Bölüm - 62

Nightmare, Halsey

Home By Now, Muna

●○●

BÖLÜM - 62

Hangi aptal bu kafayla silahı getirir? Hayır, böyle bir şeyi benden önce Tut görseydi burada ki insanlar ne yapacaktı? Silahı alıp askısıyla boynuma astım. Hayır, bir de zayıf olsa neyse. Yüz üstü yattığı için omzundan ittirdim. Sol kolunu kaldırıp kendime doğru çektim. Teyzem burada, annem ve babam yukarıda beni bekliyor, benim uğraştığım işlere bak. Kolunu omzuma atıp etrafa baktım. Nereye götürebilirim ki? Hemşire Alexıs? Mükemmel fikir!

Bahçenin etrafından dolaşıp okulun muayene odasına girebilirdim. Evet kesinlikle. Yok biz bununla böyle yürüyemeyiz. Hadi Annabeth sen ne ağırlıklar taşımış kızsın bunu mu kaldıramayacaksın. Kollarını bırakınca otomatik öne düşerken bacaklarından tutup ayağa kalktım. Tanrım! Sen bana güç ver.

Kısa ama hızlı adımlarla bahçeyi dolanırken düşünmeden edemiyordum. Bu adam nasıl ormanın içinden çıkabildi. Acaba portal mı açtı? Elinde silah da var. Yüzü gözükse anlayacağım da maskeden gözükmüyordu. Tahmin yapabilirdim o zaman. Of, kesin yukarı çıktığım zaman bir dünya sorgu yiyeceğim. Duvarın arkasında kalıp kafamı çıkardım. Etrafta fazla öğrenci yoktu ve muayene odasının kapısı açıktı. Bu avantaj. Omzumun acısını görmezden gelmeye çalışsam da geçmiyordu. İndirmem gerek artık!

Bir, iki, üç!

Kapıya koşup hızla içeri girdim. Alexis ve Alice hızla ayağa kalktılar. İkisi de şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı. Alice burada olmasa olmaz mıydı? Babama umarım söylememe konusunda ikna edebilirim.

"Kapıyı hemen kapat Alexis!"

Derken bende yabancıyı sedyeye yatırdım. Maskeyi yüzünden çektim. Nefes alamıyor gibiydi. Zaten alamaması normal! Bu yaşayamaz ki burada. Alice hızla yanıma gelirken maskesinin yanında ki filtreyi çıkardım.

"Alice bu adam yabancı. Ormandan çıktı ve yardım isterken bayıldı. Şimdi de nefes alamıyor gördüğün gibi. Bize filtre oksijen ve ya başka bir şey lazım."

Elini kaldırıp dolaba koştu. "Yüz maske filtresinden bahsediyoruz dimi?" 

"Evet." Filtreyi takıp adamı ayıltmamız gerek. Sonra da geldiği gibi geri yollamamız lazım. Şu kıyafetlere bak. Bu polisin ne işi var burada ya? Yeleğinde ki bayrağa bakılırsa İngiltereli. Çıkardığı filtreyi maskeye geçirip sıkıca çevirdim. Maskeyi geri yüzüne taktım. Sırtımda ki silahı çevirip elime aldım. Uyanması lazım?

Gözlerini yavaşça açıp derin nefesler almaya başladı. Gözlerini kısıp benim olduğum tarafa dönünce hemen doğrulup bacağında fark etmediğim usp tabancayı çıkartıp doğrulturken avucumun içinde ki silahını ona doğrulttum. İkimiz de korkusuzca birbirimize silah doğrulturken Alice ve Alexis geriye doğru adımladılar.

"Burası neresi?" Boğuk bir şekilde çıkan sesine karşı silahın kulpunu sıktım.

"Şuanda, element kullanıcılarının yaşadığı bir paralel boyuttasın. Ve burası, Dört Element Krallığı." Vücudunda gerilmeler başlarken hiç tavrını bozmadan devam etti. "Sen kimsin?"

Adama bak. Yabancı olan kendisi ama bana hesap soruyor?

"Ben Annabeth Anderson. Kraliçe'nin şovalyesi, ateş elementi kullanıcısıyım. Asıl sen burada ne arıyorsun, sen kimsin?"

Ortamda bizim sorularımız dışında ses çıkmıyordu. Şuan tetiği çeksek ne olur?

"Lion. İngiliz polis departmanı." Oha. Bu nasıl buraya gelmiş? İşler ilginçleşiyor bak. İngiliz polis departmanında ve asker. Ama bizim krallıkta şuan. Trajikomik...

"Hangi yıldayız?" Haklı bir soru? Her neyse bu gün kaçıydı? Yirmi altı olması lazım.

"Yirmi altı ekim iki bin on dokuz." Etrafa bakıp hafif güldü. Alaylı olduğu açıktı. Komik bir durum mu var benim burada anlayamadığım?

"Bu saçmalık! İki bin on dokuz yılında olamayız." Düz ona bakmayı sürdürüp ciddiyete büründüm. Sen kaşındın...

"Paralel evrendesin diye zaman bir kaç yıl ileri veya geri gitmek zorunda değil yabancı. Şuanda günümüzle aynı zaman diliminde ilerliyoruz. Sana ispat etmek zorunda değilim ama yalan söyleyecek de değilim. Beni sinirlendirmezsen ikimiz için de hızlı bir süreç olur."

Dinledikten sonra biraz kendince düşündü. Etrafa bakan gözleri yine bana dönünce aynı soğuklukla bakmaya devam ettim. Kafasını hafif sağa doğru eğdi. İnsanlar iyiliği hak etmiyor.

"Silahını indirecek misin?" Tersçe bakıp silahı biraz daha yaklaştım. "Aynı anda neden indirmiyoruz?"

Omuz silkip tabancasını bacağında ki kılıfına koyarken silahın askısını sırtıma çevirdim. Filtresini biraz daha düzeltti. Sırtını duvara verip, cama doğru baktı. Konuşmaya öyle devam etti.

"Nasıl geri döneceğim?" Omzumda asılı duran silahı askısından tutup boynumdan çıkardım. Hala cama bakıyordu. "Sen burada durup beni bekleyeceksin. Beklemem diyorsan sen bilirsin. Dışarıda seni bulduklarında hiç bir şekilde karışmam. Artık nasıl bir ceza alırsan... Paralel geçiş için bilye alıp geleceğim."

Kafasını sallayınca elimde ki silahı Alice'e uzattım. Boş boş bakınca eline uzanıp silahı tutturdum.

"Bir şey yaparsa, sık gitsin. Sen sadece ben gelene kadar silahı elinde tut yeter. Geçiş için bilye alıp geliyorum."

Kafasını sallayıp titreyen eliyle silahı tuttu. Şu yaşta Alice'in de kalbine indirdim. Daha ne yapayım? Kapıdan havalı bir şekilde çıktıktan sonra kapıyı kapattım. Saray kapısına kadar koşmaya başladım. Hızlı olmalı ve babamlara yakalanmamalıyım. Muhafızların arasından hızla geçip merdivenleri bir bir çıktım. Salondan çocukların ve birilerinin gülme sesi gelince içim burkulsa da odanın kapısını açıp ardımdan kapattım. Geçiş bilyelerini çok da zor bir yere koyduğunu sanmıyorum. Masasına geçip ilk çekmeceyi açtım. Karşıma çıkan kırmızı kutuyu elime alıp kapağı açtım.

Masmavi parlayan, ağzına kadar dolu geçiş bilyelerinden iki tane alıp kapağı kapattım. Aldığım yere bırakıp hızla çekmeceyi kapattım. Bilyeleri sıkıca avucumda tutup kapıdan çıktım. Hala onlar konuşurken merdivenlerden koşarak inip yukarı çıkan muhafızların arasından geçtim. Saray kapısından koşarak çıkarken yönüm zaten beliydi. Kapalı kapıyı açarken tedirginlik tabi ki vardı. Umarım vurulmuş bir yabancı görmem. Görsem de zaten Alice doktor geri kurşunu çıkartır. Belki beni dinlemeyip dışarı çıktı. Ya da bunların hiç biri olmamıştı.

Kapıyı açıp, geri kapattım. Bıraktığım gibi oturan yabancıyı görünce tedirginliğim gitti. Sert girişimle Alice ve Alex yanıma yaklaştılar. Elinden silahı alıp yabancıya uzattım. Tedirgince oturduğu yerden kalkıp karşımda durdu. Silahı alıp omzuna astı. Alice'e döndü.

"Size yaşattığım korkulu anlar için özür dilerim bayan."

Alice gülümseyip kafa sallar. Tabi o gülümsemenin arkasında ki gerilimi bir ben bilirim... Avucumda ki bilyeleri ona uzattım. Merakla elimde ki bilyeleri alıp elinde incelemeye başladı.

"Bunlar ne?" Derin nefes verip ona döndüm.

"Senin İngiltere'ye dönüş biletin Lion. Sadece bir tanesi seni götürecek. Diğeri ise eğer bir gün önemli bir şey olur ve kimseden yardım isteyemezsen bana gelebilmen için."

İki bilyeyi de yeleğinin cebine koydu. "Umarım bu bilyeyi o ormanda açmayız. Yoksa bu sefer orada ki şeylere ateş etmekten kaçınmam Anna."

Kaşlarımı çatıp kafamı sağa eğdim. Gerçekten mi?

"O ormanda ki şeyler geçek değil Lion. Ormana zarar veremezsin. Eğer sen portalı nasıl açtın hala anlamıyorum ormanda girdiysen ve hiç bir şey düşünmediysen ormana gelmen çok normal. Seni burada göndereceğim."

Kafasını salladı. Cebinde ki bilyeyi koyduğu yerden bir tane aldı. İki parmağının arasına sıkıştırıp göz hizasına kaldırdı. "Nasıl kullanacağım?"

Alice ve Alex'e dönüp duvarı işaret ettim. İşaretimi anlamış olacaklardı ki hemen duvarın kenarına doğru geçtiler.

"Bilyeyi yere koy ve bas. Sonra gideceğin yeri düşün, portaldan git. Bu kadar."

Bilyeyi camın önünde ki boşluk alana bırakıp bastı. Arkası dönük olduğu için ne yaptığını anlamasam da hareketsizce durdu. Bu sırada mavi renkte ki portal çoktan açılmış büyümüştü. Portala yaklaşıp bize döndü.

"Her şey için teşekkürler. Bir daha ki sefere görüşmek üzere o zaman Anna."

Cevabımı beklemeden portalın içine girdi. Portal hızla kapanınca göz devirip bizimkilere döndüm. İkisi de bana gözlerini kısarak baktılar. Alice masasına gidip sandalyesine yaslanıp bir kaç mırıltı çıkardı.

"Bu da kimdi Annabeth?" Omuz silkip kapıya doğru ilerledim. Elim kapının kulpundayken ona döndüm.

"Gerçekten en ufak bir fikrim bile yok Alice. Babamla giderken ormanda bir güç hissettim. Ondan ayrılıp girişe doğru yaklaşırken Lion buraya doğru yürümeye çalışıyordu. Ama kaskında hava bitmiş olmalıydı ki sürekli kaskı tutuyordu. Sonrası işte bayıldı. Tanrıya şükür ki sende buradaydın."

Bariz bir şekilde suçum olmadığı belliydi. Ondan ses çıkmayınca kapıyı açtım.

"Yanına uğrayacağım."

Kapıdan çıkarken Alex'in *babası mı?* sorusuyla elimi kafama vurdum. Tüh ya! Muhafızların yanından tekrar geçince uzunca bir süre baktılar. Yamulmuş halde geziyoruz... Merdivenleri yavaşça çıkarken kahkaha sesleri sanki geçen sefere kıyasla daha da artmıştı. Açık kapıdan geçerken hepsi yuvarlak masa da genişçe oturmuş gülüyorlardı. Beni gören Teyzem anneme baktı. Acaba teyzem olduğunu biliyor mu?

Gerçekten İvan'ın anlattığı kadar vardı. Teyzem resmen tanrıça gibiydi! Annem ayağa kalkıp yanında ki boş sandalyeyi işaret etti. Şimdi beşinin de gözlerini üzerimde hissediyordum. Sandalyeyi çekip oturdum. Annem de yanıma geçti. Karşımda ki adamı işaret etti.

"Kral Tom'un kardeşi Prens Reginald. Aynı zamanda da teyzenin eşi."

Teyzemin elinde ki çatal elinin arasından sertçe tabağa düştü. Elleri titrerken hızla bana döndü. "Ne-Ne" Elini yüzüne yaslayıp geri çekti. "Ne demek teyze? Elenor? Yoksa?"

Sırtımı geriye yaslayıp anneme döndüm. Kadın haklı ablası ama iyi ki söylemeyeceğiz. Yavaş yavaş herkes öğreniyor. 

●○● 

Y/N: 

Aslında bölüm dün gelecekti ama maalesef yetişmedi. Bölümün erken gelmesinin en büyük sebebi dün doğum günüm olmuş olması.. :)

Bir farklılık yapıp ortak bölüm yaptığımız Simon Barnes karakteri ile olan 2 bölümümüz hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunu da yorum kısmına belirtin. ;)

Umarım bölümü beğenmişsinizdir... Bölümü oylayıp düşüncelerinizi yazmayı unutmayın! 

Bir sonra ki bölümde görüşmek üzere... 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top