Faruk Nafiz Çamlıbel

{Hayat, Tarih Mecmuası, mı. 12, Ocak 1971)

Büyük şairimiz Faruk Nafiz, tanıdığım meşhurların en içten, en samimî olanlarından biri. Bu özelliklerinin ya nısıra üstadın insanı mahcup eden bir tevazuu var. Bu su yede, Arnavutköy'deki evinin şahane manzaralı salonunda çekinip, sıkılmadan konuşma imkânını buldum. Şüphesi/ ilk suallerim şiir üzerine oldu.

—İlk şiiriniz nerede yayımlandı?

—Şiir denir mi, denilmez mi, bilmiyorum. İlk manzum yazım, henüz çocuk sayılacak bir yaşta, iğreti bir adla Çocuk Dünyası nda çıktı. Hatırımda kalmasının biricik sebebi de, "Saat" başlıklı bu yazımın, aynı yıl basılan İlkokul okuma kitaplarında yer almak gibi bir talihe mazhar olmasıdır:

O, her zaman, üşenmeden

Ve durmadan mırıldanır

Duyarsın işte dinlesen

Takırtılar lâkırtıdır

"Trik, trak... Trik, trak..

"Ayıp ayıp çalışmamak!"

Bu mazhariyetin tek sebebi de, yazının değerinden değil, o Balkan Harbi zamanında bizde henüz çocuk edebiyatının yerleşmemiş olmasından ileri geldiği muhakkak.. Ancak beni eşe dosta tanıtan ilk şiirim. Celâl Nuri'nin yayımladığı, Edebiyat-ı Umûmiye Mecmuası'nda. çıkan "Şarkın Sultanları"dır.

— Zamanı?

— Eski zaman.. Dünya Harbi'nin ortalarında!

— Hangi Dünya Harbi'nin?

— "Eski zaman" olduğuna göre, Birinci Dünya Harbi. Gerçekten eski zaman değil mi?

Sanki örterdi ağaçlar bu geniş maviliği,

Uhrevî beldeler üstünde güneş parlardı;

Bir havari gibi hergün denizin inlediği

Kumlar üstünde gezen inci kadınlar vardı..

Mısraları ile başlayan ve:

Esti bir gizli nefes gölgeli sahillerden Sandalın taşlara yaslandığı tenha yerden

İndi Şark'in sarışın kızlarının en genci

Arkadan bir köle, munis ve uzun bir zenci... Sanki vurmuştu benim alnıma göllerdeki sam; Kumların üstüne düşmüştü yılan başlı âsâm!

şeklinde devam eden bir aruz eseri. Her nedense, bu ilk şiir talihli çıktı. Başta müşkülpesent üstat Cenap Şehâbeddin olmak üzere, yaşlı genç, epey çağdaşların dikkatini topladı. O devirlerde, eski şöhretlerin yeni isimleri takdim etmesi bir edebiyat, bir sanat geleneği hâlinde Gençler, büyüklerin hatırlarını sayar, yaşlı olanlar da küçüklerin eserlerine ilgi duyardı. Bu suretle çevre, zahmetsizce, takdire hazırlanmış olurdu. Sonraları bu gelenek sarsıldı, bozuldu galiba. Gençler, ustalara aldırmaz, ustaları da çırakları umursamaz oldu. Öyle sanıyorum ki, toplumumuzda ilk anlaşmazlık bu bölümden başladı. Bu işle ununu elemiş, eleğini asmış olanlardan ziyade, henüz eleği eline alanların durumu, düşündürücüdür. Büyük bir gazete-derginin açmış olduğu şarkı güftesi yarışmasına 13.750, evet, tam on üç bin yedi yüz elli gencin katıldığını, şüphesiz işitmişsinizdir. Nesiller arasında, karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bir yakınlık kurulmuş olsaydı, ilk ele meler daha yarışmadan çok evvel yapılır, imtihan kapısında bu kadar izdihama meydan kalmazdı. Eski isimler zamanla çekilip gidiyor; onlar gidince, mücadele kendi aralarında başlayacak; dava, pek basit değil. Zorla güzellik olmadığı gibi, zoraki yenilik de olmaz. Edebiyatımızda-divân dışında-her nesil on, on beş yıla varmadan tükeniyor. Tanzimat edebiyatının ömrü daha uzun sürmemiştir; Servet-i Fünûn'un hayatı daha süreksiz; hele Fecr-i Aticiler... Bunlar, haricî sebepler olması ile zaten bu kadar zaman içinde tükenirlerdi, tükendiler...

Sanatseverler aynı teraneyi dinlemekten usandılar. İşte bizim Beş Hececiler de böyle bir tüketim sonunda yetiştiler. Keramet, kendilerinde değil, böyle bir devre rastgelmiş olmalarındadır. Hepsi de aruz vezninden heceye geçtikleri için, mısraları daha ahenklendirmesini başardılar ve bu sebeple dünkülerin aşırı husumeti ile karşılaşmadılar; hatta böyle vezne sözümüz yok diye, teşvik bile gördükleri oldu.

— Gerek veznin, gerek lisanın o devirlerde böyle hoş karşılanmasının başlıca amilleri?

— Ziya Gökalp'm ilmi ile Yahya Kemal'in zevki, şüphesiz. Bunlar, mevzu ve ilhamlarımıza istikamet çizmişlerdir.

— İlhama inanır mısınız?

— Hem de nasıl, perisi ile beraber.. Hislerimizin, heyecanlarımızın en dolgun zamanında, bir tesadüf, bir hâdise, bir manzara, bir yüz, ne diyeyim, herhangi bir vesile, şimşeklerin boşalmasına meydan verir; bu infilâk, bence, ilhamın ta kendisidir. "Şair"de buna temas etmek istemişimdir:

Eşyayı tanırken hepimiz sade dışından

Esrarına yol bulduk onun anlatışından

"Cemşîd" eli dökmüş gibi bir cama sabûhu,

Mânâyı odur lâfza koyan, maddeye ruhu.

Her cisme hulul ettiği günden beri bir cân, Pervanede âşık görünür, şu'lede cânân.

Şair kanı gezmiş gibi mermer damarında

Hülyalar uçar heykelin a'mâ nazarında...

Meselâ, bir tesadüfün ilhamı:

Bir kadın geçti yanımdan, dökerek rüzgârını; Sardı etrafı bu rüzgârla ıtır, nağme ve renk. Yeniden buldu hazan dalları, yapraklarını; Yeniden döktü bahar, bahçeme yüzlerce çelenk.

İşte, lodoslu bir Boğaziçi akşamının söylettikleri:

Bir orman yangınıyla kızardı karşı dağlar;

Taraf taraf tutuştu mes'aleler, çırağlar;

Bir renge girdi eşya günün altın tasında.

Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında

Birden alev alıyor düşünceler duygular;

Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular.

Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest; Ateş vermiş çizdiği esere bir çire-dest...

Bir hadiseden akisler:

En şanlı ganimet bana sensin bu akından;

Mânâ ile, maddeyle, uzaktan ve yakından,

Bir sarmaşığın dalları hâlinde giriftiz; Efsânelerin bin bir isim verdiği çiftiz!

— Şiirlerinizden hangilerini daha çok seversiniz?

— Talihsizlerini daha çok severim. Talihli şiirlerimi zaten koruyanlar bulunuyor; "Han Duvarları", "Firari", "Çoban Çeşmesi", "Kıskanç", "At", "Çankaya", "Sen Ner-desin?" ve "Canavar"daki "Yağmur Duası" ile "Akın"daki "Çini"gibi...

— Ya talihsizleri?

— En az bunlar kadar emek verdiğim hâlde, boyunları bükülmüş, akıbetlerini bekleyen sahipsizler... Takdirini size bırakıyorum.

— Bugünkü sanat durumu hakkında?

— Hâlâ tezgâh başında saçlarını biraz daha ağartmaktan zevk alan Orhan Seyfi Orhon'la Hâlid Fahri Ozansoy'u sevgi ve saygı ile anmadan geçmek kabil mi? Onları takip eden nesilden Ahmed Muhip Dranas, Ümit Yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı Erdoğan'da, her zaman arayıp okuduğum aziz şahsiyetlerdir. Son devrin yegâne tetkikçi ve tenkitçisi üstad Nihad Sami Banarlı'ya, edebiyatımızın ve edebiyat tarihimizin neler borçlu olduğnu, yalnız başına Yahya Kemal Beyatlı külliyatı ispat etse gerektir.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top