Mehmet Akif Ersoy
Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak vatan ufuklarını aşan şair
Mehmet Akif, tam on bir yıl süren bu uzun seferin sonunda, işte bembeyaz bir hastane odasının bembeyaz bir yatağında solgun, mecalsiz ve bitap
yatıyor. Başucundaki sandalyeye oturdum. Ak kılların çerçevelediği bu sapsarı yüze, bu gevşemiş, şarkmış çizgilere bu yorgun ve dalgın gözlere bakıyorum, zaman denen şeyin kudretini hayat denen efsanenin sırrını bilmek istiyorum, sonra yavaşça soruyorum.
-Özledin mi bizi üstat ?
Dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı hiç ses çıkarmasaydı bile, bu zehir gibi gülümseyişiyle her şeyi söylemiş olurdu.
Özlemek mi oğlum..Özlemek mi ?
Bu acının büyüklüğünü bir daha kendi içinde görmek ister gibi gözlerini
yumdu, sonra kesik kesik konuştu;
Mısır'dan üç gecede geldim. Bu üç gece otuz asır kadar uzun sürdü. Orada on
bir yıl kaldım. Fakat bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım çıldırırdım...
-Hasret
Kupkuru dudaklarında kendi gibi solgun bir ses sızıyor;
....Çok acı...
-Kavuşmanın sevinci ?
Onu sorma oğlum...Onu ben kendi kendime bile soramıyorum..ancak yazık ki vapurdan çıkar çıkmaz yatağa düştüm. hiç bir şey göremedim.
Ve kendi kendine söylüyor;
Cennet gibi yurdumdayım ya... Çok şükür.
Hastalığı akla geliyor;
Karaciğerim, dalağım şişmiş. geldik, yattık burada. Müşahede altına aldılar,
bakalım ne olacak?
Eski hatıralarını deşiyorum. Milli Mücadele'nin ilk günlerinde Ankara
istasyonunda karşılaşışımızı hatırlıyorum.
Evet diyor. İstanbul'dan, mücadele aleyhine fetva çıktığı gün
ayrılmıştım. Üsküdar'dan araba ile şimdi ismini hatırlayamadığım bir köye
gittik, oradan 'Cuma'yı tuttuk. O zaman Adapazarı'nda karışıklıklar vardı,
kenarından geçtik, kah öküz arabalarıyla, kah beygirlerle lefke'ye geldik ve trenle Ankaraya ulaştık..
Ankara Yarabbi ne heyecanlı gün... Ya Sakarya günleri... Fakat bir gün bile
ümidimizi kaybetmedik, asla ye'se düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir
miydi? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz..Fakat imanımız büyüktü.
Yorgun, susuyor..
-İstiklal Marşı'nı nasıl yazdınız ?
Yavaşça yatağında doğruluyor, yastıklara yaslanıyor sesi birden canlanıyor;
Doğacaktır, sana vaat ettiği günler hakkın!...
Bu ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün. İmanım olmasaydı yazabilir
miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez.İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki' İstiklal Marşı'nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.
Ve gözleri, yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme
titriyor.
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!
-Ya büyük zafer üstadım... O anda ne duydunuz?
Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeniden canlanmış gibi nereden
geldiği bilinmez bir ışıkla gözlerinin içi gülerek;
Ah diyor;
Ve bir lahza bırakıyor kendini bu eşsiz sevincin koynuna. Dalıyor ve
sesini ta içten dudaklarına dökülüşünü seziyorum;
Allahım ne muazzam zaferdi o' ortalık hercümerç oldu... Beş altı saat içinde
bir başka dünya doğdu.
Tekrar gözlerini yumuyor.
Ve biz mest olduk !
-O zaman bir şey yazmadınız mı ?
Artık benim ne düşünecek, ne duyacak, ne yazacak hatta ne yaşayacak takatim
kalmıştı... Bizim dilimiz tutulmuştu. Ordu, bizzat yazıyordu.
Üstadı ziyarete gelenler, görüşmemize ikide bir fasıla
veriyorlar. Hasta bakıcı hemşirenin getirdiği yemek tepsisi odayı bir parça
boşaltıyor, şimdi o ağır ağır çorbasını içerken bir yandan da benimle
konuşmak nezaketini gösteriyor;
-Mısırda nasıl vakit geçirdiniz ?
Kahire'nin yirmi beş kilometre cenubunda Helvan vardır. Sakin asude bi
köşedir. Orada oturdum. Zaten,tab'an münzevi bir adamım. Gürültüyü
sevmem. İstanbul'da iken de böyle idim. Mısır'da da darülfunun işi çıkıncaya
kadar Helvan 'da yaşadım. Son zamanlarda kahireye indim.
-Sevdiniz mi Mısır'ı ?
Var güzel tarafları var.. Bilhassa kışın.. Hoş yazın da sıcak iklimlerde
bulunduğum için muzdarip olmazdım. Orada sıcak da sürekli değişir, evler de
ona göre yapılmıştır. En sıcak günlerde odaların harareti yirmi sekiz,
otuzdan fazlaya çıkmaz.. Fakat bir yaz günü İstanbul... Bu doğup büyüdüğüm, bütün dostlarımın yaşadıkları İstanbul, hele Boğaz gözlerimin önüne
gelince...
-Mısır'da neler yazdınız ?
Geçmişten adam hisse kaparmış. Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Ve üstadın Helvan'da yazdığı 'Firavunla Yüz Yüze'sinden şu son parçayı alıyorum;
Bileydim, ey koca Mısır'ın ilahi uryanı!
Mezara, heykele ait bütün bu velveleler
Bekan için mi hakikat? Meramın oysa, heder;
Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli
Fakat bu hakı ne taştan, ne leşten istemeli!
-Kolay mı yazarsınız ?
Dudaklarına götürdüğü bardağı yana çekerek;
Hayır... diyor ve suyunu içtikten sonra, devam ediyor;
Çok uğraşırım. Epeyi çalışırım. Mevzuu uzun boylu kafamda işlerim. Nihayet
kağıt üzerine naklederken de hayli yorulurum.
-Zevklerimizi sorabilir miyim üstadım ?
Hafifçe 'zevk' diye dünyada bir şey var mı der gibi yüzüme
bakıyor;
Zevk mi? Benim zevklerim mi? Eğer sevdiği eserleri okumak, hoşlandığı
mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapayalnız, bir köşeye çekilerek, sessiz sedasız düşünmek bir zevkse... Eh benim de zevklerim var demektir.
Çorbasından başka bir şeye el sürmeyen şaire, hastabakıcı hemşire, yalvaran bir sesle öteki yemekleri gösteriyor;
-Siz yorulmayın. Ben vereyim.
Yiyemeyeceğim.
-Bir parça sütlaç...
-Mümkün değil. Rica ederim ısrar etmeyin.
Ve bana dönüyor.
Eskiden beri yemekle başım hoş değildir. Sigara da içmem. Şimdi doktorlar zorla ye deyip duruyorlar. Zorla ne olur ki, yemek yenebilsin.
Tekrar yatağına geçince, ben de vedaya hazırlanıp ayak üstünde
soruyorum:
-Neler yazacaksınız?
Biraz kendime gelirsem,yazacak şeylerim hazır.
Eliyle birkaç defa başına vuruyor.
Var kafamda hazırlanmış mevzularım.
-Ya en son yazınız ?
Mısır'da geçen sene bir resmimi çekmişlerdi. Güneşli bir hava idi gölgem de upuzun, kumlarda duruyordu. Bu resmin altına şöyle yazmıştım;
Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok
Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak
Postu sermekse meramın yola, serdirmezler
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak!
Ve kupkuru kalın dudaklar birbirine yapışıyor.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top