Bölüm - 68

Chaotic, Ellise

İtalian Wine, Marjan Farsad

Beni sever misin?

●○●

BÖLÜM - 68

Aynadaki yansımama bakıp, arkama yavaşça döndüm. Siyahlar beklediğimden daha güzel durmuş... Lena gerçekten bir şaheser tasarlamış. Yüz ölçülerime tam oturmuş siyah ve gümüş metalle kaplı yüz hatlarımı belli etmeyen maskem vardı. Göz kısımları ve burun kısımları arasında sanki sadece ince bir çizgi vardı. Saçlarımı ve maskenin kapatmadığı kulaklarımı kapatmama yardımcı olan siyah renginde, boynumda takılı olan baldırlarıma kadar inen pelerin onunla harika uyumluydu. Vücudumda zırhımın altında da siyah tasarım kıyafet verdi sert. Üstün de maskem ile aynı maddeden yapılan gümüş metal zırhlar vardı. Omuzlarım ve kollarımı kaplayan şekilli metal zırhlar. Boynumda ki pelerinin takılı olduğu yerden itibaren kalça kemiklerime kadar özenle kıvrım kıvrım inerken üçe ayrılıyordu. Biri sağa, biri sola ve son olarak kasıklarımın biraz aşağısında üçgenimsi şekilde metal zırh bitiyordu.  Ondan sonrası dizim biraz üstünü ve diz kapaklarımın altında bitiyordu. Metaller vücuduma yapışık olduğu için hiç bir ağırlığı yoktu. Mükemmel.

"Hadi artık prenses, merak ettim!"

Kath'in sesiyle gülümseyerek kapıyı açtım. Karşımda ayakta heyecanla dönen dörtlüye sırıttım. Yüzümde ki maskeye bile hayranlıkla bakmışlardı. Baştan aşağıya süzmeleri pek hoşuma gitmese de, kısaca etrafımda döndüm. Maskeyi sağ elimle çıkarıp kapüşonumu geriye doğru verdim. "Nasıl?"

Chris baş parmağını kaldırdı, Kath'in düşündükleri söylemese de belli oluyordu. İvan, iğneleyici bir gülüşle 'Müthiş!' deyince bakışlarım sona kalmış Jane'e döndü. "Oldukça dikkat çekici."

Yorumuna kafa sallayarak cevap verirken yanlarından geçip ileride tabloların, küçük resim çerçevelerinin olduğu kısma ilerledim. Kenarına kendimi geri yaslayıp onun olduğu tarafa döndüm. Oldukça zeki olduğum için aklımdaki tüm sorulara cevap almam gerekiyor.

"Teyzemler ile nasıl bir bağlantın var? Kaleb, Jae derken senden bahsettiğini düşündüm nedense."

Kafa sallayarak "Doğru tahmin. Kendilerini ben getiriyorum krallığa. Leydi Lana ve Lord Reginald beni çok seviyor. Tabi çocuklarda. O yüzden istedikleri zaman onları ziyaret ediyorum." Anlattığı süre zarfınca mimiklerini analiz etmekle kendimi bir kez daha tebrik ettim. Sakladığı bir şey daha var. Anlatırken, gereksizce durgun olması ve gözlerinin dolması sıradan biri olmadığının kanıtı.    

Arkamı dönüp resimlere baktım. Sarı saçlı küçük kızın Kath olduğu çok belli. Yanında ona fiziken çokça benzeyen küçük erkek çocuk, onun elini tutmuş kameraya sevimlice gülümsüyordu. Arkalarında Zırhlı, oldukça uzun boylu kumral bir adam vardı. Bir kolu karısının, diğer kolu Kath'in omzunu sarıyordu. Kadın, üzerinde ki beyaz elbisesiyle, sarı uzun saçlarıyla neredeyse kafa tutar güzellikteydi. Oldukça güzel bir aile tablosu vardı karşımda. Peki onlar neredeler?  

"Baban savaşçı mıydı?" Katherina'ya dönerek sorduğum için değişen yüz hatlarına şahit olmuştum. Kahretsin! Sormasa mıydım? Boş olduğundan emin olduğum bakışlarla yanıma yaklaşıp çerçeveyi eline aldı. Resme bakarken ki gülümsemesine anlam veremedim. Hem içten, hem de nefret eder gibiydi. 

"Babam, savaşçı değildi prenses.  Aaron'dan önce ki komutandı. Komutan Quade Harvey. Annemse krallığın en iyi fizik tedavi doktorlarından biri olan Beatrice Harvey'di. Babamla savaş sonrası pansumanlar yapılırken tanışmışlar resmi olarak. Neyse, buralar gereksiz ayrıntılar. Evlenmişler falan aradan üç yıl sonra ben, iki yıl sonra kardeşim Evan doğdu. Nasıl oldu bilmiyorum ama ben dokuz yaşındayken saldırıya uğradık. Tabi o zamanlar Kristal kent' te yaşıyorduk.  Arabanın etrafında siyahlara kuşanmış on beşten fazla asker. Bizim krallıktan olmayanlar askerler. Babam bizi korumaya çalışırken çok fazla kan kaybetti. Onu kaybettim. Kardeşimi acımadan karnından bıçakladılar. O gün ki çığlığı hala kulaklarımda çınlıyor. Komada kaldı bir yıl kafasına aldığı darbelerden dolayı. Zaten yaşasaydı da hafıza kaybı çok yüksek ihtimaldi doktorlar tarafından.  Ama bunlardan en fazla bana koyansa annem. Hayır, düşündüğünün aksine o yaşıyor. Şuan ne yaptığını bilmiyorum. Bize saldırmalarının sebebi oymuş. Pis bir işe bulaşmış. Şuan Karanlık Krallıkta. Kısacası böyle prenses. Tüm ailem öldü. Hepsi..."

Elindeki fotoğraf çerçevesini sallayıp gözlerini açtı. "Bu fotoğraf o günden iki gün önceydi. Annem, hepimizin katili oldu. Bizi o yok etti. Umarım bunun acısıyla, beni yalnız bırakmanın acısıyla uyuyamıyordur." Elindeki çerçeveyi alıp geri yerine koydum. Kendimi onun yanına atarken diğerlerine kısaca baktım. 

"Kusura bakmayın, bilmiyordum. Hatırlattığım için üzgünüm Katherina." Kafasını sallayıp ayağa kalktı Kath. Gayet normal gözüküyordu. "Sorun değil, çoktan aştım bu durumu. Konuyu değiştirelim o zaman. Bizim de kıyafetlerimiz hazır bence?"

İvan'da Kath'e onay verince onlara anlamsızca baktım. Ne demek hazır? İvan, gülerek yanıma attı kendini. Omzuma bir tane vurdu. Kaşınıyor bu çocuk. "Bakma öyle şaşkın şaşkın. Biz savaşçı olduğumuz için tasarım kıyafetlerimiz var."

Camdan dışarı bakıp hemen bizimkilere geri döndüm. "Giyinin de gelin. Başlıyoruz bu günden." Hepimiz ayrılırken üzerimdekilerle çok dikkat çekmeden atıma bindim. Havada kararmak üzere olduğu için dikkatleri dağıtabiliyordum. Bildiğim yoldan geri giderken aklıma babamın odası geliyordu.

Arkadan gitsem, duvarlardan tırmansam ya da hava ile kendimi kaldırırım. Evet, kesinlikle.  Atı sağ taraftan orman yoluna soktum. İçimdeki his Sephıre' a gitmem gerektiğini söylese de onu dinlemedim. Onu elbet göreceğim...  Fırtına, iyice hızlanırken acelemin olduğunu anlamasına karşı yelelerini hafifçe okşadım. Araba da neymiş. Fırtına aynı porsche gibi.  Sarayı görmemle Fırtınanın hızını biraz daha yavaşlattım. Şimdi normal gidiyorduk. Havanın kararıklığı bu gün benim avantajım sanırım. Sarayın arkasına, ormandan çıkıp yaklaştım. Kimse yoktu? Babama bir an önce saraydaki güvenliği arttırmasını söylemeliyim. Şuan işime gelse de, başkalarının da işine gelebilir. Tut gibi... 

Fırtınaya kısaca bakıp tepemdeki cama baktım. Oraya tırmanarak çıkamayacağıma göre havayı kullanmam gerek. Fırtına buradan ayrılacak değil. Derin nefes vererek of' ladım. Gözümü kapatıp zeminde ki havanın geçişlerini hissettim. Ellerimi yerle paralel şekilde uzatıp hafifçe yukarı kaldırmaya başladım. Elimdeki akımı hissetmemle daha güçlü yapmaya başladım. Gözümü açınca camı biraz geçtiğimi gördüm. Daha ne kadar yüksele bilirim? 

''Şimdi düşeceksin, saçma şeyler yapma prensesim.''

Yankılanan sesine karşı ayaklarımı camı önündeki betona koydum. ''Sen kes sesini Sephıre! Konuşma benimle. En azından sakladıklarını açıklayana kadar!''

İçimden bağırmam, dışarı yansıtmadığım anlamına gelmiyor. Zaman geçiyor Annabeth, hadi! Odanın ışığı açıktı ama kimse yoktu. Milim aralıklı açık olan pencereye serçe parmağımı sokup kaldırdım. Kilidini takıp içeri atladım. Seni seviyorum babacım, sadece senden ödünç alıyorum merak etme. Dışarıdan gelen seslerle hava akımını kapıya yönlendirdim. En azından zaman kazanabilirim. Masanın üzerindeki dosyaları karıştırırken, kafes dışındaki tüm dosyaları görmüştüm. Kendiminkini bile... Adımın yazılı olan siyah dosyayı kenara koyup karıştırmaya devam ettim. Kapı kolunun aşağı indirilmesiyle korkuyla kafamı kaldırdım. Hava istediğim gibi açılmasını engelliyordu. Ama ne kadar? 

Düşün, düşün. Sen olsan nereye koyardın? Çekmeceler ne güne duruyor. "Muhafızlar, açsanıza şu kapıyı artık!" Babamın yanında, Lord Reginald'ın sesini de duyunca hemen ilk çekmeceyi açtım. İsimlerle birlikte bölgelerin bulunduğu dosyayı alıp kapağını açtım. Harika! Kapının zorlanmasıyla ve buna eklenen omuzlarla çekmeceyi kapattım. 

"Kim var orada!"

Gür erkek sesiyle hiç düşünmeden açık olan camdan aşağıya atlarken hava akımını kendime çektim. Ormana doğru hızla düşerken, altımda fırtına da benimle birlikte hareketlenmişti. Pelerin anın etkisiyle yüzüme yapışırken, sakin olmam gerektiğinin farkındaydım. Havayı altımda kontrol altına alıp  eyere kontrollü şekilde indim. Hız kesmeden koşarken ormana girmemize şükrettim. Hızla ilerlerken hiç bir şekilde arkama bakmıyordum. Sarayın yakınlarından uzaklaşınca etrafa kısaca baktım. İlerideki at garajında dört kişi yan yana duruyordu. Gerçekten hiç dikkat çekmiyorlar... Acaba onlar mı? Fırtına şaha kalkınca yelelerine daha sıkı tutundum.. Atlılar buraya yaklaşırken bende çıkışa yavaşça yaklaştım. Hepsi kapüşonlarını indirdiler. Evet, bizimkiler.

"Ormanda ne işin var! Hemen buraya gel!" İvan'ın gereksiz bağırmasıyla kaşlarımı çattım.

"Ne bağırıyorsun geri zekalı! Dikkatleri üzerimize çekeceksen merkeze çıkarak yapabilirsin!" Etrafa kısaca bakarken tekrar bana döndü. "Yıllardır burada yaşıyorsunuz ama efsanelere inanıp buraya hiç girmediniz. Söyleyin bana kafes'e en hızlı nereden gidebiliriz?"

Jane, ormanın girişinden yaklaşıp yanımda atını durdurdu. Endişeli gözüküyordu.

"En kısa yol burası. Dümdüz gidersek yirmi dakikadan daha az belki de. Ama normal geçişleri kullanırsak eğer kontrollerle birlikte dinlenmeden bir gün sürer."

Fırtınayı döndürürken koşmaya başlamıştık. İvan küfürler ederken ardı ardına, Kath eğlence dolu sessiz çığlık bıraktı. Hızla ilerlerken bir birlerimizle istemsiz yarış haline girmiştik bile. Hepimiz gülerken benim ifadelerim taktığım maskeden dolayı gözükmüyordu. Onlarında sadece çene bölgesi gözüküyordu zaten. Yaklaşık on dakikadan fazla daha koştuğumuzda kırmızı çizgiden geçmemizle diğerleri yavaşladı. Bende yavaşlarken hissettiğim güçle atı durdurdum. Birileri var... Attan inip fırtınayı yanımdaki ağaca bağladım. Atlarından inip yanımda durdular.

"Neden durdun, yoruldun mu?"

Chris ve Kath'in aynı anda sormasına bir şey demeden elimi kaldırdım. "Birileri var. Hissedebiliyorum."

Bomboş bakarlarken kulaklarımla etrafı iyice dinledim. İleriden ateşin kömürlerinin sesini duyabiliyordum. İleride sağ tarafta göletin oradan hafif dumanların yükseldiğini görebiliyordum. Yavaşça yaklaşırken dalların arasına onları görebilecek şekilde uzanıp, etrafımda küçük bir çukur açtım. Şimdi daha net. Ortalarına ateş yakarak oturmuş iki kişiye bakarken arkamı dönüp diğerlerine gelmeleri için işaret verdim. Ormana nasıl girmişler ki? Pelerinli'nin yanında oturan genç kendisini yan şekilde oturturken, gördüğüm yüzle olduğum yerden hareket edemedim. Yanıma sessizce gelip uzandılar.  

"Ne oluyor?" diyen Jane'e dalların arasından baktığım yeri  işaret ettim. İvan'ın gözleri pörtlerken, başımıza geleceklerle başıma ağrılar saplanmıştı. "Suçluları dışarıda ararken, ormanda ne çıktı..." diyen Chris'e göz devirdim.

Her şey alt üst olacaktı. Bu kim olduğu belirsiz pislik, her şeyin içine ederek fitili atacak.

●○●

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi, yorum kısmına yazarsanız sevinirim. Bölümü de beğendiyseniz yıldızlamayı unutmayın. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top