Bölüm-37


Ellerin Hani?, Melike Şahin

Doldum, Adamlar

Beni bir daha ağlarken göremeyeceksin.

●○●

BÖLÜM - 37

Ah! Ne kadar düşünmek istemesem de Sarah ve James'i özledim. Heyecanla çatalımı kenara bıraktım. "Mükemmel olur!" Gözlerini yüzümün her ayrıntısında gezdirip kaşlarını kaldırdı. Her halde bu kadar mutlu olmamı beklemiyordu? Belli etmemeye çalışsa da masada oturan herkes bu ani ruh değişimini anlamış olmalılardı.

"Yanına birini al. Akşam vakti yola çıkılacak. Öğleden sonra ise dönülecek tamam mı?" Gülümseyerek kafa salladım. "Teşekkür ederim Kralım!"

Annem yavaş hareketler ile sandalyesini geriye itip ayağa kalktı. Bacaklarına yerleştirdiği peçeteyi zarif ve hızlı hareketlerle katlayıp tabağının üstüne koydu.

"O zaman seninle konuşalım. Doydun mu diye soracağım lakin tabağında ki eti sürekli didikleyip durdun. Tok musun?" Dediğinin üstüne zaten heyecandan geriye doğru gitmiş sandalyeden ayağa kalktım.

"Tokum Kraliçem, gidebiliriz."

Kral yani babama reverans yapıp annemin yanına geçip yürümeye başladım. Kapıdan çıkınca doğru onların yatak odasına doğru ilerledik. Muhafızlar bizi görünce kapıyı açtılar. İçeri girip balkona çıktık. Karşılıklı sandalyeye oturduk. Burası sanırım beni arenada Matthew ile kapışırken izledikleri yerdi. Sandalyesini azcık daha yaklaştırdı. Yüzümü ellerinin arasına aldı.

"Sinirin hala geçmedi mi gün ışığım?" Avuç içlerine daha çok yaslandım. Bu konu belli etmesem de, beni de endişeleniyordu.

"Geçti gibi ama gözlerimin rengi neden hala böyle anne?" Yanağımı okşayıp sandalyesinde yaslandı. Dudaklarını büküp kafasını salladı. "Hiç bir fikrim yok kızım. Ne baban, ne de ben ateş elementine sahibiz."

Nasıl yani? Boşlukta kalan ellerimi masanın üstüne indirdim. "Nasıl? Mesela?"

"Hava - toprak = ateş elementini ortaya çıkarıyor." Ne yani bunların eşleştirmeleri mi var? "Su ve ateş?" Gülmeye başladı. Herkes bu iki zıt elementin karışımının ne olacağını merak eder. Öyle değil mi? "Toprak elementi ortaya çıkabiliyor. Ama bazı ailelerde çocukları hava elementine sahip olan da oluyor. Bu eşleşmelerden açıkçası pek emin değiliz."

"Anladım anne." Bir konuyu hatırlamış gibi öne atıldı. "Dünya'ya kiminle gideceksin?"

Bahçeye bakıp yeniden anneme döndüm. "İvan ile galiba. Belki de Aaron. Emin değilim." 

"İvan ile gidebilirsin. Çünkü Aaron şuan Kristal Şovalyelerini çalıştırıyor." Kristal Şovalyeler kim? Soruyu yüksek sesle sormaktan zarar gelmez.

"Kristal Şovalyeler de kim?" Bahçede ki öğrencilere bakarak anlatmaya başladı. "Kristal Şovalyeler, koruyucu askerlerdir. Halk tarafından bakarsan eğer onlar birer kahramanlar. Erkek çocukların örnek aldıkları ve ileride olmak istedikleri kişilerdenler. Elf ırkının özel taşı olan Chripte taşını, bizim taşımız Akuamarin taşını ve Büyücü Krallığının Makitan taşını korumakla yükümlü, Dokuz Krallığı temsil eden muhafızlar. Karanlık Krallık yerine Elf'ler kendileri şovalye yolladılar. Bizim taşlarımızın yanı sıra Altın Ok ve ya Gümüş Sancak gibi krallıkların özel eşyalarını korurlar."

Vay canına. Peki ya bu taşlar? 'Bu taşlar ne işe yarıyor?'

"Bizim taşımız olan Akuamarin taşı; güneş ışığının altında safir yeşili, normal ışıkta kırmızı görünen değişken renkli taşlardan biri. Çok ama çok nadir bulunur. Bu taşı görmem tamamen şans eseriydi. Hikâyesini daha sonra vakitlice anlatırım. Diğer taşları da söylememi ister misin?"

Geldiğimden beri ilginç şeyler duyuyorum. Gerçi, daha ne biliyorum ki? Gözlerinde ki mutluluk beni daha da isteklendiriyor. Anlatmak onun da hoşuna gidiyor olmalı.

"Lütfen..."

"Elf'lerin taşı olan Chripte taşı; yeşile çalan mavi, sarımsı ve lacivert renklerinin birleşimi şeffaf yapıda kristal. Elf Kralı Ecthael ve Kraliçesi Itarhriel bu taşa bir zamanlar girilmesinde sakınca görülmeyen Karanlık ormanda rastladılar. Orada gerçekten hala keşfedilmemiş güzellikler olduğunu biliyorum. Ayrıca bu taşın sıcaklıkta renk değiştirdiğine de şahit oldum.

Büyücülerin taşı olan Makitan taşı; koyu zümrüt yeşili renkte kristal. Suya koyulunca yapısı yumuşuyor ama sudan çıktığında bir hançer kadar keskin ve sert oluyor. Gerçekten hayran olunası yapısı var. "

"Bu korudukları mağara nerede bulunuyor?"

İşaret parmağını çenesine bastırıp başını havaya kaldırdı. Parmaklarını şıklatıp bana döndü.

"Ateş Krallığı ile Cadı imparatorluğu arasında ki Serp Dağlarında. Tam yerini ben de bilmiyorum. Herkes bilirse zaten tüm kötü amaçlara hizmet eden kişiler mağaraya saldırmaya çalışırlar. Bu Krallıklar arasında önemli bir antlaşmadır. Krallıklar arası antlaşmalar kitaplarında bu antlaşma geçiyor. Kaprian Antlaşması diye araştırırsan rahatlıkla bulabilirsin."

Ayağa kalkıp sandalyeyi iteledim. Tacına dikkat ederek saçlarına öpücük kondurdum. "Desene araştıracak yeni şeyler buldum."

Elimi tutup avucunun içiyle sıkıca tuttu. "Dünya'yı ne kadar bildiğini sansan da gün ışığım, hiç bir şeyi tam olarak bilemezsin. Kimlerin orada olduğunu bilemezsin. Tut'un adamları her yerde. Tedbiri asla elden bırakamazsın. Sen her ne kadar aydınlıkta olsan da, arkandan gelen karanlığın farkında olamazsın. Dikkatli olmanı istiyorum."

Ne kadar da güzel bir söz. Her ne kadar aydınlıkta olsan da, arkandan gelen karanlığın farkında olamazsın. (Kitabımızın ana sözüne merhaba deyin gençler... )

"Dikkatli olacağım anne." Elimi bıraktıktan sonra fark etmeden çöktüğüm yerden kalktım.

"Sonra görüşürüz. Geç olmadan Dysonlar ile konuşsam iyi olur."

"Selamımı da ilet." Kafa eğerek göz kırptım. "Söylerim." Balkondan çıkıp kapıyı iki defa tık tıklayıp geri adımladım. Açılan kapıyla dışarı adım attım. Dünyaya gideceksem eğer paralarım da lazım. Paralar nerede? Yatakhanede.. Telefon da çeker. O da yatakhanede... Hedef yatakhane! Merdivenlerden atlarcasına inerken duyduğum sesle duraksadım.

"Lütfen efendim, merdivenlerden dikkatli inin."

Kafamı eğerek selamladıktan sonra normal hızla kalan merdivenlerden indim. Heyecanımı bozacak bir şey olmazsa olmaz. Sen niye bu kadar hızlı iniyorsun? Çünkü heyecanlıyım! Of! Yine kendi kendime konuşuyorum... Saraydan çıkınca bahçeye bakındım. İvan ortalıkta gözükmüyor. Karşıda ki demir çitlerin yanında etrafı kolaçan eden koca adamı görünce zafer gülümsemesi yüzüme yayıldı. Arkasında durdum. "Aaron?"

Hızla kafasını çevirdi. Kıtlama sesi kulaklarıma gelince yüzümü buruşturmadan edemedim. "İyi misin?" Boynunu ovalayıp önemsizce ellerini salladı. "Alt tarafı boynum kırılıp ölebilirdim... Ne olacak? İyiyim." Evet, gerçekten iyi duruyor...

"Sorun ne küçük baş belası?" Ağzımdan çıkan olumsuz çıkırtılar eşliğinde kaşlarını kaldırdı.

"Prensesine baş belası demen ne kadar doğru koca adam?" Bir gol daha Annabeth'in skoruna ekleyin!

"Prenses olman, baş belası olduğun gerçeğini değiştirmez prensesim. Şimdi, bir sorun mu var?"

Oğlun nerede acaba? "İvan'ı nerede?"

"Antrenman yapıyorlar. Bende şimdi oraya gidecektim. Niye arıyorsun benim oğlumu?" Göz devirmezsem olmaz. Aman hesap vermediğim birisi kaldı mı?

"İlk önce şunu söyleyeyim. Sevgili oğlun ile birbirimize o manada bakmıyoruz bilesin. Yakın olmamızın sebebi gerçekten birbirimizi anladığımız için. Asıl konuya gelirsek babam aşçıları ve bir kaç kişiyi bilgi almak için dünyaya gönderiyormuş. Sende gitmek istiyor musun diye sorunca bende haliyle kabul ettim. Sarah ve James'i özledim. Gerçek ailem olmasalar da.. Senle gitmeyi düşündüm ama annem senin burada kalman gerektiğini düşündü. Ayrıca selamımı söyle dedi. Senden sonra da yakın ve güvenilir bir kişi daha geldi. İvan... Aklında ki sorulara cevap verebildim mi?"

Omzuma kolunu attı ve nereye gittiğimizi bilmeden adımlarına ayak uydurdum.

"Beni iyi dinle küçük hanım. Seninle oğlum arasında bir şey olsa da bu benim sana olan bakış açımı değiştirmez. Aslında değişir... Gelin gözüyle bakarım ama neyse! İvan ikizi öldükten sonra baya kötü dönemler geçirdi. Ona yakın olman, dertlerini dinlemen beni rahatsız etmez! Aksine aklım oğlumda kalmaz. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Aklına ilk benim gelmem gururumu okşamadı değil.. Bu arada seni akşam yemeğine bekliyoruz. Kızlardan birini neden götürmedin?"

"Dünya'ya olan meraklarını biliyorum. Eğer birisini oraya götürürsem aklının orada olacağını düşünüyorum. Ve gizlice gitmelerini istemiyorum. İvan savaşçı olduğundan iradesinin diğerlerine göre daha güçlü olduğunu düşünüyorum."

Kafasını salladı. David zaten kendi halinde... Benjamin, Elena ve benim radarlarımıza takılmış durumda. Gerçi hala tam olarak neden radarımızda olduğunu bilmiyorum...

"Aklıma bir şey takıldı ama sakın yanlış anlama!"

"Sor."

"Olivia zaten sana akşam yemeği teklif edecekti ama sen neden gelmek istiyorsun? Yani her zaman gel ama utanırsın söyleyemezsin sanıyordum." Gülerek sorusuna yanıt verdim. "Anne ve babamla kavga edince yatakhaneden başka evim olması için."

Bunu duyunca omzumdaki elini çekip gülmekten ağrıyan karnına koydu. Gözyaşlarını silip dikleşti. "Olivia biz istemesekte seni eve alır. Dert etme!"

Yan gözle bakıp beş dakikadan fazladır yürüdüğümüz yeşillik dolu yola baktım. "Beni istemez misiniz?"

"'İstemesekte' dedim. İstemiyoruz demedim Annabeth. Lafın gelişi..." İleride antrenman yapan İvan'ı görünce Aarona kısa bakıp yanına doğru koşmaya başladım. Yanında kollarımı bağlayıp bekledim. Hala kum torbasını yumruklarken kaşlarımı çattım. Ne yani beni fark etmedi mi? Öksürdüm.

"Ne?" Ters sesi gözlerimin açılmasını sağlarken kollarımı indirdim. "Herkese böyle mi davranırsın?"

Kum torbasını yumruklamayı bırakıp ışık hızıyla döndü. "Annabeth?"

●○●

Y/N:

Yeni bölüm sonunda geldi. Bölümü beğenip & yorum yazmayı unutmayın! 😉

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top