuzluğu hiç sevmem. Benim mutsuzluğum çok dişidir, üreticidir, sarsıcıdır. Ölürken bile umutsuz olmayacağımı düşünüyorum. Vedayı da çok güzel kullanıyorum. "Her elveda kırık bir merhabadır aslında," diye bir cümlem var. Evet, çok mutsuzum ama çok güzel bir mutsuzluk bu. Senden değil ama genel olarak okuyucunun algısında benim umutsuz ve karanlık olduğuma dair yargı var. Lunapark gibidir benim yaşadığım alanlar, mumdan nefret ederim. Bütün ev ışıl ışıldır.

Asıl soruya gelmek istiyorum. Kapı imgesi çok sık geçiyor şiirlerinde. Kapı sanki ölüme açılan bir yol. Ve kutsal bir tarafı da var. Tanrı'ya ulaşmak gibi. Aynı zamanda kavuşmayı da işaret ediyor. Bu benim çıkardığım bir şey. Sen belki başka amaçla yazmış olabilirsin.

Ben insanın doğduğunda Tanrı'ya ulaştığını düşünüyorum. Ölümle Tanrı'ya kavuştuğunu sanmıyorum. Belki de ölüm, Tanrı'ya allahaısmarladık dendiği andır. Yani Tanrı'yla işinin bittiği andır. Artık iyilik veya kötülük yapmana gerek yok çünkü. Her şey nefes alıp verirken oluyor. Tanrıyla tanışma, doğum anında olur, hatta anne karnına düştüğün andır bence.

Peki çok seven kadının haksızlığı nerede başlıyor Umay?

"Ben yazmadım, redaksiyon hatası," demek geliyor içimden Deniz.

Yok, dizeyi açıkla demiyorum, bu dizeden yola çıkarak kadınları soruyorum.

Yıllar önce bir kadın oluşumu aradığında "Ne kadını, ne kütüphanesi?" dedim. (...) Öyle üzüldüm ve kızdım ki; sen masasın, sen kadınsın, sen asfaltsın, puff... Aynı ayrılma isteği, aynı faşizan istek. Aynı berbat anlayış. Elbette kadınım ve böyle hissederim, bu ayrı. Ama bütünde böyle bir şey yok.

Kadın kütüphanesi, kadın sineması, kadın edebiyatı gibi ayrımlar yapılıyor. Bir süre sonra öyle bir hale geliyorsun ki, seni bu kodlarla çağrdıkları için sen de bir şekilde bunun içine giriyorsun. Ya da öyle çağrılmayı, mesela kadın şair ifadesini ister istemez kabul ediyorsun. Ama şöyle bir durum da var: Kadının görünürlüğünü bir şekilde kanıtlaması gerek. Bir şekilde bir yerde toplanması ve tanıtılması da direnmek anlamında önemli. İlk etapta belki gerekli. Ama ilk etapta. Sonrasında yapılacak şey, kimliklerden sıyrılarak aslında birey olmaya çalışmak ve yaptığın işle öne çıkmak. Özellikle son otuz yıldır kimlikler üzerinden bir politika uygulanıyor.

Bu kategorilere ayırma işi bana komedi geliyor. Ve kadını azaltıcı bir şey bu. Bir gay fotoğrafçı gay fotoğrafları çekmiyor ama gay diyorsun. Bu daha büyük bir propaganda. "Bugün Hindistan'da kadınlara on sekiz saatte bir tecavüz ediliyor, biliyor musunuz" diye yazan plazalardaki insanlar günde on sekiz kere kendilerine ne türlü tecavüz edildiğini görmeden nasıl yazabiliyorlar? Cehennem gibi dram. Büyük komedi geliyor bana dünyanın şiddetini bu dille anlatmak, algılamak, karar vermek ve bu dile mensup olmak. Hiçbir şeye mensup değilim. Hangisi daha acı; kadın dramı mı, insan dramı mı, emin değilim.

Hiç soru sormadan, sadece 'Aşk' desem?

Kalbimi kırmasan bugün? Bak yağmur yağıyor...

Kaynakça: Çağlar Yerlikaya ile röportajı, Okur-Yazar dergisi ile 2013 yılı röportajı, Deniz Durukan ile röportajından derleme sorular alınmıştır. Kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top