Bölüm - 72
Seni Rastgele Sevmedim, Zakkum
Aç Kapıyı Gir İçeri, Dicle Olcay
Ben senden razıyım.
●○●
BÖLÜM - 72
Ormanın içine girmiş, çoktan yolu yarılamıştık bile. Yine kızlara haber vermediğim aklıma gelince her ne kadar geri dönmemizi söylesem de izin vermediler. Umarım saraya gidip beni sorarlar. Ulak' ların halka yaptığı duyurudan bir şeyler olduğunu anlayacaklardır.
"Ne karar verdiniz? Tutamıyorum kendimi."
Chris'e yandan bakıp şimşeği biraz daha yavaşlattım. "Ceza belli, tahmin edersiniz ben söylemeden. Sonuçta, buranın yasalarını benden daha önce biliyordunuz."
Kath, atının yelelerini okşarken gerildiği gerçekten belliydi. Ona bakışlarımı görünce omuz silkti.
"İlk defa kendi krallığımız'dan birinin ihanetten idam edileceğini duyuyorum. Neden ihanet edersin ki krallığına?" İstemeden kahkaha atarken gözümden gelen yaşları sildim. Tamam sinirlerim bozuk da niye bu kadar güldüm? Hiç yoktan deli damgası yiyeceğim. Cidden ne kadar saf insanlar var.
"İki çeşit insan tipi var Kath. İyi olduğunu düşündüklerin ve iyi numarası yapmakta profesyonel olanlar. Benjamin ikinci kategoriye, kötülükte zirve yapmış biri olarak giriyor. Şu soruyu soracaksın. Neden ihanet etmesin? Sen, İvan'a ne kadar güvenebilirsin? Sen, bana ne kadar güvenebilirsin? Benjamin, Kral Tut'a hizmet ediyor. Ona sunduğu vaatlere karşı gelmeyip, bu krallığa ihanet etmek için gelen hain. Aynı şeyi ona da yapmayacağı ne malum? Beni öldürmesi, kaçırması karşılığında kim bilir ne sunacak ona."
Şimşeği ormanın bitmiş olmasının rahatlığıyla durdurdum. "Sana birini öldürmeni ve karşılığında iki çuval altın vereceklerini söyleseler ne derdin?"
Gözlerinde ki şaşkınlığı her ne kadar yakalasam da duruşumu bozmadım. Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama onun yumuşamasıyla şaşırma sırası bana geçmişti. Hafifçe tebessüm etti.
"Dediğin gibi iki çeşit insan var prenses. Ben, birinci kategorideyim lakin eksim adam öldürmekten. Ben, zaten eline kan bulaşmış bir katilim. Katilden farkımda kalbe sahip olmam. Ben kanı krallığım adına döküyorum. Sana ve ailene ömrümü adamış savaşçıyım. Bana bu teklifi sunana da cevabım hayır olurdu. Altınların fazlalığı umurumda bile değil. Param olmasa da ailem yeter. Siz yetersiniz. İvan'a da güveniyorum, sana da prenses. Çünkü, size güvenmeyeyim de kime güveneyim?"
Ona kafa sallarken yokuş aşağı inmeye başlamıştım. Bu hayatta kahramanlara değil, zekilere ihtiyacımız var. Kahramanlıklar elbet unutuluyor. İnsanlar yaşamlarına devam ediyor. Bizim hayatta kalıp savaşmamız gerek. Kendimiz için. Dibe düşmemeliyim. Bu bir son değil. Ödenmesi gereken faturaları keseceğiz bugün... Öğlen saatlerine gelmiş olmalıyız. Dün kaldığımız motelin önüne gelince durdum. Burada birileri vardı.
"Dün burada birileri vardı. Onları ziyaret etsek olmaz mı? Aklım hala orada."
Birbirlerine bakıp onaylarken atımdan inip yanımıza koşarak gelen adamı tam şimşeğin yelelerini alacakken durdurdum. Kolunda ki elime şaşkınca bakarken elimi geri çektim. Korkutmaya gerek yok.
"Bizi hatırladın mı?" Şaşkınlığını kahkahaya bıraktı. Hayır, komik olan ne? "Efendim, altın odada kalan nadir kişiler var. Zenginler bizi seçmez. Sizi unutmak mümkün değil."
Sözleriyle diğerleri burun kıvırsa da hafifçe tebessüm ettim. Kath, kollarını bağlayıp bize yandan bakış attı.
"Yakında sizden daha fazla param olacak, ezmeler. Alacağım varda üç artı bir kişiden."
Gülerek bana dönerlerken, Kath yüzünü buruşturup etrafa baktı. Ellerini burnuna götürüp hıhladı. "Para kokuyor ya tanıdım." Göz devirip adama geri döndüm. Zevzek. "Bizim karşı odadaki kişiler kişi. Hala kalmaya devam ediyorlar mı?"
Gülen yüzü sorumla silinmişti. Kaşları çatık bizi süzüyordu. "Onlarla ne işiniz var? O üçü hiçte tekin kişilere benzemiyorlardı zaten." Kafamı hafifçe eğip gözlerine daha dikkatli baktım. Maskemiz gerçekten işe yarıyordu. Biz ne kadar tekin gözüküyorduk acaba?
"Konuşacak mısın? Bizim yüzümüzü görmüyorsun. Bizden daha az mı korkuyorsun?"
Omuz silkip elinde ki makineye atların yelesini yerleştirdi. "En kötü ne yapabilirsiniz ki bana?" Şu zamana kadar sessizliğini koruyan, ileri atılınca boynundan tanıdığım Jane adama adım adım yaklaştı. "Seni öldürebiliriz, en kötü ihtimal tabi."
Adam elindeki yularları bırakıp birkaç adım geriledi. "Yarım saat önce çıktılar. Bana mücevher pazarının yerini sordular, birkaç taş ismini sorarak. Elmas, Amber ve Akuamarin'di."
Adama gitmesi için işaret verirken atları ahıra götürüyordu. Bizimkilere dönüp işaret verdim. "Odalarında bekleyelim?" Bir şey demeden motele yürümeye başladıklarında göz devirip bende arkalarından ilerlemeye başladım. Yanımdan geçen gazeteci çocuğa dikkatle izledim. "Kafes Şehri sakinleri! Duyduk duymadık demeyin! Prenses Annabeth Berthilda Salvatore hayatta! Veliaht Prenses hayatta! Beş gün sonra halka balkondan selam verecektir!"
Bir sürü insan alkışlayıp ağlamaya başlarken bizimkileri umursamadan çocuğu kolundan tutup duvara yasladım. Korkuyla gözlerini açarken elimi çektim.
"Korkma! Sadece senden bir şey isteyeceğim. Tamam mı?" Kafa sallayınca sıktığım kolunu ovuşturdum. "Öncelikle ilk sorum, neden duyuruları yapıyorsun? Daha çocuksun?" Omuz silkip gülümsedi. "Ailemin işi yok. Babam rahatsız ve şifacılar henüz tedavisini yapamadılar. Bende anneme yardım ediyorum."
"Senden şu duyuruyu yayabildiğin kadar yaymanı istiyorum. Aquila takımı kaçakları bulacaklar. V, sizi bulmadan gitmeyecek!"
Kafa sallarken dedikleri kendi dediklerimi tekrar etti. Kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Bu yüzden mi maske takıyorsun? Kötü adamlar yüzünü göremesin diye?" Kafa sallarken ellerini heyecanla çırptı.
"Kristal şovalyeler' den sonra bir de siz geldiniz! Tanrım bu krallık gün geçtikçe daha havalı oluyor! Herkese yayacağım." Saçını karıştırıp diz çöktüm. "Nerede oturuyorsun?" Dikkatle maskeme baktı. Gözlerinde anlam veremediğim şeyler geçerken bende onun gözlerine baktım.
"Kristal kent'te birinci bölgede yaşıyorum. E/2-B kulübesinde. Bu duyurudan dolayı ceza almayacağım dimi?" Kafa sallayıp ayağa kalktım.
"Yarın evde ol çocuk. Ailene erzak göndereceğim. Gelenleri sen karşıla. Afiyetle yiyin. Bu arada hayır. Asla cezalandırılmayacaksın." Bağırarak koşmaya başladı. Bu haline gülümseyip grubun arkasından motele girdim. Yaklaşık bir saattir odada hepimiz yatağa oturmuş sıradaki kurbanlarımızı bekliyorduk. Ne gelen var, ne giden. Oturmaktan deliye dönen Kath elindeki maskeyi yere sertçe fırlattı. Gözlerini hızlıca açıp bana döndü.
"Gerçekten boşluğuma geldi. Özür dilerim." Yerden maskesini almasını beklerken bende ayağa kalkmıştım. Sinirlenmemeliyim, sinirlenmemeliyim. Olabilir böyle şeyler. Sorun değil. "Gidelim ve çarşıda arayalım. Belki de yaptığım duyurudan etkilenip gelmekten vazgeçtiler."
Kapıya ilerlerken elimden tutup çevrilince şaşkınca maskeyi elimden düşürdüm. İvan, değişik şekilde yüzüme bakıyordu. "Ne duyurusundan bahsediyorsun?"
Elimi çekip yere düşen maskemi aldım. Kısaca üçlüye bakıp İvan'a döndüm. " ''Aquila takımı kaçakları bulacaklar. V, sizi bulmadan gitmeyecek!'' diye duyuru yaptırdım."
Kaşlarını kaldırıp sorarcasına baktı. "V kim?" Parmağımla kendimi gösterdim. "Benim! Herkese kendine takma ad bulmasını söyledim? Ben Victory'nin kısaltımı olarak V harfini kullanacağım. Oldukça havalı geliyor kulağa. Şimdi gidelim? Üç kişi karşılayacağız."
Odadan çıkarken merdivenlerden hızlıca indim. Kasadaki adama bakıp durdum. "Atlar kalsınlar. Geleceğiz."
Kafa sallarken dördümüz aynı anda dışarıda durduk. Dışarı çıkmamızla ilerideki sokakta duran iki poşetli kişinin de durması bir oldu. Aynı bizim gibi kapşonlulardı. Tesadüf olamaz. Aynı şeyi düşünüyorduk.
"Üç dediğimde koşuyoruz. Etraflarından dolanacağım. Jane sen muhafızları çağır."
Göz göze bakarken üç diye fısıldadım. Cüsselerinden anladığım kadarıyla Chris ve İvan onların üstüne koşarken kızlar soldan koşmaya başladı. Bende sağdaki sokağa girip koşmaya başladım. Sağdan onlarında koştuklarını görebiliyordum.
Aralardan geçip u dönüşü yaptım. Kollarımı aniden açınca koluma çarpan iki bedenle bende yere düştüm. Kafam düşmenin etkisiyle geldiğim yöne dönerken bana bakan aynı siyahlıkla karşılaştım. Hızla ayağa kalkıp diğerlerine işaret verdim.
Sağ sokağa koşarken oldukça ıssız olması nedense dikkatimi çekmişti. Seste yoktu? Bu adam daha az önce buradaydı. Karşıdaki sokaktan geçen siyahlıkla oraya doğru koşmaya başladım. Seslerini duyabiliyordum. Kapalı dükkanı geçip sağa döndüm. Koşarken sokağın çıkmaz sokak olduğu gerçeğiyle durdum.
Evet, tarihin büyük aptallıklarından birini yaptığım için kendimle gurur duyuyorum. İzin vermeliydim. Peşinden koşmayacaktım. Aptal!
Boynumda hissettiğim soğuk metal ile içime çektiğim nefesimi tuttum. Şiddetli mide bulantısı vücudumdaki tüm sinirleri uyandırıyordu. Kalp atışlarımı şakaklarımda hissediyordum resmen. Bu sırada sadece yorgundum. Yorgun ve korkmuş. Şapkamı indirmesiyle kendimi biraz daha öne verdim. Vermemle kendisine çekmesi bir oldu. Şimdi boyun damarlarıma baskı yapıyordu. Belki de her şey için çok geç. Kulaklarıma değen nefesle yüzümü buruşturdum.
"Bizi yakalayıp, cezalandıracağın konusunda kendine çok güvenmişsin küçük kız. Bizi kolayca avucuna alamazsın. Belki de o maskenin çok yücelmeden indirilme zamanı gelmiştir ha? V mi demeliyim yoksa?"
Hayır! Neredesiniz gençler? İstemesem gerekmeyen zamanlarda dibimde bitersiniz şimdi ihtiyacım var ortada yoksunuz! Tam hamle yapacakken boynumda hissettiğim ani ıslaklıkla kendimi ileri atıp elimi boynuma attım. Parmağımın ucundaki kan ile belimdeki hançeri alıp arkamı döndüm. Hançeri karşımdakinin boğazına dayarken onun da elleri omzumda yer almıştı. Canım acımıyor ama?
"Prenses?" Maskeyi atmasıyla derin nefes verdim. Ayağımın yanındaki bedeni görememe ne demeli? Şimdi de kör mü oldum? Tekrar ona bakıp nefes aldım. "Kath! Neredesiniz siz ya?" Gülerek elini omuzlarımdan indirdi. Kahkaha atarken elini tekrar omzuma koydu. Az kalsın kimlik diye bir halt kalmıyordu.
"Bağışlayın prenses lakin arkanızdan gelirken Chris'in kafasına çatıdan nasıl düştüğünü algılayamadığımız taş düştü." Tebessüm edince o daha da gülmüştü. "Dileklerimiz gerçekleşiyor herhalde." Esprime yavaşça gülerken durdu.
"Artık boynumdaki hançeri rica etsem çekseniz prenses?"
Ah! Tabi ya! Hançeri alıp kılıfına geri koydum. "Özür dilerim, farkında değildim. Benimle gel seni şifacıya götürelim." Hayır diye kafasını salladı. Maskesini ve şapkasını geri taktı. "Ben hallederim gittiğimizde."
Kılıftaki hançeri tekrar çıkarıp yüzüne yaklaştırdım. "Yenisini mi istiyorsun?" Kafasını iki yana sallarken, gülerek koluma girip köşedeki çökmüş duvarı işaret etti.
"İkisi de yakalandı. Muhafızlar oraya gittiler. Birazdan buraya da gelecekler. Saklansak iyi olur."
Tamamen karanlıkta oturuyor, yerdeki bayılmış adama bakıyorduk. "Yakaladıklarımızdan biri Irvıng Yeralt. Büyü yaparken duyduğun. Yanındaki de Octavio Blamer. Senin yakaladığınsa Patrice Bruce. Dört adamımız kaldı."
Koşma sesleriyle sustu. Kafamda dedikleri yankılanırken yerdeki adamın etrafına dizilen muhafızlara baktım. Belkide sandığımdan daha tehlikeli bir işe girdim. Belki de sandığım kadar kolay değildi. Gözlerimi kapatıp kafamı Kath'in omzuna koydum. Ve ayak sesleri kesilene dek pozisyonumu bozmadım.
●○●
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi yorum kısmına yazarsanız sevinirim. Bölümü de beğendiyseniz yıldızlamayı unutmayın. Bölüm bir daha bu kadar gecikmez diye düşünüyorum. Kolum tamamen iyileşti. Kaslarımın iyileştiğini hissedebiliyorum. Bilmeyenlere de sebebini söylemiş bulundum.
Özür için size upuzun bir bölüm yazdım...
Umarım sizi memnun edebilmişimdir.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top