sekiz




Midnight

"Hongjoong!"

Mingi patlamanın etkisiyle yere doğru savrulan arkadaşını görmesiyle tüm gücüyle bağırdı.

Hızla yanına koştu ve hala patlamalar devam ederken sırtından ve dizlerinin arkasından kavrayıp kucağına aldı ve moloz parçalarına dikkat ederek koşmaya başladı.

Mingi hızlıca Hongjoong'u kontrol etti. Kolları ve gömleği kan ve kirle kaplıydı, çıplak kollarında ve yüzünün yanında kesikler vardı. Düşüşünden kaynaklı kafasının bir yeri hafifçe kanıyordu ve yanağı çizilmişti.

Sağ kolunda gittikçe belirmeye başlayan morluk Mingi'yi daha endişelendirdi.

Vücudundaki yaralar her ne kadar çok derin olmasa da Mingi kollarında onu taşıyorken bilinci kapalıydı.

Mingi patlamalardan etkilenmemek için hala kollarındaki Hongjoong'la elinden geldiğince hızlı bir şekilde koşuyordu. Büyük patlamalardan sonra malikane yavaş yavaş yere çöküyordu. Yer yer patlamalar devam ederken Mingi neredeyse takılıp düşecekti ama arkadaşı uğruna duraksamamıştı bile. Siyah minibüse yaklaşırken kapısı açıldı ve içindeki Wooyoung sürücü koltuğuna geçti.

Mingi minibüse girdi, Hongjoong'u koltuğa yavaşça yatırdı ve hızla minibüsün kapısını kapattı.

Wooyoung motoru çalıştırdı ve son patlamalarla malikanenin ayakta kalan kısımları da yıkılırken uzaklaştılar.

Malikaneden, evlerinden uzaklara doğru giderlerken Mingi arkadaşının hayatta olduğundan emin olmaya çalışıyordu.

Wooyoung ise sadece minibüsü sürüyor ve sorularını sonraya saklıyordu çünkü biliyordu ki Mingi ona beklemesini söyleyecekti. Ama önemi yoktu, Hongjoong'un ve Mingi'nin hayatta olması onun için yeterdi.

Hongjoong öylece uzanıyordu; teni solgundu, yaralarının çoğu kanıyordu ve uzun arkadaşının yanında bilinci kapalı bir şekilde yatıyordu.

Zayıf genç çocuk hala gri renk ince pijamalarının içindeydi ki bu da daha çok yara almasına sebep olmuştu.

Durmaksızın yolda ilerlerken benzinleri tükeniyordu.

Mingi filmle kaplı minibüs camlarından etraflarına baktı. Bir sürü bina ve apartman vardı ama çok fazla insan gözükmüyordu. Evlerinden çok uzaktaydılar, bu onları hem rahatlatıyor hem de üzüyordu ama gitmek zorundaydılar.

"Benzinimiz bitmek üzere. Bir yere park edip yardım arasak iyi olacak galiba," dedi Wooyoung direksiyonu çevirirken, aracı park edip yakınlarda petrol istasyonu bulabilecekleri bir yer arıyordu.

"Hastaneye gidemeyiz, soru yağmuruna tutuluruz," dedi Mingi, camdan dışarı bakıp Hongjoong'u tedavi ettirebilecek bir yer ve bir benzinlik bulmaya çalışıyordu.

"Ne yapacağız o zaman? Acil yardım çantamız bile yok ki," dedi Wooyoung, hala park edecek bir yer arıyordu.

Mingi ne yapabileceklerini düşünürken dudağını ısırdı. "Önce minibüsü park et."

Wooyoung başıyla onayladı ve dakikalar sonra bir parkın yanına park etti.

Sokakta gözüken hiç araç yoktu ve sabahın erken saatleri olduğu için etraf sessiz ve loştu.

Wooyoung emniyet kemerini çıkardı ve Mingi'yle Hongjoong'un tarafa döndü.

Hongjoong'un kesiklerle ve yaralarla dolu halini görünce Wooyoung'un gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu; bu kadarını beklemiyordu.

"O-ona ne oldu böyle?" diye sordu Wooyoung, endişeyle Hongjoong'a bakarken nabzını kontrol etti.

Mingi derin bir iç çekti. "Malikaneden vaktinde çıkamadı o yüzden patlamanın etkisiyle yere savruldu.

"Enfeksiyon kapmadan önce yaralarını temizlemeliyiz. Ama nasıl? Daha nerede olduğumuzu bile bilmiyoruz ve hiç acil yardım ekipmanımız yok."

"Fazladan kıyafetimiz de mi yok hiç?" diye sordu Mingi, aynı anda temiz bir kumaş ya da işine yarayabilecek bir şey bakındı etrafında.

Wooyoung umutsuz bir şekilde başını salladı. "Galiba hiç yok."

Mingi burnundan derin bir nefes çekerken dudaklarını büktü. "Pekala. Şöyle yapalım: sen petrol ararken ben onun yaralarını temizleyeyim. Verdiğim görevi yapabilir misin?"

Wooyoung başıyla onayladı. "Tabii ki. Ama... maske takmalı mıyım ya da..."

"Hayır, gerek yok bence. Ama ne olur ne olmaz diye yanına bir tane al, tamam mı?"

"Tamam. Bana şans dile."

Wooyoung minibüsten çıkıp Hongjoong ve Mingi'yi tek başına bıraktı.

Mingi, Hongjoong'un yaralarını temizleyebilmek için minibüsün içinde işine yarayabilecek bir şey bulmaya çalıştı. Neyse ki temiz bir yüz havlusu ve bir şişe su ile hiç olmadığını düşünürken birkaç tane tişört buldu.

Mingi bir iki tanesini aldı ve kucağına koydu. Yavaşça ve büyük bir dikkatle Hongjoong'un üstünü çıkardı, göğsünde ve yanlarındaki çizikler ve koyu morluklar da ortaya çıkmıştı

Havluyu nemlendirdi ve nazikçe Hongjoong'un vücudundaki kesikleri temizledi: göğsünden karnına ardından omuzlarından kollarına kadar tüm kesikleri sildi.

Tekrar nemlendirdi ve bu sefer başındaki kanları ve yanaklarındaki kesikleri sildi.

Bulduğu tişörtlerden birini giydirdi ve üst gövdesini bitirdikten sonra uzun, ince pijama altını yukarı doğru sıyırdı ve bacaklarındaki kesikleri de temizledi.

Hongjoong'un yaralarını temizlemeyi tam bitirdiğinde minibüsün kapısı açıldı ve Wooyoung çattığı kaşlarla içeri girdi.

"Bunu söylemek istemezdim ama etrafta hiç benzinlik yok," dedi Wooyoung ve umutsuz bir halde maskesini çıkarıp kendisini sürücü koltuğuna bıraktı.

"Olamaz. Buradan cidden gitmemiz gerek."

"Biliyorum ama ne yapacağız ki? İletişim kurabileceğimiz kimse de yok."

Mingi şakaklarını ovuştururken iç çekti. "Şu an düzgün düşünemiyorum."

"Çünkü düz değilsin de ondan."

"Hiç sırası değil Woo."

Wooyoung omuzlarını silkti. "Ortamı neşelendirmeye çalışıyorum biraz."

İkili hala bilinci kapalı olan Hongjoong'la minibüsün içinde neredeyse bir saattir otururken insanlar çoğalmaya başlamıştı.

Mingi herhangi birisinin, özellikle de polislerin soru sormak için onlara doğru gelirse diye gözlerini dışarıdan ayırmıyordu. Onlarla uğraşacak halde değillerdi.

Malikanede yaşanan kaostan beri bir an olsun gözünü kırpmayan Wooyoung sürücü koltuğunda uyuyakalmıştı.

İkili birkaç tane olan yaralarını temizlemişlerdi. Neyse ki ciddi bir şeyleri yoktu.

Sadece en yakın arkadaşları Hongjoong'la ilgilenmişlerdi.

Birden kapıya vurulunca Mingi şaşırırken Wooyoung uykusundan uyandı.

"Minibüste biri var mı?" diye sordu boğuk sesli bir adam dışarıdan.

Mingi boğazını temizledi. "Evet, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Camınızı indirebilir misiniz bayım?"

Wooyoung filmli camı indirmeden önce Mingi'yle bakıştılar.

Elli yaşlarında bir polis kolları göğsünde bağlı bir halde dikiliyordu. "Bu bölgeye park yapılmadığını bilmiyor musunuz?"

"Eee... hayır? Buralarda yeniyiz aslında," dedi Wooyoung ensesini kaşıyarak.

Polis  bir kaşını kaldırdı. "Öyle mi? O zaman şuradaki levhayı da mı görmediniz? Gördüğüm kadarıyla bir saattir buradasınız," dedi polis sağ tarafında bir şeyi işaret ederken.

İkisi de polisin işaret ettiği tarafa baktı ve bir levha üzerinde kalın harflerle yazılmış 'Park Yapılmaz' yazısını gördüler.

Mingi, Wooyoung'a 'ciddi olamazsın' anlamında bir bakış atarken Wooyoung ıslık öttürerek parmaklarını direksiyona vurarak ritim tutuyordu.

"Özür dileriz. Ama bir problemimiz var. Buraya gelirken benzinimiz bitti," dedi Mingi.

"Neden polis merkezine gelmediniz o zaman? Üçünüz bu kadar süre beklemektense size benzinlik bulmanızda yardımcı olurdum."

"Pardon... Yardım edecek misiniz peki?"

"Neden etmeyeyim? Biriniz inip benimle gelsin."

Mingi, Wooyoung'a baktı ve polisle gitmesi için işaret etti. Wooyoung offladıktan sonra minibüsten indi.

"Bu arada o genç oğlanın neden her yeri yara bere içinde? Ambulans çağırıp tedavi ettirebilirdiniz."

Wooyoung gerilirken Mingi sakin kaldı. "Bu sabah merdivenlerden düştü ama endişelenmeyin ciddi bir yarası yok. Biraz fazla uykulu sadece."

"Pekala... Hadi gel bakalım evlat."

İkisi giderlerken Mingi rahatlayarak derin bir iç çekti ve camı geri kapattı.

"Ucuz yırttık."

Mingi aniden bir inleme duydu. Direkt Hongjoong'a bakınca rahatsız bir şekilde kımıldadığını gördü.

"Hongjoong."

Hongjoong kıpırdandığında acı içinde iç çekerek sağ kolunu kavradı ve gözlerini kırpıştırarak açtığında Mingi'yi gördü. Koltuğunda doğrulabilmesi için Mingi yardımcı olurken baş parmağıyla nazikçe yaralı kolunu okşadı. Hongjoong'un gözlerinin dolduğunu gördüğünde Mingi en yakın arkadaşının nadiren ağladığını bildiği için anında panikledi.

"N-ne oldu? Canın mı yanıyor? Kolun mu acıyor? Niye ağlıyorsun şimdi, aman tanrım-"

"Öldüler."

Mingi, Hongjoong'un sözleriyle donakaldı. "K-kim öldü?" diye sordu sessizce ağlayan arkadaşına.

Hongjoong titrek bir nefes aldı. "Annem... babam... gittiler."

Hongjoong'un gözlerinden daha fazla yaş süzülürken iç çekmeye başladı. Hongjoong'un savunmasız ve kırılgan halini görmesiyle Mingi paramparça oluyordu.

Demek ki o yüzden öyle dedi. Liderimizi kaybettik.

Hongjoong gözyaşlarını silmeye çalışırken iç çektikçe vücudu sarsılıyordu.

Mingi arkadaşını dikkatle kollarının arasına aldı ve sakinleştirmeye çalıştı.

Liderleri.

Yeni liderleri.

Hongjoong sessizce Mingi'nin omzunda ağlarken Mingi arkadaşının sırtını sıvazlıyordu.

Dakikalar sonra Hongjoong sonunda sakinleşti ama başını Mingi'nin omzundan kaldırmamıştı.

"Ka-kaç kişi kurtuldu?"

Mingi iç çekti. "Kulağa ne kadar imkansız gelecek olsa da... Wooyoung dahil sadece üçümüz sağ çıkabildik."

Hongjoong tek bir kelime etmezken hala Mingi'nin omzuna yaslanıyordu.

"Başka bir yerinden yaralandın mı? Lütfen söyle bana..."

"Sağ kolum acıyor. Galiba kırıldı."

Mingi yavaşça Hongjoong'dan uzaklaştı ve sağ kolunu inceledi.

Koyu bir morartı oluşmuştu. Mingi hafifçe sıktırdığında Hongjoong acıyla iç çekti.

"Acıyor!"

"Pardon."

"Geri geldim!" dedi Wooyoung minibüsün kapısını açarak, elinde bir galon benzin vardı.

"Çok teşekkür ederim Polis  Bey," dedi Mingi camdan dışarı bakıp gülümseyerek.

"Sorun değil, ayrıca sana da günaydın genç oğlan," dedi polis Hongjoong'a selam vererek.

"Günaydın," dedi Hongjoong çekinerek, başını hafifçe eğilerek selam verdi ve önüne döndü.

Polis sonunda gitmişti ve Wooyoung da benzini doldurmuştu. Lazım olursa diye birazını da saklamıştı.

Minibüse bindi ve motoru çalıştırdı, park yerinden yavaşça çıkarken neşeyle bağırdı.

"Ee... nereye gidiyoruz?" diye sordu Wooyoung, gözlerini yoldan ayırmıyordu.

"Önce Bay Kim'le görüşelim... Dün gece ele geçirdiğimiz flaş belleği ona vermem gerek," dedi Hongjoong.

"Yanında mı getirdin?" diye sordu Mingi ona şaşkınlıkla.

"Evet ve ilk olarak oraya gideceğiz," dedi Hongjoong ve yaraları acımasına rağmen dik oturdu.

"O zaman Mist'e gidiyoruz," diye belirtti Wooyoung.

•~x~•

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top