Bölüm - 73
Oldukça ilham geldi bölümü yazarken... Size 2500 kelimelik bölüm yazdım. Hatta siz bunu okurken ben yetmiş dördüncü bölümü yazıyor olacağım. Bölüm sonu yıldızlamayı ve yorum yapmayı unutmayın. Okunma sayısının yüksek olup, beğeni ve yorumların neden az olduğunu hala anlayabilmiş değilim.
Bölümlerin daha hızlı gelmesini istiyorsanız basın yıldıza... Azcık moral verin yahu yıldızlarla bana. :) Hayalet okurlarım, gösterin kendinizi artık.
Herkese iyi okumalar dilerim.
Disfruto, Carla Morrison
Change, Lana Del Rey
●○●
BÖLÜM - 73
"Sanırım gittiler prenses." Gözlerimi Kath'in dedikleriyle açtım. Hava hafiften kararmıştı. Kafamı omzundan kaldırıp hafifçe salladım. Ne yani dakikalardır kızın omzunda uyukladım mı? Boynumu hafiften sıkıp ona döndüm.
"Neden uyandırmadın? Diğerleri nerede?"
Zaten motelde de rahat olamayız, acilen ev bulmamız lazım. Omuz silkip çıkmama yardım etti. Resmen bacaklarım uyuşmuş. Koluma girip yürütmeye başladı.
"Takım arkadaşlarımızdan birinin babası bu çevredeki villaların satıcısı. Onun yanına gittiler. Kafes hücrelerine biraz yakında, ama çok da dikkat çekmeyen bir yerde kalacağız. Burada rahat etmeyeceğini düşündük."
Hafifçe gülüp yandan bakış attım. "Zihnimi okumadın dimi? Bende az önce bunu düşünüyordum." Gülmesinin yerini tebessüme bıraktı. "Senin düşündüğün şeyi biz zaten düşünmüşüzdür. Yanlış anlama lütfen, biz yıllardır bu işi yapıyoruz. Birisini arıyorsak ilk önce çevreyi gözetlemekle başlamalıyız. Hem evde istediğimiz kadar gürültü yapabiliriz." Kafa sallarken bizi bekleyen at arabasına bindirdi. Her şey planlanmış sanırım.
"Bu üçlüyü bulurken tamamen şanslıydık. Gerçekten. Sence kalan dört mahkumu bu kadar kolay bulabilecek miyiz?"
Karşımda oturmuş, sorduğum soruyla camdan bakışlarını bana çevirdi.
"Zaten sınırdan çıkamazlar. Baban, sınırlara asker yerleştirdi. Patlamalarla hemen güvenlik önlemleri en üst seviyeye çıkartıldı. Kısacası buraya kapana kısıldılar. Eni sonu bulacağız. Bunun için yeterince zamanımız var. Belki iki kişi yakalarız onları konuşturtmaya çalışırız."
Geriye yaslanıp bacak bacak üstüne attı. Maskesini yanına koyarken "Bizde çareler bitmez." Demesiyle neredeyse göz devirecektim. Ukala seni. At arabasını inceleyip lükslüğüne şaşırmadan edemedim.
"İvan mı ayarladı sence?"
Kafasını yana yatırıp benim gibi inceledi içerinin dekorunu. "Sanmam. İvan bu kadar lüks at arabası kiralamaz. Jane'nin işi gibi. Para harcamayı aramızda en çok o seviyor. Bazen onu zapt edemiyoruz."
Dedikleri oldukça komikti aslında. Hepsinin ailesini öğrenmiştim. Peki ya Chris? "Chris'in ailesi nasıl?"
Alaycı bir kahkaha attı. "Annesinin çiçeği Chris. Resella'nın ayağının dibinden asla ayrılmaz. Resella ne derse o. Asla annesinin sözünden çıkmaz. Üç tane kız kardeşi bir tane de abisi var. Abisi de orduda. Ama bizim tark 'ta değil. İkinci seviyede. Biz beşinci seviyeyiz. Kısacası Chris ne kadar cesur bir asker olsa da, gündelik hayatta pısırığın tekidir. Kendi kurallarının dışına çıktığında sanki kenardan Resella gelip ona kızacak gibi davranıyor."
Araba dursa da kahkahamı durduramamıştım. Gözümden akan yaşları silip ayağa kalktım. Arabadan indiğimiz gibi tekrar yoluna gitmişti. Önümdeki kahverengi iki katlı eve bakarken içim geçmedi değil. Oldukça lüks duruyor.
"Gerçekten hiç dikkat çekmeyiz. Salaklar bunlar."
Kath, evin girişine doğru söylenerek yürümesiyle gülümseyerek bende arkasından ilerledim. Zile basıp geri giderken gelen koşma sesleriyle Kath'e döndüm. Bu dev bence İvan'dan başkası olmaz. "İvan!" "Chris!" İkimiz birbirimize dönüp aynı anda isim söyleyince güldüm. Kesin İvan bu. Kapının açılmasıyla ayakta zıplayan Jane gerçekten beklemiyordum. Gerçekten.
Kollarımızdan tutup ikimizdi de içeri çekti. Kapıyı kapatıp çığlık attı. "Ev çok güzel!" Elleri havada bilmediğim bir odaya girerken girdiği yerden kulaklarını tutarak İvan geldi. Bahsettiğim devin Jane çıkması hala ilginç...
"Evet, Jane psikopata bağladı. Para yine aklını çeldi. Evi alalım diye yarım saattir başımın etini yedi." Kath, ellerini birleştirip sonucu biliyormuş gibi baktı. "Alıyoruz değil mi?" Derin nefes verip ellerini kulaklarından çekti.
"İçeride konuşalım gelin hadi."
Beyaz kapıdan girince içerisinin büyüklüğüne göz büyüttüm. Ortadaki duvarın rengi kahverengiydi. İkili ve üçlü koltuklar koyu yeşil, tekli koltuklarsa hardal rengindeydi. Uyum mükemmel! İkisinin renkleri de yastık kılıflarındaydı. Oturma odası böyleyse, kim bilir diğer odalar nasıldır?
"Kaç oda var?" Jane hemen karşıma geçip ellerini açtı.
"Bir salon bu gördüğünüz kocaman şey, hemen yanda ve üst katta mutfak var sonra merdivenlerden çıkıyoruz üç yatak odası, bir ebeveyn odası var. Son olarak 2 banyo. Otoparkı da var arka bahçeye doğru zemine iniyor. Acayip teknolojik. Değil mi?"
Kafa sallayıp İvan'a döndüm. Onu dinledikten sonra tekrar kara kara düşünmeye başlamıştı. Aptal. Kendi başına bunun altından tabi ki de kalkamaz. "Ne kadar istiyor?" Jane'de merakla İvan'a dönünce göz devirdim. Kıza daha ne kadar olduğunu da söylememiş. Burada hayaller kuruyor. Geriye yaslanıp dikkatlice yüzüne baktım.
"On bin altın değerinde. Bunu sana şöyle ifade edeyim Annabeth, bir altının değeri üç gümüşe denk geliyor. Kısacası, ev pahalı."
Ben zaten artık burada yaşamayacak mıyım? Evim saray da olsa grupça kalabilecek bir evim olmalı. Grupla canımız sıkıldığında kalabileceğimiz bir evimiz olmalı. Babama söylersem kabul edeceğinden eminim. Bu onlara hediyem olabilir. Kesinlikle. Prensesliğim işe yarasın.
"Evi alıyoruz. Ama burayı bizden ve benim kız arkadaşlarımdan başkası bilmeyecek anlaştık mı? Burası bizim gizli evimiz olsun."
Ortamda çığlık çığlığa atarlarken yüzümü buruşturdum. Kulak kalmadı, kulak... Kapının tık tıklanmasıyla hepimiz birbirimize baktık. Aramızda üstünde düzgün kıyafet olan tek Chris vardı.
"Kapıya bak. Evde yokuz ona göre. Ses çıkarma." Kendinden emin kapıya yürürken koltukta geriye yaslandım. Jane kuşkuyla bize bakıp üzerindeki zırhı çıkarmaya başladı hızlıca. İvan hemen yüzünü yastığa gömerken, gözlerim şokla açıldı. Ne yapıyor bu kız? O değil İvan kalp krizi geçirecek.
"Ne yapıyorsun?" Yerde dikkatimi çekmeyen çantayı alıp içindekileri yere döktü. Kapı çalmaya devam ediyordu. "Bu salak kesin yanlış anladı." Üstünü giymeye çalışırken kapının açılmasıyla ayağa kalktım. Ne demek istiyor?
"Evde yokuz!"
Kapının geri kapanmasıyla dehşetle arkamı döndüm. Kapıyı açıp evde yokuz diyerek kapıyı geri mi kapattı? Yok artık! Katherina elini kafasına vurunca iç çektim. Jane çoktan üstünü giymiş inanamazca yaklaşan Chris'e baktı. İvan'da yavaşça kafasını kaldırıp etrafı kontrol etti. Kafasını yana yatırıp Chris'i süzdü.
"Az önce gerçekten yaşandı mı o? Umarım yanlış duymuşumdur."
Kendinden emin koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı. Bu özgüven ne? "Az önce prenses bana kapıya bak, evde yokuz ona göre demedi mi? Bende kapıya bakıp evde yokuz dedim." Ayakta kalmayıp oturdum. Bu çocuk normal gözüküyor evet, ama tam bir aptal. Kesinlikle su katılmamış aptal. Yok artık!
"İnanamıyorum. Resmen şok oldum şuan." Herkes Chris'in yaptığıyla şok olmuştu gerçekten. Bu ikisinden de böyle tepki geldiyse gerçekten onlar da ilk defa şahit oluyorlar demektir. Kath, kafasını sallayıp alayla karşısında oturan arkadaşına baktı.
"Mutlu olunca beynini kullanamıyor bu. Artık resmiye döktük. Çocuk kapıyı açıp evde yokuz denir mi? Karakterimde umursamazlık seviyem üst seviyelerde olmasa şuan utançtan kendimi çatıdan atmıştım. Neyse en azından sesimiz kesildi."
Saçındaki tokayı çıkartıp tekrar takarken saçlarına masaj yapıyordu. Sinirlenmişti o da. İvan, Chris'e sadece bakmıştı. Yemin ederim konuşsa daha az dokunurdu her halde. Yani ben öyle hissetmiştim. Yanımdaki beden hızla bana dönünce bende ona döndüm. Kath gülümseyerek yüzüme bakıyordu.
"Mutfakla aran iyi midir prenses?" Göz devirip ayağa kalktım. "Bari evdeyken ismimle hitap edin. Ve evet. Acıktınız mı?" hepsi kafa sallarken Kath gözleri ışıldamış şekilde ayağa kalktı. Diğerlerini işaret edip kınayan bakışlar attı.
"Hiç biri yemek yapmayı bilmiyor bunların. Aç kalıyorum hep. Dışardan yemekten midem bulandı artık."
Gülümseyerek elinden tutup Jane'e döndüm. "Mutfak neresi? Drama kraliçesinin ve sizin midenizi doyurayım." Önümüzden geçip sağdaki büyük birleşik iki kapıyı iteledi. Bir anda önümüzde durunca bende durdum. "Ne var?"
Üstümüzü işaret edince kaşlarımı kaldırdım. Evet, pisiz. Kıyafetleri değiştirmemiz lazım. Geri salonu gösterince ona dikkatlice baktım. Çantadan neler döküldüğüne dikkat de etmedim işin kötüsü. Kath'den önce girip yere eğildim. Siyah şortla birlikte hemen onun üzerindeki beyaz kısa kolluyu kaptım. Zaferle kalkıp Kath'e döndüm. Kalanlar senindir.
"Odamı seçiyorum ben." Kafa salladıkları gibi üst kata çıktım. Kapalı odaların kapılarını açıp teker teker içlerine girdim. Burası fazla beyaz çık. Yanındaki odaya girmemle durmam bir oldu. Çok küçük. Çık. Diğerine girince rahatça nefes verip kapıyı kapattım. Burası diğerlerinden tamamen farklıydı işte. Aynı çatı katı odası gibi düzenlenmişti. Yatağın arkasında eğik duran gri renkli duvar, hemen başında devam eden şekilli tavan harika şekilde eşlik ediyordu. Işıklandırmalar zaten çok güzeldi. Aynı spot ışıkları gibiydi. Küçük ve beyaz renkliydiler. Kahverengi yere sabitli tabanının üzerinde siyah yatağa hayran şekilde baktım. Baza sevmiyorum zaten. Yatağın yanında üç katlı her katında gittikçe uzayan küçük dolap vardı beyaz renkli. Yanında ne olduklarını bilmediğim kitaplar duruyordu üst üste. Diğer tarafında duvara asılı olmayan üç tablo duruyordu arka arkaya. İki katlı dolaptı bu.
Camlar uzun ve genişti. En güzel detaylardan biride bu sanırım. Karşı duvar tamamen boştu. Burayı kesinlikle doldurmalıyım. Kızlarla olan fotoğraflarımı falan kesinlikle buraya asmalıyım. Bir kütüphane güzel olabilir. Plaklarımı ve pikabımı getirmeliyim. Müzik dinlemeden duramam.
"Annabeth!" Kath'in bağırmasıyla üstümdeki zırhı çıkarıp yatağa bıraktım. Oha kaç kilo taşımışım ben? Gerçekten üzerimden yük kalkmış gibi hissediyordum. Yatağa oturup ellerimi sallarken oldukça keyiflenmiştim açıkçası. Sağ kolum tekrar gözüme çarpınca gülümsemem soldu. Bu ne saçma dövme. Şimdi diğerleri de soracak. Ne diyeceğim? Şey ben lanetlendim mi diyeyim? Tut resmen cehenneme gidiyor, giderken de diyor ki sen de yan benimle cehennemde. Benim suçum ne? Kral ve kraliçe' nin çocuğu mu olmak? Dört elemente de rızam olmadan hükmedebilmek mi suçum? Yine kendi kendime moralimi bozdum. Aferin bana!
Beyaz tişörtü giyip ayağa kalktım. En azından vahim durmuyor. Şortumu da giyinip kısaca zıpladım. Kuş gibi hissediyorum be! Odanın kapısını açıp merdivenlerden hızlıca indim. Akşam yemeği yapmak istemiyorum. 'Buradayım!' sesi gelmemle sağ tarafa döndüm. Evet gerçekten anında nerede olduğunu hissettim Kath. Mutfakta mantıken. Açık olan kapıdan girince sandalye yerine masanın üzerinde oturan Kath'le göz göze geldim. Acaba kısaltım olarak ona ne diye hitap etsem?
"Sana taktıkları lakap var mı Kath? Sürekli Kath demekten sıkıldım." Gülümseyerek kafa salladı.
"Bana gece kuşu veya tilki diyebilirsin. Ordudaki iki lakabım bu. Sende takabilirsin fark etmez."
Omuz silktim. Gece kuşu çokta kötü gelmiyor. En azından başka bir huyunu bulana kadar gece kuşu ile idare edebilirim. Aslında kendisi çok sabırsız? Neyse. Ellerimi birbirine vurdum. Önünde durup tezgâh yaslandım. Şimdi üzerindeki fark edebildim. Sarı tişörtün altına siyah eşofman altı giymişti. Ne renk uyumu ama...
"Ne yemek istersin?" Ellerini iki yanına koyarak omuzlarını indirdi. Neler düşünüyor kim bilir... Gerçekten şuan onu bekliyordum. Sinirlerim geriliyor. "Sen karar ver." Çenemi hafifçe gerip tezgâhtan ayrıldım.
"Makarna yapayım soslu ve pankek yiyelim olur mu?" Ellerini çırpıp masadan indi. Zahmet oldu. Akşam yemeği için değişik bir menü ama ne kadar umurumuzda?
"Makarna için tencere çıkart, bir de pankek için tava. Bende makarnayı bulayım." Dediğimi hemen yaparken teker teker dolapları açmaya başladım. Hayır, bunda değil. Diğerini açtığımda üst katta abur cuburlar vardı. Alt katta pirinç ve evet! Spagetti! Beş kişiyiz. Bir tane yeter. Pankek de yapacağım. Açtığım kapakları geri kapatıp tezgâha tencerenin yanına koydum. Şimdi bana çırpıcı, hamur dağıtıcısı ve kâse lazım.
"Unu bulsana bize." Az önce açtığım dolaplara yönelirken alt dolabı açtım. Bingo! İşte kâseyi buldum. Plastiklerden üstteki krem rengi olanını alıp kapattım geri. Yan çekmeceliklerin şekline göre kesin buradan çıkacaklar. Şanslıyım ya da gerçekten tahminlerim yerli yerinde. Metal çırpıcıyla beraber yatay şekilde duran hamur dağıtıcısını tezgâha bırakıp çekmeceyi iteledim. Dokuz yüz ml, harika.
Bağırma sesiyle Kath'e döndüm. Elindeki unu kafasının üzerine çıkarmış sevinçle yanıma yaklaştı. "Buldum!" Unu bırakınca omuzlarından tutup güldüm. "Aferin sana!" Dünyayı kurtardı sanki. Yine de gülmemi durduramıyordum. Tezgâhtaki çöp kutusunun kapağını açıp yanına bıraktım. Ellerimi bulaştıramam sonra. Yumurta lazım iki tane. Buzdolabını açıp kısaca etrafına baktım. Tabi ya üstte. İki tanesini alıp yan yana koydum. Süt'te. Buzdolabı kapanmadan ayağımı uzatıp kapanmasını engelledim. Ne gerek vardı ki? Bırak kapansın. Ne heyecana giriyorsun. Yumurtanın hemen altındaki bölümde duruyordu zaten.
Alıp kapattım geri. Yanlarına bırakıp bir tane su bardağı çıkardım. Tezgâh o kadar büyük ve uzundu ki ilk defa rahatça bir şeyler hazırlayacaktım. Dünyadaki evimin mutfağının tezgâhı bu kadar uzun değildi.
"Şeker, karbonat ve limon lazım çalış Kath." Hemen dediklerimi tekrar edip aramaya başladı. O da böyle yardım ediyor. Diğerleri de oturuyor. "Gençler hemen gelin!" Bağırmamla evin içinde bir gümbürtü koptu. Koşarak içeri giren üçlü etrafı taramaya başladı. "Ne yapıyorsunuz?" Ellerini yumruk yapmışlar, etrafa bakıyordu. Manyak bunlar.
"Neredeler?" Neredeyse kafalarına yumurta atacaktım. "Ne saçmalıyorsunuz? Bana yardım edin diye çağırdım sizi. Kath'i çırağım olsun diye yanıma almadım. Orda oturmuş keyif yapıyorsunuz."
Jane, ellerini çıtlatıp tezgâha tutundu. "Ne yapayım?" Kaynayan suyu işaret ettim.
"İçine bir kaşık kadar tuz at. Makarnayı içine koy ve sekiz dakika boyunca karıştır. Sende İvan sosumu hazırla. Ben sana tarif edeceğim."
Chris kendini işaret edince ona sandalyeyi işaret ettim. "Sen otur ve keyfine bak." Umutsuz vaka. Kath'in sırayla yanıma koyduklarıyla hızla İvan'a döndüm. Jane'nin tarafına bakıyordu. Koluna vurup bana dönmesini sağladım.
"Ergenler gibi davranma lütfen!" Kaşlarını çatıp yaklaştı. "Küfür mü ettin? Ergen ne demek?"
Yüzümü buruşturup kendimi geriye bıraktım. Bayılma ve ya ölme taklidi mi yapsam? Kafamı sallayıp tekrar yüzüne baktım. Geçekten vahim. "Sana daha sonra açıklarım ne demek olduğunu. İlk önce bir kaşık yağ koy. Sonra iki kaşık salça koy, domates ama. Sonra onun üzerine makarnanın suyundan koy birkaç kaşık ve karıştır. Salça eriyene kadar. İçine de fesleğen, karabiber, tuz, pul biber ve ketçap koy yarım kaşık. Tat verir birazcık. Tamam mı?"
Başparmağını kaldırdı. "Yapamayacağım şey değil. Hallediyorum hemen." Çok güzel görev dağılımı yaptık. Ayağını diğer ayağına yaslamış şekilde bana bakan Jane'e göz devirdim.
"Makarna dibine tutmasın Jane. Karıştırsana!"
Aklına gelmiş gibi karıştırmaya başlayınca arkamı döndüm. Kath, tatlı şekilde bana bakıyordu. "Ne oldu?" Karnını tutup gülümsedi. "Acıktım." Gülerek yumurtaları aldım. İkisini de kırıp kabukları çöpe attım. Çırpıcıyla karıştırırken çoktan yanıma gelmişti bile. "İki bardak süt dök bakalım." Ben karıştırırken o da sütü döküyordu. Süt bitince birazcık daha karıştırıp durdum. Bu bardak ıslak, olmaz. Ama bulaşık çıkıyor. Bulaşık makinesine atarız be! Tekrar bardak alıp önüne bıraktım.
"İki bardak tepeleme olmasın ama un koy." Unun kapağını açıp dediğim gibi iki bardak unu koydu. "Chris, gel bunları dolaba koy." Dediğim gibi unu ve sütü dolaba koyarken gerilmedim değil. Yere düşerse daha büyük iş. Üzerine bir çay kaşığı karbonat koyup limon sıktım.
"Neden limon sıktın? İlk defa gördüm." Dikkatlice hızla çırpmaya devam ettim. Dünyada ne kadar yapardım. Annemle babama... Derin iç çekip daha hızlı karıştırdım. "Karbonatın üzerine limon sıkmamın sebebi onu aktive etmesi. Böylece pankek daha puf olacak. İki yemek kaşığı şeker lütfen."
Garip sesler çıkartırken dediklerimi de yapıyordu hemen. Onun işi bitince hemen geri dolaba yerleştiriyordu. İstediğim kıvama gelince çırpıcıyı lavaboya atıp masanın üzerindeki peçeteyle alnımı sildim. Çok sıcak! Çok sıcak! Camı işaret ettim. Chris koşarak camı açarken kâseyi hamur dağıtıcına boşaltıp lavaboya bıraktım. Kapağını kapatıp ocağa yaklaştım.
"Sekiz dakika sence dolmadı mı Jane?" elimdekini bırakıp elinden kaşığı aldım. Makarnalar pişmiş duruyor. Hemen yanımda sosu bitirmiş, altını kapatan İvan'a gülümsedim. "Aferin lan." Göz devirip göğsünü şişirdi. Kahkaha atıp ağzıma bir tane makarna attım. Olmuş bu. Biraz daha pişseymiş çok olurdu. Kapağını kapatıp lavabonun yanına bıraktım.
"Süzün onu sonra yavaşça karıştıra karıştıra sosu dökün üzerine."
Kafa salladıklarında bende tavayı yağlayıp peçeteyle yaydım. Çok olmaması lazım. Altını biraz kısıp üzerine teker teker sıkmaya başladım.
"Spatula!" Doktor gibi oldum. Aklıma gelmesiyle kısaca kıkırdayıp elimi sağa uzattım. Piştikçe çevirdim, bittikçe yerine bitine kadar sıktım. Son pankeki de alıp tabağa koydum. Yoruldum be! Masayı hazırlamış Kath'in omzuna dokunup tam ortamıza koydum. Sandalyeye oturup önümdeki buzlu meyve suyundan kocaman yudum aldım. İçim ferahladı. Sıcaktan bana geldikleri için İvan içeride hafif bir hava dalgası oluşturmuştu. Ne kadar iyi geldi bir an anlatamam. Varlığının işe yaradığını daha iyi anladım biraz önce. Ama aptal bu gidişle yıllarca sakladığı duygularını deşifre edecekti.
"Ne bekliyoruz yesenize?" Yumulmalarıyla önümdeki spagetti'den bir çatal aldım. Tadı güzel olmuş. Sos zaten harika. Ben dedim. Önümdeki spagettiyi bitirince pankek'ten alıp üzerine çikolata sürdüm. Çikolata... Dünyanın yedi harikalarından birisi olur.
Mideme ağrı girmesiyle ayağa kalktım. Diğerleri de ayağa kalkıp ezberlemiş gibi hepsi mutfaktan çıkınca şokla arkalarından gittim. Ne yapıyorlar? Kath'in durup koluma girmesiyle kısaca ona baktım.
"Pankek'i çok sevdim. Ellerine sağlık." Gülümseyip içeri girdik. Televizyonu açmışlardı. Gerçi burada televizyonun olması bile mucize gibi bir şey. Fazla sorgulamasam iyi olur gibi. Açtıkları filme pür dikkat bakarlarken yediklerimden mi anlamadım uykumun gelmesine mani olamadım. Film izlemektense şuan, uyumak daha tatlı. Gözlerim kapanırken koltukta biraz daha yayıldım. Ani gelen düşme hissiyle hızla doğruldum.
Ne oldu? Ne oluyor? O neydi? İçim bir garip oldu. Saat kaç? Koltuktayım. Oha hava aydınlanmış? Lan, ne oluyor?
Yere düşen beyaz kâğıdı alıp geri oturdum. Bulanık görüyorum. Gözümü ovalayıp geri aldım.
'Muhafızlardan haber aldık. İki kişinin yerini bulduk. Ama Hanne Tetra duyduğumuza göre hastanede yatıyormuş. Diğerleri daha onun yerini bulabilmiş değil. Uyandığında ilk iş Ulya hastanesine gidip kadından son kişinin yerini öğrenmek. İyi şanslar.'
Bu nasıl güne başlamak?
●○●
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi yorum kısmına yazarsanız sevinirim.
Bölümü de beğendiyseniz yıldızlamayı unutmayın.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top