Karşılaşma


‼️Bu kitap Chris ve Nane isimli iki karakterin gözünden yazılmıştır‼️

"Chris tekrardan aramıza dönmen mükemmel kardeş!" Sapsarı saçlarını düzeltiyordu.

İtiraf etmeliyim ki üniversitenin ilk günü bu kadar ilgi odağı olacağımı sanmamıştım. Evet, gittiğim her yerde popüler çocuk unvanı ile anılmaya alışkındım ama bilirsiniz işte... Üniversitedeyiz, bu yerde kimileri bambaşka biri oluyor.

Buz patenlerimin bağcıklarını bağlamak için hemen arkamdaki oturaklara oturdum, çantamı da yanıma koymuştum. Ağzı açık olduğu için birkaç eşyam yere düşmüştü ama umurumda değildi, şuan aklımdaki tek şey biraz sonraki maçımdı.

Yarım yamalak oynanmış deneme maçlarımı saymazsak yeni takımım İstiklal'deki ilk maçımdı, hava atmak ve hafızalara kazınmak için iyi bir şanstı. Soğuk hava benim için kesinlikle sorun değildi, küçüklüğümden beridir buz pistinin kralı olmaya alışkındım. Tek sorun giydiğim kırmızı üniformalardı, kendimi bildim bileli bu renk bana yakışmıyordu. Kıyafetlerimin, saçlarımın uyumuna dikkat etmeden geçirdiğim beş dakika dahi yoktu.

Kafam o kadar dalgındı ki yanımda konuşup duran adamı dahi fark edememiştim. "Bir şey mi dedin?" Diğer patenimin bağcıklarını sıkmaya başladım.

Kocaman turuncu fosforlu bir şapka takmıştı, gülümsüyordu. "Kitabın..." Kafasıyla yerdeki eşyalarımı işaret etti. "Sence de fazla abartılmış değil mi?"

Eğer bir parti ortamında değilsek yeni insanlarla sohbet etmekten olabildiğince kaçınıyorum, her yerde işimi yapma eğilimindeyim: Okul eğitim içindir, ev dinlenmek için, buz pisti ise gevezelik etmemek için. Hem kitap hakkında hiçbir fikrim yok, haftalardır çantada durmaktan kenarları yıpranmış halde. Sanırım okunmuş kitap izlenimi veriyor. Tuhaf bir şekilde adam hiç ilgimi çekmiyor ama kitabımı yerden kaldırıp çantama koyma ihtiyacı duyuyorum, içgüdülerim bana bunu söylüyor, yapıyorum da.

Olabildiğince hızlanıp zaten asık olan yüzümü daha da astım. "Bilmiyorum." Kısık sesle konuşmuştum, hatta o kadar sessizdi ki soğuktan kiraz pembesine dönmüş dudaklarımı dahi kıpırdatmamıştım.

Arkama dahi bakmadan piste girdiğim esna da "İyi oyunlar." diyor.

Sesindeki bu neşelilik... Kafamı karıştırmaya yetiyor, üstelik kafamın bu kadar kolay karışması imkansız. Sanırım sesi... Bilmiyorum, tam olarak nasıl tanımlamam gerektiği hakkında en ufak fikrim yok. Bir erkeğe göre zayıf bir sesi var, özellikle de az önceki gibi kısık sesle konuştuğunda. Saniyelik olarak o tarafa doğru bakmaya çalışıyorum, amigo kızlar önüne geçmiş durumda. Kendi çalışmalarını yapıyorlar, kıyafetlerinden her yere mavi sim bulaşıyor.

Buzun üstündeki yeni çiziklere bakarak arkadaşlarıma doğru ilerliyorum, ışıklandırmalardan biri bozulmak üzere olduğundan sürekli yanıp sönüyor. Ara sıra kopan minik buz parçaları bıçakların kenarların yapışıyor, birkaç adımdan sonra düşüyor. Buzun altındaki lacivert, kırmızı İstiklal yazısı ise hala yeni. Bazı kişiler kaleleri yerine yerleştirirken oldukça zorlanıyor, ben de dahil hiçbir takım arkadaşım yardım etmeye niyetli değil.

"Quinn naber?" Ellerimi iki yana açarak Harris ile aralarından geçtim.

Önce beşlik çakmış, sonrasında da bana doğru dönerek etrafında yarım daire çizmemi izlemişti, maalesef buzda olduğumuz için öyle fazla keskin duruşlar yapmam mümkün değildi. "Tribündeki piliçler şimdiden seni izlemeye başladı, hadi burayı kasıp kavuralım."

Quinn'in şuana kadar hiçbir zararını görmemiştim, çok uzun süredir arkadaştık. Aynı üniversiteyi kazanmamız kesinlikle beklenmedik değildi. Yediğimiz, içtiğimiz her şey bir giderdi. Zevklerimiz ise birebir aynıydı: Özellikle de eğlenme ve kadınlar konusunda. Güzel bir İtalyan kadını yüzlerce metre öteden fark edebilirdik. Çocukluğumuz ise Kaliforniya'nın küçük bir kasabasında geçti, soy köküne oldukça önem veren ailelerimiz bizi adetlerimize uygun yetiştirmek için elinden geleni yapmıştı.

Soğuk kurumaya başlamış yüzüme vuruyor, hafifçe canımı acıtıyordu. Isınmaya başlamıştık, birkaç minik hareketle istediğim yerden istediğim yere gitmeyi başarabiliyordum. Diğer oyuncuların aksine buzun üstündeyken çok rahattım. soğuk hava nefesimi temizliyordu, daha iyi nefes alabiliyordum.

Kapkalın beyaz, kırmızı eldivenlerim bir şeyleri kavrarken tutmamı zorlaştırıyor olsa da halimden memnundum. Her buz hokeyi oyuncusunun taktığı gibi ben de kask takıyordum, bu muhteşem denilebilecek kadar tatlı olan yüzümü gizlese de önemli bir kıyafetti.

Kenarda duran patenlerimi alarak minik daireler çizmeye devam ettim. "Eski ateşimize geri dönüyoruz işte." Ancak cevap verebilmiştim. Sebebini anlayamadığım bir şekilde kendimi çok aptal hissediyordum. "En çok kızın numarasını toplayan kazanır."

Uçları terden ıslanmış sapsarı saçları gözlerine giriyordu. "Hm... Şuradaki yedi amigo kızın hepsinin numarası rehberimde olacak." Tribünlere göz attı. "Ve beş izleyicimiz var, gerçi ikisi reşit olmayabilir." Kendi etrafında döndü. "Üç diyelim biz ona."

Onun etrafında dönmeye devam ederken yavaşladım, ben de tribüne bakıyordum ama sadece dört kız görebilmiştim. "Dört kız ve bir erke- Bekle o adam kız mı?"

Felton'da konuşmamıza kulak kesilmişti. Oyuna tamamen hazırdı. Saçları az da olsa kızıla çalıyordu, bizlerin aksine çok zayıf bir vücudu vardı. Uzaktan bakıldığında çırpı gibi duruyordu. Bizden iki saat önce gelmiş, kendine özgü minik antrenmanlarını yapmıştı. Buz hokeyi kulübündeki diğer kişilerle sohbet etmişti, İstiklal'in iki ana takımı vardı: Biri kız takımı, diğeri ise erkek takımı. Gerçek antrenmanlar yapabilmek için hepimizin haftada en az üç kez bir araya gelmesi, kendi aramızda karılmamız ve en az altmış dakika boyunca ölesiye yarışmamız gerekiyordu. Neyse ki bu artık mümkündü, herkes düzenini oturtmuştu.

Sanki yıllardır buradaymışım gibi konuştuğumu biliyorum ancak ilgilendiğim bir alan olunca üniversitemdeki tüm bilgileri topladım. Böylece bilmem gereken bilgileri çoktan öğrendim. Ayrıca takımdaki en az sekiz kişiyi çok yakından tanıyorum.

"İzleyin beni şimdi!" Üstüne bile tam oturamamış, bol gelen kıyafetlerini düzelterek kadın olduğunu hala idrak edemediğim kişiye doğru kaydı. Duvara çarpmak üzereydi, kendini durdurmak için hamle bile yapmamıştı ki adamla -yani kadınla- konuşan Kızılderili çocuğa çarptı, yere düşmesini önemsemedi bile.

"Ne yapıyor lan bu?!" Quinn'in yanına süzüldüm, yavaşlayıp en yakın arkadaşıma tutundum. İkimizin de dudakları hafifçe açılmıştı. Felton'ın aptalca bir şey yapacağını anlamıştık, arkadaş grubundaki bize en yakın kişi olduğu için tamamen uzaklaşmamız da uygun olmazdı.

"Evet." Kafasını yukarı aşağı salladı. "O adam kız." Beni de kolumdan tutarak birkaç metre o tarafa doğru götürdü. "Salak herif yemin ederim ya."

Sağa sola hafifçe hareket ediyor, tutunduğu duvarı da bir an olsun bırakmıyordu. Kafasını kırk beş derece önüne doğru eğmişti. Yüzüne sinir bozucu kocaman bir gülümseme yerleştirmişti. Korku filmlerindeki kötüler gibi davranıyordu, içten içe eğlendiğinin farkındaydım. Kendi kendine kahkaha atıyordu.

Kaskını kafasından çıkarırken aynı aptallıkları yapmaya da devam etmişti. "O koca kıçını kaldırıp maça gelmeye ne dersin Kızılderili götlek seni." Elini kaskının etrafında tıpkı birinin poposunu okşuyormuş gibi gezdirdi. "Yoksa efendinin kıçını tekmelemesini mi istersin?"

Yerimde başkası olsa Felton'ın yaptıkları karşısında ya utançtan ölürdü ya da şaşkına dönerdi. Belki de ikisi de... Bense hiç umursamadım, olacak aşağı yukarı aynıydı. Tanıştığımızdan beridir Felton hiç değişmemişti. Redneck kavramına %100 uyuyordu, insanlar genelde ona değil de bize uyduğumuzu söylerdi. Ne kadar büyük bir hata yaptıklarını şimdi daha iyi anlıyordum, aslında sessimizi çıkarmadığımız için biz de o gruba dahildik.

Quinn'i geride bırakarak Felton'ın yanına doğru süzüldüm, yaptıklarını umursamıyordum. Sadece maça olabildiğince erken şekilde başlamak istiyordum, hepsi bu. Gözlerimi kızdan ayırmadım, üstündeki buz hokeyi kıyafetleriyle gerçekten de erkek gibiydi. Yüzü feminen hatlardan çok maskülen hatlara sahipti. Dikkatinizi kömür rengi gözleri ve kemerli burnu çarpıyordu. Saçlarını iki yandan sıkıca örmüştü. Bu yüzden uzun saçlı bir erkek sanmış olmam gayet normaldi.

Sandığım gibi bağırmıyor veya kızmıyordu. Sadece Felton'a bakarak minik, kısa bir kahkaha atmıştı. Bu hareketi Felton'ın afallamasına, saniyelik olarak ise susmasına neden olmuştu. Hatta öyle bir hareketti ki pisteki herkesin dikkati belirli bir süre buraya dönmüştü. Etrafıma göz gezdirdim, yalnızca ponpon kızlar işlerine devam ediyordu. Onların bile kulakları buradaydı.

Kız önce sakince arkasına yaslandı. Hemen ardından da ayağa kalktı. "Ha bu arada... Hani takımda kalıp kalmayacağınızı belirleyecek biri var ya... O benim."

"Felton ağzına edeyim, Felton." diye mırıldandım. Bir yandan da kocaman gülümseyerek kıza bakıyordum ki aramız daha fazla bozulmasın.

Kız ise yaklaşık beş saniye bana, doğruca gözlerimin içine süzmüştü. Yüzümü hafızasına kazımıştı, çok net anlamıştım. Benimle konuşmaya çalışırken ki neşesi tamamen gitmişti, ince kaşlarını çatmıştı. Hemen ardından da lafı daha fazla uzatmayacağım, eninde sonunda gününüzü göreceksiniz dercesine arkasını dönüp gitmişti.

Quinn'in hiç oralı olmadığını hatta başka işler ile uğraştığını gördüm. Arkası tamamen bize dönüktü, sanki arkadaşı değilmişiz gibi davranmıştı. Haklıydı da, akıllıca bir yöntem uygulamıştı. Öyle ki kız hiç ona doğru bakmamıştı. "Sorabilir miyim acaba, onun adı ne? Belki en azından ismini ezberleme tenezzülü ettiğim için beni görmezden gelir." Sitem etmiştim.

Quinn bana doğru kayarken maç çoktan başlamıştı. "Sence adını bilecek kadar onu tanısam Felton'ın gitmesine izin verir miydi-"

"Nane Jacobs." Yerden ancak kalkmayı başarmış olan çocuk gözlerimizin içine baktı, yaşça küçük olduğu kolayca anlaşılıyordu. "Kod adı: Düşman Edilecek Bir Kız Değil." Hala Felton'a sinirliydi.

İlk setin usulüne uygun olarak on beş dakika sürmesine karar verilmişti. Yaklaşık beş metre üstümüzdeki, teknolojik sayaçlar karşılıklıydı. Her iki takımın kalesinin üstünde de vardı, ara sıra gözlerim bulanmaya başladığında yazıları göremiyordum. Son iki yıldır bu sorun çıkagelmişti. Ne zaman kendimi normalden fazla zorlamaya başlasam daha da artıyordu, basit bir yorgunluk sorunu olduğuna emindim.

Sopamı normalden daha da sıkı tutmaya başlamıştım. Hayatımdaki tüm berbat anları unutmamı sağlayan işi yapıyordum, yüzüme muazzam bir gülümseme yayılmıştı. Ağzım açıktı, sürekli harıl harıl nefes alıyordum.

Hepimiz pistin içinde hızla hareket ederken kaygan bir tavada kayan yemek parçaları gibi gözüküyorduk. Kalp atışımın sesi kendi iç sesimi bile bastırırken onları duymak imkansızdı.

Sürekli olarak duvarlara çarpıyor, oradan oraya sekiyorduk. Hepimizin gözü diskteydi. Ara sıra yerden otuz-kırk santim havalanıyordu. Ne zaman yere düşse kapı çalmasına benzeyen bir ses meydana geliyordu.

İki takımın oyuncuları birbirine çarpıyor, biraz eziliyordu. Antrenmanlar arasında karma olmamızın bazı dezavantajları da elbette oluyordu, mesela kadın oyuncular bazen kötü derece de yaralanabiliyordu. Tabii yine asıl sebep biz erkek oyunculardı.

"Chris!"

Bana doğru gelen diski ilk kez görmüş gibi tepki versem de gözlerimi dakikalardır ondan ayırmamıştım. Sağa doğru kayıyordu, kalemize doğru... Önünde de rakip takımdan iki kişi duruyordu. Berbat bir durumdu, hızla onlara doğru kaydım. Oyunculara çarpmak umursayacağım durumlar arasına girmiyordu. Beni gördüklerinde diski uzaklaştırma, kaleye doğru atmaya çalıştılar.

Çoktan gelmiştim, mavi takımdaki kıza çarpmak üzereyken diski öne doğru ittirdim. Bacak arasından hızla geçti. Hem kız hem de ben hafifçe yana doğru çekilmiştik, son an da sol bacağımı da kaldırarak yere düşmekten kurtulmuştum. Yanındaki çocuk diske uzanmak üzereyken onu omzumla uzaklaştırdım. Vurabildiğim tüm gücümle diske vurup diğer kaleye attım.

Sayı alındı.

Aslında hedefim sadece kaleye doğru atıp olabildiğince uzaklaştırmakken sayı almıştım! Sevinçten kahkaha attım, hemen çaprazımdaki Quinn yanıma gelerek kolunu omzuna koydu, tebrik ettiğini söyleyen birkaç sözcük dedi.

Anında da sayaçlardaki rakam değişti, kendimi bir bilgisayar oyununda gibi hissediyordum. Her sayı yeni puan demekti. Beşlik çaktıktan sonra oyuna devam edecektim ki diğer bacağımı öne doğru hareket ettirmeyi unuttum.

Yere düşmüştüm. Bir insan nasıl ayakta dururken adım atmayı unutabilirdi ki? İmkansızdı lakin vücudum bunu yapmıştı. Daha olanları idrak edememiştim ki kalbime büyük bir acı saplandı, dayanılmaz bir acı sayılmazdı. Ayakta durmamalıydım, dengemi toparlamaya çalışmadım. Tamamen vücudumun kontrolünü bıraktım. Yere düşer düşmez de eldivenlerimden birini çıkararak kalbimi tuttum.

Nefes sorunumun yanında acı hafif kalırdı. Bu nedenle daha çok korkuyor, nefes almak için ciğerlerimi zorluyordum. Elimi kaskıma götürmeyi denedim, başaramadım. Gücümü gitgide kaybediyordum. Artık kalbimin sesi de dahil hiçbir sesi duyamıyordum.

İnsanlar yanıma geliyor, muhtemelen adımı haykırıyorlardı. Tepedeki ışıkların hareketleri artmıştı, adeta dans ediyorlardı. Göz kapaklarım kapanıyordu, uyumak üzereydim. İlkyardım ekipleri içeri girerken maç durdurulmuştu.

Wow. İlk bölüm bitti, umarım sevmişsinizdir.

Bir sonraki bölüm Nane Jacobs'tan yani kızımızdan olacak... ❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top