Bölüm-50
Outrunning Karma, Alec Benjamin
Only Happy When It Rains, Roniit
Bu bölümde kanlı sahneler vardır.
Zaten uyarı vereceğim.
Herkese iyi okumalar.
●○●
BÖLÜM - 50
Anlamsız bakışlarını yok sayarak Alice' e döndüm. Bana aynı şekilde baktığını bilerek...
"Ne zaman başlayacağız? Daha doğrusu tedavilerime ne zaman başlanacak?"
Dışarıya bakarken, bana döndü. Oturduğum kadarıyla vücudumu süzdü. Her halde, nerede ne olduğunu anlamak için. Çünkü başka açıklamada bulunamayabilirim? Küçük sürgülü sandalyeye binerek yaklaştı. Küçük bir çocuktan farkı yok... Cidden.
"Bugün. Bacağına ve kolunda ki yaraların için iksir yardımıyla dıştan kapatacağım. Ama içeriden nasıl hızla iyileştirme yapacağımızı düşünüyordum ki bunun için simyacılardan yardım aldım. Panzehir hazırladılar yaklaşık üç buçuk saat uğraştan sonra. Aynı şekilde sende İvan. Hazır mısınız tedaviler için?"
İvan, bana bakıyordu zaten. Kafamı zaten küçük sola yatırmamla göz göze geldik. Her şey bana bağlıydı sanki. Benim ağzımdan çıkacak sözcüklere... Başlamak istiyordu, bu bakışlarından belliydi. Kafa salladım. Gayet kararlı şekilde Alice'e tekrar döndüm.
"Başlayalım. O zaman odama gideyim?" Ayağa kalkıp sandalyesini geri iteledi. Kapıya doğru ilerlerken daha fazla arkasından bakmadım. Katherina'yı çağıracaktır büyük ihtimalle. Dikkatimi çeken yine onun sesi oldu.
"Neden bu kadar durgunsun?"
Neden mi durgunum? Ne kadar saçma bir soru böyle... Az kalsın ölüyorduk, ölüyordun. Ve şimdi de kalkmış bana neden durgun olduğumu soruyorsun. Cidden artık anlamak zor. Her şey zorlaşıyor mu, yoksa bana mı öyle geliyor?
"Durgun değilim. Alice gelene kadar zaten az zamanımız var. Bir bakalım kimlerle tanıştım uyanınca. Arkadaşlarından bana neden bahsetmedin? Kardeşin yerine koyuyorsan beni, hani dediğin ve ya hissettirdiğin kadar güveniyorduysan eğer, bana neden arkadaşlarından bahsetmedin Dyson? Neden bana kimsesizmişsin gibi hissettirdin? Neden benden sakladın?"
Tüm konuşma boyunca yüzü şekilden şekile girdi. Oldukça üzgün bir surata büründü. Kafasını şiddetle salladı. "Bir daha aynı acıyı yaşayamam çünkü aynı acıyı bir daha yaşamaktan korkuyorum Annabeth. Beni anlayabilir misin?" Güldüm. Ama bu sefer gerçek ve alayla... Dudaklarımdan arka arkaya onu reddeden mırıltılar yükseldi.
"Sen zaten korktuğun için acı çekiyorsun İvan. Korku zamanı geldiğinde zayıflıktır. Ne yani, ölene kadar korkacak mısın? Sen, korkmaya devam ettiğin sürece acı çekeceksin, yalan söyleyeceksin ve kaçacaksın... Yapma bunu. En azından bana yapma. Yerini sarsmaktan başka bir şey olmuyor çünkü."
Kapının sürgü sesi gelince sadece yüzüne baktım. Katherina yanımdan geçip İvan'ın saçını okşadı. Tanrım bir dakika! Erica'yı nasıl unutabilirim! Onu nasıl unutabilirim!
"Koca aptal! Hepimizi çok korkuttun! Bir daha sakın ikinizin hayatını tehlikeye atacak kadar düşüncesiz hareket etme."
İvan yediği azardan sonra hafif kıkırdadı. Doğru komik bir durumdayız ya... Katherina sanki gerginliğimi anlayabiliyormuş gibi arkama geçip geri doğru çekmeye başladı. Kendisi ile göz kontağını kesmeden bakışıyorduk. Çıkacağımızı anladığımda devam ettim.
"Bu arada Dyson son soruna gelirsek... Evet, seni çok iyi anlıyorum. Çünkü bende kardeşim dediğim birini kaybettim. Ama başkası öldürmedi. Kendi kendini öldürdü. En acısı da bu zaten. Sevdiğinin gözünün önünde ölüme yaklaşması ve senin de farkında olmaman."
Sürgülü kapı kapanırken şok olmuş yüzü istediğim duyguyu kazandırdı. Azıcık da kendisi ile tartışsın. Başkalarının hayatını tam öğrenmeden yargılayamaz sonuçta. Odaya gelirken anılar yine işgal etmişti aklımı. Nedense unuttuğum en acı anılarımdan...
ANNABETH BERTİLDA'NIN AĞZINDAN
24 TEMMUZ 2016
Etrafta kızlı, erkekli gruplar evimi işgal etmiş her yere dokunuyorlardı. Köşedeki kıvırcık, oynadığın benim bilgisayarım! Hey! Turunculu, sende o tableti yerine koy! Kahretsin, annem ve babam neredeler! Kırılma sesi ile hemen yanıma baktım. Tabletim yerde bana göz kırpıyordu. Seni aptal! Turunculuya yaklaşıp yakasından kendime çevirdim. Yumruğumu kaldırıp vuracaktım ki derinlerden gelen sesle durdum.
Bir dakika, nereden tanıyorum bu sesi? Sanki alarmım çalıyor. Gözlerimin titremesiyle kapalı gözlerimi araladım. Yanımda kendinden geçen telefonumu alıp kapat' a bastım. Şükür ki sadece bir rüya... Değil mi? Hemen kalkıp masanın üzerine baktım. Hepsi tam. Açık camdan aynama yansıyan sarımsı renge gülümseyerek baktım. Güneş doğuyordu... Ney? Saat kaç? Telefonu yeniden elime alıp saate baktım. Saat altı ve ben neden uyanığım!
Aklıma bunu yapabilecek tek bir ad geliyor. Erica... Seni sessiz sakin şeytan. Elime alıp parmağımı okutup açılmasını sağladım. Mesaj bölümüne girip baş belasına tıkladım.
* Seni sinsi şeytan! Uyanık mısın? 06.10
Aradan on beş saniye geçmeden telefonumdan bildirim sesi yükseldi. Açık olan ekranda gözüken yazıya baktım.
* Tabi ki! 😊 İki gündür neden telefonunu almaya çalıştım sanıyorsun? Annemi arayacağım dediğimde kabul edeceğini bilseydim daha önce uğraşmazdım.. 06.10
Yazdığına göz devirmekle başladım. Sence de vermediğim açık değil mi böcek?
*İyi niyetimi de kötüye kullanıyorsun böcek! Daha sana araman için de vermeyeceğim. Hem sen niye uyanıksın? 06.11
Bu sefer o kadar hızlı yanıt gelmedi.
*Seni bu saatte uyanık görmenin benim için ne kadar büyük bir zevk olduğunu tahmin bile edemezsin! Utanmasam kötü kadın gülüşü sergileyeceğim... Hatırlıyor musun, hiç bir kuvvet beni güneşin doğuşunda uyandıramaz dediğini? Sanırım ben olağan üstü bir güç oluyorum. :) Her zaman en güzel anlar, güneş doğumunda hatırlanır kardeşim... Seni seviyorum Anna Beth! Hep en iyim olarak kalacaksın. Bunu unutma olur mu? Özür dilerim... 06.15
Ne demek bu şimdi? Parmaklarım ekranı kırarcasına sertlikte basıyorlardı.
*Anlamadım sonunu Erica? Ne demek istedin şimdi? Bu tür konuşmalardan nefret ettiğimi en iyi sen biliyorsun! 06.15
*Cevap ver bana Erica! 06.15
Bekledim. Bekledim. Saatler geçmişti ki ben hala telefonun ekranına kilitlenmiştim. Kaç saat oldu? Sekizi çeyrek geçiyordu. Yataktan kalkıp dolabı açtım. Siyahlarımı alıp vakit kaybetmeden giyindim. Kot ceketi de askısından çıkarıp belime bağladım. Birazdan giyerim. Telefonu yatağın üstünden alıp kapıyı açtım. Merdivenlerden koşarak indim. Korkuluklardan kendime yön verip botlarımın bağcıklarını bağlamadan ayağıma geçirdim. Cam kâseden arabanın anahtarını alıp dış kapıyı açıp, aynı hızda geri kapattım.
Garajın düğmesini açıp düğmeye bastım. Kapıyı açıp bindim. Starta basıp telefonda baş belasına tıkladım. Ara seçeneğine basıp hoparlöre aldım. Melodik ses tekrarladı. Aradığınız numaraya şuan da ulaşılamıyor. Lütfen, daha sonra tekrar deneyiniz.
Kapatıp koltuğa attım. Tanrıya şükür ki sadece evimden altı- yedi dakika uzaklıkta. Kırmızı ışığı umursamadan ilerlemeye devam ettim. Lambanın yanında ki kamera da ki yanan kırmızı ışık plakamın alındığının işareti. Çokta umurumda ya. Binanın önüne gelince sağa park edip kapıyı açtım. Anahtarı alıp kapıyı kapattım. Binanın içinden sesler yükseliyordu. Hiç hoş olmayan sesler... Koşarak dış kapıyı açtım. Merdivenlerden demir yardımı ile çıkarken tüm kapılar açıktı. Erica... Erica...
Son sekiz basamak. Son yedi basamak hayatım... Son üç basamak. Önümde ki genç çocuğu iteledim. Son iki basamak. Önümde beliren kadını kenara çektim. Neyi izliyorsunuz? Son basamak sana.. Kapıyı kıran adama boş boş baktım. Ne yaptığını sanıyorsun!
"Hey!" Boş koridor da yankılanan sesim adamın kafasını çevirmesine sebep oldu. Önüne geçip sertçe göğsünden iteledim.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
İçeriyi işaret etti. "Ben alt komşusuyum Erica'nın. Adım Wilson. Sert bir şeylerin düşme sesi geldi. Gelmek yetersiz kalır adeta yankılandı koca apartmanda. İçeriye bak-"
Kahretsin! Sözünü bitirmesine izin vermeden içeri girdim. Sağdan üçüncü kapı açıktı. Onun odası. Koşarak içeri geçtim. Boş. Ama lavabonun ışığı yanıyor? Kapıyı açınca gördüğüm görüntü adeta küçük dilimi yuttururcasınaydı...
(KAN TUTANLAR VE YA TİKSİNENLER BİTTİ YAZISINA KADAR ATLASIN)
Girer girmez ayakkabılarıma bulaşan açık pembe rengindeki su karşıladı. Kafam aşağıda kalakalmış, yukarıya kalkmaya korkar haldeydi. Yavaş yavaş kaldırırken bu sefer ki görüntü dikey şekilde kesilmiş, zemine değen koluydu. Yarıktan, okyanusta ki su misali kan akıyordu... Zeminle uyum halindeydi sanki. O akıyordu, zeminse su ile dağıtıyordu. Kokan kan kokusu midemi kaldırıyordu. Dayanmam lazım. Yavaş şekilde kaldırmaya devam ettim.
Küvet, boydan boya kıpkırmızı olmuş... Beyaz renk, ancak bu kadar kırmızı rengiyle bütünleşebilirdi. Erica'nın su içinde ki bedeni gözlerimi pörtletmemi sağladı. Bruce'un hediye ettiği, en sevdiği lacivert elbisesi ile suyun içinde sırtını soğuk mermere yaslamış şeklide hareketsiz yatıyordu. Sağ kolu diğerinin aksine taşan suyun üzerinde duruyordu. Su, beyaz renkte değil kırmızı renkte akıyordu. Yüzünde ki gülümseme tüylerimi diken diken etti. Bu ne gülümsemesi... Adımlarımı devam ettirdim.
Rengi süt beyazı iken, artık sapsarı kesilmişti. Botlarım zeminde kıpkırmızı ayak izleri bırakıyordu. Zaten rengi o değil mi şuan... Beline kadar gelen saçlarını tepeden toplamıştı. Sen sevmezsin ki saçını toplamayı Erica... Kan kaybından dolayı olsa gerek kollarında ki damarlar mor renge dönüşmüştü. Boynuna elimi getirdim. Nabız yok. Suyu kapatıp akan yaşlarımı sildim. Nasıl canına kıyarsın! Nasıl beni bırakıp gidersin! Ellerimde suya girdiğinden dolayı kana bulanmıştı.
Lavabonun önünde ki kâğıda doğru yaklaştım. Ne bu Erica? Ölmeden önce bana mektup mu yazdın? Hani biz klişe insanları değildik. Hatıralarımla birlikte hıçkırıklarım artmıştı.
Yatağın üzerinde duran laptop'ta açık videoyu izle lütfen.
(SAHNE BİTTİ)
Dediğini yapıp notu attım. Arkamı döndüğümde dışarıdaki insanların şimdi burada olduğunu gördüm. İzleyin sadece sizi pislikler! Adam da duygulanmış olacaktı ki gözyaşları akıyordu.
"Ambulansı ve polisi aradım. Birazdan burada olurlar."
Cevap vermeden gözyaşlarımla birlikte yatağına yürüdüm. Laptop'u kucağıma alıp sabitlenmiş kulaklığı kulağıma taktım. Oynata tıkladım. Erica'nın görüntüsü belirince gözyaşlarım daha çok arttı. Gülümsedi...
Anna Beth.. Benim anılarımın en iyisi ve en güzeli. Evet, banyoda ki ölü ceset benim. Yüzünü buruşturması ile hıçkırıklarım arttı. Hiç yakışmıyor. İnanamıyorsun değil mi? Bunu yaptığıma. Bende inanamıyorum. Bruce hayatımda yaptığım en kötü seçimdi. Atlatamadım evet. Ağlayarak güldü. Bense acısına ağladım... Unuttum dedim sana defalarca ama olmadı. O kızla olan anıları gözümün önünden gitmiyor. Özür dilerim sana bunu yaşattığım için. Bu videoyu izleyeceğini biliyorum. Minnettar bir gülümseme yansıttı bana. Çünkü sana cevap vermeyince merak edip geleceksin. Sen hep beni umursadın.. Ama seni yenmeden yapamazdım. Güneşin doğuşunda oluşan renkleri sevdin değil mi? Gülerek kafasını salladı. Biliyorum sevdin o sarı ve turuncu renginin karışımını. Aklımda senin söylediklerin yankılanıyor. Hani bir ünlünün intiharını tartışıyorduk. Sende dedin ki 'İtihar etmek ahmakça bir davranış bence Erica. Ancak, korkaklar intihar eder.' Sanırım bende korkağım bu durumda? Neyse, zaman geçiyor.
Kimse yanımda durmazken sen benim yanımdaydın. Geç tanıştık seninle ama uzun oldu dostluğumuz... İyi ki seni tanımışım o gün, o sokakta, o dükkânın önünde... İyi ki sana bulaşıp telefon numaranı almışım... Tekrar özür dilerim. Ama dayanamıyorum. Olmuyor. Biliyorum çözüm değildi demeni. Evet, bu bir kurtuluş yolu değil ama benim için son da değil belki... Bunun cevabını bilemem. Biliyorum iyi bir şey yapmıyorum ama onsuz olmak istemiyorum. Gerçek şu ki; kocaman gülmelerin arkasında intihar edenleriz biz. Seni seviyorum Annabeth. Gerçekten seni çok seviyorum, sevdim. Affet. Affet beni lütfen.
Öpücük ile sonlanan videoya donuk donuk bakmaktan başka ne yapabilirim? Karşıdan koşarak gelen anne ve babam gelirken sertçe dizimde ki laptopu fırlattım. En iyi arkadaşım gitti! O yok! Annem kafamı ellerinin arasına alırken vücudum gevşemeye başladı. Kafam öne doğru düşerken bilincim kapanmıştı...
GÜNÜMÜZ
Odanın kapısının sert kapanışı ile titredim. Odaya girmiştik. Katherina hemen önüme geçip bana baktı. "Özür dilerim sert kapattım sanırım kapıyı."
Omuz silkip sandalyeden kalktım. Sedyeye yavaşça uzanıp kolumu karnımın üzerine koydum. Erica'yı hatırlamam... Demek ki o an anımı sildiler... Erica... Benim kardeşim. Arkadaşım. Yoldaşım... Gözlerimin dolması Katherina'nın gözünden kaçmamıştı. Sorabilecek cesareti olduğunu sanmıyorum. Kapı açıldı. İçeri Alexıs girdi. Elinde iğne ile birlikte.
"Şimdi seni uyutacağım Annabeth. Biz bu sırada işlemleri yapacağız. Sorun var mı?"
Ağzımı açacak halim yoktu. Kolumu uzatıp sağıma döndüm. Gözlerim cama dönerken gökyüzü şans eseri sarı ve turuncu renkteydi. Tıpkı güneşin doğumunun renkleri gibi. Tıpkı Erica gibi...
●○●
Bölüm hakkında yorum yapıp beğenmeyi unutmayın. Yorumlar düşüyor. Düşürmeyin lütfen.. Herkese iyi geceler dilerim. :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top