Bölüm - 63
Kintsugi, Lana Del Rey
Paris, Texas, Lana Del Rey & SYML
Baktığım her yerdesin...
●○●
BÖLÜM - 63
Alnından soğuk terler akmaya başlayan teyzeme üzüntüyle baktım. Onun da şuan durumu zordu. Kaybolan yeğeni şuan kanlı canlı karşısında oturuyordu. Kirli ve kurumuş kan lekelerini saymazsak eğer. Küçükler ve Prens Reginald anneme anlamsız bakışlar atıyorlardı. Olayı tam kavrayamadılar sanırım. Babam ayağa kalkıp arkama doğru yaklaştı.
"Madem sen ağzından kaçırdın hayatım, düzgünce söylememiz lazım."
Ellerini omzuma yerleştirip gülümsedi. Herkes babama bakıyordu şimdi. Yüzünde gurur gülümsemesi vardı. Babam benimle gurur duyuyordu.
"Bu kız, senin yeğenin Lana. Prenses Annabeth Berthilda Salvatore." Bir bana bir babama bakıyorlardı. Teyzem ağlamaya başlayınca aralarında ki büyük kız yanına geçip sarıldı. "Abraham onu kaçırıp sarayında saklamış. Sonra da dünyaya göndermiş. Bir ailenin yanına. Sonra da işte buraya geldi. Bizi buldu."
Yanında ki kızdan ayrılıp ayağa kalktı. Yavaş ve temkinli bir şekilde yaklaşırken, oturduğum sandalyeden kalktım.
"Sarılabilir miyim?"
Üstüme kısaca bakıp ona baktım. Sarılmayı sevmiyorum... Ama kısa süreli huylarımı göz ardı edebilirim. Kafamı sallayınca hemen çift kolların arasına sıkışmıştım. Yavaş ama.. Boşta kalan elimle bende ona sarıldım. Sevgi görüyordum işte daha ne istiyordum ki? Çocuklar ne olduğunu anlamamış şekilde sadece ayakta bizi izliyorlardı. Sarılmamız bitince gözünden akan yaşları sildi. Derin bir nefes verip gözlerini kapattı. Hafif yalpalamaya başlayınca koluna girip sandalyesine oturttum. Anneme dönüp derin bir nefes bıraktım.
"Bayılmak sizin genlerde var sanırım anne?"
Göz devirip gülümserken teyzemde gülmeye başladı. "Benimkiler değil de, asıl annenin bayılmaları meşhur."
Saçma bir muhabbetin içerisinde miydik? Annemin bayılmalarını nedense hiç merak etmiyorum. Elimde ki kurumuş kanlar radarıma girince her iki tarafa da döndüm.
"Kusura bakmayın turnuvadan direk geldiğim için fazla kirliyim. Üzerimi değiştirip size katılacağım."
Söylememle cevapları beklemeden kapıya ilerledim. Bizimkiler zaten alışmış olmalıydılar artık.
"Huyu bu. Merak etmeyin zamanla sizde alışacaksınız."
Alayla gülümseyip açılan kapıdan doğru merdivenlere yöneldim. Gerçekten kan kokuyordum. Teyzem nasıl kokumu içine çekmiş olabilir? Ben senin o kan kokunu sevdim falan... Bir o eksik zaten hayatımda! Bir manyak eksik. Kapının önünde tekrar bulduğum muhafızlara bir şey demeden içeri girip kapıyı kapattım. Kilitlemiş miydim ben bu kapıyı? Kısa bir süre düşünecek iken başıma giren acıyla düşünmemenin daha iyi olduğun sonucuna anında kabul ettim. İvan'ın üzerimize düşüncesiz bir şekilde atlaması sonucu yüzümü zemine vurduğum dan beri inanılmaz bir baş ağrım olduğu bir gerçekti. Üzerimde ki kıyafeti mümkün olduğunca hızda çıkarıp kenar sandalyenin üzerine attım. Nasılsa yarın giyeceğim.
Mükemmel üşengeçliğim ve ben bugün tam formdayız. Lavabonun kapısını açıp soğuk suyu açıp elime sabunu döküp sıkıca kurumuş kan lekelerini tırnaklamaya başladım. Ellerimi birbirini hızla sürtüp köpürtmeye daha çok yardımcı oldum. Kıpkırmızı olana kadar sertçe tırnakladıktan sonra suyla yavaşça sabunu temizledim. Yüzümünde pansumansız yerlerini temizleyip suyu kapattım. Arkamda duran havluyla yüzüme hafif dokunup ellerimi kuruttum. Aynadan gördüğüm yansımam ile kısaca kendimi süzdüm.
Göğsümün üzerinde ki uzun kabuk bağlamış çizikle başımı eğdim. Bu ne ara oldu? Üzerinden parmağımla geçerken kafamı geri kaldırdım. Tam sağ omzumda mor rengine dönen morluk vardı. Resmen ben buradayım diyordu. Kısacası her yerimde morluk vardı. Ateş Krallığına nefret beslemeyeyim de ne olsun şimdi? Gidip alkışlayayım mı? 'Ne güzel dövdünüz! Hadi bir daha dövüşelim! ' falan? Güzel şaka. Bu kadar yeter. Işığı kapatıp dolabın önüne geldim. Eşofman giysem? Her ne olursa olsun gelenler biri Kralın kardeşi. Peki bu benim niye umurumda ki?
Çünkü prenses olmasan da şovalyesin?
Aşırı mantıklı! Kendimi bir kez daha alkışlayıp gardırobu açtım. Artık ezbere bildiğim... Neredeyse, ezbere bildiğim bir kısmına dönüp incelemeye başladım. Yine giyilebilir seçeneklerde tişört mantıklı seçenekler arasında. Altına da pantolon. Evet yine bu kombin. Üzerine de siyah ceket. Renk siyah. Yine ve yeniden. Kısa kollu tişörtlerin olduğu kısımdan siyahı alıp beklemeden giyindim. Hemen yanında asılı olan sadece siyah renkte ki pantolonlardan rast gele alıp düğmesini açtım. Bacaklarımdan geçirirken oluşan acılara dişimi sıktım. Kendi hatalarının acısını çekiyorsun Annabeth! Sanki dövüşmeyi bilmiyorsun...
Siyah dikilmiş yırtmaçları olan pantolon seçmiştim şansa. Dolap kapaklarını kapatıp diğerini açtım. Tamamen ceketlerin olduğu dolabıma hayran hayran bakmıştım gerçekten. Ortalarda tek başına duran ceketimi askısından alıp kollarımdan geçirip yakasını düzelttim. Yerde bıraktığım ayakkabılarımı geri giyinip kapıya doğru ilerledim. Ekstra bir şeye gerek yok. Yemekten sonra kesinlikle yurda gidip kızlarla vakit geçirip kalan eşyalarımı almam lazım. Almasam mı? Neyse orada karar veririm buna. Kapıdan çıkıp merdivenlere ilerlerken kapımın kapanma sesiyle kısaca arkama döndüm. Muhafızlar oldukları yerde durmaya devam ediyordu.
En azından odama girmediklerini anladım. Merdivenlerden inerken çocukların gülme sesi resmen koridoru inletiyordu. Gerçekten içeride ki ortam oldukça güzel olmalı. Ben içeri girince de umarım böyle kalmaya devam eder. Muhafızlar beni görünce kapıyı aniden açtılar. Çıkan sesten dolayı içeriden gelen ses kesilmişti. İçeri girip sağa döndüm. Bıraktığım yerde oturmaya devam ediyorlardı. Bu güzel? Emin değilim bir şeyden. Hala boş olan sandalyeye oturup anneme baktım. Kısaca gülümseyip diğerlerine kısa kısa baktım. Annem karşısındaki çocuklara gülümsedi.
"Küçük perilerim, neden kendinizi tanıtmıyorsunuz kuzeninize?"
Aralarında ki küçük erkek ellerini çırpıp annesinin kucağına dikleşti. Oldukça tatlı bir gülümsemesi var. Sarı saçları ile hafif oynayıp gamzelerini gösterecek bir gülümseme bıraktı. Yaşıtlarına göre sanki biraz zayıf?
"Benim adım Kaleb. Beş yaşındayım. Altı yaşına giymeme çok az kaldı. Umarım sende Jae ablam gibi sevimlisindir. Ve annemin biyicik oğluyum."
En sonunu teyzemin boynuna kafasını sokarak söyleyince, teyzem küçük bir çığlık atıp Kaleb'i mıncırmaya başladı. Kızlardan büyük olan kafasını sallayıp gülümsedi.
Jae? Anneme kısaca bakıp geri döndüm. Jane olma olasılığı ne kadar yüksekti acaba?
Sırayla gidiyorlardı sanırım ki Kaleb ile benzer yüz hatlarına sahip, sarışın ve ela gözlü kız bana dönüp gözleri kısılacak kadar samimi bir şekilde gülümsedi.
"Ben Riley. Sekiz yaşındayım. Su elementine sahibim. Geri dönüp, ailemize katıldığın için çok mutlu oldum. Sonuçta annemin tek yeğenisin."
Yaşlarından büyük konuşmalarını burada kraliyet sisteminin olmasına vermek en mantıklı düşünce olur sanırım. Fazla sorgularsam dünyada ki tüm sistemleri sorgulamam gerekir. Ortalarında oturan ve geldiğimden beri bana benzemesi ile gözlerimi üstünden alamadığım kız kafasını salladı.
"Benim adım da Milena. On yaşındayım. Hava kullanıcısıyım ben. Kaleb'ın elementi henüz ortaya çıkmadı. Geri geldiğin için mutluyum. Teyzemi ilk defa bu kadar canlı görüyorum."
Bu sefer üçü de bana ilgiyle bakarken sıranın bende olduğunu anlamamla sırıttım. "Bende Annabeth Berthilda. On sekiz yaşına gireceğim çok yakında. Bende ateş elementi kullanıcısıyım." Bazı şeyleri saklamaya kısa da olsa devam edebilirim. Zaten bir kaç hafta sonra büyük ihtimalle tören olacak. Kaleb, teyzemin kucağından atlayıp elimi tutu ve ayağa kaldırdı.
"Hadi, ben kaçayım. Sende beni yakalamaya çalış. Oluy mu?"
'R' harfini söyleyememesi daha da tatlı bir hale getirirken nasıl hayır diyebilirim ki? Arkasından koştururken hiç bir şey umurumda değildi.
Aradan ne kadar geçti hiç bilmiyorum. Bacaklarımın titremesini es geçerek ne zaman attığımı bilmediğim ceketimi alıp giyindim. Annemler gülmekten artık yıkılırken alnımda ki biriken terleri masadan peçete alıp sildim. At da olduğuma göre bu hayatta yapmadığım bir şey kalmadı... Kaleb, koşmaktan ve gülmekten kızarmış suratıyla tatlı tatlı oturmasıyla yanağına küçük bir öpücük bırakıp masanın önüne geldim.
"Yurda gidiyorum. Bu akşamı kızların yanında geçireceğim. Kıyafetlerimi bana daha sonra göndertir misin anne?"
Ayağa kalkıp kısaca sarıldık. "Tabi ki gönderirim. Dikkatli ol."
Kafa sallayıp diğerlerine el salladım. Kapıya ilerleyip iki defa tıklatıp geri adımladım. Kocaman kapı belli bir ağırlıkta açılırken dışarı çıktım. Sürekli inip çıktığım merdivenlerden koşarak inip çıkışa doğru koştum. Günler geçtikçe iyice mi sabırsızlaşıyorum ne... Muhafızlara selam verip gül bahçesinden kestirmeden gidip okulun bahçesine girdim. Yurda doğru yavaşça yürürken arkamdan gelen kalın erkeksi sesle duraksadım.
"Hey, güzellik tanırçası? Üzerindeki ile mükemmel gözüküyorsun."
●○●
Y/N:
Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
Beğenip, yorum yapmayı unutmayın.
Aksiyon dolu günler çok yakında...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top