Kolye

Medya ❤️

Of çok özlemişim yae duygusallandımm!

Acelem var gibi kontrol de etmiyorum şwsşiad gözler yine kanayacak üzgünüm.

Bi dee

Yorum yapmayı unutmayınn, sizi çok seviyorummm

°
°
°
°

Yüksek hızı on dakika dolmadan keserek kısa sürede sıcacık, sevgi dolu Tomlinson yuvasına vardığımızda hazır olan yemeklerimizi yemek için direkt mutfağa geçmiştik.

İkizler, bebek ikizler, Lottie, Felicite, Jay, Louis... Gülümsemeden duramıyordum. Bana hiç yabancı gözüyle bakmıyorlardı. Onlardan birisiydim. Rahatsızlık verici bir unsur gibi hissetmiyordum bu evde. Oldukça rahatlatıcı, konuyu sakat meselelere sokmadan tatlı tatlı muhabbetlerle yemeklerimizi yemiştik. Louis'nin sebze sevmediğini öğrenmiştim yapılan ıspanak yemeği sayesinde, büyük ihtimalle o da benim tam tersi sebze sevdiğimi öğrenmişti çünkü onun tabağını da yedim. Hayır, halen bir numara makarna, fırında makarna...babam çok güzel yapıyordu.

Herkes bir şekilde doyduktan sonra, benim cep boy müstakbel kocam dünden kalan yemekleri yemişti güzelim ıspanak varken, sofrayı hep beraber toplayıp bizim yolda küçük bir fırından aldığımız çörekleri orta sehpaya koyduk, yine konuşmaya başladık.

Onlarla konuşmak, yanımda Louis varken ve biz fazlasıyla yakınken yanaklarımı kızartıyordu. Arkadaşı olmadığımı çok iyi biliyorlardı. Heyecanlıydım. Heyecanlıyım. Mutluyum. Kalbi̇m deli gibi atıyor, sıcaklıyorum ah ayaklarımı yere ritimle vurup duruyorum yerimde duramıyorum.

Geçen sefer geldiğim gibiydi oda. Kapının yanında televizyon, iki geniş koltuk karşı karşıya, tekli olanlar balkon duvarına dayalı, ünitedeki fotoğrafların yeri bile aynı.

Belki de en büyük değişiklik artık pembe saçları olan Lottie olmuştu. Ah bir de büyüyen bebişler.

Konuşacak şey ise çoktu, evdekiler Louis ile aram iyi olduğu için çok mutluydu, Felicite benim için yaptığı diğer bileklikleri de bileğime geçirmiş, Lottie kesilen saçlarım için üzüldüğünü dakika başı dile getirmiş, ikizlerse abilerinin ben yokken yediği haltlardan yakınıp durmuşlardı.

Çöreklerin tadınının bu kadar güzel olması normal mi? Hayııır deliriyoruum! Ve saçlarım...

Şimdi Ernest benim kucağımda Doris de abisinin kucağında. Yarım saattir Jay'in iki yanında oturuyoruz. Peki onun dizilerindeki ağzına kadar dolu fotoğraf albümüyle şuan ne yaptığımızı tahmin edin?

Elbette benim hayatımın aşkı, sevgilim, gelecekteki kocamm, olmayan bebeğimin babası, evimin direği, Louis'imin küçüklük fotoğraflarına bakıp onu utandırıyoruz!

Bu geleneği bozamazdık.

Diğerleri de albümün başına toplanmıştı, Lottie ve Felicite yerde, ikizler koltuğun tepesinde arkamızdaydı. Uzun zamandır bu kadar kalabalık ve canlı bir ortama özellikle aile ortamına girmediğim için gergin, heyecanlı ve sevinçliydim.

Ayrıca, şuana kadar hayatımda gördüğüm en tatlı bebeğin de sevgilim olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hmm sevgilim.

Sevgilim. Sevgilim. Sevgilim. Sevgilim. Sevgilim. Sevgilim. Hayır alışamıyorum. En iyisi arizona kirpisine devam.

Gözlerimi kırpıştırıp geriye yaslandım, annesinin arkasından ona baktım, o da bana bakıyordu. Dudaklarım heyecanla aralandı, gözlerim açılıyor daha da. Mavileri sevgi dolu, gülümsüyor alnı açıkken yüz hatları çok daha keskin ve ufacık bir gülümseme bile tüm yüzünü aydınlatıyor.

En iyisi sevgiliye alışayım.

Çıkma teklifi edene kadar kesinlikle sesli söylemem, bıçakla açamazsınız ağzımı. Gerçi artık çıkma teklifi değil evlilik bekliyorum. Bundan onun haberi yok ama.

"Burada, elindeki mavi arabayı görüyor musun? İşte o arabayı yeni almıştık ve benim minik ayıcığım oyuncağını çok sevindiği için onunla uyuyordu."

Sessizce kıkırdadım önüme dönerken, Ernest bilekliklerimle oyununu kesip bana baktı ve hiçbir şey anlamasa da güldü. Bebekçik Louis fotoğrafta yerdeki sarı, çiçekli mindere yorgunca yatmış tontiş kızarık yanaklarıyla kendisinden büyük bir arabaya sarılmıştı.

Çok...çok tatlı.

"Anne, minik demez misin lütfen."

Louis homurdandı sessizce, şuan halinden pek memnun değildi ama fotoğraflarını gördüğüm için değil daha çok Jay'in sürekli "Minik ayıcığım" demesiyle alakalı bir durumdu sanırım. Kimse onu takmıyor. Boş verin.

"Burada da Lottie, yeni doğmuştu! Benim minik ayıcığım ise eve geldiğimizde onu hemen öpmüştü."

Genç Tomlinson ailesine baktım, o zamanlar küçük bir ailelerdi ve bebek Lottie küçük Louis'nin kucağındayken koltukta oturan adam da oğlunun kardeşini tutmasına yardım ediyordu. Bu akşam vakti çekilmiş ışığın yaktığı fotoğrafa bakarken gülümsedim. Adam...ciddi anlamda Louis'nin aynısıydı. Sadece annesinin güzelliği onu babasından da yakışıklı yapıyordu o kadar.

"Baba!"

Doris birden tiz sesiyle bağırınca irkildim. Evet, oydu. Hayalimdeki ilişki için neredeyse tek engel. Gözlerimi kıstım.

"Evet tatlım baba, bakın burada da bisikletten düşmüş bir Lottie var Tanrım çok ağlamıştı, neyse ki abisi bu yüzden onu kel olacağıyla ilgili korkutup daha çok ağlattı."

Gülmeye başladık. Küçük sarışın kız temiz bir yaz günü çekilmiş olduğu belli olan fotoğrafında çoktan dizleri sarılmış, kızarık mavi gözleri ve burnuyla sakinleştirilmiş kaldırımda oturarak yanındaki minnak Louis'e sarılıyordu. Açıkçası o kadar sevimliydiler ki onları ısırmak istedim.

Bebeğim olursa ona benzesin Tanrım lütfen! Kumral parlak saçları, mavi gözleri, minik dudakları, tatlı burnu, pembe yanakları! Seslice iç çektim.

"Çok tatlısın Loueh."

Eğilip ona baktığımda o da bana baktı ve gülümsedi, utandığı için elmacık kemikleri kızarmıştı. Bu arada kucağında ayağa kalkmış abisinin ensesini örten saçları özenle karıştırıyordu Doris. Çok sevimliydi...o ve bir bebek!!!

Aile tablosu kuruyorum kafamda, daha on yedi yaşındayım. Her neyse. Annesinin yanında, oğluna tatlı olduğunu söyledim ben az önce her şeyi bekleyin benden.

Siktir cidden söyledim. Birden bire renk attığıma yemin edebilirim. Neyseki kimse beni sallamamıştı. Harika şimdi de ilk günden, utanmazca Louis'e ailesinin yanında iltifat eden laubali içgüveysi damat adayı oldum.

Ama onlar kibarlar ya şimdi, ondan belli etmiyorlar elendiğimi.

"Louis daha bebek burada, erken doğmuştu ve o kadar küçüktü ki korkuyorduk dokunmaya!"

Halen küçük, demek isterdim. Ama beni dövebilir. Üstelik pekte küçük olmadığını kanıtlamaya falan da çalışabilir ki bunu istemem.

Cin çarpmış saçlarımı duygusal sakinleşme çabamla indirmeye çalışarak fotoğraftaki bebeğe döndüm, sahiden fazla küçüktü! Ağzım şaşkınlıkla açıldı. Jay'in kucağındaki battaniyenin içinde kaybolmuştu. Ben olsam ben de korkardım ve büyük ihtimalle bebeğim olursa böyle bir sıkıntı çıkacaktı. Yutkundum.

"Oturmuş televizyon izliyordum, sancım falan da yoktu öncesinde birden kendimi hastanede kucağımda bebekle buldum."

Jay güldü. Birazdan gidecekti nöbeti vardı ve şuan üzerindekilerle çıkmaya hazırdı. Ayrıca Louis'nin aniliği doğuştan demiştim size.

"Doris, yerinde durabilir misin tatlım!"

Kızıl saçlı minik çığlık atarak abisine cevap verdiğinde Louis gülerek kucağındaki kardeşiyle ayağa kalkmıştı. Onlara hayranlıkla baktım, Musa denizi yarmış gibi.

Saçları halen küçük beyaz ellerin arasındaydı ve bu hiçte onu rahatsız etmiyordu anlaşılan. Ağlayabilirim. Çok. Güzel.

Felicite fırlayıp hemen abisinin yerini kaptı. Ernest ise anlamadığım bir sebeple ikizi gibi huysuzlaşmıştı. Mal gibi arkasını dönmüş bana somurtarak bakan bebeği izledim.

"Sen yokken gayet sakindi, seni görünce şımarıyorlar al işte. "

Huysuzluğunu Ernest ile paylaşan Doris mızmızlanmaya devam ediyordu Louis ise onunla ilgileniyorken Lottie söylenip kaşları çatık bir Louis ortaya çıkarttı ama Jay onlarla karışmadı bile. Albümdeki resimlere bakıyordu ben de o ikisi "şımartma" kavgası yaparken albüme döndüm.

Kırmızı şortlu küçük Louis'nin annesiyle olan fotoğrafı çok tatlıydı öte yandan karlı bir gün çekilen üzerindeki montla iyice küçülen bir Louis daha vardı. Arka tarafta yine aynı adam, babası. Jay ise çok güzeldi zaten, gençliğini gördükçe ağzım açılıyordu.

"Anne beni de göster!"

Felicite serbest bıraktığı uzun saçlarını bir yana yatırıp yerinde zıpladığında annesi onu onaylayıp sayfaların büyük bir çoğunluğunu tek seferde geçip biraz karıştırdı. Sık sık açıldığı belliydi bu albümün, kadın her fotoğrafın yerini ezberlemişti.

Şimdi açılan sayfada bebek Fizzy'nin yattığı yere eğilmiş biraz daha büyük bir Louis ve Lottie vardı.

"Benim güzel kızım da burada işte. Ne kadar da güzel değil mi abisi?"

Hipnoz olmuş gibi başımı salladım bunlarda genetik afetlik vardı sorgulamak ne mümkün.

"Çok güzel bir bebek."

Felicite gülerek bana baktı. Yüzü evdekilerden daha farklı teni daha açıktı ama annesinden alması gereken güzelliği o da fazlasıyla almıştı.

Biraz daha Tomlinson ailesinin fazlasıyla canlı, kalabalıklaşan fotoğraflarına baktık sonra halen tartışan ikiliye döndük Ernest de hiç yerinde durmuyordu ama kucağımdan inmeye niyeti yoktu sanırım.

Kendimi kötü hissettim. Ben kesinlikle bir çocuk büyütebilecek kabiliyete sahip değildim.

"Canım şımartmak istiyor Lott. O halinden memnun hem değil mi şekerim?"

Daha iki ya da üç yaşındaydı ama oldukça abi tarafçısı olduğu belliydi, mızmızlanmaya ara verip ciddiyetle abisine sarılırken hemen başını sallayıp dil çıkarmıştı ablasına. Burukça gülümsedim, ne bu ya bir gülüyorum bir ağlıyorum.

"Harry istediğin zaman albüme bakabilirsin."

Mavi gözleri boncuk boncuk parlayan saçları toplanmış kadını onayladığımda Felicite kendisinden büyük fotoğraf koleksiyonunu alıp televizyon ünitesinin bir çekmecesine koydu.

Halen inanmıyorum, tüm aile ben ve Lou arasında bir şeyler olduğunu yüzde yüz biliyordu ve bu sanki hep bilinen bir şeymiş gibi davranıyordu.

"Böyle olmaz, şimdi tüm akşam bizi uğraştıracak. Kucağa da sen alıştırdın zaten, senin yüzünden durmuyorlar."

"Düzgün konuş benimle."

Kız ofladı ve yerden kalkıp abisinin kucağındaki kardeşine yaklaştı Louis ikisini dikkatle izliyorken Lottie Doris'e dil çıkartıp çocuğu ağlattı ve arkasına bakmadan kapıya yöneldi.

"Al her şeye ağlıyor, sustur hadi."

"Canavarı o kadar yakından görünce tabii ağlar."

Louis göz devirip ağlayan bebekle yanıma oturduğunda Ernest de birden ağlamaya başladı. Onları izlemeyi kesip şaşkınca kollarımdaki bebeğe döndüm. Jay tepsiyi topluyordu ve...sanırım bizimle ilgilenmiyor.

"Bir iki saat sonra kardeşlerinin uyuduklarından emin ol canım bir de, sizin için sıktığım limonata dolapta istediğiniz zaman alın."

Louis başını sallayarak annesini onaylarken Jay onu yanağından öpüp ağlayan ikizlerin de yanaklarını sıktıktan sonra aynı şekilde beni de öpmüştü. Giden annelerini fark edince, daha beter ağlamaya başladılar. Ama Jay içi rahat bir şekilde Felicite, Daisy ve Phoebe'u da öpüp tepsiyi almış mutfağa götürmüş ve evden çıkmıştı. Telaşla Louis'e baktım.

Louis de umutla kızlara döndü.

"Phoebe, kızlar kardeşlerinizi almaya ve abinizi mutlu etmeye ne dersiniz?"

Ernest'in kollarının altından tutup kaldırarak kendime çevirdim çocuk içli içli ağlıyordu ama sahtecikten olduğu belliydi. Yine de üzülmüştüm ve benim de birden ağlayasım gelmişti. Yaklaşıp yanaklarını seslice öptüm. Bana gözlerini kocaman açıp baktı. Gülümseyip tekrar öptüm. Minicikti ve çok güzel kokuyordu acaba benim bebeğim olursa nasıl kokar!!?

Tamam tamam sakinim.

"Hayır deriz, abimiz bizi mutlu etsin. Değil mi mi Daisy?"

İkizi başını sallayıp kardeşinin elini tutarak güle oynaya odadan çıkarken Felicite bizimle kaldı ve karşımıza geçip komiklikler yaparak onları susturmaya çalıştı.

"Bu ailede beni seven tek kardeşim Fizzy sanırım."

Birbirimize bakıp güldük. Gözleri kısılmış ve dudakları gerilmişti. Onunla böyle yakın olmak kalbime zarardı ama biraz daha yanına kaydım yüzünü benimkine yaklaştırıyordu gülümsedim, hızlıca yanağını öptüm. Geri çekildiğimde ikimiz tekrar güldük kucağımdaki Ernest ise birden tekrar ağlamaya başladı.

"Seni küçük bok, bölmesene!"

Teşekkürler Louis, şimdi daha da fazla ağlıyor.

"Bak Doris ne kadar çirkin oldum!"

Felicite yanaklarını şişirip gözlerini şaşı yapmıştı ve kesinlikle çirkin değildi. Ama Doris sakinleşmiş görünüyordu, ikizini de ablasına çevirip aynı performansı görmeyi amaçladım. İşe yaradı.

"Bak bak, şimdi de balık gibi oldum!"

Yanaklarının içini ısırıp gözlerini sonuna kadar açmıştı, ikili ise ağlamayı kesmiş gülüyordu. Biraz onlarla oyalandık. Mutluyduk.

Kıpkırmızı olduğuma eminim, saçlarım yine aldı başını gidiyor. Siz siz olun bebek yapmaya çalışan birisini malum kişi ve bebeklerle yalnız bırakmayın. Kalpten gidebilir.

Hele erkekse! Ben ne anlarım hamile olmaktan ya! Tek anladığım karnın içinden bebeğin çıktığı ve bunun hiçte acısız olmadığı. Bilmiyorum diye kolay geldi herhalde... Zorluklarına baksam kesin yapmazdım kendimi biliyorum. Bakmayacağım ama bana ne.

Saçmalıyor muyum? Bilmiyorum. Sanki babamın annem bana hamileyken onu terk etmesi, annemin dolandırıcıyla bizi aynı evde tutması ya da benden habersiz beni ilaçlarla zehirlemesi ve hormonlarımı sikmesi normal. Ne bu kendime mi zarar? Belki.

Ama ne demiş Sirius Black "Birazcık risk olmadan hayatın ne tadı olur."

Hm anlayın işte, Louis ile bir hayata hazırım o da hazır velet olabiliriz ama büyüklerimiz bize yardımcı olursa hiçbir sorun çıkmaz. Nah yardım ederler biliyorum. Neyse. Sadece bir aile istiyorum. Ayrıca Louis'nin içindeki babasından kurtulması da gerekiyor. Bir de, ben keyfim ve kahyası bebek istiyoruz.

"Sen ne güzel balık oldun öyle. Öpebilir miyim?"

Felicite gülüp belini bükerek Louis'nin onu yanağından öpmesine izin verdikten sonra kardeşlerini yerdeki mindere oturtup oyuncularını önlerine döktü. İkizler de ellerindeki plastik bardaklarla geldiklerinde Louis onlara çizgi film açıp benim elimden tutarak kaldırdı.

Gözlerim ellerimizdeydi. Çok uyumluyduk. Biz. O ve ben. İçimi bir titreme sardı, ensemde ise müthiş bir sıcaklık yaktı tenimi. Kurumuş dudaklarımı ıslattım. Avuç içlerim terliyordu. Kulaklarım çınlıyor.

"Bir şey olursa ablanıza ya da bana gelirsiniz tamam mı yukarıdayız? Hadi Harry."

Elimi tutuyor.

Elimi.

Tutuyor.

Başımı salladım belli belirsiz ve tekrar gözlerine bakmaya kalmadan koridora çıktık, mutfağa geçtik. Kardeşinin karıştırdığı saçlarını düzletiyordu diğer eliyle.

"Pazartesi okul var. Kayıt oldun mu? "

Maalesef. Lanet şey.

Elini sıktım ve onu kendime çevirdim. Gözleri parlıyordu. Bana bakarken orada kendimi göremiyordum yansıyan, sadece ışıltılar. Gözlerimdeki.

"Babamla bile konuşmadım daha."

Şefkatle gülümsedi, o gülümsediğinde dünya yavaşlıyor, saatler hızlanıyor dalgalar kayalara sertçe çarpıyordu. Başın döndü. Tuttuğu elimi kaldırıp öptü ve ben ateşi çıkmış bir şekilde onu aval aval izledim. Yine.

"Halledeceğiz."

Biz.

Başımı salladım. Beni bırakıp masaya küçük bardaklar koydu ve dolaptaki limonatadan bize iki büyük bardağa doldurdu. Sürahiyi ise masaya bıraktı.

Çocuklar soğuk içsin istemiyordu. Yerim ki ben onu. İdeal koca işte. Bilirim ben de erkeğim ya hani. Kendim de ayıptır söylemesi, çok ideal kocayımdır.

Odasına çıktık. Minderler üst üste atılmış bir köşeye konmuştu. Masa boştu ve yatağı toplu. Bir süredir girilmediği belliydi. Üzerinde yazılar olan duvara gittim. Geçen sefer bakamamıştım.

"Şarkı sözleri."

Bardakları yanımdaki masaya koyup diğer tarafındaki yatağına oturdu. Yazılara baktım. Bazılarını biliyordum. En sevdiğim grupların sözlerini fark edebiliyorum, o da rock dinliyor. Ne güzel. Ruh ikizim işte diyorum.

"Sen de mi Shinedown seviyorsun Loeh? Bu sözü biliyorum Devil'in."

Ona döndüm dokunduğum yazıyı gösterip. Ellerini önünde birleştirmiş beni izliyordu tekrar gülümsedi sorumla.

Yüzünde sevgi dolu bir ifade vardı tüm akşam. Mavileri üzerimdeydi, bunun için heyecanlanmayı özlemiştim. Yerimde duramamayı, gözlerine aniden denk gelmeyi, heyecandan acayip acayip şeyler yapmayı bile hepsini.

"Brent'in sesini hiçbir şeye değişmem."

Ben de ben de ben de! Evlenelim.

Taktım evlenmeye ya. Lanet olası bir yaşıtım gibi düşünsem ölürüm zaten.

Ah aptal, yaşıtlarının hepsinin etrafında bir Louis Tomlinson olsa onlar da böyle olurdu.

Evlilik manyağı?

"Ya, bu da Seether'ın Remedy, Three days grace mi? Şarkı zevklerimiz ne kadar benziyor. Starset!"

Başını salladı yüzü aydınlıktı, masadaki bardaklardan birisini alıp diğerini ona uzattım ve yanına oturdum. Çok mutluyumm ağlayabilirim. Ağlarsam mendil uzatın!

Ay bir şeyler oluyor bana acaba bebek mi yaptım!

Sırıtıp limonatamı içtim biraz. Louis'e biraz daha kaydım. Dikkatle beni izliyordu hep. Çekinmiyor değilim.

"Harry, ben seni çok özledim."

Bakışlarımı kaçırdım, masum sesi beni de üzüyordu. Neden gelmedin o zaman kahpe, desem ne olur?

Bardağı sıkıca tutup dudaklarıma tekrar götürürken göz ucuyla dövmeli kollarına baktım. Her şeyi çok mükemmel. Mükemmel bir kahpe!!

"Anlatır mısın oradaki evini neler yaptığını, arkadaşlarını, okulunu...kendini? Seni dinlemeyi de izlemeyi de çok, çok özledim. "

Göz göze geldik. Üzgün görünüyordu, yine de halen ışıl ışıldı siması. Ayaklarımı salladım tedirgince. Ona sinirliydim açıkçası ve pekte istediği şeyleri yapasım gelmiyordu ama ben de onu özlemiştim. Çok.

Ya, özlem. Sanki hiç gitmemişti hep burada yanımda, sıkıca ellerimi tutuyordu oysa onsuzdum ben neredeyse bir yıl. Yüzünü görmemiş sesini duymamıştım. Biliyorduk ama değil mi? Louis her gözlerimi kapattığımda oradaydı.

Ellerimi uzatsam dokunacak gibiydim, karanlık boşluğa.

Yerimde kıpırdandım. Alt dudağımı ısırdım. Bakışlarımı kaçırmadan. Yapamadım. Sıcak basıyor. Saçlarım kuyruğuna basılan kediye dönmekte kararlı. Gözlerim heyecandan fal taşı gibi açık. Bu halimle dişi bir gergedan kadar çekici olabilirim belki. Belki.

"P-pek bir şey yok anlatacak ki."

Kıkırtısıyla titredim. Başını iki yana salladı. Boştaki elini yanağıma yasladı. Tuttum! Yemin ederim tuttum nefesimi.

Kafa işte, daha sabah sevmiştin çocukla ne bu platonik aşık havaları. Kocan o senin kocan! Hey, yavrum hey!

"Düsürt olmaya çalışıyorum seni överken. Ama sen düsürtlüğü yalancı çıkarabilecek kadar güzelsin Harry."

Bu iyi bir şey mi?

Ne bu?

Çirkin mi dedi? Ağlarım.

Dudaklarım aralanmış öylece ona bakarken biraz daha güldü, elini yasladığı yanağımı sıktı ve geri çekti.

"Sen anlat. Ben dinlerim. Hem, ayrıntılara girersen uzar hikayen."

Muzip ifadesiyle derin bir nefes aldım. Ne? Ayrıntı-

Limonatamı kafama dikip koca bardağı bitirene kadar içmeye başladım. Beni izliyordu. Sırıtarak.

Yok artık ayrıntı derken kişisel şeylerden bahsediyor olamaz değil mi? Gözlerimi sıkıp limonatayı içmeye devam ettim. Vay Louis efendi vay. Demek beni utandırmak hoşuna gitti ha. Az önce küçük ayıcıkken hiç öyle demiyordun!

Bitmiyo bu da be, bir buçuk saat sanıp açtığın Jackie Chan filminin dört saat çıkması gibi.

Yatağa uzanıp bir kolu üzerinde durarak o da bardağından bir yudum alırken gözlerimi açıp onu izledim. Mavilerindeki eğlenen parıltı sönmezken bir zahmet dibi gelen bardağı indirdim.

"Ayrıntıya gerek yok, senin anlatacakların daha fazla olduğu için tabii, dengeleniyor."

Ağzını sinsice cevap vermek için açtığında onu susturup kendim konuşmaya başladım. Gözlerini devirdi.

"Annemle aram düzelmedi, daha da beter oldu hatta sevgilisi bir dolandırıcıymış ve bile bile bizi onunla aynı evde tutup üstüne beni postalamış, inanabiliyor musun? Ayrıca artık ablamla da aram iyi değil, babamla zaten kötü ayrıldım. Sokağa atılmış kediye döndüm kısacası. Okulda da kimseyle konuşmadım, yatılıya gittim bu arada. Tıpkı istedikleri gibi - "

Buraya kadar tek nefeste anlatıp şimdi derin bir nefes daha alıyorum. Bu sırada Louis'nin kaşları çatılıyordu yavaştan.

"-sessiz bir çocuk oldum. Saçmalamadım. Harry Potter izlemek yerine derslerime çalıştım. Şu zararlı tatlıları bıraktım. Aptal gömleklerimi kendime sakladım..."

Ona ilaçları söylemeyeceğim bile. Sırları. Henüz.

Sinirliydi şimdi, yüzü asılmıştı. Yattığı yerden doğrulup sıkıntıyla yere dikti bakışlarını.

"Sıkıcı bir yıldı. Ondan öncesi de pek farklı değildi. Rapunzel ve Fiona'nın trajikomik harmanlamasından farksızdı. Benim orada bir hayatım yoktu ki hiç Louis."

Elimdeki boş bardağı ve kendisininkini masaya bırakıp bana dönerek arkasına yaslandı.

"Benim yüzümden."

Ne! Yani ah pekala depresyonda biraz etkisi var ama annemle ya da ablamla ya da babamla aah Liverpool ile Louis'nin bir alakası yok ki!

"Hayır-"

"Ben, ben üzgünüm Harry."

Kaşlarımı çattım.

"Hayır burada işler her türlü batacaktı Zayn de ben de senin rahatsız olduğunu bildiğimiz halde birbirimizi yemeye devam ettik."

Yine başını iki yana salladı. Tanrım. Gözlerini kaçırıyordu.

"O zaman sinirlenen ben olurdum ve sen burada kaldırdın bir yılımız da gitmezdi, o kadar da üzülmezdin."

Ah ah Tomlinson senin her şeyi katlanılabilir yapan tek sebep olduğunu anlamıyorsun.

"Annem beni alacaktı Louis. Düğünden sonra gidecektim zaten."

İç çekti. Ayağa kalkıp karşısına geçtim, kollarımı boynuna dolandım. Bana baktı hüzünle.

"Suçun beni gelip almamandı ki bedelini ödüyorsun daha fazla rahatsız olma. Yapacak bir şey yok bende Skywalker aile dramı var."

Ya ya, meşhurdur nesilden nesile genetik acı aktarımı yaşasın Anakin babamız.

Neyse.

"Sıkıcı hikayem bitti sıra sende?"

Konunun kendisine gelmesiyle, gözlerini sıkıntıyla açıp ofladı. Pek hoş zamanlar geçirmemiş olsa gerek.

Keskin yüz hatlarını izledim, yakınlaştıkça insanın kusurları çıkar ortaya onunsa artan mükemmelliğinden başka bir şey yok. Pembe, ince dudakları, yüzünü süsleyen sakalları, güzel gözleri, konuştukça içe çöken yanakları. Mükemmel.

Ellerini belimin iki yanında hissettim. Gülümsedim. Beni tutmasını seviyorum.

"Öncelikle ben bu ülkenin adaletine sokayım!"

Sinirle soluduğunda parmak uçlarımla boynunu okşadım. Başımı yana yatırıp kaşlarımı kaldırarak dinleme işime devam ederken üzerimdeki maviler durulmuş hareketlerimi dikkatle takip ediyordu.

" Bilerek, bilerek yaptı beni kışkırtmak için ben malım tamam ama siktiğimin polisleri de mi mal! Beni alıp durdular. Her seferinde o piç sinirimi bozacak şekilde konuşmuştu oysa."

Mavileri yeşillerimden bir saniye olsun ayrılmıyor, ellerinin ellerimin olduğu yerler şuursuzca karıncalanıyordu. Seslice iç çekti.

" Ağzını burnunu kırmasam ayıp olurdu. Hep iyi niyetimden bak, baya içerliyordu dövmeyince. "

Sessizce güldüm. Konuşurken mimikleri öyle hareketli ve duyguluydu ki ne dediğini duymasam da çoşkuyla gülerdim ona bakarak. İçim içime sığmıyordu, sürekli gülebilirdim. Kalkan kaşları, şekilden şekile giren dudakları, sözcükleri kullanırken içe çöken yanakları ama şu alaycı ses tonu, ah gülmemek elde değil! Sadece nefes alsa da gülme ihtimalim var.

"Ben de dövdüm. Temiz dövdüm ama kendim dövdüm her pozisyonda. El, ayak, kafa hepsini test ettik."

Dayanamayıp kahkaha attım, onun da gülümsediğini hissediyorum. Tanrı bilir ne diyordu benim kirpime de böyle delirtiyordu. Ay şimdi kavga ederken ne kadar ateşlidir kim bilir Louis!

Düşündüğüm şeye bak lanet.

Dudaklarımın kenarındaki sıcak busesi sesimi kesti, gözlerimi kapattım. Ama eğlenen bir ifadem vardı halen. Kısık gözlerle başımı çevirip dudaklarımı onunkine seslice bastırıp geri çekildim.

Ona tekrar baktığımda alık alık olmuş gözleri dudaklarımdaydı. Beklemeden tekrar öptüm, bu seferki pekte buse değildi. Nefesini tutarak kasılmış göğsünü kendiminkine yasladım. İki yanından tuttuğu belime şimdi sarılmıştı. Sade, sevgi dolu acemi işi hareketlerimiz bizi güldürene kadar çekilmedik. Birbirimize yakınken çok savunmasızdık, en güçlü gibi hissederken.

Nefesimiz kesilene kadar sıkıca tutunuyordu dudaklarımız sonra ayrılıyor tekrar bastırıyorduk onları.

"Polis George'u da içeri attı mı hiç?"

Gülümsemeyi kesmeden başını salladı. İkimiz de kıpkırmızıydık. Sesi rahatsız bir tınıyla parlıyordu, yüzüyse benimkine bu kadar yakınken sadece sevgiyle.

"Bazen. Orada da beni sinir etmeye devam eder çıktığımız gibi ona daldığım için geri girerdim."

Ne? Şaşkınlıkla ağzım açılırken gözlerimi kırpıştırdım.

"Ya Zayn, hiç geldi mi?"

Abartıyla yanaklarını şişirerek nefes verip kocaman açtığı gözlerini de yere dikerek tekrar başını salladı.

"Sık sık hem de. Beni sizin aranızda kalmak gibi zor bir duruma sokup üstüne neden çokta umrundaymış gibi yardım etmeye çalışıyor anlamıyorum."

Arada bırakma konusunda Zayn kadar olmasa da ben de suçluydum aslında. Bunu o da biliyor. Bana kırıldığını da ben biliyorum. Ama geçecek Louis. Birbirimizi affedeceğiz.

" Beni de o getirdi ama ve sana yerimi söyledi. "

Onaylayan sesler çıkarttı, geri çekilip yatağa tekrar oturdum ellerini tutarak. Yanıma yerleşti.

"Ona kırgınım."

Mor gömleğimin kollarını çekiştirdim, hepimiz birbirimize kırgındık. Şakasız, hepimiz. Safaa hariç...

Başımı omzuna yatırıp birleştirdiği ellerinin üzerine koydum bir elimi. Ayaklarımı salladım, gri çoraplarımı izlemek yerine elbette ellerimize bakarak.

Kenetlediği parmaklarını araladı, elimi avucunun içine aldı ve okşadı. Gülümsedim.

"Seninle telefondan konuştuğumuz akşam evimi basıp bana gerizekalılıklarımı saydığı ve yerini söylediği için biraz yumuşadım yine de. Geriye, geriye doğru düşersem sırtım onunkine çarpıyor, hep arkamda."

Aklıma istemsizce Niall gelmişti. En son bana ne yapıyorsun demişti ben de bebek demiştim sonra yirmi sekiz defa aradı ama açmayıp mesajlarına randomla cevap verdim. Kesinlikle meraktan ölüyordu.

Gülümsememin tonu huzurdan civciv yüzünden uzaklaşıyor.

"O senin dostun. Elbette aranız düzelecek, zaman ver bir şeyler bitmek zorunda değil."

Başını salladı, çenesi saçlarıma sürtündü. Her ne kadar bilmeyerek yapsa da hoşuma gitmişti ve ben de kendi kendimi onun çenesine sürttüm. Kıkırtısı duyuldu.

"Zayn seni nasıl ikna etti gelmeye anlamadım, aranız iyi değil sanıyordum. "

Yüzümdeki gülümseme duruldu, düşmedi.

"Gidecek yerim yoktu ki. İkna edilmiş falan değilim."

"Anlamadım, nasıl?"

Kafası karışmıştı, eh normal büyük aksiyondu gelişim.

"Annem ve ablamla aramız çok kötüydü sinirlenip gece evden kaçtım, döneyim diye de peşime polis takmıştı. "

"Ne!"

Birden sesi yükselince irkildim ama yerimden kalkmadım. Tam tersi biraz daha sokulmuştum ona.

"Sonra birden karşıma Zayn çıktı. O eve dönemezdim Louis, babam da zaten velayet davası açmış kendi kendine, ona da sinirliyim. Niall'a gittim biraz, biraz da sizin küçük evde kaldım. Zayn bana yardım etti, aramız eskisi kadar kötü değil. Umarım. "

Halen kavga etme potansiyelimiz vardı. Louis benim kavgası yani.

"Ablanla neden aran bozuk?"

"Bana yalan söyledi."

Yutkunmuştu. Kendisinin de yalan söylediğini biliyor çünkü. Elimi sıktığını hissettim. Gözlerimi kapattım. Ben de ondan bir şeyler saklıyordum.

Sustuk bir süre, o sakince saçlarımı okşamaya başladı ve biz yatağa uzandık bacaklarımız aşağı sarkarken. Başım omzundan göğsüne kaymıştı.

"Bir şeyler yapalım."

"Harry Potter izlemek ister misin?"

Heyecanla doğrulup başımı salladım. Sırıttı.

"Hangi bölümü arzu edersiniz Mrs. Tomlinson?"

Neeee, dediii!?

Ağzım biraz açılsa da hemen şaşkınlıktan sıyrılıp hitabından memnun bir şekilde mırıldanarak düşündüm.

"Ateş kadehi!"

Açık ara farkla, içinde adam akıllı Hufflepuff'lı olan tek bölüm.

Louis gülümseyip yataktan kalktı ve bilgisayarı alarak yerdeki üst üste minderleri yan yana atarak onların karşısına koydu. Yatakta uzanırken onu izledim.

"Bence daha rahat bir şeyler giyinmelisin önce, sana pijama verebilirim."

"Olur."

Bana, kendisine ait olan bir takım getirdi. İnanır mısınız, tam oldu. Buna şaşırıp onunla alay edecekken sevimli bakışlarını fark ederek zorlukla susmuştum.

Filmi açtık, Louis'nin gizli abur cubur zulasından otlanarak izlemeye başladık. Büyük ihtimalle ikimiz de bin defa falan izlemiştik ama halen heyecanla takip ediyorduk her sahneyi. Yani, ben takip ediyordum.

Çünkü tam da Fred ve George'un Ateş Kadehini kandırma çabalarına güldüğüm sırada boynumda bir soğukluk hissettim ve irkildim.

Gözlerimi hızla mavilere çevirdiğimde çekingen bir şekilde beni süzüyordu. Başımı eğip kafamdan geçirdiği şeye baktım.

"Bu, annemindi. Artık senin. Ama, yani şey -"

Siyah ipin ucundaki büyük ihtimalle gümüş olan, gül şekilli yüzüğü avucuma aldım yeşillerim kocaman olmuş ve kesinlikle rengi açılmıştı. Ağzım da tabii iki karış açıktı.

"- bunu, bir gün parmağına taktığında anlayacağım tek şey sana bir yüzük daha bulma vaktimin geldiği olacak anlıyor musun?"

Yüzüğü boynuma bırakıp aşırı duygu yüklemesiyle kalben iflas ederek Louis'nin boynuna sarıldım.

Şey onu hemen taksam, kaçar mı acaba benden?

°
°
°
°

Biraz sıkıcı bir bölümdü özürs.

Benimle buralara kadar geldiğiniz için hepinize teşekkür etmek istiyorum, kırk bir kere maşallahlık olduk.

Bir de,

I hate you bebeğimi yalnız bırakmayınn lütfen 🥺

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top