Bölüm - 67
You should be sad, Halsey
Dirty Dirty, Charlotte Cardin
Evet, sanırım kıskanç biriyim.
●○●
BÖLÜM - 67
Çadıra girip saçımı ellerimin arasına aldım. Dizlerimin üzerine çöküp kulaklarımı tıkadım. Ciğerim yanarken kolumda ki derin bir sızıyı hissetmemle derin iç çektim. Omzumun acısı nasıl geçmişti ki? Parmaklarım' dan çıkan şekilli siyah motifli dövmeyle dolan gözlerimi tavana kaldırdım. Bakmaya korkuyordum. Lanet olsun. Anlamını bilmediğim, birden beliren dövmeleri taşımak istemiyorum! O kadar yoruldum ki... Bedenim yorgun... Ben yorgunum... Ruhum; hem bedenim'den, hem de benden daha çok yorgun.
Böyle bir hayat yaşamak istemiyorum! İstemiyorum! Kapıdaki perde hızlıca açılırken kafamı oraya çevirdim. Bilge Schmeichel içeri girince, göz yaşlarımı içime attım.
"Evlat! Kara büyü ile ilgili nasıl bir alakan var? Üstündeki enerjisi çok kuvvetli!"
Kafamı iki yana salladım. Hala cevap ister gibi bana bakmasıyla sinir kat sayılarım daha da yükseldi.
"Tut bana bir büyü yapmış. On sekiz yaşımda aktif hale gelecek bir büyü. Ve ben kendimi kaybetmeye başladım bilge. Oldu mu? İstediğin bilgiyi sana verebildim mi?"
Sona doğru yükselen sesimle elindeki eldiveni çıkarıp bastonu ile yavaş yavaş yaklaştı. Bacağımın üstüne atıp geri gözlerime baktı. Hafif bir gülümseme vardı sanki yüzünde.
"Gerçekten annene çok benziyorsun kişilik bakımından Annabeth. Bakma şimdi onun böyle olmasına. Onu zaman ve yaşanmışlıklar bu hale getirdi. Ilımlı ve anlayışlı gözükmesinin arkasında deli bir kız yatıyor. Gerçekten... Sana acımıyorum düşündüğün buysa. Buradan çıkınca doğru bana geleceksin. Önce seninle bu sembollerin anlamlarını çıkartalım. Zaten bunu saklayamayız kimseden."
Bunu sadece elimdeki dövmeye bakarak söylemesi... Kolumun tamamında hissediyor olmam büyük problem? "Bilge. Maça girmeden önce omzum da sakatlanma vardı. Çıkmıştı ve omuzluk o yüzden takıyordum. Ama şimdi tek bir problem bile hissetmiyorum kolumda. Gayet iyi şekilde oynatabiliyorum."
Bastonuyla ayağımı iki defa dürtükledi. "Bunun cevabını az önce sen söyledin evlat. Sen değildin o. Senin yerine gelen ruh kendini onardı. Şimdi eldiveni tak ve dışarı çık. Kimseye bir şey belli etme. Yukarıdakilerin dikkatini yeteri kadar çektin."
Ağzımı açıp cevabını verecekken bastonu ile hızlıca dışarı çıkınca geri yaslandım. Sanırım laflarımın etki etmediği birini bulmuştum. Sessizliğin tekrar baş göstermesi ile düşünceler tekrar saldırmaya başladı.
Acilen Layla ile iletişime geçmeliyim. Neden? Çünkü daha hatırlayamadığın anılar da varmış?Babanla konuşmalıyım Tut meselesini. Hayır konuşmamalıyım. Kendim halletmeliyim. İvan ile konuşmalıyım. Neden? Benjamin meselesini halletmeliyim. Görevlerime başlamalıyım.
Sephıre'ı bulmalıyım. Neden? Çünkü onun canını okuyacağım.
Uflayıp saçımı tekrar ellerimin arasına alıp ayağa kalktım. Saçımda ki tokayı çıkarıp tekrar sıkıca topladım. Kafayı yedim. Kendi kendime durum değerlendirmesi yapıp neden diye sorgulamamın başka nedeni yok! Dışarıdaki ses daha çıkmadan yüzümü buruşturttu. Sevmiyorum. Perdeyi açıp arenanın ortasın da neredeyse yağmur dansı yapacak takım arkadaşlarıma yürüdüm. Profesör başlarında kollarını bağlayarak durmuş izliyordu. Yeme beni adam! Utanmasan sende dans edeceksin onlarla... Dev ekranda kendimi görmemle önümde beliren siyah noktaya baktım. O zaman... Şov zamanı?
Siyah noktaya alaylı bir göz kırpması atıp havalı bir yavaşlıkta arkadaşlarıma yürürken, arenada ki çığlıklar daha da artmıştı. Erkeklerin ıslıkları ve kendilerini koltuklarına atmalarını görünce kısa da olsa tebessüm ettim. Bazılarını az önce defnettik her halde. Arkadaşlarım oldukları yerde bana dönüp sinsice sırıtırken bende durdum. Ne? Bir anda bana doğru koşmalarıyla kaçmak için çok geç olduğunu bildiğimden kollarımı iki yana doğru açtım. Alacakaranlığı izlediğimden beri hep bunu yapmak istemiştim. En azından içimde kalmayacak.
Üstüme gelen deve ağırlığı ile geriye doğru düştüm. Üstümdeki ağırlık katı katı artarken ağzımı açtım. Sanırım ölüyorum! Ölüyorum! Üstümde ki kişiye bakmak için kafamı hafifçe kaldırdım. Kahverengi dalgalı saçlarla kafamı geri bıraktım. En azından göğüsümün üstünde erkek yok. Ne saçmalıyorum?
"Kalkın artık vicdansızlar! Nefes alamıyorum!"
Üstümde ki pislikler boncuk gibi bir yana dökülürken içime derin nefes çektim. Oh be... Nefes almak diye bir şey varmış değil mi. Mikrofon sesiyle hepimiz hemen kalktık. Etrafımızda çoktan bize gülümseyerek bakan takımlar oluşmuştu bile. Demek toplu ödül zamanı geldi. Önümde uzanan elle kafamı kaldırdım. Klasik olarak artık Kath'in elini tutarak kalktım. Koruma olduğunu söylediğinden beri iyice gözünün önünde oldum ya... Artık benden saklanmak zorunda değil tabi. Kafamı kaldırınca kızların yanında direkt bana bakan Benjamin ile göz göze gelince birbirimize bakmaya başladık.
Bu niye bana bakıyordu ki? Baş parmağını kaldırıp alkışlamaya başlarken, ona orta parmak çekmek isteyen tarafımı susturdum. Tanrım, sen bana sabır ver! Çevremde gerizekalılar derneği kursam adını altın harflerle yazdıracak kişiler var ya. Yanında ki kızlara bakıp gülümsedim. Sarı civcivim zıplayarak el sallarken bende el salladım. JJ, siyah saçlarını at kuyruğu yapmış anın etkisiyle gömleğini sallıyordu. Deli. Hemen yanlarında neredeyse gözükmeyen Lena ile istemesem de kahkaha atmıştım. Ee, boy bir ellilerde olunca mecbur... Yanlarında koruma gibi duran Daniel ellerini kafasında taç varmış gibi götürünce bende ona karşılık hafif bir reverans yaptım.
"Beyler ve bayanlar, gençler ve çocuklar , değerli kraliyet aileleri. Bu yıl ki Şampiyonumuz her iki kategoride de fark yapan DÖRT ELEMENT KRALLIĞI!"
Kral ve Kraliçeler ne zaman geldiklerini anlamasam da, hepimizi ileride ki büyük kürsüde alkışlıyorlardı. Tüm herkes yan yana duruyordu. Bizde alkışlayıp etrafımıza bakıyorduk.
"Madalyalarını ve kupalarını almak üzere Şampiyon Takımı kürsüye davet ediyorum."
Hepimiz aynı anda adımları atarken ne kadar mükemmel gözüktüğümüzü merak ediyordum. Tek sıraya geçerken ben en arkaya geçmiş yanan gözlerimi ovuşturdum. En son gördüğümde kırmızının daha da garip tonuna dönüşmüştü. Annabeth, en azından elinde ki eldiveni kimse sormuyor. Herkes büyük tezahüratların eşliğinde madalyasını alırken İvan kenarda durmuş bana bakıyordu. Salak. Gitsin de Fiona'ya hikayeler anlatsın. Göz devirip önüme döndüm. Son olarak Bruce' da ödülünü alınca merdivenlerden adım adım çıktım. Elinde altın madalyamı tutan Kraliçe Lydia 'ya ilerledim. Rüyamdaki halinden pek de farklı değildi. Yıllar bir bana vurmuş her halde...
"Ben Su Krallığının Kraliçesi Lydia. Yakından bakınca gözlerin daha mükemmel gözüküyor." Kısaca selamlayıp başımı madalyayı takması için eğdim. Sondaki fısıltısına her ne kadar gülümsemek istesem de gülümsemedim. "Sizi tanıyorum Kraliçem."
Kıkırdayıp omzumu pat patladı. Kafamı kaldırıp hemen yanında bir diğer altın madalya ile duran anneme kısaca sırıttım. "Seninle gurur duyuyorum tatlım."
Şovalyesi olduğum için istediği gibi hitap edebilirdi tabi ki. Madalyayı takarken kokumu içine çektiğini adım kadar eminim ki hissettim. Burada bu kadar insan olmasaydı eminim ki çoktan öpücük yağmurlarına basmıştı beni. Ortalarında duran kupaya bakarken hepsine kısaca baktım. Hepsi de bana bakıyordu? Yanımda duran orta kaslı cüsse ile rahatladım. Demek İvan ile birlikte alacağız kupayı.
Kahverengi ve dalgalı uzun saçlara sahip, gözünde de aynı renk tonunda gözlükle, harika modelli sakallı, uzun boylu ve oldukça kaslı adam ile yanımda ki İvan' a baktım. Aaron'un cüssesinde kimse yok herhalde... Kupayı bize verirken ona da kısaca selam verdim. İvan'a göz kırparken bana uzunca bakmasına karşı bende ona baktım. Gülümseyip kafa sallarken ben ellerimin arasında ki kocaman kupayı iyice kavradım. Mükemmel gözüküyor. Bundan daha ihtişamlısı seneye galiba. Merdivenlerden inerken kupayı bizim takıma bakıp kaldırdım. Hepsi coşkuyla zıplarken kupayı Profesör'e uzattım.
Aradan yarım saat geçmiş, takımla at arabasına binmiş eve geri dönüş yolculuğuna başlamıştık. Karşımda bana merakla bakan dörtlü ile sırıttım. Lena arabaya binmeden önce bizden ev adresi istemişti. Neden diye sorduğumuzda istediğim kostümü gönderteceğini söylemişti. Tabi ben dalga geçtiğini sanıp kızınca, o da bana kızdı. Emrinde çalışan onca çalışan olduğunu ve daha önc e bu tür şeylere merakı olduğundan stok yaptığını söyleyince Kath kendi evinin adresini verdi. Olayları onlara orda anlatacaktım. Bu yüzden yarım saattir bana merakla bakıyorlardı. Çatlamalarına az kaldı. Araba durunca derin nefes verip hemen ayağa kalktım. İlk benim inmem lazım yoksa kusacağım. Gerçekten kusacağım yeter artık. Arabadan atlayıp arkamı döndüm.
Jane, Kath, İvan ve arkasından inen Chris ile gülümsedim. Kath ellerini çırpıp kenarda ağaca bağlı duran atlarımızı gösterdi. Biz onları oraya mı bağlamıştık? Hiç hatırlamıyorum. Atımın yelelerini okşayıp bindim. Çoktan İvan çözdüğü için diğerlerinden önce binmem rahat olmuştu. İpini tutup geriye doğru çektim. Yıldırım, geriye doğru dönerken ilerlemeye başlayan Kath'in arkasından koşturmaya başladık. Diğerleri zaten yolu bildikleri için çoktan hızlanmışlardı bile. Salaklar. Sanki yüz defa geldim buraya. İlerledikçe yeşilliklerle bir olan dükkanlar ve villalar ile gülümsemem silinmiyordu. Burada dünyada ki gibi üst üste apartmanlar yoktu. Onların yerinde geniş bahçeli villalar vardı.
Burada ki refah ve mutluluğun kaynaklarından biri de buydu büyük ihtimalle. Kimse çimleri ve ya yeşillikleri yok etmiyor. Çevreye zarar vermiyorlar. Daha ne olsun ki. Her geçtiğimiz yolda daha ilgi çekici yerler görüyordum. Tatil olmanın verdiği etkiyle bir sürü kafe dolmuştu öğrencilerle. Girdiğimiz ara sokak ile nefesim kesildi. Rengarenkti... Cidden fazla rengarenk. Kath atını daha da hızlandırıp öğürme sesleri çıkardı. Jane, biraz yavaşlayıp yanımda ilerlemeye başladı.
"Her geçişimizde buradan aynı şeyi yapıyor. Burada ki sokakta yaşlılar oturuyor genelde. Onlarda vakitlerini bahçelerinde çiçek yetiştirmeye adıyorlar. Sonuç bu. Karmaşık çiçekler."
Sola saptığımızda diğerlerinden daha küçük oranlı ama görünüş açısından daha lüks duran metalik gri evlere gelmiştik. Soldan üçüncü eve girip herkes atlarından indi. Bende inip yanımda duran askılığa ipi doladım. Tabi, buranın toplu taşıtı at. Araba değil. Bu hala benim için acı gerçek. Her şey aynı. Ama değil... Arkamızdan gelen hızlı toynak sesleriyle dikkatimiz dağıldı. Arkamı döndüğümde yeşil saçlı, üzerinde simsiyah renkte kıyafetli bir kız yaklaştı. Elinde büyük bir kutu duruyordu. Gerçekten büyük. Bunu at ile nasıl getirmiş?
"Annabeth Anderson?"
Elimi uzatınca kutuyu verdi. Kulp yerinden tutup kendime çektim. "Teşekkürler. Lena'yı gördüğünüzde teşekkür edin benim yerime."
Kafa sallayıp el salladı. Arkasından ona baktıktan sonra elimde ki kutuya bakan grubuma döndüm. "İçeriye girmeyelim mi?"
Akıllarına gelmiş gibi Kath, büyük bir aydınlanma ile kapıyı açtı. Parmak izini okutması yetti. Müthiş. İçeri girip geniş ama mükemmel görünümlü evi inceledim. Kapının hemen önünde sağda duran kum torbası kalbimi bırakmamı sağlasa da belli etmeden karşımda ki uzun masaya yaklaştım. Kutuyu üzerine bırakıp arkamı dönüp popomu masaya yasladım. Elimle onları durdurdum.
"Haritan var mı Kath?"
Bir dakika deyip dolap kapaklarını açmaya başladı. En son sekizinci açtığı kapakta da ümidim olmasa da sevinçle çıkınca ona baktım. Elinde rulo olarak sarılmış haritayı uzattı. Bantı çekip yırtıp haritayı boydan boya masaya serdim. Direk konuya girmeyi severim. Uzatmaya gerek yok.
"Benim prenses olduğumu, sizin de benim korumalarım olduğunuz gerçeğini her ne kadar acı bir şekilde ben kabullensem de siz çoktan kabullenmişsiniz. Bilmediğiniz belki tek şey, dört elemente sahip olduğum. Bana verilen görev var. Takım seçmem gerektiği söylendi. Bende zaten takımım var dedim. Haberiniz yoktu, artık var. Grubumuzun amacı, Kafes' te kaçan suçluları yakalayıp geri hücrelerine yerleştirmek. Olacak saldırıları engellemek."
Arkamı dönüp sandalyeye oturdum. Elime aldığım kostüm kutumla karşımda ayakta duran masum dörtlüye baktım. Kath beklediğim heyecanlı tepkiyi daha şimdiden göstermeye başlamıştı bile.
"Bu mükemmel krallıkta ki kötüleri haklamaya hazır mısınız? Ben çoktan hazırım çünkü. Bizi kimse yenemez. Bizden başka..."
Jane, yaklaşıp masanın üzerine oturup haritaya kısaca bakıp buruşturdu. Arkamızdaki çöp kutusuna umursamazca attı. Kath, onun bu hareketiyle kızarsa da boynunu çıtlatmakla yetindi. Haklı kız.
"Ee patron, plan ne? Nereden başlıyoruz temizliğe?" Yüzümde kendimden emin bir gülüş yerleştirip kalemi sertçe bıraktım. Havaya girdik demek. "Temizliğe kendimizden başlayacağız. Jane, adın nedir?" Demek istediğimi anladığına emin olmuştum ki, açılan ağzıyla sırıttım. Onun da çoktan kanı kaynamaya başlamıştı. Hepimiz deliydik. Sorunu olan yok sonuçta.
●○●
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi yorum kısmına yazarsanız sevinirim.
Bölümü de beğendiyseniz yıldızlamayı unutmayın.
İyi Günler!
Diğer bölümde görüşmek üzere!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top