Bölüm - 70
Sustum, Evdeki Saat
İtalian Wine, Marjan Farsad
Herkese iyi okumalar! Bu bölüm benden ahsdbyc 'ye hediye....
●○●
BÖLÜM - 70
Neredeyim ben? Etrafa kısaca bakıp önümde ki çayırlıkta yavaşça yürümeye başladım. Dizlerime kadar gelip gıdıklanmama sebep olan ayçiçeklerine gülümseyip daha hızlı koşmaya başladım. Koşmamla yüzüme doğru esen rüzagarla derin iç çektim. Kahkahamı dışarı vurup kendimi geriye doğru bıraktım. Gökyüzünün maviliğine karşı gözlerimi kırpıştırdım. Düşlemek istediğim hayaller vardı, sana karşı kurmak istemediğim. Ben sana bakarak hayal kurmak istemiyorum. Ben direkt sana uçmak istiyorum.
"Huzurunu bozmak istemiyorum lakin artık konuşmamız gerekiyor."
Layla'nın sesini duymamla ayçiçeklerinden kalktım. Bir haltlar olduğunu anlamam gerekirdi. Ne zaman bir rüyam bu kadar güzel oldu ki? Üstümü düzeltecekken kıyafetlerime baktım. Şort atlet ve çıplak ayaklar?
"Rüyamı şekillendiriyorsun, her şeyi yönetiyorsun ve bana bu kıyafetleri mi layık gördün?"
Gülerek yaklaştı. Saçlarını açması sarı saçlarının geriye doğru savrulmasını sağlıyordu. Yeşil gözlerinde anlam veremediğim solukluk vardı. "Sorun ne? Birşey var değil mi?"
"Dediğim gibi Annabeth, Tut şuan bana söylemediği planlar içerisinde. Sürekli adını duyuyorum konuşmalarda. Sana sürekli gücünü kuvvetlendir dememin sebebi bu. Planlarını bilmedikçe bende geriliyorum. Geldiğimden beri gözleri üzerimde ama kaçabilme potansiyelimin olduğunu biliyordu. Malum senin yaşından fazla bir süredir onunla çalışıyordum. Benjamin hakkında bazı şeyler buldum."
Kaşlarımı kaldırıp bir anda oluşturduğu koltuklara oturdum. Bacaklarımı uzatırken geri ona döndüm. Gözlerini kapatıp başını hafifçe sıktı. Bana söylemediği yolunda olmayan şeyler var kesin.
"Benjamin Blake. Sizinle yaşıt gibi gözükse de aslında yirmi yaşında. Tut ve konsey ile irtibat halinde olduğunu biliyorum. Aslında kimlik bilgilerinde ve dosyalarında burada yaşadığı gözüküyor. Şuan nasıl sizin krallıkta tahmin edemiyorum desem de edebiliyorum. Tut yıllar önce krallığa bir casus gönderdi. Muhtemelen Banjamin'in içeri girip dosyalarını değiştirmeye yardımcı olmuştur. Hakkında doğru olan şey orada büyüdüğü olur sanırım. Çünkü sürekli buraya geldiğine dair giriş ve çıkış belgeleri var."
Elimi uzattım. "Belgelere ihtiyacım var." dememle derin nefes verip parmaklarını oynattı. Elimde beliren dosyayla gülümsedim. "Uyanınca da bende olacak mı?" kafa sallayıp sırtını yasladı koltuğa. "Söyle artık sorunu. Rica etmiyorum."
"Onu öldürdü."
Bir çırpıda söylediği iki kelimeye karşı boğazım düğümlendi. Gözlerimi ondan ayırmıyordum. Ne demek öldürdü? "Ne demek Robert öldü?" Şaşkınlığım gerçekten onun gibi güçlü bir savaşçının ölmüş olmasıydı. İlk zamanlarda sadece Layla ile Robert hakkında blöf yapmıştım. Gerçekten öleceği aklıma gelmezdi.
"Senden sonra komutanlığa yükseldi. Ordunun eğitiminden ve düzeninden sorumluydu. Biliyorsun onunla sevdiliydik sonra evlendik. Yaklaşık beş yıldan fazla evliydik. Yüzük takmıyorduk çünkü kılıç kullanınca rahatsız ettiğinden yakınıp duruyordu. En son bende sinirlenince artık takmama kararı aldık. Ben döndükten sonra bir şeylerin değişip değişmediğini anlamak için beni bir teste soktular. Robert'ı öldürme fikri Kont Oren'dan gelmiş. Gözümün önünde zehirlediler. Can çekişine şahit oldum ama o kısa süre zarfında farkına vardım. Beni izliyorlardı. Tepkisizce durdum o çırpınırken. İlk defa bir şeyi batırmamak için kendimle bu denli savaş verdim. İşin kötüsü sadece bununla bitmiyor. Bir bebeğimiz olacaktı."
Gözyaşlarını silip ellerini iki yana doğru bıraktı. Ciddi olamaz... Ayaklarımı kendime doğru çekmiş, tamamen ona dönüktüm. Neler yaşamış bu haftada.
"Bebeğimi aldırmak zorunda kaldım. Robert'dan bana kalan son parçamı da kaybettim."
İdrak edebilmek için kafamda bir kez daha dediklerini tekrar ettim. "Bebeğini nasıl aldırırsın! Onun hiç bir hatası yok ki! Nasıl buna karar verirsin?"
Sinirle bağırışıma karşı bana alayla baktı. Gözlerinde gerçekten hüzünü görebiliyordum.
"Yılların hatta tarihin tanık edeceği en korkunç savaşın içerisindeyiz Annabeth ve sen hala sana açıklamama rağmen olayın ciddiyetini kavrayamadın. Öleceğimiz bir savaşın içerisindeyiz, içerisindeyim! Bir tarafımda ateşten yol görürken diğerinde sadece ıslanacağımı görüyorum. Ama ıslanmak için yanmam gerektiğinin de farkındayım! Ben senin hayatta kalmana ve krallığının yok olmaması için çabalarken aynı zamanda orada hayatta kalmaya çalışıyorum. Benim yarına uyanabileceğimin garantisi yokken bebeğimi nasıl koruyabilirim? Huzura varabileceğim tek bir zaman var, o da bunların son olduğu zaman. Sanma her şey mükemmel ilerliyor. Hayır, bunlar sadece tiyatronun ilk sahneleri. Herkes yalan söyler , herkes güzel oynar. Geçen sefer sana dedim ki bir satranç oynuyoruz ve sen en büyük hamlesin. Şah sensin. Satranç oynarken de aynı zamanda etrafımızdaki gerçeklere dikkat etmeliyiz. İnsanları ayırt edebilmeliyiz. Birileri ihanet edecek Annabeth. Tut'un bu savaşa tek gireceğini sanıyorsan, sanmaya devam et. Umarım yakın dostunuz çıkmaz. Elenor ve Edward'ın bu ihaneti kaldırabileceğini sanmıyorum."
Gözlerimi yerden kesip konuşmasını bitirdiği için ona döndüm. Başım ağrımaya başlamıştı gerçekten. "Ne istiyorsun benden şimdi? Ölüm makinesine mi dönüşeyim ne istiyorsun?"
Koluma bakarak "Başlamışsın zaten." demesi ile ayağa kalktım. Kolumdaki çizikler tamamen belliydi. "Ne demek oluyor bu dövme?" Etrafın soğumasıyla kollarımı birbirine sardım. Tanrım, bir an kutuplara düştüm sanki. Yüzünde garip ifade vardı.
"Sabah doğuyor ve senin uyanmamandan arkadaşların şüphelenmeye başladı. Gitsen iyi olur. Güçlerini kuvvetlendir nasıl yaptığın artık önemli değil. Seni yakında tekrar göreceğim."
Gözlerimi açmamla derin nefes içime çekmem bir oldu. Sanki anlık olarak ciğerlerimdeki tüm oksijen çekilmiş gibiydi. Benim ani kalkışımla diğerleri korkudan duvara yapışmışlardı. Gözlerimi ovalayıp geri onlara baktım. "Ne?" Kendilerini sarsıp yaklaştılar. Üstleri giyinikti. Bu da beni yarım saatten fazladır uyandıramadıklarının işareti.
"Ne kadar seslensek de uyanmadın. Yüzüne su döktük, ayağını gıdıkladık hatta cimcikledik bile ama sende tık yoktu."
Omuz silkip üzerimde ki yorganı attım. Gözleri bir an üzerimden ayrılmıyordu. "Demek ki uykum ağırmış dimi? Beş dakikaya hazırım."
Hemen lavaboya girip kapıyı kapattım. Gözlerimi kapatıp derin nefes verip tekrar açtım. Ucuz kurtuldum. Vakit kaybetmeden üstümdekileri çıkartıp zırhı giyerken havadan da yardım kullanarak oldukça hızlı bir şekilde giyindim. Maskemi de takıp çıkarken diğerlerine uyup arkalarından ilerledim. Odayı leş gibi bıraktım valla. Para verdik ya, bıraktıysam bıraktım. Vicdan yapmanın sırası, ne de zamanı. Asansör beklerken kulağıma gelen fısıltılarla etrafıma baktım. Yok bir şey. Birisinin de eklenmesiyle karşı odanın kapısına yavaşça yürüdüm. Kulağımı olabildiğince yaklaştırıp dikkatle dinledim. Arka arkaya duyduğum harflerle kast katı kesildim. Asansörü açmış bana garip garip bakan arkadaşlarımın arasından geçip asansöre bindim.
Bu halime gülen Chris yaklaşıp yaslandı. "Ne oldu, duymaman gereken bir şeye mi denk geldin?" diye sorunca asansörde dördü arasında kahkaha tufanı koptu. Komik, çok komik! Aptala bak, tam da sırası.
"Kesin zevzekliği!"
Kızışım onları sustururken devam ettim hemen. "Büyü yapıyorlardı. İki kişinin sesi geliyordu. Krallığa gidip hemen geri gelmemiz gerekiyor. Ayrıca annemlerin yanına bu kıyafetlerle çıkamayız bilge'ye saklama büyüsü yaptıralım."
Anlattıklarımı dinledikten sonra yüzlerindeki suçluluk ifadesini umursamadan asansörden ilk ben çıktım. Kasada ki adama kısaca bakıp açık kapıdan çıktım. Dosyalar aklıma gelince arkamı dönmemle Kath ile çarpışmam bir oldu. Omzumdan geri çevirip kapının yanındaki atıma yönlendirdi.
"Dosyalar bende ve bakmadım." Yürürken elime bıraktığı dosyaları eğere geri koyup tahtaya bağlı atımı çıkarttım. Binip yelelerini sevdim. Diğerlerini beklemeden yokuşa doğru koşturmaya başladım yıldırımı. Arkamdan gelecekler nasıl olsa. Gelen seslerden de belli zaten.
"Bize gizleme büyüsünü sen yapamazmısın?" Göz devirip bu soruyu merakla soran Chris'e alayla sırıttım. "Elementlere hükmedebiliyorum Chris, büyülere değil. Büyü de yapabilseydim artık yürüyen efsane diye gezerdim. Ya da mezarımı ziyaret ederdiniz."
Ormana girip aralıksız atlar koşarken, ben durmadığım için herkes de devam ediyordu. Zaman yok. Duramayız. "Direk bilgenin evine gidelim. Ona göre götürün." Jane atıyla yanıma gelince mecburen hızımı yavaşlattım. Bu sırada kısaca yıldırımın tüylerini okşadım.
"Ailenden izin almaya gidiyoruz zaten. Sadece maskeni çıkart yeter prenses. Korunmalı giyinmen onların emin ol dikkatini çekmeyecektir. Çünkü yanında biz varız." Kafa sallayarak "Doğru, saraya gidelim rotayı bozmadan acele edin ki günümüzü verimli kullanabilelim." Yıldırımı sürmeye devam ederken dördü arasında şarkılar söylüyorlardı. Yada marş... Anlamadım. "Tanrıların gücü biziz!" diye sonlandırdıkları şarkıyla onlara baktım.
"Bu da neydi?" İvan elini kalbine koydu. "Askeri ordusunun marşı. Ne kadar gaza getiriyor bilemezsin." Sen iflah olmazsın bakışıyla konuşmamızı bitirip ilerlemeye devam ettik. Yasaklı ormanın tamamen zararsız olduğunu düşünmeleri aslında yanlış olabilir. Bana biraz ateş lazım.
*Sephıre?*
Anında gelen sesle ne kadar kırgın olsam da sevinmeden edemedim.
*Prensesim?*
Gerçekten, özlemişim. Hafif hırıltılı ve ince sesi gerçekten özlemişim.
*Çocuklarla buradayız, ormanda yani. Birkaç iş peşindeyiz anlatırım sonra. Gelip yanımızda bizi korkutma gibi bir şansın var mı? Buraya bir daha ki girişlerinde düşünmelerini istiyorum.*
Zihnimde ki gülme sesiyle tüylerim diken diken oldu. Hata mı yaptım acaba ya? Neyse beni öldürecek değil ya.
*İsteğin, benim için emirdir prenses.*
Sephıre ile konuşmamızın üzerinden on dakika geçmişti ve biz neredeyse varmak üzereyiz. Hayır yani biz çıktıktan sonra korkutmanın ne anlamı var? dememin üzerine gelen kükremeyle sıçradım. Bizimkiler çoktan küfürler sıralarlarken yanımdaki hızlı geçen gölgeyi her ne kadar tanısamda tırsmadan edemedim. İvan'ın bizim olduğumuzu unutması ve ya göz ardı edip saydığı küfürleri inanamazca dinlerken adeta hayrete düşmüştüm.
"Küfür konusunda gerçekten baya gelişmiş hatta kendin bile türetmeye başlamışsın İvan tebirk ederim!"
Küfür etmeye devam ederken Sephıre bu sefer arkamızda orta hızlı geliyordu. Kath'de İvan'a bu kervanda katılıp saydırmasına yardım ederken bağırmadan edemedim.
"Aptallar hızlanın küfür edeceğinize!"
Arkamı dönerek söylediğim sözle gözlerimi yaşartan bir hızla beni geçip ormanın çıkışına bile yetişmişlerdi. O ne be öyle? Atların arkasına nitro mu taktılar? Uçan boynuzsuz ünicornlar. Gerçi bunlar civcivi vilmiyorlar, unicorn'u nasıl bilsinler... Ormandan çıkmış beşimiz daire şeklinde durmuştuk. İvan kıpkırmızı olmuş nefesini düzenlemeye çalışıyordu. Aklıma Chris'in tepki vermemesi gelince ona döndüm.
"Sen neden tepki vermedin bakalım?" Omuz silkip gülümsedi "En iyi ihtimalle ölürdüm yani. Çığlık atsam dikkat çekerdik emin ol. Bazen kız olsam opera sanatçısı olurdum diye düşünüyordum." dedikleriyle gülümseyip saray tarafına baktım. Maskemi çıkarıp eğere ekledim. Atları fazla göze batmayacak bir yere koymamız lazım.
"Atları nereye bırakalım?"
Hepsi birbirine bakıp attan indiler. Aslında diyecekleri şey belli ve mantıklı. "Burası mı?" Otomatik kafalar sallanırken bende yıldırımdan indim. Dosyaları alıp ağacın dibine yerleştirdim. Elimi toprağa yerleştirip dosyanın etrafını saracak şekilde dalların çıkmasını düşündüm. Zeminin titremesiyle gözlerimi araladım. Dikenli dallar dosyayı çevrelerken biraz daha sıkılaşmasıyla ellerimi çektim. İyi en azından elini sokamazlar. Zaten bir şey var gibi gözükmüyorda. Diğerleri sorgulamadan atlarını bağlarlarken bende yıldırımı bağladım. Yelelerini okşayıp başımı kafasına yasladım.
Hemen geliyorum kızım bekle. Maskemi eğerine koyup şapkamı indirdim. Hepimizin kimlikleri belliydi. Yan yana yüyürken kısaca kafamı çevirdim.
"Sence dün ki aksiyonum ne gibi bir etki bıraktı?" Jane gülüp parmağını salladı. "Kesin sarayın etrafını didik didik aradılar ve biz gittiğimizde anlatacaklar. Büyük ihtimalle Kral Edward'ın canı bu yüzden çok sıkkındır. 100 gümüşüne bahse girerim hatta."
Chris, Jane'e alayla bakıp bana baktı. "Bence canı sıkkın değildir. Bunun üzerine bende 300 gümüş bırakıyorum."
İvan, sen kimle dalaşıyorsun bakışını atıp meydan okumasını yine bana baktı. Sanki hakem benim... "Bence asıl canı sıkkın olan Kraliçe'dir. 500 gümüş der, kendimi kazanmış ilan ederim."
Kath kendine has gülüşünü yapıp avcunu kaşıdı. "Sana anlatacaklar ve ikisi de çok sinirli olacaklar. 600 gümüşüne bahse giriyorum. Avucumun kaşınması para yüzünden..."
"300 altınına bahse girerim ki benim üzülmemi istemedikleri için anlatmayacaklar."
300 altın dememle bana dehşete düşmüş gibi bakınca omuz silktim. "Zenginim ben. Bakmayın öyle." dememle haykırdılar resmen. Paralarını alırlarken bende böyle güleceğim. İçimdeki kötü kadın gülüşünü çıkartacağım. Sarayın kapısına gelmemizle muhafızlar yanımdakilere kısaca bakıp mızrakları çektiler. Benim anlayacağım şekilde kafalarını eğerlerken bende onlara baş salladım.
Yine gülüşme sesleri dolarken içimdeki hüzne yer vermedim. İstesen sende o tabloya dahil olabilirsin diyen iç sesime kızmadan edemedim. Evet seni öldürmek isteyen bir manyak var, sen gülümse sadece. Sonra bay bay. Artık diğer tarafa göç edersin. Merdivenleri çıkarken modumun azcık da olsun düştüğünün farkındalardı. Taht salonundan gelen seslerle oraya yöneldim. Muhafızlar biz gelmeden kapıyı açınca hafifçe sırıttım. Hoşuma gidiyor... Açık kapıdan girerken merakla buraya bakan ailem ayağa kalkmıştı. İvan bizimkilere anlayamadığım bakış atarken, annem hafif bağırıp koşarak sarılırken gülümsedim. Sanırım o bakış haberi var bakışıydı. Kollarımı beline sarıp omzuna çenemi koydum. Bize kıskanırca bakan babama hafif dil çıkarıp gülümsedim. Dil çıkarmama havaya attığı öpücükle karşılık verirken gülümsemem sinsi sırıtışa dönüşmüştü.
Bizim tayfa eğilirken babam'ın azar dolu kalkın demesiyle hepsinin yüzüne gülücükler yer edindi. Teyzem ve çocuklara el sallayıp Katherina nın yanında ki yerime geçtim. Baya gerginlerdi her ne kadar gülümseselerde.
"Nasılsınız? Nasıl geçti akşam filan size katılamadım. Umarım güzelce eğlenmişsinizdir?"
Babamın ve annemin yüzünü sinirli ifade alırken kaşlarımı çattım. Söylemeyin. Söylemeyin.
"Akşam birisi odamdan dosyalarımı çaldı!" diyen babamın yanıda annem de "Kim buna cürret ettiyse cezasını kötü çekilde çekecek!" Demesiyle Kath heyecandan ayağıma basmıştı. Çenemi sıkarken, lanet etmeden duramadım. En azından yabancıya gitmiyor. "Siz neden uyanıksınız? İşiniz mi var?" Jane'nin boku yedin bakışına, sende adlı bakışımı gönderip annemlere geri döndüm.
"O da elbet bulunur merak etmeyin. Buraya izin almaya gelmiştik sizden. Yoksa saat yedi de kalkmak gibi bir şey yapmazdık."
Babam oturduğu sandalyede dikleşti. "Ne izni?" Ilımlı yaklaşırsam babamı feth edebilirim.
"Arkadaşlarım olan korumalarımla bana beş gün verirmisin baba? Krallığı gezeceğiz ve benim bir işim var halletmem gereken."
Babam anneme bakınca bende ona döndüm. Yaptığım imayı anlamış olacaktı ki hem yüzünde suçluluk ifadesi vardı. Anneminde yüzünde düşünür ifade vardı.
"Sana sadece en fazla beş gün verebiliriz kızım. Çünkü yarı yıl tatiline on gün kaldı. Krallıklar arası kutlama haftasına geldik. Veliaht prenses olduğunu açıklayacağımız zamandan bahsediyorum. Bunu yapabileceğimiz en mantıklı zaman ancak bu olabilir. Kutlamalardan sonra düzenlediğimiz meclis krallıkları arasında olan yemeğinde de bunu kutlamış olacağız. Seni en güvenilir açıklayacağımız zaman ancak o olabilir. Çünkü Tut'un o kadar kişi arasında bir şey yapabileceğini sanmıyoruz."
Sadece dinledim. Belki de haklılar. Tut ilk hamleyi orada yapmakta çekinebilir. Oflayıp gözlerine baktım. "Siz zaten bunda karar vermişsiniz. Haklısınızda çocuğunuzu bulduğunuzu ilan etmek istemenizde. Daha fazla ertelemek konusunda size yalvaramam da. Tamam. Ama sadece halkı selamlayacağım zaman elbise giyerim!"
Gülerek onayladıklarında gururla sırıttım. En azından bunu garantiledik. Güzel günler yakında belki... Benjamin var daha ne güzel günü. Aklıma gelmesiyle ileri atıldım. Belki de en iyi zamandı.
"Sizinle hemen konuşmam gereken bir konu var."
Ciddi konuşmamla ikisi de ayaklanmıştı yeniden. Odadaki gizli bölmeye doğru ilerlerlerken bende arkalarından ilerledim.
●○●
Evet, son bölümlere merhaba! İlk kitabımız olan Prensesin Dönüşü'nün bitmesine şurada sayılı bölümler kaldı gençler! Hepinizin beklediği şu sahneye çok az kaldı! Size uzun bir bölüm yazdım ama yine kısa gelecek biliyorum. :)
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi yorum kısmına yazarsanız sevinirim. Bölümü de beğendiyseniz yıldızlamayı unutmayın.
Bana oy bonbardımanı yapıp, yorumlarla enerji depolarsanız belki daha erken bile gelebilir bölüm haberiniz olsun...
İyi Geceler! Diğer bölümde görüşmek üzere!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top