Kendinden Vazgeçmek
Bölüm geciktiği için, yazar yazmaz paylaşmak istedim. Düzenleme gerekirse de artık sonraya bıraktım :) Lütfen sizde beni yorumsuz bırakmayın.
Rahatsız olabilecekler için küçük bir uyarı: bölüm sonu +18 bir sahne içermektedir.
Şarkı: Nothing But Thieves - Six Billion
Yurttan çıkıp Beşiktaş'a gidene kadar sağanağa dönüşen yağmur yüzünden yaka paça ıslanmış halde ulaştık eve. Neyseki yanıma yedek giysi almıştım. Atlas'ın kolunun altından geçerek girdiğim eşikte durup ıslanmış saçlarımı avuçlarıma topladım.
"Sıksam suyu çıkar şu an." dedim.
Boş bulundu bir an bakışları sabitlendi üzerimde, ucundan sular damlayan koyu renk saçlarıma, soğuktan iyice beyaz kesilmiş yüzüme, gözlerime... günlerin soğukluğundan eser olmayan bir duygusallık vardı bakışlarında, ensemden ayak uçlarıma kadar ürperdim. Hemen sonra toparladı kendini, yeniden ilgisiz bakışların ardına gizlenerek bana sırtını döndü ve sırılsıklam olmuş kendi montunu çıkarmakla uğraşmaya başladı. Bu esnada,
"Havluların ve saç kurutma makinesinin yerini biliyorsun." dedi.
Biliyordum. Daha düne kadar bu küçük güzel evin bir sakini gibiydim, şimdiyse ev sahibinin zoraki bir nezaketle davet ettiği biri gibi hissedişime engel olmakta zorlandım. Bakışlarındaki duyguları görmemiş olsam çok daha zor olurdu eminim. O kısacık ama elektrik yüklü ana sıkı sıkı tutundum ve kapı eşiğinde daha fazla oyalanmayıp banyonun yolunu tuttum. Atlas'ta odasına giderek üstünü değiştirdi. Kurulanıp, giysilerimizi değişip, yeniden yüz yüze olmaya hazır hale geldiğimizde salonda buluştuk.
Üçlü koltukta her zamanki gibi ayaklarımı altıma katlamış, kolumu kolçağa yaslamış halde oturuyordum. Ciddi konuşmalar yaptığımız her defasında olduğu gibi Atlas da beni karşıdan görecek şekilde tekli koltukta yerini almıştı. Dışarıda gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, isyankar yağmur taneleri camları dövüyordu. Yaralı fakat hala çok güzel olan yüzüne bakıyordum. Onun aklından neler geçiyordu kim bilir. Ben on sekiz yıllık hayatım boyunca bir insanı bu kadar derinden sevdiğim ve yanında kendimi evimde hissettiğim bir an daha hatırlamadığımı düşünüyordum.
Sessizliği kırbaç gibi bölen bir şimşek daha çaktı. Atlas koltukta geriye yaslanarak kahvesinden bir yudum aldı.
"Nereden başlamak istersin?" diye sordum.
Elindeki fincanı sehpanın üzerine bıraktı.
"Sabahın köründe herşeyi yerle bir eden karşıma çıkma anından başlayalım." dedi.
"Sedef dün gece oda arkadaşının getirdiği kediye alerjisi yüzünden benim odamda kaldı. Ben de onun yatağında yattım. İyi uyuyamadım, bu sabah erkenden uyanınca spor yapayım bari diye Beşiktaş'a geldim. Seninle karşılaştığımızda sahilde koşuyu yeni bitirmiştim. Kahve alacaktım."
"Sedef'le odaları ayırdığınızı bilmiyordum."
"Olan bitenler yüzünden. Sedef öyle istedi."
"Haklı. Şanslısın yine de hala konuşuyor seninle."
Omuz silktim. Ben bilmiyor muydum sanki?
"Ona nasıl itiraf ettin merak ediyorum." diye sordu.
"Ben değil Tunç anlattı. Ben olay yaşandığı anda bulunduğumuz yeri terkettim."
Kaşları hafifçe havaya kalktı.
"Öylece kaçıp gittin mi?"
"Kendimi çok kötü hissettim. Hala da hissediyorum. Ama ben bunları zaten Sedef'le paylaştım. Seninle de bütün gece Sedef'le beni mi konuşacağız? Çünkü boşa zaman harcıyormuşuz gibi hissediyorum."
Soğukkanlılıkla,
"Tanıyamadığım yüzünü tanımaya çalışıyorum." dediğinde ürperdim.
"Nasıl istersen. Ama aradığın cevapları orada bulamazsın."
"Kaç yüzün var İpek?"
"Kendimi savunmak için kuşandığım bir zırhım vardı sadece. Artık kaldırdım."
"Biraz geç kaldın bunun için." dedi samimi bir üzüntüyle. Fakat bir o kadar da vazgeçmiş bir hali vardı benden. Bana öyle geldi ki, bir an için, ne desem boştu, ne anlatsam fikrini değiştiremeyecektim. Yine de, umudumu canlı tutmak için direndim. Yıkık dökük olmayacağım karşısında, dedim. Ne kadar acı verse de, bu yüzleşmeyi hakkıyla gerçekleştirmemiz gerekiyordu. Sonu nereye çıkarsa çıksın bu tünelde ilerlememiz gerekiyordu.
"Sabah söylediklerini düşünüyorum." diye devam etti. "Seni dinlemediğimi iddia ettikten sonra söylediklerini...babanı kaybetmiş olmana gerçekten üzüldüm. Keşke bunu bana daha önce anlatabilseydin."
"Kolay değildi."
"Seni derinden yaralamış olmalı."
Tahmin bile edemezsin.
"İz bıraktığı kesin."
"Nasıl bir ölümdü? Çok mu küçüktün?"
Nasıl anlatsam sana? Ya da şöyle yapalım; en iyisi sen anlat bana. Anlat babam nasıl öldü? Acı çekti mi? Yoksa hemen olup bitti mi? Son sözlerini söylecek vakti oldu mu? Peki sen duyacak kadar yanında mıydın? Anlat.
"Evet, küçüktüm, pek hatırlamıyorum. Bir kaza geçirmiş. Bana öyle dediler yani."
"Belki senin iyiliğin için detayları anlatmamışlardır."
"Belki."
"Babanın kaybının bütün hayatınızı nasıl şekillendirdiğini tahmin edebiliyorum. Beni yargısız yere infaz ettiğin, bana kızdığın, çıkıştığın pek çok yerdeki tepkini daha iyi anlıyorum artık. Her çocuk anne babasını bir arada ister. Boşansalar ayrı mesele. Ama ölüm... engel olunamayan bir durum. Kuşandığın bu zırhı yargılayamam. Başından anlatsaydın eğer bilip bilmediğim tüm nedenlerinle birlikte, zırhını da kabullenirdim aksine. Korktuğun gibi acımazdım sana. Güçsüz ve savunmasız bulmazdım. Çünkü her halinle dünyaya meydan okuyan bir tavrın var senin. Boyun eğmez bir duruşun var. Gururunu zırhının da üstüne kuşanmış gibisin. Başından beri dürüst olsaydın, seni yine aynı şekilde severdim ben. Farklı olmazdı düşüncelerim."
"Geri dönemez miyiz en başına? Yeniden bir şans veremez misin bana?"
Keyifsiz bir tavırla kafasını salladı.
"Verebilirdim. Söyledim, sabah başka şeyler anlatmasaydın, hepsi bununla sınırlı olsaydı, beni bu aptalca sebeplerinle terkedip gidişini affedebilirdim. Bir ay boyunca hissettirdiğin o korkunç çaresizliği unutabilirdim. Ne hissettirdiğini nasıl hissettirdiğini anlamaya gücün yeter mi bilmiyorum ama çok ağırdı benim için. Hesap bile sormuyorum. Oysa sen hep vaatler ve sözler istedin benden. Kimse için o adam olamayacağımı sanıyordum ben, hayatımda ilk kez birisi için çabalamak istedim ve sen hiçbir anlamı yokmuş gibi birdenbire bitirdin herşeyi. Yine de çabalardım, sadece bu kadar olsaydı ama başka şeyler yaşandı, araya başka kişiler girdi." Tunç. "Ve ben kendimi tanıyorum. Sınırlarımı biliyorum. Üstesinden gelemeyeceğim tek yerden vurdun beni. Bu yüzden kurtarılabilir görmüyorum bu ilişkiyi. Üzgünüm." dedi.
Şimdi ben bu sensizlikte, tepeden hiç inmeyen bir güneşin altında, uçsuz bucaksız bir çölde yürüyorum. Yerden yükselen sisli dumanı tütüyor sıcağın, terler iniyor göz kapaklarımdan aşağı, gözlerim bulanık görüyor, her yer yangın yeri. Kum tepeleri aşıyorum, aştıkça yenisi çıkıyor karşıma, bir yokuş, bir iniş, yürü, yürü, yürüyorum. Bitmiyor. Sanki sonu hiç gelmezmiş gibi. Bir başlangıç noktası var mıdır çöllerin? Bir bitişi var mıdır? Ağaçlar, evler, yollar, denizler nerede başlar? Ben sanki gözümü açtığım andan beri bu çölde yürüyorum. Seni tanımasaydım belki hiç başlamazdı kronometreler çalışmaya. Belki hiç batmazdı güneş ve umut yeşermezdi kumdan topraklarda. Sen geldin değişti herşey. Sen gittin ve söndü. Ben hala bir umudun peşi sıra kumdan tepeler aşıyorum. Bir hayalin izinde, görmeyen gözlerle yürüyor, yürüyor, yürüyorum. Şimdi sen yoksun ben tükeniyorum.
O hep dürüst olandı ve dürüstlüğü karşısında peş peşe düşüyordu kalelerim. Plansızca döküldü iki kelime dudaklarımın arasından. Dedim ki,
"Beni affet."
Sustu. Henüz yeni sağır olmuş birinin etrafında konuşan kişilerin sustuğunu sanması gibi, ağzımdan çıkanı hiç duymamış gibi sustu.
"Beni affet, mutlu olalım. Beni affet, içimizde kalmasın hiçbir şey sonuna kadar yaşayalım. Beni affet, özür dilerim, yarattığım bu hüsran için, hatalarım için, yalanlarım için affet. Affet ki yeniden var olalım. Yaşanacak çok şey var. Kalbinin benim için atışına şahit olduğum o geceyi hiç unutmadım ben. Sen de hatırlıyorsan eğer, ufacık bir kıvılcım kaldıysa o hislerden geriye, o ufacık kıvılcım için bile çabalamaya değer. Senin benimle hissettiklerini daha önce hissetmeyişin gibi, ben de seninle hissettiklerimi hissetmemiştim daha önce. Hatta varlığından bile habersizdim bu hislerin. Şimdiyse, çok can yakıyor bu tavizsizliğin. Bize bir şans daha ver."
"İpek... içim eriyor cümlelerinden, yapma."
Sıkıntılı bir öfleme eşliğinde ellerini yüzünden geçirdi. Eridi katılığı. Çaresiz, düşünceli bir tavır aldı yerini.
"O kadar kolay değil." dedi. "O kadar basit değil."
"Kolay ya da basit olmadığının farkındayım."
Beni affettiğinde, susacak içimdeki acı dolu çığlıkları martıların. Yalnızlık kelimesi yok olmuş ırkların tarihe karışmış dilleri gibi unutulmuş bir kelime olacak artık hafızalarda. Ne izi ne tozu.
"Çıkmazdayım. Kendimle çelişiyorum."
"Nasıl?"
"Bir yanım seni affedip, geçmişi geçmişte bırakmak istiyor. Bir yanım bile bile yaptığın bu hatayı hiçbir zaman affedemeyeceğimi söylüyor." diye itiraf etti.
"Çözüm de sensin, çözümsüzlük de."
"Beni bir kez daha hayal kırıklığına uğratmanı göze alamam."
"Haklısın." Ve uğratacağım. "Yemin ederim ki tüm varlığımla çabalayacağım bizim için ama seni hayal kırıklığına uğratmayacağımın sözünü veremem."
"Buna rağmen mi affedeyim seni? Göze alarak mı?"
"Evet buna rağmen. Aşk böyle bir şeydir çünkü, birbirimizin ya mucizesi oluruz ya da felaketi."
Burukça gülümsedi.
"Veya her ikisi birden."
"Veya. Varsın olsun. Ben varım. Ben senin benim felaketim olmana da varım. Yaşamadan bilmemizin imkanı var mı? Yürümeyecekse veya sonu kötü bitecekse de ben razıyım. Seninle savaşmakta seni sevmeye dahil. Sen de yaşanabilecek güzel günlerin uğruna benden gelecek herşeye razı olamaz mısın?"
"Biliyor musun? Kısa zaman önce, seni benimle birlikte olmaya ikna etmeye çalışırken, deli olan benim sanıyordum, hayal peşinde koşup sana neden olabileceğimize dair cümleler kuran bendim. Şimdi şu cümlelerine bakıyorum da sen daha manyaksın benden."
"Olabilir. Olabilirim. Potansiyellerimi seninle keşfediyorum."
Bir gülümseme daha geçti yüzünden, kısa sürdü. Tüm korkutucu belirsizliğine ve her an herşeyi söyleyebileceğini hissetmeme rağmen inceleyen bakışlarının düşünceli sessizliğinde durgunlaştı. Ne düşündüyse kendi içinde, kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı ağır ağır.
"Garip bir zehrin var senin, olmazı oldurur gibisin. Yine de kesin konuşamam hiçbir şey için. Belki de hiç kabullenemeyeceğim. Bugüne kadarki kendimi tanıyorum, affedemeyeceğimi biliyorum. Ama seninleyken kendimi tanıyamıyorum. Bir yolu var mı birlikte görelim. Bir arada kalalım ama adını koymayalım. Akışına bırakalım bir süre."
"Hem birlikte gibi hem de değil gibi mi?"
"Hayır İpek, daha çok birlikte değil gibi. Arkadaşlığa daha yakın."
Yüreğimden bir parça kopup gitti o an. Eminim yüzüme de yansımıştı. O da kötü görünüyordu ama benim aksime çok daha kararlıydı.
"Elimden gelenin en iyisi bu."
"En iyisi bize tanıdığın bu bir aradayız ama sadece arkadaşız hali mi?"
"Daha kötü alternatifler de mevcut."
"Peki." dedim.
"Ne peki?" dedi.
"Peki. Kabul ediyorum. Sen nasıl istiyorsan."
İyice suratını astı.
"Ne bekliyordun Atlas?" diye çıkıştım. "Olmaz deyip çıkıp gitmemi mi?" diye dert yandım.
Gözleri boşluğa dalmış gibi öylece durdu.
"Sen bitirmişsin çoktan." dedim ansızın göğsüme bir ok yemiş gibi yanarak. "Ben de oltaya geldim hemen kabul ettim. Arkadaş olmaya alıştırmaya çalışacaktın, değil mi? Anlamamakta ısrar ediyorum."
Yerimden fırladım.
"Ben en iyisi gideyim." dedim.
O da fırladı.
"Bu havada, bu saatte gidemezsin hiçbir yere."
"Giderim ve gidiyorum." dedim bir telaş.
"Gidemezsin." diyerek yakaladı kolumu.
Evin girişinde, aynı sahne, bilmiyorum kaçıncı kere tekrarlanıyordu. Fakat artık ne o aynıydı ne de ben. Ateşe değmiş gibi geri çekildim.
"Birbirimize dokunmayalım, olur mu?" dedim gözlerimi dudaklarının muhteşem kıvrımlarından zorlukla uzaklaştırarak. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çabaladım. O da geri çekilip boşlukta kalan elini salon kapısının pervazına yasladı.
"Tamam dokunmayalım." dedi. "Ama lütfen sakinleş. Çocukça tepkiler verme. Medeni iki insan gibi konuştuk herşeyi. Bundan sonrası sadece zaman. Bilerek söylemedim ben de ilk kez tecrübe edeceğim."
Herşey son derece saçma görünüyordu gözüme içinde bulunduğumuz o an. Yine de isyan etmedim. Daha fazla yangına körükle gitmedim. Durdum öylece.
"Kalacak mısın?" diye sordu.
İsteksizce kafamı sallayarak onayladım.
"Sabah erkenden gideceğim ama. Öğleden sonra sınavım var. En azından birkaç saat bakmam lazım."
"Benim de sabah erken sınavım var. Okula birlikte gideriz."
Değiştirilmez ve değiştirilmesi teklif edilemez ısrarı karşısında gözlerimi devirip, bir kez daha onu onayladım.
"Çok yorgunum. Uyumak istiyorum artık. Uyuyabilir miyim?" diye sorduktan sonra, koridora döndüm, tuvalete gitmek üzere banyoya doğru yöneldim. Gerilimi başlattığımız hızla sonlandırmıştık ki sanırım bu da bize dair bir klasikti artık.
"Olur." dedi beklemediğim şekilde peşimden gelerek. "Yarınki sınavın ne?"
"Yine başlama." dedim hemen.
"Sadece soruyorum."
"Sorma. Söylemeyeceğim."
Banyonun kapısına elini dayayıp beni duvarla kolunun arasına alması sadece bir göz açımlık süre tutmuştu. Gözlerini ısrarlı bir tavırla kıstı.
"Söyle."
"Hayır söylemeyeceğim. Her cevabımdan bir çıkarım yapmandan bıktım."
"Şu an ne gibi bir çıkarım peşinde olabilirim?"
"Ders çalıştırmak? Sınav sorularını vermeyi teklif etmek?"
"Hangisi senin kötülüğüne peki? Anlamadım da ben."
"Anlamadın zaten."
"Anlamadım, öyle mi?"
Aramızdaki mesafe tehditkar oranda azalmıştı. Tüm dünyam kısık gözlerindeki heyecan verici ışıltılardan, kaçınamadığım yakınlıktaki dudaklarından ve teninin içimi kıpırdatan kokusundan ibaretti bir kez daha. Sadece bir an için gözlerimi kapasam, parmak ucumda birazcık yükselsem, birbirimize değmemiz an meselesiydi. Fakat yapmadım. Hızla inip kalkan göğsümdeki çılgın kuşları yatıştırdım.
"Dokunmak yok demiştik." diye uyardım. İki elini teslim oldum dercesine havaya kaldırarak geri çekildi. Daha o anda tişörtünden tutup onu kendime çekme içgüdüme zorlukla hakim oldum.
"Bunu sen istedin." dedim. Ve kendime, yüzündeki ifadeyi ikinci kez yorumlama fırsatı tanımadan banyoya kapandım.
Çıktığımda, yatak odasının ışığı açıktı. Göz ucuyla içeri baktım, baza olan yatağının altından çarşaf ve nevresim çıkardığını gördüm.
"Napıyorsun?" dedim.
"Kendime çıkardım. Sen burada benim yatağımda yatarsın. Ben de salonda."
"Tamam, iyi düşünmüşsün." dedim tamamen aksine düşünmeme rağmen. Tepeden tepeden bakarak kafasını salladı.
"İyi geceler." dedi kapıya yönelerek.
"İyi geceler." dedim ben de.
"Bir ihtiyacın olursa seslen."
"Olmaz merak etme."
Saatler geçmesine rağmen, dışarıdaki fırtınayı dinliyor, sabit gözlerle tavanı izliyor ve kesinlikle uyuyamıyordum. Biraz daha çabalayıp, yatağın içinde dönüp dolaştıktan sonra pes ederek kalktım. Mümkün olduğunca sessiz adımlarla mutfağa yürüdüm. Lambayı açmadan, dışarıdan yansıyan sokak lambalarının ve anlık belirip kaybolan şimşeğin ışığında bulaşıklıktan bir bardak aldım ve sürahiden su doldurdum. Mutfak camından dışarıdaki yağışı izleyerek ağır ağır suyu içtim. Evin içi tişörtle durulabilecek kadar sıcaktı fakat dışarıdaki fırtınayı izlemek insanın içini üşütüyordu. Boş bardağı lavaboda çalkalayıp aldığım yere bıraktım. Parmak ucuna basarak salona doğru yürüdüm. Atlas'ı üçlü koltukta uyur halde bulmayı bekliyordum ama orada değildi.
Tekli koltuğu yerden tavana uzanan salon camına doğru çevirmiş, o da sessizlik içinde dışarıyı izliyordu.
"Uyumamışsın." dedim. Yavaşça bana doğru döndü. Uykusuzluktan gözleri küçülmüştü yine de uyuyabilecekmiş gibi görünmüyordu.
"Düşünüyordum." diye cevap verdi.
Tereddütsüz adımlarla yürüyüp yanındaki koltuğa oturdum.
"Anlatmak ister misin?"
İçini çekip kafasını iki yana salladı.
"Seninle ilgili değil."
"Benimle ilgili olması önemli değil."
"Şaşırtıcı oysa ki, sana göre herşey seninle ilgili."
"Yanılıyorsun. Seninle ilgili herşeyi öğrenmek istiyorum."
"Daha önce bir kez içimi açmayı denedim sana. Sonu nasıl bitti biliyoruz. Yeniden güvenimi kazanman kolay değil."
"Peki ya bizim zamanımız yoksa?"
Tersini iddia etmesini bekliyordum. Tıpkı Yunan heykelleri gibi gençliğin ve yakışıklılığın simgesi bir bedene sahipken zamanın geçiciliği onu hiç korkutamazmış gibi görünüyordu. Birbirimiz hakkında bildiğimizi sandıklarımız nasıl da yanılsamalardan ibaretti. Biz karşılıklı iki koltukta oturmaya devam ettik, kıpırdamadık dahi. Fakat ruhlarımız bir adım daha yaklaştı birbirine. Güzel yüzü söylediğime katılıyormuşçasına hüzünle buğulandı.
"Haklısın." diye mırıldandı. "Yenemediğimiz en büyük düşmanımız kendimiziz. Yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot misali bu halim."
"Ben kendimden vazgeçtim çoktan. Sen de kendinden vazgeç benim için."
"Ve bu herşeyi telafi eder öyle mi?"
"Sen ve ben yerine biz olmak, herşeyi değilse de birçok şeyi telafi eder."
"Etsin öyleyse."
Öne eğilip kollarını uzattığında bir an bile duraksamayıp yerimden fırladım. Kucağına kollarına sığındım. Yüzümü büyük elleri arasına aldı. Yanaklarıma usul usul öpücükler kondurdu. Bende ellerimi onun yanaklarına dayadım. Sıcacıktı yüzü. Sıcacıktı kucağı. Biz bir aradaydık ve herşey karman çormandı.
"Sen benden daha az yaralı değilsin, biliyorum. Hissediyorum. Elimden geldiğince sana iyi gelmek istiyorum." dedim. Tüyden hafif bir dokunuşla birlikte dudaklarına uzandım. Daha birbirimize değdiğimiz anda, karanlığı karanlığıma karıştı. Kopkoyu bir tutku içimizi dolduran acıya bulaştı. Öpüşümü öpüşüne emanet ettim. Gitgide derinleşti teması. Gitgide yoğunlaştı. Gitgide...elleri tişörtümün içine geçip vücudumda keşfe başladığında hiç kaçınmadım. Daha bir sokuldum yakınına. O da bir iç çekişle birlikte daha da çekti beni kendine doğru. Hani içine katarcasına sevmek dedikleri bir şey vardı ya, işte bu oydu. Bu aşkın bir rengi varsa eğer o renk katran karasıydı. İkimiz de aşırı mutsuzduk, henüz çözülmemiş ve çözülmesi çok güç bir durumun içindeydik. Fakat ikimizin de delicesine ihtiyaç duyduğu tek şey de birbirimizdik. Bu yüzden şüpheye yer kalmadı dokunuşlarımızda ve ben ona karşı savunmasız kalmaktan ya da yarın ne olacağından bu kez hiç korkmadım. Soluksuz bir telaşla çıkardım üzerimdekileri. Atlas kafasını göğüslerime eğerken kendimi geriye verdim.
Gecenin çığlıkları arttı. İçimdeki yangın arttı. Aklımı başımdan alan bir histi bu. Parmaklarımı saçlarının arasına gömdüm. Kafasını kendime daha çok bastırdım. Çok sürmedi. Tekrar yükselip gözlerimin içine baktı. Soru sormadı, gerek de olmadı, kafamı sallayarak onu onayladım. Beni kucağından indirmeden ayağa kalktı. Güçlü kollarına tutunarak kucağında da kalabilirdim. Yine de indirmesini istedim ve elinden tutarak yatak odasına doğru onunla birlikte yürüdüm.
Yatağın başında, tişörtünü çıkarmasına yardım ettim. Elleri sırtımdan kavrayıp beni bir kez daha kendine doğru çekerken ellerimi göğsünde, omuzlarında, yüzünde dolaştırdım. Öpüşünün gittikçe artan heyecanıyla birlikte birbirimize kenetlendik bir kez daha. Yavaşça geriye eğerek yatağa uzanmamı sağladı. Göz açıp kapayıncaya kadar sürede eşofmanımı çıkardım. Onunkinden de kurtulmamız daha uzun sürmedi. Karanlığın ortasında hala iç çamaşırlarımızlaydık. Üzerime eğilmeden önce kısa bir an için onun bedeninin de heyecanını dışa vurumunu gördüm ve kendi heyecanımdan beynim uyuşarak gözlerimi yukarı diktim. Yeterince cesur muydum? Onunla sonuna kadar gidebilecek miydim? Bütün cevaplarım tereddütsüz bir evete uzanıyordu. Bu yüzden, yanıma yasladığı bir eliyle yataktan güç alırken diğer eli iç çamaşırımın içine uzandığında gözlerinin tam içine baktım.
Bana dokunduğunda, karardı gözlerim yine de kapanmadı. Israrla aşkla bana bakan gözlerine tutundum.
"İpek..." dedi, adımın döküldüğü dudaklarına uzandım. Kısa bir öpüşün ardından bozdu teması. "Sana sahip olmak istiyorum."
Yüzünün ifadesi, isteğinin tutkuya bulanmış telaşını yansıtıyordu. Ben de farklı durumda değildim.
"Ol öyleyse." dedim. "Çünkü ben de sana sahip olmak istiyorum."
Belli belirsiz bir gülümsemeyle birlikte yüzünü boynuma gömdü. Ne yaptığını bilen parmakları, bedenimin en mahrem noktalarını keşfederken, dudaklarının hassas dokunuşuyla birlikte daha fazla dayanamayacak gibi oldum.
"Atlas..." diye sayıkladım. Yetmedi bir daha bir daha sayıkladım. Nasıl olduğunu nereden geldiğini anlayamadığım bir titreme sardı bütün bedenimi. Elini hiç çekmedi. Her ne kadar dayanamıyormuş gibi hissetsem de ben de çekmesini istemedim. Aksine eline sımsıkı yapıştım. Ve o devam etti. Şiddeti bir şehri yıkacak güçteki kişisel depremim kıyıları vurduğunda, sevdiğim adamın elinin altında darmadağın oldum.
Dudaklarını boynumdan çekti. Titrememin şiddeti git gide azalırken kararan gözlerimi açık tutmak artık imkansıza eş değerdi. Bilincim şimdi çok uzaklarda beni terketmiş haldeydi. Hemen sona ermedi. Bu esnada o sabırla kendime gelmemi bekledi. Gözlerimi yeniden açtığımda gördüğüm bakışlarının yoğunluğuyla evrenin hiç bilinmedik hiç keşfedilmedik sırlarını keşfetmiş bir kaşif gibi hissettim. Büyülendim. Tek kelimeyle büyülendim.
Öylesine şaşkındım ki konuşamayacak haldeydim. O ise şöyle söyledi;
"Tek bir hatanı daha kabul edemem İpek. Tek bir hata daha yaparsan bu kez affetmem."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top