Bölüm- 12
Medya: Thunder Annabeth' in atı. (Bu arada ismin anlamı yıldırım.)
Fısıltı, Hemsaye
Kapkaranlık Her Günüm, Sena Şener
Kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum.
●○●
BÖLÜM - 12
Elinde simsiyah görkemli bir atla geldi. Tam karşımızda durup tüylerini yavaşça okşamaya başladı.
"Elimde gördüğünüz atın cinsi frıesıan atıdır. Atalarımız bu atları tutkulu, savaşlarda ağır yükler taşıyacak kadar güçlü ve hızlı manevralar yapabilen hayvanlar olarak görmüşlerdir. Bu atın çevikliği ve esnekliği daha çok ilgi görmesine sebep olan unsurlardan. Ayrıca güzel görünümleri ve güçlü yapıları nedeniyle de kraliyet mahkemeleri bu atları, at arabalarında kullandılar. Gerçi ben bu atların onları taşımak değil de daha işe yarar amaçlarda kullanılması taraftarındayım. Ama maalesef meclis üyelerine laf geçiremiyoruz. Her neyse, konuya dönelim. Friesian atları her zaman siyahtır. Vücuttaki veya bacaklardaki hiçbir beyaz işaret kabul edilemez. Uzun, kalın, akıcı yeleleri ve kuyruğu ile etkili ayak tüyleri vardır. Hiçbir durumda Friesian atının kuyruğunun ve yelesinin kesilmesi hoş karşılanmaz. Friesian atı başını en yukarıda tutar ve yukarıdaki boynu ile gurur duyar. Canlı, ahenkli yürüyüşleri doğaldır. Vücut güçlü ve eğimli bir omuzla derinleşir. Tescilli Friesian aygırları en az yüz elli üç santim. Uzunluğunda, kısraklar da en az yüz kırk üç santim uzunluğunda olmalıdır. Annabeth ata binmeyi biliyor musun?"
Öne çıkıp başımı salladım. İçimde tarif edilemez bir güven duygusu var... İyi de ben ata binmeyi bilmiyorum ki?
"Sakin ol, ben yanındayım. Ata ileride ihtiyacın olacak her halükarda. Tek yapman gereken, bindikten sonra ata sakince topukların ile vurmak. Atın karşısında durup ona elinin avuç içini uzat. Kafasını uzatmasını bekle, gerisini halledersin."
Kimsenin yüzüne bakmadan atın yanına ilerledim. Yaklaştıkça ne kadar harika olduğu daha da anlaşılıyor. Avuç içimi atın başının önüne doğru uzattım. Siyah at tüm asilliği ile başını avucuma yaslayınca atın yanından üzengiye basıp ata bindim. Ayağımı ata vurunca ilerlemeye başladık. İlerlerken aynı zamanda yelelerini okşuyordum.
"Simsiyah ve dikkat çekicisin. Çokta hızlıymışsın. Yıldırım sana uygun bir isim olabilir. Her ne kadar benim olmasan da seni ziyarete gelebilirim."
Dizgin kollarını elimde gerip yavaşça vurunca hızımız arttı. Tam bir tur bitmiş hocanın yanında durdum. Attan aşağı atlayıp başını okşamaya başladım. Profesör Andrew, ellerini çırparak yanımıza geldi. "Aferin. Daha önce binicilik yaptın mı?"
Eh, bindim işte. "Evet profesör atlar hakkında bilgim var." Yıldırıma bir kez daha vurup geri adımladı. "Güzel! Yerine geçebilirsin." Kızların olduğu tarafa kafamı çevirip göz kırptım. Maalesef bundan sonra ki derslerimiz ayrı. JJ aramızdaki kızları geçip yanıma üşüştü.
"Gerçekten ata daha önce bindin mi? İlk başta suratın garip bir şekildeydi." Ne diyeyim ki, Sephıre bana fısıldadı mı? Komik ya. "Dünya da daha önce ata bindim. Sadece, hoca benim adımı söyleyince şaşırdım."
Profesör konuşunca susup konuşmasını dinlemeye devam ettik.
"Annabeth' in yaptığı gibi ilk önce elini uzatmak, ondan izin almak anlamına gelir. Bazı arkadaşlarınız gibi hemen binerseniz atların sizi üstünden atmak ya da huysuzlanma gibi olasılıkları var. Benim her şeye ad koymak gibi bir özelliğim var, sen bir şey belirledin mi Annabeth?" Kafa salladım. Tabi ki. "Thunder profesör."
"O artık senin atın. Yine bakımı yapılacak onun haricinde Yıldırımı istediğin zaman alıp gezebilirsin." Ne? "Benim mi oldu profesör?"
"Evet senin. Onu ahıra bırak öyle gel ya da biraz okulun bahçesini gezebilirsin." Yıldırımın üstüne binip ilerideki büyük kulübeye yani ahıra doğru ilerlerken başımda ağırlık hissi ile dizgin kollarından sağ elimi çekip başımı ovaladım.
"Prenses, ata dikkat etmeniz gerek. İlerde yardımı dokunacak."
"Tamam Sephıre."
Başımdaki hissin gitmesiyle Sephıre'nin de sesi kesilmişti. Bu iş git gide yorucu olmaya başladı. Ahırın kapısına gelince durup yıldırımdan indim. Odasına götürüp kapısını kilitledim. Kapının üzerinde olan boşluktan hemen kafasını çıkartıp bana uzattı. Başındaki tüyleri masaj yapar gibi okşadım. Elimi çekip geriye adımladım.
"Yeniden geleceğim yıldırım." Ateş elementi sınıfına doğru koşmaya başladım. 12-A sınıfına gelince kapıyı çaldım. İçeriden *gir* sesi gelince girip kapıyı kapattım. Hoca bana dönünce bahanelerimi sırasıyla saymaya başladım.
"Kusura bakmayın profesör, atımı ahıra kilitlemeye gitmiştim. Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişim."
"Sorun değil ama bir daha olmasın. Şimdi kendini tanıt." Ellerimi arkamda birleştirerek hocaya döndüm.
"Annabeth Anderson. On yedi yaşındayım. Bu kadar."
"Oturabilirsin. Bende sana kendimi kısaca tanıtayım o zaman Annabeth. Ben Profesör Emma Grey. Gördüğün gibi ateş elementine sahibim. Ve dersime geç kalınması en sevmediğim şeydir. Benim dersime zamanında gelsen iyi olur."
Hemen tek başına masada oturan Lauren' in yanına geçtim. Hoca bana bakınca başımı sallamakla ona cevabımı verdiğimi düşünüyorum. Kürsüye çıkıp sandalyesini ortaya çekip oturdu. Dünyada olsak senin o egonu söndürmesini bilirdim ama... Kahverengi uzun saçlarını yüzünden çekip derse başladı.
"Ateş elementi övünmek gibi olmasın ama ya da olsun en güçlü elementtir gençler. Ayrıca en zor kullanılan elementtir. Ateş elementi daha çok iradeye dayanır. Savaşlarda da çok korkulur. Ateşler genelde yer altı krallığından ortaya çıkar. Zaten bu krallığı tarihte göreceksiniz. Bugün içimizdeki ateşi hissetmeye çalışalım gençler."
Ayağa kalkıp sıraların arasında dolaşmaya başladı.
"Herkes gözünü kapatsın. İçinizdeki ateşi hissedin. Sıcaklığını damarlarınızdan geçerken düşünün, yanıp kavurduğunu... Avuç içinize doğru ilerletin ve biçim halinde çıkartın. Hadi gençler sıra sizde. İlki başarısız olabilir o yüzden hemen hevesinizi kırmayın. Unutmayın ki bu element basit öğrenilen bir element değil. Hadi başlayın."
İçimdeki ateşin gücünü düşündüm. Ateşin kıvılcımlar halinde kollarımdan geçip avucumun içinde yuvarlak bir top halinde olduğunu düşündüm. Sıcaklık tüm kollarımı neredeyse uyuşturacak hale geldi. Gözlerimi açtığımda iki elimde de bileklerime kadar ateş olduğunu fark ettim. Profesör Emma masama gelip omzuma elini koydu.
"Harika Annabeth. Bugün sadece bunu yapacağımız için çıkabilirsin. Emmet sana da aferin. Sende çıkabilirsin. Başka yapan-" Sınıftan çıkıp kapıyı kapatacakken sarışın bir çocuk aradan geçti. Kapatırken Lauren'e bakmayı ihmal etmedim. Onu gözlerini sıkıca kapatmış hala denemeye çalıştığını görünce yeniden sınıfa girdim. "Profesör sınıfta durabilir miyim?"
"Sen bilirsin." Lauren' in yanına oturup vücudumu sandalyede yan çevirdim. Arkadaşlar bu günler için vardır.
"Zihnini boşalt." Tek gözünü açıp bana baktı. "Sen niye gitmedin?" Gülümseyip elini kaldırdım. "Susup gözünü kapat ve dediğimi yap geveze."
Gülümseyip gözünü kapattı. "Dediklerimi gözünü açmadan dikkatle yap. Ateşin görüntüsünü düşün, damarlarında hisset. Damarlarında ki sıcaklığı avucuna kadar ilerlet. Avucunda toplanıp daire şeklini düşün. Ve gözünü aç."
Gözünü açınca ellerini de araladı. Elinde küçük bir ateş topu vardı. Gülerek boynuma sarılınca aynı hızda bende ona sarıldım. Profesör Emma, Lauren' in bu heyecanına gülümseyerek baktı.
"Siz çıkabilirsiniz çocuklar. Ama bir daha ki sefere bu dayanışmaya izin vermem haberiniz olsun." Sınıftan çıkarken koluma girdi. "Yardımın için çok teşekkür ederim. Sen olmasan dersin sonuna kadar yolum vardı. Belki yapamaya da bilirdim."
"Sen benim arkadaşımsın. Tabi ki de sana yardımcı olacağım." Konuşmamız önümüzü kesen bir çocuk ile sonlandı. Bu da kim?
●○●
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi yorum kısmına yazarsanız sevinirim.
Bölümü de beğendiyseniz yıldızlamayı unutmayın.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top