Bölüm - 77
Narcissist, Lauren Spencer Smith
Older, Isabel LaRosa
Benim Artemisim.
●○●
BÖLÜM - 77
Başımdaki seslerle yüzümü buruşturup gözümü açtım. Bir, iki, üç, dört kaç kişiler? Neden başımda dikiliyorlar ki? Bana bakmıyorlar ama? Dik durup açık olan gözlerimi kapatıp durdum. Uykum var. Ama kaçtı gibi. Şuan ne yapıyorum?
"Uyandırdık mı seni?" Annemin yakından gelen sesiyle kendimi geriye doğru bıraktım. "Yok, ne uyandırması." Uf. Sanki tam uykumu almamış gibi hissediyorum. Üzerimdeki ıslaklıkla tam gözümü açacakken annemin küçük çığlığıyla sıçradım. Battaniyeyi üzerimden fırlatıp süzdü tüm vücudumu. Ne oldu? Bu kıyafetler ıslak? Tabi ya! Her kim taşıdıysa beni uyandırmadan terli terli yatağa bıraktı gitti.
"Bu gün çok önemli ve sen çalışmandan sonra terli mi yattın? Hemen sıcak duşa!" Tamam, bu sefer haklı. Hem de ne dese doğru... Etrafımda ki görevlilerle fazla göz temasında bulunmadan banyoya girip arkamdan kilitledim.
"Bornozunla çık!" Ya... Utanıyorum ben! Hışımla üstümdekileri çıkartıp duşa girdim. Şimdi benim bedenimin ölçülerini alacaklar falan. Ne uzun işler ya. Sıcak suyun düşüncelerimi dağıtmasını tabi ki bekliyordum. Tüm vücudum gevşerken şampuandan elime döküp saçımı köpürtmeye başladım.
Suyu kapatıp saçımdaki suları sıkıp duşa kabini açtım. Çıkan dumanlarla elimi iki yana salladım. Saunaya girsem daha az sıcak olurdu. Asılı bornozu alıp üzerimdeki sulara odaklandım. Gözlerimi açıp buharlaşmış görüntüye gülümseyerek bakıp bornozun iplerini sıktım. Eh, en azından numaralarım var. Saçımı kurutmak gibi derdim de kalmıyor. Avantaj bunlar hep, avantaj. Kilidi açıp ışığı kapattım.
"Hepinize günaydın. Oldukça güzel bir uyandırma töreniydi." İmamı anlamadılarsa problem var demektir. Annem göz devirip yanındakilere işaret verdi. Çantalarından bir şeyler çıkartırken ortada ki tekli sandalyeye oturdum. Siyah iç çamaşırlarını görmemle gözlerim irileşse de sesimi çıkarmadım. "Şuan ne yapıyoruz acaba?"
Cevap vermek yerine çantadaki her şeyi masanın üzerine dizdiler. Daha kahvaltı yapmamışız neyin tantanası bu yahu? Omuzlarımda ki ağrıyla yüzümü buruşturup, havaya kaldırıp indirdim. Paslanmışım be.
"Kahvaltıya bir saatten az kaldı bebeğim. Anneannen ve deden buradalar. Onlarla tanışacaksın. Şimdi, senin için üç kıyafet dikilecek. Birincisi selamlama için, ikincisi balo için üçüncüsü de kraliyet yemeği için. Kahvaltı için de sana takım hazırlattım. Onu giyeceksin ölçülerden sonra."
Elimi kaldırıp gülümsedim. Kafasını yana eğip gülerek elini salladı. "Kıyafet seçimlerine karışabiliyor muyum acaba? Yani sadece kraliyet yemeğine de torpil geçebilirsin bence?" Evet, kaşınıyorum. Ama hoşuma gidiyor. Ne kadar kahkaha atmak istesem de doğrudan gözlerine bakıyordum. Asla göz savaşını kaybetmem. Bir dakika geçmeden gözünü kırpınca elimi kaldırdım.
"Kazandım! Evet, kraliyet yemeği için bordo renginde takım lütfen!" Kahkaha atarak ellerimi çırpmamla annem dışında herkes kahkaha atmıştı. Annem hepsine ters bakış atınca sussalar da gizliden tebessümünü çoktan yakalamıştım. Gördüm ki, gördüm ki. İşaret ettikleri çamaşırları almak için ayağa kalkıp onlara döndüm. Ne bakıyorsunuz?
"Arkanızı dönseniz artık?" Bir şey demeden arkalarını döndüklerinde göz devirip üzerimdeki bornozu yatağın üzerine bıraktım. Çamaşırları giyip sandalyeye geri oturdum. "Tamam." Bana döndüklerinde tekrar gülünce kaşlarımı çatıp teker teker yüzlerine baktım.
"Ölçülerini alabilmemiz için ayağa kalkmanız gerek prenses." Tabi! Ayağa kalkıp gözlerimi devirerek kollarımı açtım. Annem kolumdaki dövmelere kaşlarını çatıp yaklaşırken derin nefes verdim. Keşke sormasan... "Bu sen gittiğin zaman yoktu kızım? Nasıl oldu bu değişik işaretler?" Kolumu çevirip anneme geri döndüm. Eliyle dövmenin üzerinden yavaşça geçiyordu.
"Keşke cevabını bilsem de cevaplasam anne. Bir anda oldu ve bende hiç hoşnut değilim bundan. Bulursam seni de bilgilendiririm."
Bir şey demeden elini çekip geri adım attı. Gerçekten çok üzülüyordu. Daha ben başaramazken o nasıl başarsın? Ağzını tutup lavaboya ilerlemesiyle tam arkasından gidecekken kolumu tutup durdurdular. Annemin arkasından yanında duran kadın girerken ellerimi çektim.
"Bıraksanız da annemin yanına gitsem!" Ellerindeki mezurayla kolumun ölçülerini almaya başladıklarında tekrar gitmiştim ki ellerini sıkılaştırdılar.
"Kraliçemizin yanında zaten hizmetçisi var. Lütfen rahatlayın, kötü bir şey yok." Annem muhtemelen kusuyor ve bu kötü değil mi? Beyinlerinde ne kuruyorlar bunlar! Omzumdaki elle titremem geçmiş anında sol tarafa çevirdim kafamı. Ah, iyi.
"İyi misin anne?" Yanağımı sıkıp gülümsedi. "İyiyim sadece bir an midem bulandı o kadar." Kısacası her yerimi elleyip ölçüleri aldıklarında neredeyse kulaklarımdan dumanlar çıkacaktı. Sıkıldım! Hiç bana göre değil dikilmek. Tamamdır dediklerinde askı ile uzattıkları takımı yatağa bırakıp askılıktan çıkardım. Kruvaze yakalı blazer ceketin harika durduğunu itiraf etmeliyim. Annemin zevkleri mükemmel... Hele ki lila renginde olması? İçinde de beyaz tişört. Annem elindeki defterden kadına işaretler gösteriyordu. Pantolonun düğmesini takarken bana gülerek bakan yardımcılara anlamsızca baktım. Komik olay mı vardı?
"Halk selamlamasında mavi kabarık elbise istiyorum. Aynı bu şekil olsun hatları. Balo için değişik model düşünüyorum. Siyah ama aşağıya doğru kırmızı renge dönüşecek. Sol omzundan göğüs kafesi çevresini sarsın, tek kol yani. Sağ koltuk altından beline kadar gümüş detaylar istiyorum. Aynı şekilde omuzunda da olacak, aşağıya doğru fazla uzun olmadan. Zaten yemekte ne giymek istediğini söyledi. Balo maskesine kıyafete göre karar verirsiniz zaten. Aynısı da olabilir, gümüş renkte olabilir."
Annem gerçekten ya çok zevkli ya da ben çok zevksiz insanım. İkinci seçenek doğru olsa da oyum ilk seçenekten. Çok da kötü değilim. Ceketi de giyip saçlarımı geriye doğru verdim. Kenarda duran tarağı alıp aynanın karşısında durdum. Zaten düzken güzeller... Son kez sağ tarafı tarayıp yerine bıraktım.
"Öğlene kadar hazırlanmış olurlar majesteleri. İyi kahvaltılar size efendim. Sizde hoş geldiniz prenses, sizinle tanışmaktan onur duydum."
Bende eğilip gülümseyerek yaklaştım anneme. "Bende sizinle tanıştığıma memnun oldum, teşekkürler. Kolay gelsin size."
Son kez bize bakıp kapıdan çıktılar. Arkalarından bizde çıkarken merdivenlere yaklaşırken oldukça rahat olan annemin elini tuttum.
"Ne yapmam gerekiyor? Nasıl davranayım?" Adımlarını durdurmuş, bileğimdeki elini avcuna aldı. "Sen kimsen, o ol. Bir başkası ve ya başkaları için kişiliğinden vazgeçme. İçinden nasıl geliyorsa öyle davran. Kimse senden kusursuz olmanı beklemiyor."
Merdivenlerden inerken tekrar durdum. Lena'ya nasıl açıklayacaktım daha normal şekilde?
"Gerçekten de idam etmemiz gerekiyordu, değil mi? Cezalar değiştirilebilir mi anne?" Burada tabi ki asıl kast etmek istediğim şeyi anlamıştı. Beni anlıyor gibi çoğu zaman.
"Benim yerime geçtiğinde, kraliçe olduğunda anlayacaksın kızım. Kralların ve kraliçelerin zor kararlar alması gerekir. Bir gün sende beni anlayacaksın, benim anladığım gibi." Demek ki onunda bunu düşündüğü günler oldu. Çok zor. Sevdiğin birinin ölme düşüncesi ne bileyim? Düşünmek bile istemiyorum. Kahkahalar baya gürültülü... Kapılarda ardına kadar açık. Burası nasıl bir dünya? Nasıl bir paralel evren?
Tut olmasa resmen ütopyaya düştüğümü zannedeceğim. Gerçi burada belki kendini saklayanlar var? Belki de tek kötü Tut değildir? Ama ondan da kötüsü olması imkânsız. Kapıdan girince heyecanla ayağa kalktılar. Aralarında annemin dediği gibi sadece iki kişiyi tanımıyordum. Kaleb kucağında otururken bakışlarımız kesişti. Anneannem olmalı. Anneme bu kadar benzemesinin başka açıklaması zaten olamaz ki tablolarını görmüştüm. Sarı kısa saçlı, mavi gözleri ta buradan belli olan, yaşlılığın verdiği etkiyle boyu biraz kısalan, orta kilolu biriydi. Tabloda belli oluyor muydu? Hayır. Ama güzel olmadığını inkâr edemem. Genler güzel. Başka açıklama kabul etmiyorum.
Kaleb'i yere bırakınca çocuk doğru teyzeme uçtu. Sevgi fazla geldi herhalde. Güleceğim ya...
Yanında da tamamen beyaz uzun saçlı adam kalkınca kısa süreli onunla göz göze geldik. Annem yoksa babasına mı benziyor? İkisine de benziyor. Ama hangisine daha çok benziyor? Ne gereksiz diyalog! Banane!
Annemin sırtımdan itelemesiyle yürümeye başladım. Görüş açıma aniden babam girince gülümsedim. Rahatlıyorum en azından. Sağımda annem, solumda babam onlara yaklaştık. Bana gözleri dolu dolu bakınca biraz daha gülümsedim. Kadını ağlatmaya mı çalışıyorum acaba? Çünkü başardım gibi. Bana sıkıca sarılırken bende ona sarıldım. Sarılmayı pek sevmesem de insanlara şuan soğuk yapmam için sebep yok. Benim hakkımda hayalleri, planları varken önceden bir anda ellerinden alınıp götürülmüştüm. Şimdi artistlik, bencillik yapmamın ne sırası ne de zamanı. Kendimi aşabilirim artık. Eskiler yok artık. Christian yok, ne James ne de Sarah var. O resimler çoktan ateşe verildi. Yok oldu onlar, diğerleriyle birlikte.
Geri çekilip saçlarımı okşadı. "Elenor' a çok benziyorsun. Edward'ın genlerinin daha az olması açıkçası memnun etti. Torunumun da közü kara bir savaşçı olmasını kaldıramazdım."
İkisine birden bakınca kaşlarını kaldırıp indirdiler. Söyleme dedikleri tamam belli de neden? Büyük karar mercisi tam karşımda sanırım. Gerçi annemin içinden öyle birisi çıktığına göre anneannemden daha görkemli karanlık taraf beklerim. Babamın genlerini daha çok aldım demeyi isterdim... Sadece içimden söylemiş oldum en azından. İleride ki zamanlarda öğrenir artık kadıncağız. Gülerek kafa sallarken annemler de bana katıldılar. Korku neler yaptırıyor be...
"Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Annem sizden çok bahsetmişti." Büyük yalan. Daha sonra ayrıntılarıyla öğrenirim tabi. Anneme gülümseyerek bakıp saçlarından öptü. "Tabi bahseder. Hadi daha fazla aç kalmayalım." Benim sayemde annenden öpücük de kazandın anne. Sofraya geçerken üçümüz de güldük. Anlamı bizde saklıydı. Elimdeki kompostodan bir yudum daha içip kokusunu tekrar içime çektim. Meyve aromaları ne kadar güzel... Kahvaltı seremonisi biteli çok olup bir de üzerinden en az bir saat geçmişti. Onlar konuştular, ben dinledim. Herkes kendi derdinde tabi, uzun süre sonra tekrar herkes bir aradaydı. Buna ben vesile olsam da... Tüm dikkatler bende olacak değil ya. Bir anda bana bakmalarıyla ağzımdaki kadeh bardağını masaya bıraktım. Masada diğerlerinin aksine teyzem ve anneannem çok güzel bakıyordu. İlk defa bu kadar sevgiyi bir arada hissediyordum. Teyzem, kucağında ki Kaleb'i yere bırakıp derin nefesler aldı. Çekirge gibi... Milena ve Riley kesinlikle onun gibi değil.
"Senin hayatın nasıldı dünyada Annabeth? Seni daha tanıma fırsatım olmadı. Malum daha yeni öğreniyoruz." Ben de öğreneli şurada yıllar olmadı ya... Aklını bulandırma. Sana normal soru soruyor, ne asabi bu haller? Tekrar gülümseyerek geriye yaslandım. Onlara yalan söylersem ne kadar dürüst bir insan olurum? Christian'ın kimliğini zaten biliyorlar. Eni sonu zaten her şey öğrenilecek. Saklamamın anlamı yok. En azından dürüstlüğüm kaybolmasın.
"Dünya'da Kral Tut'un babası, Kral Stephan tarafından suçsuz yere öldürülen iki ailenin sürgün edilmiş kızı ve oğlu tarafından büyütüldüm. Etrafında büyük tiyatrolar dönen karakterdim. Yani zaten bir dünyada yaşıyordum, etrafıma farklı bir dünya daha düzenlemişlerdi. Tüm karakterleri sahte olan bir dünya... Orada amcam sandığım Christian yani burada ki adıyla Kont Oren tarafından sıkı dövüş eğitimleri ile yetiştirildim." Ağızları açık tam lafa gireceklerken konuşmaya devam ettim. "Şuanda bu kadar iyiysem, büyük çoğunluğunu ona borçluyum. Sürekli bir şeyleri sorgulamaya başlasam hafızamı siliyorlardı. Bu yüzden ister istemez sorgulayamamaya başladım. Düşünemiyordum bazen. Hep bazı şeylerin eksik olduğunu biliyordum, hissediyordum. Arkadaş konusunda orada şanssızdım. Mutlu bir çocukluk geçirmedim. Güzel hatıralarım yok lakin iyi anılarım da yok diyemem. Sadece hepsi bir yara iziyle kaldı. Diğer soruna gelince dünya burası gibi değil. Orası; artık kötülüklerin kol gezdiği, merhametin yerini acımasızlığın aldığı, adaletin yerini paraların aldığı, acımasız eleştirilerin had safhada olduğu bir dünyaya dönüştü. Orayı bir rüya gibi tabir edebilirim veya okyanus. Güzel bir rüya iken, kâbusa dönüşebilen yer. Orada insanlar birer kuklalar. Her şeyi istenilen gibi yaparlar, başka seçenekleri yok. Dünyanın başındakiler oynatıcı, ülkeler tutaçları, baştakileri ipleri, insanları ise kuklaları. Onlar yön verir, bizde ona göre ilerleriz. Burada mükemmel bir hayatınız varken başka dünyalara merak sarmamalısınız. Var olanı, daha da iyiye götürmeye uğraşmalısınız."
Hayran bakışlar üstümde yoğunlaşmıştı. Bunları hayran olsunlar diye söylemedim. Sordukları için söyledim. Anneannem elindeki bardağını bırakıp kafasını yavaşça salladı.
"Çok güzel bir dönem olacak kraliçe olduğun zaman evladım. Böyle devam et. Düşüncelerinle seninle gurur duydum. Bugünün yıldızı sensin. Tüm kutlamaların sebebi sensin. Yeter bu kadar karamsarlık, eğlenceye bakın! Torunum döndü ve bugün balo var! Çoktan duyuru zamanı geldi geçiyor bile. Hazırlanın bakalım!" Annem beni de ayağa kaldırınca onunla birlikte cama yaklaştım. Konuşurken onu da etkiledim. Keşke daha hafif konuşsaydım.
"Oren konusunu konuşup moralimi bozmayacağım. Resmen doğrusunu bile bile onları es geçip başka yerdeki düşmanlarımızı araştırdık. Yıllarımız boşa geçti. Harcadık resmen. Her zaman hissediyordum yaşadığını ama yoktun. İnanıyoruz deseler de asla inanmadılar. Şuanda Tut'a aklımdaki işkenceleri yapamamak beni deli ediyor. Dayanamıyorum. Beklemek zorundayız. Özür dilerim bunlara mani olamadığım için. Layla'yı da elimizden kaçırdık. İntikamını alamadığımız için özür dilerim. Ama elbet olacak..."
Layla mı? Onunla daha vakit harcamasalar iyi. Şimdi sen neden böyle söyledin derse ve bende onu salan bendim desem en iyi ihtimal bir sürü laf işitirim. En kötü ihtimal? Ceza alırım. Neyse, en iyisi çalışmaya devam etsinler. Bilmeseler de olur. Sonra söylerim. Canımı tehlikeye atmak için fazla güzel bir gün. "Hadi halkı selamlama vakti. Üstünü değiştireceğiz. Birazdan diğerleri de burada olurlar. Zaman su gibi geçiyor!"
Gerçekten bugün daha hızlı ilerliyor sanki. En güzel günler bir anda bitiyor! Odadan çıkmadan prens ve prenseslere selam verdim. Kızlar hemen etrafımı sarıp durdurdular.
"Halk selamlamasından sonra kesinlikle konuşmamız lazım. Önemli şey hakkında." Büyük ihtimalle hazırladığımız dans konusunda. Harry aralarında daha sessiz duruyordu. Tehdit mi ettiler sussun diyeacaba? Mümkün. Annemin arkasında acele ileyürüyüp merdivenlerde yetiştim. Odamın kapısında daha fazla asker vardı. Bu gün komple asker sayısını arttırdılar önlemler için. Kimler gelecek ki?
"Odanı da değiştireceğiz. İçindekileri de değiştiririz. En kötü tekrar eşyalarını taşırız." Tablolarıma zarar gelmediği sürece hiç sorun yok. İçeri girince ayakta bizi bekleyen dört kadında selam verdi. Diğerlerinden farklıydılar. Onlar diğer elbiseye uğraşıyorlar sanırım.
"Nasıl bu kadar hızlı bitti ki?" Üstümdeki takımı çıkarırken açtıkları elbisenin içine girdim. Kollarımdan geçirip astarlarını düzeltmekle uğraşmaya başladılar.
"Annenizin istediği kalıplar genelde birbiriyle benzer. Elimizde çoğu zaman taslak biriktiriyoruz. Gerisi tamamen makinelerimiz ve profesyonellerimizin elinde." Oturttukları sandalyeyle azcık aşağı indirdiler. Ellerindeki saç maşalarıyla yaklaşırken gözlerim açık, aynadan onları izlemeye başladım. Umarım saçımı yakmazlar. Üç kişi, üç maşa... Sonuç? Dalgalı, iki tarafı birbirine örgü ile tutturulmuş saç modeli. Her şey mükemmel tamam da tek rahatsız edici şey kollarım. Omzumda olunca daha rahat oluyor. Neden bu model anne? Ama köprücük kemiklerim güzel duruyor. Kendilerine çevirince otomatik gözlerim kapandı. Daha açamadan gözüme konan ellerle kafamı geriye verdim.
"Makyaj yapacağız efendim. Kafanızı sabit tutun lütfen." Bitmiyor. Daha bunun balosu var, yemeği var. Aynı makyaj olsa ne olur? Bence hiç te bir şey olmaz. Bilmelerine de gerek yok. 'Yine zekânı konuşturuyorsun prensesim.' Seph'in sesini duyunca gerilen vücuduma ani serinlik geldi. Rahatladım sanki.
'Tabi ki konuşturucam. Sanki senin konuştuğun var.'
"Bitti prenses. Selamlamadan bir saat kadar sonra diğer elbise denemesi için burada olacağız." Giderlerken arkalarında gördüğüm CL yazısıyla aklıma arena günü geldi. Demek ki Lauren buranın tasarımcılarından. Vay be. Yanıma bıraktıkları beyaz topuklu ayakkabıyı giyip spor ayakkabımı kenara bıraktım. Lazım olabilir belki.
"Hadi kalk artık Annabeth."
Annemin az önceki ile tek farkı kafasında ki nereden geldiğini bilmediğim taçtı. Elindeki altın tacı görmemle durdum. O ne öyle? Altın, kocaman ve işlemeleriyle göz çarpıcı. En az yedi santim. Onu nasıl kafamda taşıyacağım ya? Gözleri şimdiden dolmuş, neredeyse ağlayacaktı. Kafamı eğip takmasına yardım ettim. Artık kafamda taç ile mi dolaşacağım yani? Havalı... Çok havalı! Acaba aşağıda kimler var? Hadi bakalım. Umarım insanlar hayal kırıklığına uğramaz. Birçok insan okulda benden şüphe etmiş olabilir. Ki etmeleri en doğalı.
Merdivenlerden yavaşça inerken uzattığı elini tuttum. "İyisin dimi anne? Bir sorun yok?" Gülerek son adımımda elimi tuttu. "Sadece mide bulantısı. Duygu değişimlerimi biliyorsun, gerginliktendir. Düşünme artık." Diyorsa doğrudur. Muhafızlar kapıyı gürültüyle açınca gelen uğultularla durdum. Bu kadar ses dışarıdan mı geliyor? Çıkmasam mı ya? Yok, yok. Geri adımlarken annem sıkıca elimi tutup yanına çekti.
"Sakın böyle bir şey yapma. Sakin ol. Konuşmayacaksın orada sadece el sallayacaksın. Bunu bile yapamayacak kadar korkak mısın?" Yalnız korkak falan? Elini tutmaya devam edip kapalı balkonun önünde bekleyen babama yaklaştık. Korkan kim? Korkmak neymiş? Ben öyle kelime bilmem, duymam da.
"Hazır mısın kızım?" Babam da diğer elimi tutunca daha dik durdum. Sanki hazır değilim desem konuşmayacağız. Annem resmen elimi kelepçeledi. Kafa sallayınca elini ileri doğru ittirdi. Kapı gürültülü şekilde açılırken atılan çığlıklarla tüylerim diken diken oldu. Hem korkutucu, hem de güç verici... Bambaşka bir duygu bu. Yukarıdan aşağıya dökülen gül yaprakları, aşağıdan yukarıya doğru çıkan balonlar...
Yaklaştıkça insanlar beni daha net görüyordu, bende onları. Birçoğu ağlarken, diğerleri coşkuyla el sallıyorlardı. İlk sırada gördüğüm yüzle neredeyse gülecektim. At arabasındaki adam, omzunda ve yanındaki kızıyla el sallarken oldukça şaşkın gözüküyordu. İlk başta onlar olmak üzere el sallarken küçük kız anın etkisiyle adamın kafasına vurmaya başladı. Buna gülmeyeyim de neye güleyim! Dudaklarımı ısırıp kahkahamı engelledim. Okuldaki yüzlerin çoğunluğu burada. Kızları görmemle kocaman gülümseyip el salladım. Oldukça gururlu gözüküyorlardı. Lena'nın kafasında ki tacı görünce tekrar yavaş yavaş gülümsemem söndü. Hemen arkalarındaki tayfayı görünce kafa salladım. Britney ve diğerleri de karşılık verirken gülümsedim.
Yola kendin gelmesen de böyle getirirler. Aslında onlarda kötü değiller. Akıllarda kötü yerine kalacağına hiç kalmasan daha iyi aslında. İnsanların seni kötü hatırlayacağına, seni hatırlamaya çalışması daha iyi. Babam elini havaya kaldırıp herkesin susmasını sağladı.
"Evet! Kızımız topraklarında, evinde! Karşınızda Dört Element Krallığının Veliaht Prenses Annabeth Bertilda Salvatore!"
"Çok yaşa prenses!" Nidaları resmen zemini titretiyordu. Bu kadar mı değer veriyorlardı bana? Aileme? Krallarına ve kraliçelerine? Tanrım bu rüyaysa, lütfen beni uyandırma. Ben çok mutluyum. Ben ilk defa, çok mutluyum. Okuldaki yüzlerin çoğu şaşkındı. Küçük çocuklar, yaşılar, kadınlar, erkekler, herkes... Etrafa el sallarken kapının önündeki arka arkaya dizilen at arabalarıyla anneme baktım. Sürü de diyebiliriz buna... Çoklar.
"Ne oluyor?" Elini indirip kahkaha attı. "Balo için seçili öğrencilerle birlikte krallar ve kraliçeler geldi." Uf. Herkesin gözü bende olacak. Son kez el sallayıp balkondan çıktık.
"Nasıl hissettin?" Kapıyı kapatıp cama yaslandım. 'İnanılmaz hissettim.' Derin nefes verip yanlarında ilerlemeye başladım. Ben buraya aitim. Evim burası. Gülümseyerek baktıklarında diğerlerine aynı şekilde karşılık verdim. Lexa' nın yanından geçerken kulağına eğildim.
"On beş dakikaya odamda olun. Konuşalım bahsettiğiniz konuda." Annemin koluna girerken şüpheyle beni süzdü.
"Ne planlıyorsunuz?" Onun bakışlarının aynısını gönderip yürümeye devam ettik. "Plan olmasa söylerdim. Ama bilmen lazım, daha önce de söylememişler." Merdivenlerden çıkarkensanki sır verirmiş gibi fısıldadı. "Ama artık aralarında ajanım var." Çok ayıp. İnanamıyorum.
"Kraliçe'm size hiç yakıştıramadım. Ne ben böyle bir teklif duydum, ne de siz söylediniz." Şok olmuş yüzüme gülerken yandan gülümsedim. Arada yapmak lazım bunları. "Balo da ne oluyor tam olarak?"
Odanın kapısını kapatınca yine yatağın üzerindeki takımımın üzerine elbiseyi çıkardım. Giymesindense çıkarması daha pratik.
"Herkesi alamayız. O yüzden her krallık sadece son sınıfları alıyor. Hangi krallıkta yapılıyorsa onun için geçerli değil. Diğerleri misafir konuk oluyor. Sadece balo, tanışmak ve eğlenmek için. Müzikte iyi olanlar kendini gösterir sahnede. Dansta iyi olanlar pistte cevherlerini gösterirler. Bolca ikramlar yapılır. Biz de bu arada dostlarımızla hasret gideriyoruz."
Çok da önemi olmayan balo o zaman. Nedense pek de muazzam gelmiyor kulağa. "Ne zamana kadar sürecek. Ben bu kıyafet değiştirme olayından şimdiden sıkıldım. Yani umarım takımım hazırdır. Çünkü elbiseyi giyeceğimi sanmıyorum. Çok terlerim anne. Bünyem kaldırmıyor." Eli çenesinde dışarı çıkarken yatağa çöktüm. Umarım on dakikadan önce gelirsin anne, diğerlerine böyle merhaba demek istemem. Bir giriyorlar, merha- kapının açılmasıyla kendimi yere attım. Merhaba demeyeyim! Kim o? Kafamı kenardan uzatıp baktım. Annem elindeki takımla bana bakarken gülümseyerek kalktım. Elinden takımımı ve maskemi alıp yanağından kocaman öptüm.
"Teşekkür ederim!" Şimdi kendimi neden attığımla ilgili felaket senaryolarını ifşalamama gerek yok. Göz göze gelmeden beyaz tişörtü giyinip pantolonumu giyindim. Ben beyaz tişört istememiştim. Neyse önemi yok. Eğilip kutunun kapağını açtım. Waow! Beyaz topuklu ayakkabı ama çok güzel. Sade ama şık duruyor. Ayağa kalkıp ceketi giyinip maskemi elime aldım.
"Sen?" Kafasını eğince neredeyse kafama vuracaktım. Tabi ki giyecekti. Kadını boşuna bekletiyorum. "Hadi hazırlan anne. Ben çocuklarla balo salonuna inerim." Alnımdan öpüp son kez etrafımda döndürdü. "Sana gerçekten yakışıyor... Aşağıda görüşürüz. Masanın üzerindeki tacı takmayı unutma! Boş boş bakıyorsun etrafa." Giderken laf da soktu. Harbi hiç dikkatimi çekmemişti. İyi de zaten kafamda taç var? Çıkartıyorum o zaman? Bu takımada zaten bu taç gitmezdi. Kutuyu açınca zarif ince taçla karşılaştım. Takımımla uyumlu, gümüş rengindeydi. Sırıtan şekilde değildi en azından. Kafamdakini dikkatlice çıkarıp masanın üzerine bıraktım. Kafamdan yük indi be! Ne kadar ağırmış. Aynanın karşısında dikkatle kafamın ortasına yerleştirip saçlarımı tutturdum. Tacımı düşürüp ilk günden rezil olacak değilim, asla. Yok öyle ihtimal. Ben düşerim, onu düşürmem.
Odaya gelecekleri yok bunların ya. Kapının çalmasıyla oraya döndüm. Lafımı geri aldım. "Gelin." İçeriye girmeleriyle direkt yatağıma baktılar. Hızla oraya bakıp kontrol ettim. İyi radarda elbiselerden başka bir şey gözükmüyor. Rezillik bir olurdu. Yine tüylerim diken diken oldu. Camın önündeki koltuklara otururlarken bende tekli pufa oturup bacak bacak üstüne attım.
"Anlatın bakalım çok vaktimiz yok ne yapıyoruz? Matt ile ben balo dans sahnemizi bitirdik. Masa hareketimiz için takım giymem zaten artı oldu benim için."
Caroline ayağa kalkıp elindeki şişenin kapağını açtı. "Sizi bilmem de benim bugünü sağlamama almam lazım." Ne yapıyor? Harry'nin yanına gidip daha o anlayamadan çenesini sıkıp şişedekini ağzına döktü. Mecburen yutmak zorunda kalınca yüzünü garip şekillere soktu. Dıana, ayağa kalkıp yanındaki Harry'nin kafasını kaldırdı. Caroline, Harry göz göze gelince hemen başını tuttu.
"Bu odada konuşulan, burada kalacak. Söz mü?" Dili ile kurumuş dudağını ıslatıp kafa salladı. "Söz." Kafasını bırakıp gülümseyerek geri yerine oturdu. "Doya doya konuşun arkadaşlarım, Harry bu gün papağanlıktan balığa geçiş yaptı. Bu odada konuşulan hiçbir şeyi anlatamaz. Söz verdi. Bu büyü ile uğraşıyordum kaç gündür. Sonuç tabi ki başarılı."
Adeline ortaya geçip ellerini çırptı. "Dinleyin beni. Plan şöyle. Önce güzelce eşlerimizle dansımızı yapacağız. Açılış dansı yani Annabeth. İlk dans her zaman prens ve prenseslere aittir. Sonra diğerlerinin dansını bitirmesini bekleyeceğiz. Bitince ayarladığım kemanist şarkıya geçecek. Slow giderken bir anda canlanacak. Önümüzdeki tabakları çekip Matt ile Annabeth'e kolaylık sağlayacağız. İkiniz masada vals gibi ileri geri yapıp döneceksiniz provadaki gibi. Sonra Annabeth kendini masadan bıraktığı gibi Andre ve Harry tutacak. Harry salak olabilir ama güçlüdür. Hem havaya hükmedebiliyor, düşmene izin vermez. Yere indikten sonra dansın ritmine bırakın kendinizi. Bu yıl ki konseptimizin adı doğaçlama. Plan bitti. Başarılar şimdiden herkese!"
Diğerleri alkışlarken bende katıldım. "Bunu ne kadar zamanda düşündün?" Gülerek sormama oldukça ciddi şekilde bakarak cevap verdi. "Beş dakika." Ne yani, onlar Harry ile ilgilenirken o kısaca bunu mu oluşturdu?
"Kemanist?" Elini kaldırıp indirdi kıkırdayarak. "Onu çoktan hazırlamıştım." Aralarındaki beyin Adeline belli. Diana, daha çok sevecen takılıyor. Lexa, haddinden fazla meraklı gibi. Amy ortaya atılan her şeyi üzerine alınıyor, değişik bir huy. Andre zaten kendini beğenmişin teki. Caroline, acayip birisi! Harika! Harry ise o zaten belli. Yalan söylerse burnu uzar çocuğun. Matt'de iyi biri. Yardımsever görünüyor. "Ben tamamım. Hadi gidelim alttan bas sesleri zemini titretmeye başladı bile." Maskeyi takmamla diğerleri de taktı. Matt'in yanıma gelmesiyle kısaca süzdüm. Harbi kıyafetlerine neden dikkat etmedim? Matt ile neredeyse partner gibi giyinmişiz. Şansa bak. Siyah ve kırmızılı takımıyla birlikte siyah maskesini takmıştı.
Bense siyah yerine beyaz taşıyordum. Yine de uyumlu gözüküyoruz. İlginç tesadüf... Merdivenlerden inerken sadece Matt'in beni yönlendirmesiyle ilerliyordum. Daha önce oraya gitmişlerdir. Dışarıda insanlar kalmamıştı. İnsan sesleri yerine sadece yüksek sesli müzik vardı. Ya da öyle duyuluyordu. Yine bilmediğim koridor aralarından geçerken muhafızların iki yana açtığı kapıyla şaşkınca etrafa baktım. Biz bahçe salonuna geldik? Koridordan geçerek nasıl geldik buraya? Saçmalık!
Kapıdan geçerken alkışlar eşliğine ortada durduk. Etrafa selamlar verirken annemlerin oturduğu uzun masaya baktım. En uçtaki siyahlara bürünmüş kişi sandalyesini çevirmesiyle çıkan sesle ona baktım. Maskesini çıkartınca adımlarımı gerilerken çarptığım bedenle duraksadım. Matt yanımda durmuş aynı benim gibi şaşkın şekilde karşımızdaki bedeni süzdü. Tut buraya hangi yüzle gelmişti? Burada ne işin var seni pislik!
●○●
Bölüm sınırı +400 ' oy 'dur.
Bölüm hazır. Ne zaman 400 olursa final
bölümü sizlerle...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top