Abdülkadir Budak
Leyla Akgül'ün Abdülkadir Budak'la yaptığı söyleşiden...
Leyla AKGÜL – 23 Nisan 1952'de, Sivas'ın Hafik İlçesi'nde doğdunuz. İlkokula Ankara'da başladınız ve Sincan Lisesi'ni bitirdiniz. 1994 yılında devlet memurluğundan emekli olarak Ankara'ya yerleştiniz. İlk şiiriniz, Mayıs 1970 tarihli Defne Dergisi'nde yayımlandı. Kayseri'de bulunduğunuz yıllarda, şair arkadaşlarınızla birlikte Ozanca ve Hakimiyet Sanat dergilerini çıkardınız. 2000 yılında, 12 sayı çıkan Şiir Odası Dergisi'nin yayın yönetmenliğini yaptınız. Şiirleriniz ve şiir üzerine yazılarınız Yazko Edebiyat, Yeni Biçem, Adam Sanat, Varlık, Pencere v.b. dergilerde yer aldı.
Bunları biliyoruz.
Peki bunun dışında Abdülkadir Budak kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Abdülkadir BUDAK - Kendimi size biyografik bilgilerin dışında anlatabilecek kadar tanısaydım şiir yazar mıydım? Şiir, insanın biraz da kendini açma, bu yolla tanıma çabası değil midir? Şiir asıl dilimdir, gerçek biyografimdir demiştim bir yerlerde; bakılacaksa daha çok da şiire bakılmalıdır. Evliyim, iki çocuk babasıyım, hayatımı kazanmak için hayatım boyunca çalıştım, evden işe işten eve diye ilavede bulunsam ne olacak; bunları şiirlerimde söylemişim zaten. Şiiri okuduklarımdan, öteki hayatlara tanıklıklarımdan olduğu kadar, daha çok kendi hayatımdan da çıkaran bir insanım. Yazdıklarım hem aynamdır bir bakıma, hem tanıklığımdır. Hayatımın yer yer şiir halindeki tutanaklarıdır. Kimi şiir adlarına bakmak bile bu konuda yeterli bir fikir verebilir. Şaire bohem bir hayat, amiyane tabirle biraz serserilik yakıştırılır ya, ben bu nitelemelerin dışında bir hayat sürdüm. Dediğim gibi evden işe, işten eve... İyi bir şair olmak istediğim kadar iyi bir eş, iyi bir baba olmayı da çok istedim. Hayattaki sorumluluğum şiirdekinden daha geride kalmadı desem yeridir. Bu bazen öyle bir yere varmış olmalı ki "şair gibi yazdım da yaşamadım hayatı" deyiverirmişim bir şiirimde. Ya da tutup Ev Zamanı gibi bir kitap yazmışım. Bunalımlarım, açmazlarım, çıkmazlarım da başlatmış bir şiiri, bir kitabın kapısını aralamış. Şiirim hayatıma dâhilmiş.
Leyla AKGÜL - İlk şiirinizi ne zaman yazdınız? O zaman bugün gelmiş olduğunuz yeri hayal etmiş miydiniz?
Abdülkadir BUDAK – İlk şiirimi ne zaman yazdığımı hatırlamam mümkün değil. Ama aşık olduğum komşu kızına Orhan Veli sitiliyle şiirler yazmaya başladığımda orta sondaydım. Onları şiirden çok şiirsel aşk mektupları yerine koyduğum içindir ki, yazdığım ilk şiirden çok yayımladığım ilk şiir esastır bende. O da "Kırık Dallar" adını taşır ve Ankara'da o yıllarda (1970) yayımlanan Defne dergisinde çıkar. Buradan başlatırım şiir serüvenimi ve dönüp arkama baktığımda 36 şiir yılını doldurduğumu görürüm. Bir gün bile ara vermeden üstelik. Bugün gelmiş olduğum yer sizce bir hayalin gerçekleşmiş olduğuna mı geliyor ki bana böyle bir soru soruyorsunuz? Şiirde gelebileceği en iyi yere gelmiş mi sayılıyorum? Bu soruyu yanıtlamak beni aşan bir şeydir. Ben sadece başımdan geçen bir şeyi anlatayım da, bundan siz bir şeyler çıkarmaya çalışın lütfen. Lise öğrenimime yeni başladığımda, edebiyat derslerine giren öğretmenimin değil de, kimyacının şiir sevdiğini fark etmiştim. Ona gösteriyordum yazdıklarımı. Beni kırmamaya özen göstererek aksayan yanları üstünde duruyor, okumam gereken kimi şairlerin adlarını veriyordu. Şiirlerimi sıkça göstermeye başlamış, öğretmenimi bunaltmış olmalıydım ki, bir gün bana "bak Abdülkadir, şiirlerini Varlık ya da Hisar dergilerinde okumaya başladığımda şair olduğuna inanacağım" deyivermişti. O günden sonra göstermedim yazdıklarımı. Bu iki dergiyi zorlamaya başladım. Gel zaman-git zaman, bu iki dergide de şiirlerimle yer almayı başardım. Bugün kitap sayısı on beşi buldu. Kimya öğretmenim beni izledi mi, inandı mı şair olduğuma? Siz başka şeyleri merak edersiniz, ben ise en çok bunu.
Leyla AKGÜL – Sizce şiir nedir? Abdülkadir Budak şiirlerini nasıl bir ruh haliyle yazar?
Abdülkadir BUDAK - Keşke "şiir nedir" sorusunu herkes gibi siz de sormuş olmasaydınız. Her şiir kendi tanımını, hatta tanımsızlığını kendisi getirir, taşır. Şair şiir sanatına katkıda bulunmak, anadilinin şiir seviyesini bir üste çıkarmak gibi bir çabaya girse bile, kendini ancak bu yolla ifade edebileceğine inandığı için yazar. Konuşma diliyle, öteki davranış biçimleriyle iletişim kuramadığı için daha bir çıkmaz yol gibi duran şiiri seçmiştir. Çıkmazın güzelliği bir yandan heyecanlandırır şairi, ondaki merak duygusunu geliştirir. Bir çocuk gibi sorular yöneltme yetisini kazandırır kendisine. Şiirin doğası yanıttan çok soruya dönüktür. Açıklanmaktan, tam olarak anlaşılmaktan çok sezilmeye yöneliktir. İnsan ruhunun karmaşıklığına denk düşer şiirin karmaşıklığı. Nasıl ki bir insanı çözmek kolaya değilse, şiiri çözmek de o kadar kolay değildir. Yeri gelir yazanını (şairini) bile aşar şiir. Onu bile şaşırtır. İyi, kalıcı şiirler böyledir. Buradan şiirlerimi hangi ruh halinde yazdıklarıma gelirsem işim daha da zorlaşacaktır. İnsan gibi, bir şiir aynı anda değişik ruh hallerini içerebilir. Gözündeki yaşla gülen insana rastladığınız olmuştur değil mi? Şiir de öyledir. Klasik deyişlere yaslanıp şöyle dememi beklersiniz belki de. Hüzünlenir hüznün şiirini yazarım, sevindiğim de ise sevincin şiirini. Umut yüklü şiirlerim en umutlu olduğum zamanlarda çıkar, karamsar şiirlerim ise en karamsar, kötümser zamanlarımda öyle mi? Bence tam da öyle değil. Hatta tam tersi olur. Şiir duyguyla birebir tekabül eden bir şey değildir; Fransız şairinin dediği gibi "şiir duygularla değil kelimelerle yazılır". Bir gazete haberi, bir olay, dostun sarf ettiği bir cümle ya da kendinize ait bir yoğunluk hali şiire başlamanız için yeterli olabilir. Doluluk taşmayı gerektirir. Ama başlangıçtan çok bitiriştir önemli olan. Yazdığınız şiir değeri taşımış mıdır, buna bakılır. Hayat değeri yerini şiir değerine bırakmış mıdır. Şairin hayatından şiirin hayatına geçilmiş midir, buna bakılır. Önemli olan yoğunlaşmadır, yazmadan edemeyeceğiniz bir hal almışlığınızdır. Dünyaya, hayata, insan ilişkilerine, hatta nesnelere şiir gözüyle (şair demiyorum) bakabilme yeteneğiniz, o bitimsiz arzunuz var mı? İnsanı şair edecek olan budur. Şiiri ekmekten, tuzdan ayırt etmiyorsanız, yirmi dört saat bile şiire az geliyorsa sizden bir şeyler çıkar. Şiirin duyguyla olduğu kadar bilinçle, süzülmüşlükle, arınmışlıkla doğrudan ve çok sıkı bir ilgisi vardır. Şiir boş vakit işi değil, bir doluluk işidir. Sürekli taşma hissidir. Hastalığın şiirini sağlıkta, yoksulluğun şiirini varsıllıkta yazabilirsiniz. Aşk şiirini ise aşk bittikten sonra. Sarhoşluğun şiirini ancak ayık adam yazabilir bana kalırsa.
Leyla AKGÜL – Ayna Sandım Şiiri isimli kitabınızda "şair ayna tutandır" demiştiniz. Biraz açar mısınız ne demek istediniz?
Abdülkadir BUDAK - Şiiri şairinden çok da ayrı düşünemeyen biri olarak böyle demiş olabilirim. Şiirin yüzü şairin yüzü olsa gerektir. Kendi hayat tarzınız, hayata bakışınız, seçimleriniz, karşı çıkış biçimleriniz, üslubunuz kişiliğinizin toplamını oluşturur. Bu da yazacağınız şiire yansır. Şiiriniz, yüzünüze tutulan bir ayna yerine geçebilir. Kendi yüzünüzde bütün bir insanlığın yüzünü de görebilirsiniz zaman zaman. Ayna yalan söylemez, neyse onu gösterir. Şiir için tam böyle denilemez belki; şiir yalan söyler, yalanı güzelleştirebilir. Hatta olanı değil de olması gerekeni göstermesi yönüyle aynadan ayrılabilir bile. Kitabımın adı ne yazık ki dar yorumlara da yol açmış oldu. Ben şiirimi kendi yüzüme (içime) bakarak yazıyorum daha çok demek istemiştim aslında. Ama o ayna kırılalı çok oldu. Kırk yerinden kırılmış bir aynadan bakıyorum artık yüzüme. Yüzüm çokgen bir hal alıyor artık, şiirim de.
Leyla AKGÜL – Unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?
Abdülkadir BUDAK – Şiirle, şairliğimle ilgili olsun istersiniz herhalde. Şiir sayesinde o kadar çok anım oldu ki yazsam bir kitap çıkar buradan. Fazıl Hüsnü Dağlarca ile ilk tanıştığımdaki durumumu anlatayım size, şimdi dostum olan bir şairle yumruk yumruğa kavga etmek durumunda kalışımı mı? Kayseri'de bir dergi çıkarmaya karar verip, yerel basında çıkan ilanlardan sonra ölüm tehditleri aldığımızdan mı dem vurayım, ilk kitabım için "bu şairimiz bundan sonra da adını unutturmayacağa benziyor" diye benim için zar atan Behçet Necatigil ustadan mı? Ben yine de, ilk ödül sevincinden, onun maddi karşılığı ile ilgili bir özelliğinden söz açayım istersiniz. Yıl 1982. Görevim gereği Kayseri'deyim, Otuzundayım henüz. Bir gece Cahit Külebi adıyla bir telgraf alıyorum. O zamanın en değerli edebiyat ödülü olan Türk Dil Kurumu Ödülü'nü çocuk edebiyatı dalında kazanmışım; Can Yayınları'ndan çıkan Bir Gül Çocuk adlı kitabımla. Manevi değeri ölçülemez, anlatılamaz da maddi karşılığı da şaşırmıştı beni. Memursun, kirada oturuyorsun, bir eş ve iki çocuğa bakıyorsun. Kıt kanaat bir hayat işte. Ödül tutarı maaşının en az iki katı, ikramiye gibi bir şey. Hayır, bu kadarla kalmıyor. Ödül töreni için Ankara'ya gittiğinde, yine Cahit Külebi tarafından bir çek uzatılıyor sana. "Kaybetme çocuk" diyor Külebi. Konuşma sıranı beklerken çaktırmadan, utana sıkıla çeke bir göz atıyorsun. O da ne? İki maaş tutarı sandığın ödül parası altı maaş tutarına yükselmiş. Bir yanlışlık olmalı diyerek Külebi'ye açıyorsun konuyu, "bir yanlışlık yok, o para senin hakkın" diyor ve açıklama gereğini duyuyor usta. Yönetim kurulu ödül tutarını iki katına çıkarmış ilkin, bazı dallarda ödül verilemeyince ödenekten ayrılan para ödül kazanan bizlere aktarılmış meğerse. Buna piyango demez de ne dersiniz? Şiirden bu kadar büyük para alınacağını söyleseler inanmazdım. O da ilk ve son oldu. % 10 olan telif hakkı dışında para kazanamaz oldum kitaplarımdan. Ne demişti Necatigil? "Ne ki para etmiyor, biz onun ardındayız". Yine de şiirin bir emek işi olduğuna inandığımdan ötürüdür ki belli bir maddi karşılığı olmalı diyenlerdenim. Yeri gelmişken, emeğin hakkını savunan sendika yöneticilerine, etkinliklerine davet edip de yol parasını (şehir içi ise taksi ücreti) bile ödemeyen sanatseverlere bunu hatırlatmak isterim.
Leyla AKGÜL – Ödülleriniz...
1982 Türk Dil Kurumu Çocuk Yazını Ödülü - Bir Gül Çocuk (1981)
1988 Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı Ödülü - Kuşların Alfabesi (1997)
1994 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü - İmzası Gül (1993)
1994 Arıburnu Şiir Ödülü - İmzası Gül (1993)
1998 Halil Kocagöz Şiir Ödülü - Aşk Beni Geçer (1997)
Birçok ödül aldınız neler hissettiniz? Bu ödüller sizi kamçıladı mı?
Abdülkadir BUDAK - Şair at mıdır ki, ödül daha hızlı koşması için bir kamçı yerine geçsin? Şaka bir yana, ödüllendirilmek her meslekten insana iyi gelir. Şairlik bir meslek değil bir duyuş ve bunu ustaca yansıtabilme işidir. Duyuşu olanın duygusu olmaz mı? Ödül şairin duygularını okşar. Kim istemez yazdıklarının beğenilmesini? Ödül, şiirinizi en azından adları belli olan beş-altı kişinin beğendiği anlamına gelir. Seçici kurul ehil adlardan oluşuyorsa, aldınız ödül saygın bir kişi ya da kurumun adını taşıyorsa o ödül değerli bir ödüldür. Yoksa "körler ile sağırlar birbirlerini ağırlar" hesabıyla verilen ödülün değeri yoktur. Hatta bazı ödüller yarar yerine zarar verir şaire. Şair aldığı ödüller kadar almadığı ödüllerle de değerlendirilir çünkü. Şairin ödülü şiiridir. Kalacak olan odur. Ödülün beni ateşleyip ateşlemediği konusuna gelince, bende tersi oldu diyebilirim. Ödül almadan önce ne güzel çocuk şiirleri yazıp gidiyordum, ödülden sonra yıllarca ara verdim. Onlardan daha iyisini yazamayacağımı düşünmüş olmalıyım ya da iyi bir ödüle değer bir çocuk şiirleri kitabım oldu, ikincisine ne gerek var diye düşünmüş olabilirim. Çocuk şiirlerinden oluşan ikinci kitabım da ödül kazanınca yanılmışım galiba dedim kendi kendime. Ama benim en değerli ödülüm Halil Kocagöz Şiir Ödülü'dür. Niçin en değerlisi olmuştur? Şunun için. Bir kere katılma koşulu yoktu onda. İkincisi ise, jüri en az elli kişiden oluşuyor ve sonuç anket yoluyla belirleniyordu. Eleştirmenler ve şairlerden oluşan geniş jüri "yılın şiir kitabı"nı seçmiş oluyordu da ondan. Ödüller böyle verilmeli, şair katılımı, başvurusu zorunlu olmamalı.
Leyla AKGÜL – Yayımlanan kitaplarınızın gereken ilgiyi gördüğüne inanıyor musunuz?
Abdülkadir BUDAK – Ben şiirleri, kitapları değerlendirilen şanslı şairlerdenim. Şiirim hakkında yazılanlar bir araya getirilse buradan da oylumlu bir kitap çıkar. En değerli şairlerden, eleştirmenlerden çok olumlu yazılar çıktı ortaya. Kimi kitaplarım, bazı şiirlerim çözümlendi, uzun yazılara konu oldu. Bazı dergiler özel sayılar düzenledi şiirim ve şair kişiliğim için. Bunları hatırlatmak bana düşmez de, sorduğunuz için söylüyorum: Edebiyat ansiklopedileri, yazar sözlükleri, şiir antolojileri Abdülkadir Budak'sız çıkmıyor artık. Şiirlerimden örnek vermekte geri kalınmıyor. Yurtdışında çıkan antolojilerde de yer bulabiliyor şiirlerim, yabancı dillere çevriliyor. Türk şiirinin son otuz yılına bakıldığında adımı görüyorum. Emeğim ziyan olmamış.
Leyla AKGÜL- Genç şairler dergilerde kendilerine yeteri kadar yer verilmediğini düşünüyor ve internet sitelerine yöneliyorlar. İnternet ortamında yazmak şiire katkı sağlar mı?
Abdülkadir BUDAK – Ben aksini düşünüyorum. Bugünün genç şairi eskiye oranla, benim şiire yeni başladığım yıllara bakarak dergi yönünden, yayımlama yönünden daha şanslı görünüyor. Bununla da kalmıyor bugünün genç şairi, daha işin başında ilk kitabını çok iyi bir yayınevinden çıkarabiliyor. Dergilerde yer bulmakta zorlanan şair adayı önce dönüp kendisine bakmalı. Kuzguna yavrusu Anka gözükürmüş. Genç şair yazdıklarının şiir olduğuna inanıyor olabilir, peki kapısını çaldığı dergi yayın yönetmeni inanmıyorsa ne olacak? Çevremden biliyorum, dergilerde yer alamamaktan şikayetçi olanlar, dergicileri kötüleyenler genelde yeteneksiz kişiler. Kendini geliştirme çabası vermeden, emeksiz yemek isteyen gençler bunlar. Hiçbir usta şairi okumamış, şiir için, tekniği için kafa yormamış, iyi ile kötüyü ayırt etme yeteneğini henüz kazanamamış insanlar bunlar. Dergici senin düşmanın mı, kan davası mı var aranızda? Yaşça senden daha küçük olanlar büyük dergilerde yer alabiliyor da, sen niçin yer alamıyorsun? Bunu düşün istersen. Kendimden örnek vereyim. Gençken nice çöp sepetleri benim yayınlamayan şiirlerimle doldu taştı. Ama gönül koymadım, yılmadım. İçimdeki ateş öyle büyüktü ki gün gelecek şiirlerimi basmayanların yüreğini yakacaktı. Nitekim de öyle oldu. Benim şiirlerimi o gün çöpe atanlar bir süre sonra telefon ya da mektup yoluyla benden şiir ister oldular. Gide gide soruşturma soruları alır oldum, görüşlerime başvurdukları oldu. Saygı çerçevesinde yeri geldi ustalarla da tartışmayı göze aldım. O zamanın yaşayan ustalarına, örneğin Ülkü Tamer'e, Turgut Uyar'a, Cemal Süreya'ya şiir formunda mektuplar yazdım dergilerde. Merak edenler arar bulur. Çığlığımı duymak istemeyenlere bu yolla duyurdum sesimi. "Genç Ozan" ya da "Ustaya Yanıt Yerine" adını taşıyan şiirlerim, bütün genç şairlerin de sesi oldu. Onların hislerine tercüman oldu.
İnternet sitelerine yönelmek, bu da bir şeydir elbet. Gelişen teknolojinin de bir gereğidir, sunduğu bir olanaktır. Ama buradan sağlıklı bir şiir çıkacağına şimdilik inanmıyorum. Sanal olanı değil sahici olanı göze almalı şair adayları. İkinci bir gözü göze almalı. Yani piyasada bulunan iyi edebiyat dergilerine yönelmeli. Asıl sınav burada çünkü. Varlık, Gösteri, Sözcükler, Şiiri Özlüyorum, Üç Nokta, Kitap-lık, Ünlem, Merdivenşiir, Dergâh, Hece, Yasakmeyve gibi dergilerin kapısını çalmalı. İyi şairlerin iyi şiir siteleri yok mu? En azından orada yayımlamayı bir denesinler bakalım ne olacak? İbrahim Baştuğ'un, Kadir Aydemir'in, Hilmi Haşal'ın siteleri geliyor aklıma. Mutlaka bağ kurulması gereken "şiir penceresi" bir de. Kendisinden yirmi, Nâzım Hikmet'ten beş şiir yayımlayan site sahiplerinin şiir beğenisine güvenilmemeli. İnternet sitelerinde duygular fora; ama ne demiştik yukarıda: "Şiir duygularla değil kelimelerle yazılır". Her yazılana şiir deniliyor buralarda ama şair olmak başka bir şeydir.
Leyla AKGÜL- İki üç kişi bir araya gelip, bir iki reklam alıp edebiyat dergisi çıkarıyorlar. Bu edebiyata zarar veriyor mu?
Abdülkadir BUDAK – Üç şair bir masada yarım saatten fazla oturursa bir dergi projesiyle kalkarmış. Zamanında üç edebiyat dergisi çıkarmış biri olarak kendimden de biliyorum bunu. Şairlerin aklında, yüreğinde dergi çıkarmak vardır. Reklam ya da sponsor bulup yola çıkmak ayrı bir şey ama zaten çok uzun ömürlü olmaz şairlerin çıkardığı dergiler. Şairler geçimsizdir, bencildir, öncü olmak gibi yanları vardır, zor insanlardır. Olsun varsın, iki sayı da çıksa bir edebiyat dergisinin çıkması iyidir. İki sayılık tecrübe kazandırır çıkaranlara. Dergiler edebiyatın mutfağıdır denir ya, buna inanmalıyız. Şairlerin kendilerini daha kestirmeden, sansürsüz ifade edecekleri yerlerdir kendi dergileri. Hele de gençse, gençliğin verdiği ataklığı ancak kendi dergisinde gösterebilir. "Ben de varım" ya da "ben buradayım işte" demenin bir yoludur kendi dergisini çıkarmak. En başta kendi yazdıklarını, daha sonra da arkadaşlarının şiirlerini bekletmeden yayımlamak isteğidir. Bu da çok insani, anlaşılabilir bir şeydir. Her genç şairin bir süre de olsa daha yolun başındayken kendi dergisine ihtiyacı vardır. Adını duyurmak için gereklidir bu. Ama başlarda da dediğim gibi genç şair asıl sınavını edebiyat kamuoyunda kabul görmüş dergilerde yer almakla verebilecektir. Sabır, inat, kararlılık, şiirsiz yaşayamama ilk koşulların başında gelir. Çöp sepetleri korkutmamalı şair adayını. Gün gelecek devran dönecektir.
Leyla AKGÜL – Çocuklar için yazdığınız iki kitabınız var. Küçükler için yazmak ya da Çocuk Edebiyatı kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Abdülkadir BUDAK - Bir Gül Çocuk (1981), Kuşların Alfabesi (1997) adlarını taşıyan iki çocuk şiirleri kitabım var. Üçüncüsüne elim değmedi, zorlamadım kendimi. Çocuk şiirleri de çocuklar gibi doğal olmalı bana kalırsa. Zorlamayla olmaz. Yazdıracaksa kendini yazdırmalı bu şiirler. Hangi şiir çocuklara, hangisi yetişkinlere yöneliktir, bunu tam olarak ayırt edebilmiş olsaydım üçüncü bir kitabım daha olabilirdi. Benim büyükler için yazdığım şiirlerden çoğunu çocuklar okuma fırsatı bulsa seveceklerdir, biliyorum. Ödül konuşmasında "şiir çocuklar ya da büyükler için yazılmaz, insanlar için yazılır" demiştim 24 yıl önce. "Çocuklar korkunç Allahım!" der ya Dağlarca, o hesap. Ha, biraz daha yalın bir söyleyiş gerekebilir belki. Onları küçümsemeden, akıl vermeden, didaktik bir söylemden uzak durarak insanı, doğayı sevdirebiliriz. İnsan-doğa diyalektiğini şiir diliyle aktarabiliriz. En başta ana dilimizin, Türkçe'nin inceliklerini kavratabilmeli, bir edebi haz tattırabilmeliyiz onlara; geleceğin yazarları, şairleri de onların arasından çıkacak çünkü.
Leyla AKGÜL – Sizce Abdülkadir Budak Türk yazın hayatının neresindedir? Kendi şiirinizi nasıl tanımlarsınız?
Abdülkadir BUDAK – Bunu söylemek bana düşmez. Şükran Kurdakul'a göre "ilk ürünleri 1970'den sonra çıkan kuşağın kişiliği belirmiş şairlerinden biri"ymişim. "Budak'ın yazdıkları sevinç veriyormuş" Melih Cevdet Anday'a, "iyi şiir sevinç verirmiş". Ataol Behramoğlu benim için şöyle diyor antolojisinde: "Şaşırtıcı buluşları, dengeli ironisi ve humoruyla yeni kuşak içinde özgün yeri olan bir şair". Hakkımda yazılanlardan alıntılara boğacak değilim. Birkaç örnekle yetinmiş olayım. Yazılanlardan çıkardığıma göre "1970 Kuşağı" şairleri içinde gösteriliyorum. 1980'li yıllarda ortaya çıkacak olan şairlerin yolunu açan birkaç şairden biri olduğum da ileri sürüldü. Gülün, Leylâ'nın, kırgınlıkların, evle-sokak çatışmalarının şairi olarak gösterildim. Kendime özgü bir şiir dünyası yarattığım, kendi üslubumu netleştirdiğim ileri sürüldü eleştirmenlerce. Hecenin bildik toprağından yeni şiirler çıkardığımı ileri sürenler oldu. Geleneksel olanı modern olanla buluşturma yoluna gittiğimi fark edenler oldu. Daha ne olsun?
Leyla AKGÜL – Sizce Türk edebiyatının, Türk şiirinin sorunsalı nedir?
Abdülkadir BUDAK - Bir şair Türk şiirinin sorunlarıyla pek fazla ilgilenmez, kendi şiirlerinin sorunlarıyla ilgilenir daha çok. Şair kendi şiirinden sorumludur da ondan. Bu iş eleştirmenlere, edebiyat tarihçilerine düşmeli bana kalırsa. Şimdilerde şiirin hayattan koptuğu ileri sürülüyor örneğin. En çok da şairler yapıyor bunu. Sızlanacağına, şikayet edeceğine hayatla bağ kurmuş şiirleri otur yazsana kardeşim demek durumunda kalabilirsin. Yok sentetik şiirmiş, yok organik şiirmiş. Şu şair sentetik şiirler yazıyormuş, şu şair de organik şiirler. Bir tasniftir, tasfiye çabalarıdır gidiyor. Bu tür yazılarda benim de adım geçti; yeri geldi yanıtladım bu tür eleştirileri. Ama yine de şairin işi değil bunlar. Kendi şiirini düzelten, iyi bir yere getirmeyi başaran şair; aslında Türk şiirini düzeltmiş, iyi bir yere getirmiştir. Toptancı yargılardan kaçınıp, şairleri tek tek ele aldığımızda daha adil olabilir, daha sağlıklı sonuçlara varabiliriz. Günümüz insanı daha karmaşık bir hayat yaşıyor. Modern insan daha sancılı. Teknolojinin olanakları kadar, getirdiği sorunlar da var. Yazılan şiir bu çağın ruhunu yansıtabiliyor, geleceği hissedebiliyor mu, en önemlisi de gerçek bir şiir değeri taşıyor mu ona bakılmalı. Şiir doğruları söyleme sanatından çok güzel, değişik söyleme sanatıdır, burayı da ihmal etmemeli. Onca deneyden, onca değişimden ve gelişimden sonra bile tam bir cehalet örneği verilerek trene son istasyondan binilme komikliğine düşülmemeli. Hangi yollar kat edilmiş bileceksin, hangi duraklarda bir süre kalınmış, sonra hangi istasyonlara uğranılmış bileceksin. Şiirin tarihini bilmeden, öncekileri okumadan iyi şiir yazamazsın. Şiir yetenek işidir ama daha çok da bilgi, araştırma işidir. İlgiyle izlediğim kimi gençler var, dopdolular onlar. Şiir bilgisi yaşlarını bile aşan bir yerde. Yazdıklarından, konuştuklarından çıkarıyorum bunu. Bizim dönemlerimize bakarak gençler çok daha şanslı deyişim bundan. Bilgilenme süreci hızlı işliyor. Bizim on yılda geldiğimiz yere bugünün genç şairi iki yılda rahatlıkla gelebiliyor. Biz basamakları birer birer çıkardık, yeniler üçer beşer çıkabiliyor. Ben bugünün şiirinden çok umutluyum. Deneysel çabalar içinde boğulan, somut şiir çıkmazını fark edemeyen gençler yok değil. Olsun varsın, şiir çok çiçekli bir bahçedir. Değişik kokular almamız iyidir. Önemli olan bu bahçede gül ile lalenin ayrışmasıdır. Yani her şairin kendi şiirini yazabilmesidir. Güzel şiirler değildir bir şairi ötekilerden ayıran, özel şiirlerdir. Kokusu, rengi, biçimiyle kendine özgü olan şiirler yazmaktır önemli olan. Az olsun ama mutlaka senin olsun.
Leyla AKGÜL – Şiirin dini, mezhebi politik görüşü olur mu?
Abdülkadir BUDAK - Şiirin dini, mezhebi olmaz da şairin politik görüşü olur. Şair sosyal bir varlıktır en başta. Bir dünya yurttaşı sorumluluğunu da taşır. Dünyaya hangi pencereden, hangi sınıfsal cepheden baktığı önemlidir. Bütün büyük şairlere bakın, sadece yazdıklarıyla değil duruşlarıyla da, siyasal tutarlılıklarıyla da büyük olmuşlardır. Nâzım Hikmet'in tam karşı konumdaki Mehmet Akif Ersoy için "Akif büyük adam, inanmış adam" dediği unutulmamalıdır. Gerçi yeni dünya düzeni, güçlü liberal rüzgârlar şairde dünya görüşü diye bir şey bırakmadı ama yine de bu fırtınayı atlatabilmelidir şair. Dünya varoldukça emek-sermaye çelişkisi sürecek ve şair nerede olması gerektiğine karar verecektir. Şiirleri asla birer parti bildirgesi olmayacak, şiir sanatının doğası içinde varolacaktır o başka; ama şair yeri geldiğinde toplum içindeki duruşuyla bir bakıma safını belirlemiş olacaktır. İnsandan yana olması sömürenden, zalimden yana olmasına yol açmayacaktır. İnsanın bütün halleri şiirin halleridir, bunu unutmayacak ama "hangi insan" ya da "hangi insanlık halleri" sorularıyla yüzleşmeyi ihmal etmeyecektir. Adil paylaşıma inanmak, insan haklarına saygılı olmak, ezilenin yanında yer almak bir şair sorumluluğunu değil en başta bir insan sorumluluğunu gerektirir. Velhasıl, daha önce de dediğim gibi "önce insan, sonra da şair olmalıyız".
Leyla AKGÜL – Genel olarak sanat, özel olarak şiir der isek şiirin görevi nedir? Şiirin görevi olmalı mıdır?
Abdülkadir BUDAK – Bir önceki soruda şaire düşeni anlatırken bir ölçüde vermiş oldum bunun yanıtını. Şairin ille de bir öncü, toplumların alnındaki ışık olmak gibi bir görevi, zorunluluğu olamaz. Bu şairin tercihine bağlı bir şeydir. Öyle olsa iyi de, şairin birinci görevi şiir sanatının hakkını vermek olmalıdır. Yazdığının şiir değeri taşıması birinci kuraldır. Neyi anlatmaya ya da ima etmeye çalışırsa çalışsın yazdığı bir kere yeni olacak. Anlatış biçimiyle kurgusuyla, yapısıyla, sentaks özelliğiyle o güne kadar yazılmış olan şiirin gerisine düşmeyecek. Bu o kadar kolay değil elbette; ama hedef bu olacak. Türk şiirinin duvarına bir tuğla olamıyorsanız yıllarınızı boşa harcamayın derim ben. Elli yıl önce bile daha iyisi yazılmış bir şiiri bugün yazmaya kalkmak bir cehalet örneğidir, zavallı bir çırpınıştır. Etrafımızda görürüz, yıllarını şiire vermiş, seksenine gelmiş, yirmi kitap yayımlamış ama şair olamamışları. Neymiş efendim, şiire emek vermişmiş. Şiir bir emek işi olduğu kadar bir yetenek ve kendini geliştirme işidir. Türk şiirinin çıtasını yükseltme çabasıdır aynı zamanda. Yeteneksiz bir emek zorlama şiirler ve yapay şairleri doğurur. Adını şaire çıkarmak, birilerinden iltifat görmek iyi gelir insana. Peki has şiire iyi gelir mi bu? Bir şair kırk yaşına gelinceye kadar kendi şiirini kurmalıdır. Ondan sonrası beyhude bir çabadır. Şiirin gençlik işi olduğuna bu yüzden inanırım. Emekli olduktan sonra, boş vakitlerini şiirle doldurmaya çalışan, kitaplarını emekli ikramiyesiyle bastırıp kapı kapı dağıtan ve sizden eleştiri yazısı bekleyenlere sıkça rastlar oldunuz değil mi? Şiir boş adam işi midir, boş vakitleri doldurmaya yarayan bir şey midir sorarım size? Emekli olana kadar nasıl beklemiş bu insan, şiir yazmadan nasıl edebilmiş? Şiir duygusu, şair duyarlılığı ertelenebilir, bekletilebilir bir şey midir? Herkes şiirle uğraşsın, ne kötülük var bunda denilebilir. Ben de öyle düşünürüm çoğu zaman. Bunca pisliğin ortasında şiir gibi bir temizliğe uğramak yine de takdir edilir bir şeydir. O başka da, has şiir başka bir şeydir çünkü, gerçek şair başka bir şeydir. "Ben yazmasam ne eksilir dünyadan" sorusu can yakıcı bir sorudur ama bunu da sorabilmeliyiz kendimize. Edebiyat kamuoyu diye bir şey var. Dergiler var, iyi yayınevleri var, iyi ödüller var. Beğenisinden kuşku duymayacağımız eleştirmen ve şairler var, onların değerlendirmeleri var. Yazdıklarımızı burada sınamayı göze alamazsak şair olduğumuza inanır gideriz. Dikkat ediyorum da, hakkının yenildiğini ileri sürenler en yeteneksizler arasından çıkıyor. Dergiler onlara kapalıymış, yayıncılar yüz vermiyormuş, şu ödülü ona asla vermezlermiş. Bunları geçelim efendim. İyi bir şairin yolunu ne dergici ne de yayıncı kesebilir; kötü bir şairi de on dergi ve yayıncı bir araya gelse iyi bir yere getiremez. İlişkilerin, dostlukların belirleyici olduğu da bir gerçektir. Tanış olmalar bir şairin işini biraz daha kolaylaştırabilir, vakitten kazanmasını sağlayabilir, bu da doğrudur. Ama gerçek değerlendirici, ayıklayıcı olan ise zamandır. Zamana dayanıklı yapıtlar koyalım ortaya, bunun için çaba verelim. Balık bilmese bile, halik bilecektir.
Leyla AKGÜL – Şiirlerinizin bir hikâyesi var mı? Eğer var ise birini bizimle paylaşır mısınız?
Abdülkadir BUDAK - Kimi şiirlerimin yazılış nedenlerini bugünkü gibi hatırlarım da bunları size aktarmaktan kaçınırım. Çünkü bu, balık yerine kılçığını göstermek gibi bir şey olur. Yazılış nedenini bir yana koyalım, kimi eleştirmenler kimi şiirlerim için bir öykü taşıdığını ileri sürdüler. İstenirse o şiirlerden bir öykü de çıkarılabilirmiş. Yaşadıklarım, özel ilişkilerim yansır şiirlerime. " Kadın ve Nehir"in niçin ve nasıl yazıldığını anlatmam istenmişti de bu tuzağa düşmüştüm yıllar önce. İyi ki o yazı çıkmadı bir yerlerde. Okurun imgelemine, düş gücüne müdahale etmektir bu. Şiirin yeniden yorumlanmasına, okur tarafından bir bakıma yeniden yazılmasına müdahale etmektir. Şiir yayımlandıktan sonra şairden çıkmış bir bakıma okurun malı olmuştur. Arkasından feryat figan etmesi beyhudedir. Ben orda öyle değil şöyle demek istemiştim demek komik duruma düşürür insanı. Öğretmen öğrenciye "şair burada ne demek istiyor" diye sorar ya, benim içimden lise yıllarında "şair burada hiçbir şey demek istemiyor, ben demek istiyorum" demek gelmiştir de diyememişimdir. Artık burada şairin ne demek istediğinden çok benim neyi anladığım girmiştir devreye. Dediğim gibi şiirin çıkış yerine değil vardığı yere bakılacaktır. Yazılış nedeni ve kaynağı bende çok açık olan kimi şiirlerimin adlarını vermekle yetineyim de, meraklısı bulsun okusun onları, öyküsüne kendince vakıf olsun. "Görücüler Gelecek", "Ölüm Duygusuna Tepki", "Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim", "Dış Kapı", "Sincan'da Bir Sokağın Balkondan Görünüşü", "Kırgın Arkana Bakma", "Sınırlı Sarkaç", "Göçmen", "Geçen Yazı Sorma Bana", "Babam ve Ağrı", "Ev Bağımlısı"...
Leyla AKGÜL – Şair olmanın ön şartı nedir? Mesela bazıları duygu yoğunluğudur, bilgi yoğunluğudur ilhamdır vs diyorlar siz buna ne diyorsunuz?
Abdülkadir BUDAK - Yukarıda verdiğim yanıtlar içinde -böyle bir şey varsa- şair olmanın şartları çıkarılabilir. Yetenektir, bilgidir, birikimdir, bilginin ve birikimin şiir diliyle aktarılabilme becerisidir. Bunlar bilinen şeyler, ama bana kalırsa, dünyaya, insan ilişkilerine, insan-nesne yakınlık ya da uzaklıklarına şiir gözüyle bakabilme yetisidir. Şair bu dünyaya her şeyin şiirini yazmak için gelmiştir sanki. Kapının şiirini yazmışsa kapı açılacak, sofranın şiirini yazmışsa sofra kurulacak, bacanın şiirini yazmışsa baca tütebilecektir. Örnekleri sonsuza kadar çoğaltmak mümkündür. Hani İlhan Berk için "neye dokunsa şiir oluyor" denir ya, şair öyle bir şeydir; dokunduğu şeyi şiire çevirir.
Leyla AKGÜL – Ayna Sandım Şiiri isimli kitabınızda her genç şairin bir başucu şairi vardır ondan etkilenir demiştiniz. Siz ilk şiirlerinizi yazarken başka şairlerden etkilendiniz mi? Etkilendi iseniz hangi şair ve yazarlardan etkilendiniz?
Abdülkadir BUDAK – En başta Orhan Veli'den, Faruk Nafiz Çamlıbel'den, daha sonra Zeki Ömer Defne'den etkilendim. En çok da bu şairin "Ziller Çalacak" ve "Kıyıdaki Tekne" adlı şiirlerinden. Ama beni asıl etkileyen, şiirimin omurgasını oluşturan usta Behçet Necatigil olmuştur. Daha az olmakla birlikte Ziya Osman Saba ve daha başkaları. Nâzım Hikmet fazla etkilememiştir beni, dünya görüşüme uzak olmakla birlikte alttan alta bir Necip Fazıl uğultusu vardır şiirlerimde. Bu da yazıldı zaten. Neşe Aksakal durdu bu konu üzerinde. Külebi'nin yalınlığı da yol gösterici olmuştur benim için. Dünya şiirinden Lorca ve en çok da Yesenin'dir beni etkileyen. Ama başından beri kendi şiirimi kurmak, yazmak, belirleyici kılmak çabası içinde buldum kendimi. İlk kitabımda yer yer Necatigil etkisi (sözcük ekonomisi ve küçük şeylerin şiirini yazma anlamında) vardır ama hemen uzaklaşmaya çalıştım oradan. Bir ustaya borcunuzu onu taklit ederek değil, kendi şiirinizi kurarak ödersiniz de ondan. Hece tadında modern şiirler yazmak, bir geleneğe bağlanırken o geleneği dönüştürmek de istedim. Şiirdeki ses, müzik başından beri esastır bende. Dış uyak biçimine bağlı kaldım ama uyağı a sesine, i sesine indirebildim, kendi deyişimle "çeyrek uyaklı" şiirler yazdım. Varolagelen Türk şiirinde kendine özgü bir yer açmak için çok çaba verdim. Özel kitaplar yaptım örneğin. Yanlış Anka Destanı, Ahşap Anahtar bunlardan ikisidir. Eve, evlilik kurumuna Necatigil'den, Ziya Osman Saba'dan farklı bakmaya çalıştım. Ev Zamanı böyle bir kitaptır. Şiirlere olduğu kadar kimi kitaplara da çalıştım. Güzel şeyler yapmak önemliydi ama özel şeyler yapmak daha da önemliydi benim için. Şairlik aynı zamanda bir iddia işidir de; böyle de düşündüm, yazdım.
Leyla AKGÜL – Şiirlerinizle yaşamınız uyuşuyor mu?
Abdülkadir BUDAK – Şairin yaşamıyla şiiri şiirle ne ölçüde örtüşebilir? Böyle bir zorunluluk var mıdır? "Şairin hayatı şiire dahil" sözünü biraz da, "şiirler şairin aynasıdır"dan çok, "şair şiirsiz yapamaz" biçiminde anlamalıyız. Ben kendi payıma estetik bir dille yaşadıklarımdan izdüşümler düşürdüm şiirlerime. Bazılarında daha belirgin, bazılarında daha silik dururlar. Karakterime, doğama uygun şiirler yazmak istemişimdir. Korkaksam kahramanlık şiirleri yazmanın alemi yoktur. Ruhumda serserilik, serüvencilik yoksa varmış gibi gösteremem. Olsaydı keşke derim o başka. Günlük hayatta cebi akrep dolu şairlerin cömert şiirlerini okuyunca gülümserim. Ahlaksızın tekidir ama şairin ahlaklı olmasından dem vurur vb. Ama şunu unutmamalı. Okurlar şairlerin biyografisini değil şiirlerini okurlar ilkin, inanacaksa oradakilere inanırlar. Herkesten yazdıkları yaşadığı hayatı doğrulayan bir Nâzım Hikmet ya da bir Necatigil olmasını bekleyemezsiniz. Ece Ayhan'ı nereye koyacaksınız o zaman? Ya Arthur Rimbaud'u? Leylâ'yı sevdim Leylâ desenli gömlekten başka gömlek giymedim bir ara. Evle-sokak arasında sıkıştım, onu yazdım. Çalışmaktan bitkin düşünce de "evet işe gitmiyorum bu sabah" diye biten "Aile Reisi" şiirini. Şair sezgisi işte, ertesi gün sözleşmem iptal edildi ve gerçekten işsiz kaldım. Şiirim hayatıma benziyor biraz.
Leyla AKGÜL – Behçet Necatigil ilk kitabınız "İlkyaz" üzerine size yazdığı mektupta, "şiirlerinizi seviyorum, bırakmayın, sürdürün" demişti. Siz genç kalemlere ne önerirsiniz?
Abdülkadir BUDAK – Bırakmayın, sürdürün derim.
Leyla AKGÜL – Geçenlerde Eskişehir'de Yunus Emre etkinlikleri dolayısıyla düzenlenen şiir yarışmasında jüride idiniz. Siz şiir yarışmalarına nasıl bakıyorsunuz? Şiirler yarıştırılmalı mıdır?
Abdülkadir BUDAK - Yaş kemale erişmiş olmalı. Seçici kurullarda yer almam isteniyor zaman zaman. Zamanında ödüller almış, şimdilerde vermekte olan biri olarak "şairin ödülü şiiridir" diyor ve ekliyorum: Gerçek seçici zamandır. Büyük jüri odur. Yine de ödüllere karşı olduğum anlamına gelmez bu; kendimle çelişirim yoksa. Ödüle değil de, işleyişine karşı olunabilir. Kimi ödüllerin sıraya konulması, yakınlık derecelerine göre verilmesi, pazarlık ya da menfaat konusu yapılması eleştirilebilir. Her şeye karşın, özellikle gençler için ödüller gereklidir derim ben. Koca koca şairlerin yarıştırılması ayıp kaçar da, kazandığı ödül genç şaire yayımcı bulabilir; bulduğu olmuştur. Aslında iyi, adil bir jüri şairleri yarıştırmaz, değerlendirir. Altın Portakal Şiir Ödülü bana kalırsa günümüzün en değerli, işe yarar ödülüdür. Plaket vermekle kalınmaz orda, şairin şiiri üstüne sempozyum düzenlenir ve orada sunulan bildiriler kitap haline getirilir. Ödül budur.
Leyla AKGÜL – Sesli şiirler ve şiir seslendirmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Seslendirilirken gerek seslendirenin kabiliyeti gerekse fon müzikleri şiirdeki kalitesizliği örtüyor mu? Fon müziği sizce olmalı mı?
Abdülkadir BUDAK - Bir şair arkadaş, kafiyeleri kötü de olsa iki dize yazmıştı bir zamanlar: "Şiirler şairini uçuran bir kanattır / Şiir yazmak kadar okumak da sanattır". Öyledir herhalde, nerden bileyim. Özdemir Asaf "R" harfini söyleyemezmiş ama şiir matinelerinin en sevilen şairlerden biri olmuş hep. Belki de bir özellik katmıştır bu kusuru. İyi şiirler kusuru da taşırlar da ondan mı? Beni de çağırırlar zaman zaman şiir okumam için. Modern şiirin seslendirilmekten çok gözle okunmaya ihtiyacı vardır; sessizliklere, okurun bir başına olmasına. Bunu bilirim de, ben de seslendiririm şiirlerimi bazen, topluluk önünde okurum. Düş kırıklığı yaratır mıyım dinleyenlerde, keşke bu şiiri şairinden dinlemeseydim de kendim okusaydım diyenler olmuş mudur, bilemem. Riskli bir şeydir bu. Her şair kendi şiiri bile olsa iyi okuyamaz. Sesi çatlaktır, düz bir okuma tarzı vardır, ya da tam tersi abartılı vurgulara yönelir. Tiyatro sanatçıları örneğin, bir şiiri okumaz, oynarlar sanki. Şair de o havaya kapılıp oynayabilir, şiirin kafasını gözünü kendi eliyle yarabilir. Bunlar her zaman mümkündür. Şu da var: Şiiri şairinin ağzından dinleyen kaç okur (burada dinleyici) şaire kitap imzalatır ya da o şairin öteki kitaplarını bulmak için kitapçının yolunu tutar? Ses biter, kalabalık dağılır, herkes evine döner ve şair yine oracıkta yapayalnız kalmıştır. Medyatik olanların dışında, dinletiden sonra kimseler kuşatmaz şairi; onu daha iyi tanıyabilmek için özel sorular sormaz. Teşekkür anlamına gelen bir gülümsemeyle hızla uzaklaşır oradan. Mail adresini alan birkaç meraklı çıksa da, aldığıyla kalmıştır. Yine o şiir gelir akla, Behçet Necatigil'in "Şiir Matineleri".
Ben kendi adıma iyice azalttım şiir seslendirmelerimi. Okurla bu anlamda buluşmak o kadar da fayda getirmiyor, zarar bile verebiliyor. Hele ünlü-ünsüz bir dolu şairin bir arada, sırasıyla sahneye çıkıp şiir okumaları ayrı bir alem. Hiç adil değil bir kere. Ünlü olan ünsüzü bu ortamda çok daha rahat ezebilir, silebilir. Ünsüzün güçlü şiiri, tanınmış şairin kötü şiirinin gerisinde kalır. Ün şiirin önüne geçer buralarda. Şiir değildir dinlenen, ünlü biridir. Bana kalırsa bir şairden ibaret olmalı bu tür etkinlikler. İki kişi bile olsa biri ötekine haksızlık edebilir. Biri iyi okur kötü şiiri, öteki iyi şiiri kötü okuyabilir. Bir şair fon müziği ister okurken, bir başkası şiirin sesine önem verdiği için istemez. Bunlar şairine göre değişir. Bana göre ciddiye alınması gereken şey şudur: Şair tektir. Şiir okuma akşamları okul müsamerelerine benzetilmemelidir. Panel havasında düzenlenmemeli şiir okuma saatleri. Şairler bir konuyu tartışacaklarsa sonunda şiir okumamalı. Bunlar karıştırılıyor bazen, bu ne şiirin ne de şairin lehine oluyor. Yarıştırılmamak koşuluyla, şairlerin okurla buluşmasında bir sakınca yoktur elbet. Yeter ki şiire kötülük edilmesin.
Leyla AKGÜL – Şiir adına kurulan dernekler şiire katkı sağlar mı?
Abdülkadir BUDAK - Doğrusu bu tür derneklerin varlığından haberim yoktu. Şair şiir derneklerinden çıkmaz. Şiir derneğine üye olmak, aidat ödemek de bir insanı şair yapmaya yetmez. Şair kendi koşulları içinde, edebiyat dergilerinde, çıkardığı iyi bir kitapta doğar doğabilirse. Bu tür derneklerde, edebiyat kamuoyunda kabul görmüş hiçbir şaire rastlayamazsınız. Bilmem ne yardımlaşma derneğinde kumar oynanır ya, bu tür edebiyat derneklerinde de şiir adına "körler ile sağırlar birbirini ağırlar" bana kalırsa. O onu alkışlar o ötekini, hatta bu iş sıraya konur. Sıra bozulursa suratlar asılır, kavga bile çıkabilir. Kavga çıkar da iyi bir şiir, iyi bir şair çıkmaz buradan. Kendini yetiştirmek mi istiyorsun, senden iyisine gideceksin. Buradaki eşitlik senin lehine bozulmuş olacak. İyi şairle oturan iyi şiirle kalkabilir. Yoksa körle oturan şaşı kalkar.
Leyla AKGÜL – Şiir tahlilleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce ülkemizde gerektiği gibi şiir tahlili yapılıyor mu?
Abdülkadir BUDAK - Rahmetli Mehmet Kaplan'ın şiir tahlillerine benzemediği sürece iyidir, yararlıdır elbet. Şiirin ne olduğunu anlamanın yolu ne olmadığını kavramaktan geçer ya, şiir tahlilleri konusunda Kaplan'ın yazdıkları da öyledir. Tahlil yapacak olan insan o kitabı okumalı ve aksi bir seyir izlemelidir ki başarılı olsun. Bugün de yapılıyor "şiir çözümlemeleri". İyi de yapılıyor. Şairin yaşamıyla yazdığı arasındaki paralellikler, aykırılıklar saptanıyor. O şiiri yazdıran tarihsel ve toplumsal koşullar göz ardı edilmeden yapılırsa daha da iyi oluyor. İstenirse adlar da verilebilir bu konuda. İlk aklıma gelenler (çalışkanlıklarına bakarak) şunlar: Sabit Kemal Bayıldıran, Yücel Kayıran, Fergun Özelli, Fahrettin Koyuncu, İbrahim Berksoy. Bu konuda da karnem fena değildir. Şiirlerim üzerine genel yazılar çok da, tek tek çözümlenenler de oldu. "İnsanım Ben", "Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim", "Kadın ve Nehir", "Kayseri Kayseri", "Ev Zamanı", "Bir Şehri Terk Ederken", "Aile Reisi", "Kırgın Arkana Bakma", "Sayfalar"...
Leyla AKGÜL – Kadın şairler hakkında ne düşünüyorsunuz? Kadınlar şair olabilir mi?
Abdülkadir BUDAK - "Kadından şair olmaz" diyemeyenler, "kadın niye şiir yazsın ki, kendisi şiir" diyorlar. Şiir erkek işiymiş gibi, şiirde cinsiyet ayrımı olurmuş gibi. Şairin cinsiyetine değil şiirin cins bir şiir olup olmadığına bakılmalıdır. Kadının ekonomik özgürlüğüne paralel olarak bu cinsteki şair sayısı da artmaya başladı. Kazanılan haklar yeni şairler doğurdu bizde de. Çağdaş Türk şiiri Gülten Akın'dan ibaret değildir artık. Hiçbir hemcinsine ışık düşürmemiş, tek olmaktan sonsuz haz almış Gülten Akın'dan. Böyle bir tasnifi doğru bulmam da, siz de öyle kullandığınız için söylüyorum iyi "kadın şair" sayısı hiç de az değil. Ad vermeye korkuyorum, birini ansam ötekinin hatırı kalır diye. Ama bilen biliyor bu şairleri. En azından edebiyat kamuoyu haberdar bundan.
Leyla AKGÜL – Son olarak okurlarınıza ne söylemek istersiniz?
Abdülkadir BUDAK- Buraya kadar söylediklerim şahsi düşüncelerimdir; kendilerini çok da bağlamamalı. Eksiklerim olacak elbet, yanlışlarım da. Yazı bir açıklama aracıdır, şiir duyumsatma. Ben ikincisini yeğlerim. Onun için şiir kitaplarım bulunup okunsun isterim. Kaç santim olduğumu, kaç kilo çektiğimi orada göreceklerdir. Okur terazidir, tartar şairi. Tartı şiir esas alınarak yapılmalıdır. İlk kitaplarımı okumamış olanlara yılbaşında "toplu şiirler"imin çıkacağını hatırlatmak isterim. On bir kitap olacak bir cildin içinde, bir de şair olsun isterim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top