Karmaşa
Son iki saattir hastane oldukça sessizdi, artık çoğu kişi neler olduğunu biliyordu. Sandıkları gibi kalp krizi veya benzeri bir şey çıkmamıştı. İnsanlar odanın içinde sıkışmaktan bıkmıştı, bazıları dışarıda oturuyordu. Solunum cihazının sesi sanki her saniye daha da hiçliğe gidiyor, insanların ruhlarını da beraberinde sürüklüyordu. Kapının önünden ne zaman geçsem kendi gibi üstündeki karttı da minicik olan çiçeği görebiliyordum. İsmim yazıyordu, Nane Jacobs.
Kalabalığa dayanamayacağımı anladığımda saate baktım, yediye çeyrek vardı. Herkesin gözüne soka soka yürüyerek yanlarından geçtim. Belki kalabalığın azalmasında faydam olurdu. Onu yalnız bırakmamız gereken konular vardı, dinlenmeliydi. Arkadaşlar zaten yanındaydı, abisi de öyle. Düşünmeden edemedim, bu şekilde aniden hastaneye kaldırılmam gerekseydi ne olurdu? Cevap oldukça basit ve belliydi: Sadece ambulansı ararlardı, abilerim bile işlerinden dolayı gelemezdi.
Hastane kokusu burnuma dolarken derin derin nefes aldım, duvara yaslanmıştım. Belki büyük bir hata yapıyordum, belki de haklıydım ama suçluluk duyuyordum. Bu duygu beni adeta yiyip bitiriyordu. Yerimde kim olsa aynılarını düşünürdü. Popüler çocukların neden son derece sinir bozucu olduğunu... Etrafındaki herkesin davranışları sahteydi, bunu göremiyor muydu? Elbette görüyordu, görüyor olmalıydı. Sadece kulaklarını tıkıyordu, sahte dostluğun sağladığı konforu kaybetmek istemiyordu.
Suçluluk duymamın asıl sebebi; bir ihtimal de olsa kıskanıyor olabilecek olmamdı. Tüm bunları kafamda kuruyor olabilirdim. Gözlerimi birkaç saniye kapattım, asla bana yakışmayacak düşüncelere sahip olmuştum. Sahte de olsa kocaman bir gülümseme yerleştirdim. Chris'in arkadaşlarının oldukça iyi kişiler olduğunu, onu da gayet çok sevdiklerine inandım. Böylesi daha iyiydi, en güzeliydi.
Hemşireler ara sıra kendi aralarında şakalaşıyor, asistanlar ise odandan odaya evrak taşıyordu. Odanın hemen karşısında büyük bir masa vardı, güvenlik görevlisi ile iki doktor orada takılıyordu. Kahvelerinin yaydığı koku her yere yayılmıştı veya bana öyle geliyordu, karnım feci halde acıkmıştı. Bir önceki günün öğle yemeğinden beridir ağzıma bir şey girmemişti. Yemyeşil soluk tondaki duvarlara göz attım, neden bir hastaneyi böyle seçerlerdi ki? Hastaları öldürmeye çalışmaktan başka bir neden olamazdı.
Chris'in uyandığını artan seslerden anlamıştım. Ne dediklerini duyamıyordum, herkes aynı anda konuşuyordu. Ses tınları bile aynıydı ama ara sıra Chris'in sesi yükseliyor, diğerleri ise onu susturmaya çalışıyordu. Bazense eşyalar yere düşüyordu, porselen tarzı bir eşyanın kırıldığına emin olduğumda çiçekleri parçaladığını fark ettim. Onları öylece yere atıyordu, insanlar dışarı çıkmaya başlamıştı. Arkalarına dahi bakmadan kaçıyorlardı. Tek anladığım sürekli olarak "Bu nasıl olabilir?" dediğiydi.
"Defolup gidin buradan!" Birkaç küfür sesi daha duyuldu, sesi çatallı çıkıyordu.
"Chris dinle biz-" Muhtemelen abisine çiçeklerden birini fırlatmıştı, yine o seslerden gelmişti. "Her şey yoluna girecek."
Odadan kim çıksa ağlıyordu, geri girmek için dahi beklemiyorlardı. Doğruca hastaneyi terk ediyorlardı, aynı zamanda da telefona yapışmışlardı. Chris'in sosyal medya üzerinden de ünlü biri olduğunu varsayarsak neler olup bittiğini kolayca öğrenebilirdim. Birkaç dakika içinde sadece abisi kalmıştı. Chris ise hala eşyaları dağıtmaya devam ediyordu. Parçalanan saksıların çıkardığı sesler hastanede yankılanıyor, hemşirelerin içeri girmesine neden oluyordu.
Aniden odadan çıkıp benimle gözgöze gelmesinden korkarak kafeteryaya doğru yürümeye başladım. Açık gri olan tavanlara da göz attığımda toz tutmuş lambaları gördüm, üstündeki toz taneleri yavaş yavaş sallanarak aşağı iniyordu. Oysaki en tozlu kısmın her yere yerleştirilmiş sahte bitkiler olduğuna bahse girerdim. İçerisinin sıcaklığı her an artıyordu, havalandırmalar oldukça küçük olmasına rağmen iyi çalışıyordu fakat çıkardıkları tınıdan bozulmaya yelken açtığı aşikardı.
Yukarıdaki kafeterya genelde daha az kullanılırdı çünkü yerini gösteren hiçbir tabela yoktu. Her koridorun başına konulmuş minik hastane haritalarında bile bomboş bir dükkan olarak gözüküyordu. Genelde doktorlar çay, kahve içmek uğrarlardı. Hastanedeki çalışan sayısını göz önünde bulundurursak oldukça yüksek miktarda iş yapıyordu. Asansörün yanından geçerek merdivenlere ilerledim.
Gerçekten büyük sorunları olmamasına rağmen merdivenleri kullanan insanları anlayamıyordum. Sadece bir kat inip çıkmak ne kadar zor olabilirdi ki? Hepsi işlerine gelince sporcu olmakla hava atıyor, ahkam kesiyorlardı. Basit bir gündelik hayat işlerini yapamıyorlarsa hayatlarındaki faydası neydi? Aslında insanlarla neden çok yakın olamadığımı anlıyordum, oldukça farklı görüş açılarına sahiptik.
Kafeteryaya geldiğimde gülümsemiştim. Normalde yememeyi tercih edeceğim atıştırmalıkları bile yiyebilirdim. Gelen ısınmış yağ kokuları buharla beraber yüzüme yapışıyordu. Çatal bıçak sesleri tencerelerde kaynayan sebzelerin seslerine karışıyor, insanların kahkahalarını az da olsa bastırıyordu. Yan yana konulmuş üç otomat makinesinin sonuncusu bozulmuştu, bu yüzden sarı tulumlar giymiş yardım ekiplerine dikkat ederek yanlarından sıyrılmıştım.
Sağlam makineye çeyreklik attım. Ceplerim sürekli bozukluklarla dolup taşardı. Bu tarz makinelere bayılıyordum, her ne kadar bazen istediğim ürüne ulaşamasam da tasarım harikasıydılar. Fıstıklı cipsi alır almaz paketini açtım, etrafımda insanlar olmasıydı tıkına tıkına yiyebilirdim. Susamlı çikolatamı da aldığımda içecek de almak için para atmıştım ki durdum. O buradaydı, gidiyordu. Merdivenleri çıkıyordu.
Merak duyguma yenik düşerek peşine takıldım. Buz hokeyi kulübümüzün başkan yardımcısı olduğum için bu tarz olaylarda en azından bir kez arayıp kişilerin durumunu sormam gerekiyordu. Gönderdiğim çiçek mundar olduğundan pek etkili bir yöntem olduğu da söylenemezdi. Hem böylece grup üyeleriyle aramdaki bağ daha da güçleniyordu. Çoğu kişinden daha kötü oyun oynuyordum, bacaklarımı fazla açamayışım en büyük nedendi. Doğruyu söylemek gerekirse tek sorun bu da değildi, bacaklarımı genel olarak pek de iyi kullanamıyordum.
"Hey Chris!"
Beni takmadı bile, duymadığını düşünerek peşinden gitmeye devam ettim. Bacaklarımdaki hakimiyeti kaybettiğim için mi yoksa o an hala tıkınma derdinde olduğum için mi bilmem ama nefesim bana az geliyordu. Gerçi Chris gerçekten işinde iyiydi, spor etkinliklerinde hiç zorlanmıyordu. Üstelik konu ne olursa olsun doğuştan yetenekliydi. Duvardan destek alarak yürüyordum. Bazen soluklanıyor, öyle devam ediyordum.
Gerçekten peşinden gitme konusunda kararlı mıydım? Dördüncü kata gelmiştik, hala da merdivenleri çıkmayı sürdürüyordu. Beşinci kata geldiğimizde durdum çünkü onun da durması gerekiyordu fakat beklediğim gibi olmadı. Merdivenlere yapışmıştım, kafamı uzatarak yukarı baktım. Amacını daha yeni anlıyordum, bunu yapacak olamazdı. Cips paketlerini yere atarak koştum, ciğerlerimin acıması artık umurumda değildi. O intihar edecekti.
"Chris dur!" Ağzımın, ses tellerimin parçalandığını hissediyordum. "Sakin ol!"
Ona ne olduğunu çok iyi biliyordum, yıllardır sigara içiyordu. En yakın arkadaşları dışında kimse bilmiyordu. Şeker kokulu şampuanının yanı sıra her daim üzerinden sigara kokusu geliyordu. İki parmağının arası nasırlaşmıştı. Tahminimce biri parmağının arasındaki nasırları sorduysa da buz hokeyi sopalarını tutmaktan olduğunu söylemişti. Gözlemlediğim birkaç günlük antrenman sürelerinde hep dışarı çıkmıştı. Kimse patenlerini çıkarıp giymek istemezdi, acil olmadıkça antrenman bitene kadar tuvalete de gitmezlerdi.
Dışarı gitmek için büyük bir nedeni vardı. "Beni bekler misin? Söz veriyorum sana yardımcı olacağım." Düşündüğüm şey olmuşsa nasıl yardımcı olabilirdim ki?" İnsanların önemsiz sandıkları, istedikleri her an bırakabilecekleri sandıkları bu illet onları hızla ele geçiriyordu.
Pençelerinden kurtulabilenlerin sayısı çok azdı. "Sende kimsin be?" Çatı katına girdiğin an kapıyı arkasından kapattı.
Yüzüme kapanan kapı az kalsın bana dokuz bin dolarlık estetik ameliyatı kazandıracaktı. "İsmim Nane." dedim. "Keşke biraz şu ismi ezberlemek için uğraşsanız."
Kapıyı açar açmaz nerede olduğuna baktım. En uç kısımda duruyordu, aşağı bakıyordu. Şehrin tüm gürültüsü kendini gösterirken iç sesimi duymak bile çok zordu. Kış aylarının vazgeçilmezi olan kar taneleri aşağı süzülüyordu, havanın kararmasıyla yavaş yavaş yanmaya başlamış lambalar sisli havanın daha iyi görülmesine neden oluyordu. Anlayacağınız her yer oldukça kaygandı, özellikle de Chris'in tutunduğu mermer zemin...
Çığlık atmak istiyordum, ortada kimsecikler yoktu. Yavaş yavaş ona doğru gidiyordum, hızlanırsam bir anda kendini yere bırakabilirdi. İntihar ile ilgili okuduğum onca makaleyi aklımdan çıkaramıyordum, tüm o bilgiler karışa karışa aklımın bir ucunda çöplüğe dönmüştü. Çalışanların içtiği sigara izmaritleri yerlere yoğun rüzgar yüzünden yerlere dökülmüştü, neyse ki yanmıyorlardı. Ne zaman rüzgar esse daha da çok korkum artıyordu, dengesini kaybedebilirdi.
Henüz bir girişimde bulunmamış olması hızla atlayamayacağı anlamına gelmiyordu. "Sen... Cidden beni takip etmeyi bırakmadın mı?"
"Durum nedir?" Konuyu değiştirmeye çalışıyordum.
"Ağ... Sanırım boktan kanser ciğerlerime yayılmış." Gülerek söylemişti, her gün güneşin doğduğu ufuk çizgisine bakıyordu. "Bu iyi haber."
Kafamı iki yana salladım. "Test sonuçları bu kadar erken çıkmış olam-"
İki kolunu da mermerin üstüne koyup sıkıca tuttu. Kolundaki damarlar belirginleşmeye başlamıştı. "Çıkmadı zaten! İki gün önce çıkmıştı." Bana bakmıyordu bile, tıpkı her zaman olduğu gibi. O kadar yüksek sesle bağırıyordu ki kulaklarım acımıştı. "Başıma gelecekleri biliyordum ayrıca." Ve aniden sesi incelmişti, yağmurda ıslanmış kedi yavrusu gibi gözüküyordu.
Birkaç adım daha atarak hemen yanında durdum. Kolunu tutmuştum. Hareketim tuhaf gelmiş olacak ki kafasını bana doğru döndürmüş, yüzüme aval aval bakmıştı. Zaten çatık olan kaşlarını daha da çok çatmıştı. Kiraz rengi dudakları aralanmıştı, nefesi gerçekten de sigara kokuyordu. Kokudan rahatsız olsam da şuan önceliğim ondan kurtulmak değildi. Burnumdan soluyordum, saçlarımın uçları bile terden sırılsıklam olmuştu. Bu haldeyken ne yapacağımı dahi kestiremiyordum.
Bedeninin yönünü de bana doğru döndü. "Bir dakika..." Karnını tutarak kahkaha attı. "Sen benim intihar edeceğimi sandın cidden?" Daha fazla gülmemek için yanaklarını ısırdı. "Çok aptalsın Nane."
Neler olduğu hakkında artık en ufak fikrim yoktu. Amacı bu değilse neden koşmuştu ki? Evet, salak gibi hissetmiştim ama sorun yoktu. "Tanrım! Ciddiyim beni çok korkutt-" Aniden mermerin üstüne çıktı. "Chris!"
Yüzümdeki dehşeti görmek hoşuna gidiyordu. "Sen çok akıllı bir adamsı- kızsın Nane Jacobs." Her neyse... Artık atlayabilir de.
Biraz geri çekildim, belki aşağıdaki birileri onu fark ederdi. Yardım çağrılması gerekiyordu. Her hareketim ani kararlar almasına yol açıyordu. Lanet! Böyle davranması veya burada olması benim suçum bile değildi. Çok yanlış düşüncelere kapılıyordum, eğer aşağı atlarsa işler daha da sarpa saracaktı. Gözlerimi sıkıca kapattım. Defalarca kez parçalanmış hayvan leşi temizlemiştim, leşler beni korkutmuyordu. Peki ya insan parçaları?
Gözlerimi açtığında binaya doğru döndü. "Sakin ol, sadece şaka yapıyoru-" Geriye atlayacakmış gibi bir hareket yaptı, minik çığlığım karşısında güldü. "Tamam, hadi buradan gidelim artık." Daha ağzımı açmama fırsat vermeden kendini arkaya bıraktı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top