Bölüm - 61
Late Night Talking, Harry Styles
Unuttun Mu Beni, Sezen Aksu
●○●
BÖLÜM - 61
Gözlerimi takım arkadaşlarıma çevirdim. Herkes susmuş birbirine bakıyordu. Bu maçı fazla hasar almadan kapatmak hepimizin enerjisinden kaynaklı olmalı. Moraller yüksek, diğer takım arkadaşım onu yerlere seriyor, bende yapabilirim! Düşüncesiyle ilerlemiştik lakin Ateş Krallığı'nın karşısından da bu hasarla çıkabilecek miyiz? Kızlardan birinin Lauren'in kolunu tuttuğunda, o tarafa döndüm. Gözlerindeki parıldamanın sebebi itiraf ettiği şeyin mükemmelliği olabilir tabi ki. Lauren, Skyler'ın eline baktı.
"Gerçekten de CL için mi çalışıyorsun?"
Gözlerini devirip kolunu sakince Skyler'dan çekti. İşte şimdi işler dikkat çekici hale geliyor. Bari şimdi kavga etmeseler. "Tabi ki de hayır."
Ağzını yayarak, alay edercesine ağzından kelimeleri çıkardı. Skyler, yüzünü buruşturup ayağa kalktı. Scarlett'ın yanına ilerlerken Lauren'de bana eğildi.
"Bu kız tam salak."
Aslında salak değil de gerginlikten beyni acayip çalışıyor sanırım. Kolumu omzuna atıp kendime doğru çektim. Yıllardır bu derece sarılacak arkadaşım olmamıştı. Onun da kolları belime sarılırken kıkırdadı.
"Geleceğin varisine sarılıyor olmak hayal edemeyeceğim bir şeydi..."
Etraftakilere hızla bakıp saçlarını kaşıdım. Hiç diğerleri duyar diye düşünce yok. Dikkatini dağıtsam iyi olur. Az önce ki itiraflardan aslında elle tutulur çok şey var... Herkesin arkama bakmasıyla kaşlarım çatıldı. Ne oldu da sustular bunlar? Arkama dönmek için kafamı çevirdiğimde beyaz saçlar içimde gülümsememi sağladı. Küçük bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
"Kısa vaktini alabilir miyim?" Lauren'in üstümden çekilmesi ile ayağa kalktım. Gelen daveti kırmak bize yakışmaz öyle değil mi? Yanında yerimi alırken sırtımda elini hissetmemle ona döndüm. Göz temasını kesmeden
"O eli indir bence."
Eli yavaşça sırtımdan indi. Gülümseyerek kafasını sallarken birçok kişi işini bitirmiş bize bakıyordu.
"İnsanlar savaşmadan barış yapıyorlar diye konuşmaya başlamadan başka yere gitsek nasıl olur Prens Matt?"
Kafasını etrafa çevirip derin nefes verdi. Etrafı kısaca göz atıp ileride ki ağaçlık alanı gösterdi. Christian'ın az önce bulunduğu yer. Tanrım.. O yaşıyor. Capcanlı. Hızlı adımlarla ilerlerken, Matt de adımlarıma yetişmişti. Saçlarını gözünden çekip doğrudan gözlerime baktı.
"Sana şu klasik kötü çocuk konuşmalarında bulunmayacağım Berthilda. O yüzden, bana öldürecekmişsin gibi bakma lütfen."
Haklı. En azından boş konuşma yerine başka boş konuşma duyacağım. Arkamızda bulunan ağaca yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Testten geçmişsin koruyucu, tebrik ederim seni."
Hadi, yok artık. Kollarımı indirip dik durdum. Tamam komikti ama şimdi değil. Gerçi Tanrıça Almira demişti 'Senden başka birisi daha var. Görevde onu göreceksin.' diye. O bahsettikleri yoldaş Matt'mi şimdi?
"Sen misin?" Gülümseyerek kafa salladı. Niye hep bu çocuklar benim karşımda gülüyorlar? Ciddiyetle yüzüne bakmaya devam edince gülümsemesi anında durdu.
"Komik bir durumda değiliz Matt. Yoksa elbette nadir gördüğüm gülümsemene karşılık verirdim."
Alayıma karşılık kafa salladı. Kıyafetini düzeltip geri kafasını salladı.
"Gerçekten işin biraz dalgasındayım Berthilda. Oldukça ciddi işler için seçildik. Seninle irtibatta olacağız. Bir şekilde bunu sağlamamız gerekiyor. Ama ilk önce ilk görevi yerine getirmen gerek ki diğerlerine sırayla geçelim."
Hızlı ve net konuşmuştu aslında. Aklımda ki sorular saçma... "Görevim ne Matt?"
İkinci adımı biliyorsa, gerçekleri de biliyordur... "Ülken içerisinde barışı sağlaman. Çıkmak üzere olan bir jenostik'in içerisindesiniz." Jenostik mi? Dalga mı geçiyorsun? (Jenostik: Soykırım)
"Benim ülkemde jenostik mi? En son bunu yaşayacak ülkelerden olduğumuzun farkında mısın sen? Neye dayanarak bunu söyleyebiliyorsun?"
Kaşları çatılmıştı. Kaos geliyor. Saatlerce konuşabilirim.
"Daha yeni geldiğin, alışmaya çalıştığın ülken hakkında yeni bilgiler edinmeye başlarken, prenses nasıl bu kadar emin konuşabilirsiniz? Kral Edward'ın sana söylemediği bir şey var. Ve ben, buna dayanarak konuşuyorum."
Bu konuşma uzayacak. Ayakta durarak kendimi yormaya gerek yok. Ağacın dibine oturup sırtımı yasladım. "Babamın bana söylemediği ve ülkede jenostik çıkaracak ne olabilir?"
Benim aksime o ayakta durmaya devam ediyordu. Kısaca etrafa bakındı. Haklı. Dinlenirsek, dinlenmiş oluruz. Evet! Yine formundasın Annebeth.
"Bir kaç gün önce krallığın şehirlerinden biri olan Kafes'te suçluların bulunduğu hücreler patlatıldı. Gerçekten ilginç olaya çeviren şu. Sadece belirli hücrelerde patlama olundu."
Evet, babam odasında kısık kısık muhafızla bu yüzden konuşuyordu. Aa, evet!
"Krallığının şehirlerini biliyorsun değil mi?" Göz devirip ona döndüm. Salak sanıyor herhalde beni.
"Tabi ki de biliyorum. Harmony, Kristal Kent, Yıldızlar şehri, Kafes ve son olarak Roseland. Kristal kent eğlence yeri olarak bilinir. Yıldızlar şehri ise alışveriş ve müzik şehridir. Her yıl olan okullar arası barış yemeğinde performanslar sergilenir ve birçok güzel gösteriler yapılıyor. Kafes ise tamamen halk tarafından çıkan bir isim. Suçlular bölgesidir. Son olarak ta Roseland. Orası krallığımız ve Hava Krallığının ortak şehridir. Adının Roseland olmasının sebebi Kraliçe Hanna ve annemin çiçeklere olan aşkından kaynaklanıyor. Annem anlatmıştı bunları. Oldu mu?" Gülümseyerek oturdu. Sinirli hallerim umarım bunun da favorisi haline gelmez. İvan yeteri kadar çekilmez kılıyor zaten.
"Gerçekten sinirlenince değişiyorsun." Çattık ya! Gerçekten mıknatıs gücüm de mi var ekstradan?
"Emin ol daha fazla bu hallerime tanıklık etmek istemezsin Matt. Asıl konumuza, biz gerçekten dövüşmeye başlamadan geçsek mi?"
Mikrofon sesleri gelirken ikimiz de arena alanına baktık. İnanlar toplanıyorlar. Ekranda kesin zaman yazıyordur. On beş saniyeden geri giderken ayağa kalktım. Matt de ekranı görmüş olacaktı ki kaktı.
"Döndüğünde yapacağın ilk iş, kıyafet yaptırmak olsun Bertilda. Ondan sonra da serbest kalan suçluları geri kafes'e götürüp hücrelerine tıkmak olsun. Kendine küçük bir ekip kurabilirsin."
Kafa salladım. Ekip demek ki... Aslında zaten bir ekip avucumun içinde değil mi? Onlardan daha iyisi, eminim yok. Ayrılmadan önce kısaca ona yaklaştım.
"Zaten bir ekip'e sahibim." Kafasını sallayarak yaklaştı. "Gerektiği zaman ben sana ulaşacağım. O zamana kadar umarım bazı şeyler yoluna girmiş olur. Savaş için de, bol şans."
Arkasına bakmadan giderken bende ekibimin yanına ilerlemeye devam ettim. Prensimiz emirler yardırıyor. Acaba kıyafet olayını elden nasıl çıkarsam? Ama Matt'le ortak olmak mı? Değişik bir deneyim olacak. Çocukların yanına gidince halka halinde toplandık. Profesör geçen seferden daha az gülümsüyordu. Etrafta ki herkesin en merakla beklediği maç olacaktı sanırım. Çünkü meşaleler yanmaya başlamıştı.
"Evet, yenilsek de problem değil çocuklar. Sadece, sadece elinizden geleni yapın yeter. Bu arada bu turnuvadan sonra yapılacak karşılaşma yarın. O yüzden rahat olun."
Alex, profesörün dediğiyle elini kaldırdı. Dikkatler üzerine gelince imayla gülümsedi. 'Rahat olun dan kastınız dayak yerseniz sorun değil mi profesör?' Kısaca bakıp elini tehditkâr şekilde salladı profesör.
"Sen dayak yemezsen üzülme Alex. Aşağıya indiğinde ben seni temiz döveceğim."
Vurdu ve gol! Ellerimizi ortada birleştirip bağırırken geri çekildik. Kral ve Kraliçelerin bulunduğu platform'a bakarken bizimkilerin önünde ulak vardı. Acaba bir sorun mu var? Neyse. Zaten söylerler bana. Sunucu tekrar yükselmeye başladı. Ellerini havaya kaldırıp, gürültülü kalabalığın susmasını sağladı. Tanrım, üşümem normal mi? Resmen gerilmekten titreme gelmişti.
"Son turnuva için Ateş Krallığı takımıyla, Dört Element Krallığı' nın takımını arenaya davet ediyorum."
Sanki ödül töreni de davet ediyor. Salak adam. Senden gıcık kaptım. Ekranda ki yazıya göre cadı imparatorluğunu yenmişti yer altı krallığı. İlginç. İzleseydik belki taktik alırdık onlardan. Profesör de değişik insan ya. Matt ile göz göze ilerleyerek arenanın içine geçtik. Bizimkiler sırayla dururken onların arkasında ki yerimi aldım.
Hepsi de ateş krallığından olduklarını gerçekten belli ediyorlar. Deli gibi bakıyor dedikleri bu olsa gerek. Üç, iki, bir. Ses ile birlikte koşmaya başlayınca sol tarafa yöneldim. İlk sıskalar dan başlarsak şansımız daha da yükselebilir.
Matt doğruca Isaac'e yönelmişti. Yanımda İvan karşısında ki ne yumruk atarken oldukça değişik gözüküyordu. Sıskayla karşı karşıya geldiğimiz anda savurduğu yumruğu tutmak için sağ elimi kaldırdım. Yumruğu tam avuç içime denk gelince sıkıca avucumda elini sıkıp aşağı doğru eğilmesini sağladım. Dizlerinin üzerine çökerken arkadan saçımın çekilmesiyle sırt üstü yere düştüm. Tanrım! Saç diplerim o kadar yakıyordu ki elimi kafamın içine sokup karıştırasım vardı. Karnıma gelen darbeyle iki büklüm oldum. Lanet olsun! Kısa saçlardan göre bildiğim kadarıyla erkekti. Ayağını bir daha kaldırmıştı ki sağ ayağımla bacak arasına sertçe tekme attım.
İnlemeyle karışık çığlık atınca karnımı tutarak kalktım. İvan yerdekinin boğazını tutarken bağırdı.
"Öldürseydin?"
Sunucu gülerek konuştu. "Annabeth Anderson'dan öldürücü darbe!"
Salak. Sanki benden daha değişik bir şey yapıyor. O iki büklüm yuvarlanırken kollarının üzerine oturdum. Sol elimle kafasını düzeltirken sağ elimle burnuna vurdum. Gözleri kapanırken arkamda ki hareketlilikle kafamı eğdim. Arkamdan atlayan, doğru öne doğru düşerken ayağa kalktım. Sıskaya bak sen. Ne bu cesaret? Yerdeyken kafasını kaldırmadan öne doğru vurdum. Çıkan sesten dolayı insanlardan 'ooo' sesleri yükseldi.
Yerin titremesini sağlayacak kadar sertçe biri düştü. Arkama döndüğümde Alex'i Matt sırt üstü yere yapıştırmıştı. Ağzından akan kanlarla ona doğru koşacakken Bruce elini kaldırıp beni durdu. Şuan dört kişi kalmışlardı.
Skyler, karşısında ki adamın kollarından tutmuştu lakin gerisini getiremediği aşikârdı. Onlara doğru koşarken Skyler hemen kollarını bırakıp yana atladı. Zıplayıp göğsüne doğru sertçe tekme attım. O geriye doğru düşünce bende sırt üstü yere düştüm. Karşıdaki sertçe sürüklenerek dikenli sarmaşıklara sertçe çarptı.
Arkamda ki hırlamayla geriye döndüm. Matt oldukça sinirli duruyordu. "Demek sert oynayacağız!" Aynı onun gibi baktım.
"Alex'e yaptığından sonra konuşma hakkın bile yok."
Bizimkiler şaşırtıcı derecede dayak yese de kesinlikle karşı koyabiliyorlardı. Matt bana doğru geliyordu. Eğer bende ona doğru gitmezsem sarmaşıklarla güzel buluşma içerisinde olacağım. Bacağının arasında ki minik aralık az da olsa ihtimal veriyordu. Azıcık güç kullansam kim farkında olur ki?
Yumruğunu kaldırıp vuracaktı ki yerde tek ayağım altımda, bacağının arasında ki boşluktan geçerken havayı kullanarak tam geçerken ayağının ucunu boğazıma taktı. Botunu tutup ters çevirince otomatikman Matt de yere düştü. Dirseğimle diz kapağının hemen üzerine vurdum. Ayağını acıyla geri çekerken üzerimize birinin atlamasıyla yüz üstü düştüm. Kafamı kaldırırken İvan, Matt'in kafasını tutuyordu.
Hayvan ya. Victoria'nın bağırmasıyla ona döndüm. Arkamı işaret ederken arkamı döndüm. En son havada bir tekme gördüm. Göğsümde ki yanmayla gözlerim kapanırken sertçe geriye doğru yuvarlandım. Ayağımın boşluğa gelmesiyle gözlerim açıldı. Lanet olsun!
Kızlar bana bağırırken arenanın taşlık zemininden tutarak kendimi düşmemek için tuttum. Katherina ve Profesörün bağırtılarını duyabiliyordum sadece. Tüm herkes susmuş yapacağım hamleyi bekliyordu. Düşecek miyim yoksa kalkabilecek miyim?
Parmaklarım kayarken sessizlikten faydalanarak bağırdım. "İyileştirme iksiri var mı?" Profesörün evet diye bağırmasını duyunca sağ elimi dikenli sarmaşıklara uzattım ve sıkıca tuttum. Dikenlerin derimden içeriye girmesiyle bir küfür savurup dudağımı ısırdım. Birçok insanın küfürleri kulağıma dolarken kendimi sarmaşıklardan çekerek içeri attım. Sağ elimin içerisi dikenlerle kaplıydı. Arenada ki insanlar bana bakarken az önce düşmeden önce ki yerde ki kıza baktım. Gülerek bakıyordu.
Dostluk turnuvaları koyan kişiye beyin takmak lazım. Bu dostluksa eğer ben dost görmemişim bu zamana kadar. Kızıl kızın elini üç defa zemine vurmasıyla düdük çaldı.
"Ve kazanan Dört Element Krallığı! Petrica, pes etti!"
Matt şokla etrafa bakarken gözleri kızılla buluştu. Ayağını sertçe zemine vurarak kıza yaklaşırken bende sinirle dışarı doğru ilerledim. Tüm vücudumdan ateşler çıkıyordu. Sarmaşıklardan atlarken onca yükseklikten korkmuyordum.
Ayaklarım sertçe zemine basarken etraftakiler büyük ilgi ve korkuyla bana bakıyordu. Kaç metreden atladığımı bende bilmiyorum gerçekten. Fiona, elindeki iksirle bana doğru koşarken, yürüdüğüm yoldaki tüm otlar yanıyordu. Derin nefes alarak Fiona'nın önünde durdum. Annem, babam ve uşak bize yaklaşırken onları görmenin etkisiyle ateşler sönmüştü. Ama bu yanık kokusunu kapatmıyordu.
"Vay Sephire, bir yardım etmedin bana!"
Elime iksiri döken Fiona'ya gülümsedim. Gerçekten endişelenmiş gözüküyordu. Elimde ki su dikenlerin arasından derinin içiyle buluşunca yüzümü acıyla buruşturdum. Dikenler geriye doğru düşerken, etler sanki dikiliyormuş gibi birbirleriyle birleştirdiler. O ne ya? İğrenç.
Etrafta ki herkes eğilirken bende gülümseyerek eğildim. Annem elini omzuma attı.
"Acilen Krallığa gitmemiz gerekiyor. Zaten bugün turnuvalar bu kadardı."
Bizimkilere el sallayıp ilerideki at arabasına baktım. Az öncekine kıyasla farkı atlardı. Bunlar profesör'ün bahsettiği hızlı atlardı.
"Neden gidiyoruz anne?" Ulak çok önümüzde kapıyı açmıştı. "Teyzen yani ablam gelmiş Annabeth. Sarayda bizi bekliyor."
Kafamı sallayıp açılan kapıdan girdim. Annem elbisesini tutup kaldırırken belinden tutarak kaldırdık babamla. İçeri çekerken karnımın ağrısıyla nefesimi seslice dışarı verdim. Annem yatağa otururken bende yanına devrildim. Babamda karşıda otururken gözlerimi kapattım.
"Pislik sanki düşmanına vuruyor." Alayla konuşmamla babam güldü. Saçlarımda annemin parmakları gezinirken ona döndüm.
"Bu gün çok cesurdun kızım. Seninle gurur duyuyorum. Çok iyi iş çıkardın onlar karşısında. Burnun kanasa da, eline dikenler girse de ki orada öyle hamle yapmana kızdım! Karnına da kötü darbe almana rağmen mükemmel bir karşılık verdin."
İmasına gülüp gözümü anın huzuruyla kapattım. "Seni varınca uyandırırız."
Aradan fazla geçmemişti ki annemin seslenmelerini duymaya başladım. Daha yeni uyumadım mı ya? Yanımda ki kanlı peçelere bakıp korkarak kalktım. Babam gülerek kolunu omzuma attı.
"Annen yüzünü temizledi, o yüzden peçeteler var."
Birlikte aşağı indik. Annem muhafızlarla hızlıca kapıya ilerlerken hissettiğim şeyle durdum. Babam anlamamış gibi bakarken gülümsedim.
"Sen git baba, ben arkandan geleceğim."
Muhafızlar ile ilerlerken ormana doğru ilerlemeye başladım. Sanki beni çağırıyordu? İçerisinde oluşan değişik enerji daha da meraklanmasını sağlıyordu. Etrafa bakarken dalların kırılıp koşma sesiyle ormanın girişine döndüm.
Üstünde kırmızı siyah kareli gömlek, siyah kot pantolonlu, gömleğin üzerinde ki yelekte LİON yazan ve kasklı, elinde 416 tabanca usp silah olan birisi bana doğru koşmaya çalışıyordu ama sürekli kask kısmını tutuyordu. Yalpalamasından iyi şeyler olmayacağı zaten belliydi.
"B- Bayan! Ya-Yardım Edin." Yere yığılmasıyla ona doğru koşmaya başladım. Sen nereden çıktın? Ayrıca elinde o tüfek ne geziyor?
●○●
Evet , bu son kasım PARALEL adlı kitapla ilk bağlantılı bölümümüz. Arkadaşım @GhostCP 'nin PARALEL kitabı ile ortak bölümlerimiz olacaktır. Eğer bu adamın nereden geldiğini merak ediyorsanız aşağıda ki kitabı okuyabilirsiniz. Bölüm hakkında düşüncelerinizi yazmayı , oy verip bana destek olursanız sevinirim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top