Kaç Ya da Savaş
Eve döndüğümüz ilk gece yorgunluktan pestilimiz çıkmış bir haldeydik. Geniş ve rahat salon koltuğunun bir ucuna ben kıvrılmıştım, diğer ucunda Atlas yarı oturur yarı yatar vaziyetteydi. Tutuşan ellerimiz bizi koltuktan devrilmekten alıkoyuyordu. Evin girişinde yere bıraktığımız çantalarımız hala aynı yerde duruyordu. Yapılacak işler dizi diziydi ama şahsen beni yerimden kaldırmak için vinç gerekiyordu.
"Duşa girmemiz lazım." diye sayıkladı Atlas.
"Evet evet tabi." diye cevap verdim.
"Ölüyorum açlıktan." dedi bir süre sonra.
"Ben çoktan öldüm bile ama sebebi açlık değil." diye cevap verdim. Tuttuğu elimden kararlı bir şekilde çekince sağdan sola doğru devrildim ve yüzümü tam olarak Atlas'ın kucağında buldum. Karın kasları yastık olarak kullanmak için fazla sertti. Normalde şikayet ettiğim söylenemezdi yine de değdiğim gibi sıçrayarak yerimden doğruldum. Atlas kıkırdadı.
"Ayıldın bakıyorum."
"Çok kötüsün."
Uzaklaşmama izin vermeden yakınlığımızı arttırarak beni kollarının arasına çekti. Yüzlerimiz birbirine değerken,
"Hiç de bile." diye mırıldandı o boğuk genizden gelen sesiyle. Kedi gibi kıvrım kıvrım olmayı istememe sebep olan ses tonu karşısında söyleyecek sağlıklı bir şey bulamayarak anlamsız bir "Hmm." sesi çıkardım.
"Ne yapalım biliyor musun? Sen şimdi duşa gir. Ben pizza siparişi vereyim. Sonra duşta sana katılayım." Son cümlenin etkisinde kaskatı kesilirken gözlerine bakmadım. Atlas eğleniyordu. "Noldu? Dağda zirvelere ulaşmaktan bahseden ben miydim?"
"Ulaştık ya o zirvelere." dedim. Kıkır kıkır güldü. "Fikrim değişmedi. Sadece senin kadar alışkın değilim." dedim. Hafifçe kaşlarını çattı.
"Ne demek şimdi bu?"
"Senin gibi tecrübeli değilim."
"Bunun farkındayım." dedi. Gözlerinde yeniden o oyunbaz parıltılar belirmişti. "Bazen kendine çok güveniyorsun. Şimdi olduğundan daha cesur, daha gözükara oluyorsun." Elini yanağımda gezdirerek yüzüne bakmamı sağladı. "Bazense ödün patlıyor. Açık bir kitap gibisin, vücut dilin herşeyi ele veriyor." Yanağıma değen parmaklarının dokunuşu tüylerimi tatlı tatlı ürpertiyordu. Elini çekti. Ardından bir öpücük kondurdu. "Yanaklarına bayılıyorum, o kadar yumuşak ki."
İçim çekilerek yanağımı yanağına yasladım. Kendisinin de kolaylıkla analiz ettiği üzere bugün ödümün patladığı gündeydim. Ayrıca bayılacak kadar yorgundum. Yüzümü boynunun kuytusuna o en sevdiğim yere gömdüm. Sonsuz derecede huzurlu hissettiğim bu yerde saniyeler içerisinde uyuyakalabilirdim. Atlas bana bir süre sarılmaya devam etti. Uykunun derinliklerine usul usul çekiliyordum ki,
"Boyun böceğim oradan çıkar mısın artık? Sana kıyamıyorum ama gerçekten açlıktan ölecek gibiyim." diye söylendi.
Mızırdanarak geri çekildim.
"Haydi duşa." diye üsteledi. İstemeye istemeye ayaklandım.
"Geliyor musun?" diye sordum. Gülerek kafasını iki yana salladı.
"Şaka yapmıştım. Beni ne sanıyorsun sen Thor filan mı?"
"Evet." dedim kaşlarımı çatarak. Tam olarak öyle sanıyordum işin aslı.
"Bence beni gaza getirmen için doğru bir zamanda değiliz." dedi ve muhtemelen haklıydı.
"Öyle olsun bakalım. Öyle olsun." diyerek şakadan bir iç çektim ve banyoya doğru yol aldım.
Yarım saat içerisinde pizzalarımız gelmişti. Saçımdan akan suları kurulayarak masaya oturdum. Benden sonra hızlıca girip çıkan Atlas da saçlarını kurutmamıştı. Islakken koyulaşan saç rengine bayılıyordum. Bir süre yemek yemek yerine hayran hayran onu izledim. Bakışlarımı farkettiğinde bir süredir pizzaya gömülmüş haldeydi.
"Yesene hayatım."
"Ben çok aç değilim."
"Yorgunluktan öyle hissediyorsun. Ye biraz." Elime bir dilim alıp beş dakika kadar kemirdim. Artık kafam masaya düşecek gibiydi.
"Haydi uyuyalım, sen bittin iyice."
Kafamı masaya dayadım. Ne sayıkladığımı bilmiyordum, Atlas'ın gülen sesini duydum.
"Ne dedin sen?" Gözlerimi açtım.
"Ne dedim?"
"Saunaya girmeyecek miyiz dedin sanırım."
"Öyle mi dedim?"
"Bana öyle geldi." Bariz gülüyordu artık. "Gireriz tabi. Yarın gireriz. Güzel bir uyku uyuyup uyanalım, herşeyi yaparız."
Ellerimden tutarak kalkmama yardım etti.
"Yarın okula gideceğim." dedim. "Okuldan sonra Sedef'le buluşacağız."
Biraz şaşırarak ensesini kaşıdı.
"Tamam. Ama sonra buraya geleceksin, değil mi?"
"Fazla iznim kalmadı. Yurda gitmem lazım."
"Artık yurtta kalmanı istemiyorum."
"Ben de öyle." dedim çabukça. "Yarın Sedef'e hala benimle eve çıkmak isteyip istemediğini soracağım. Maddi olarak zorlayacaksa da yurtta kalmaya ben de tahammül edemiyorum artık."
"Sedef'le o seviyeye geri geldiniz mi?"
"Tam olarak değilse de... Yani, sadece ev arkadaşı olabiliriz. Benden nefret etmediği sürece sorun olacağını sanmıyorum. Benim açımdan teklif edebileceğim ondan daha yakın bir arkadaşım yok." Kulağa acınası geliyor olmalıydım. Atlas düşünceli görünüyordu.
"Sedef Tunç'la hala görüşüyor olabilir."
"Bana arkadaş mesafesinde sabitlediklerini söyledi ama farklı şekilde de olabilir. Bize ne bundan?"
"Birlikte eve çıkarsanız o eve Tunç'ta gelebilir." Şimdi anlamaya başlamıştım. Yatak örtüsünü kaldırıp bitkin vücudumu yatağa bıraktım.
"Gelmemesi gerektiğini söylerim ki bence bunu Sedef de istemeyecektir."
Atlas yanıma uzandı. Sessiz kaldığı bir süre boyunca ellerini başının ardında birleştirip tavana baktı. Bir süre sonra gecenin karanlığında sokaktan yansıyan ışığın aydınlattığı gözlerinde dev soru işaretleriyle bana doğru döndü.
"Benim yanıma taşınsana."
Fakat bu bir soru değildi. Üç kelimeden ibaret bir önermeydi. Kalbimde yarattığı çarpıntı etkisi yüksekti. Atlas ve ben aynı evde, diye düşündüm. Yemek yapıyoruz, film izliyoruz, hiçbir yere yetişme telaşı yaşamıyorum, zamanı hesaplamıyorum. Bütün vaktim onun ve onunki de benim. Atlas'la hayatı paylaşmak fikri gerçek olamayacak kadar güzeldi. Fakat aynı zamanda bende tarifi güç bir panik hissi yaratmıştı. Fazla ciddiye almayarak,
"Sen ciddi misin?" diye sordum.
"Evet." dedi. Gayet ciddiydi.
"Ne yazık ki mümkün değil."
"Nedenmiş o?"
"Anneme henüz bir sevgilim olduğunu bile söyleyememişken onunla aynı evde yaşayacağımı hiç söyleyemem."
"Başlangıç olarak ona bir sevgilin olduğunu söyleyebilirsin." diye önerdi. Kafamı iki yana salladım.
"Endişelenir. Çok soru sormaya başlar."
"Kısa ve basit cevaplar verirsin."
"Annemle bu diyaloglara girmek istemiyorum."
"Öyleyse girme."
"Yalan mı söyleyeyim?"
"Hiçbir şey söyleme."
"Peki ya beni ziyarete gelmek isterse?"
"Evden giderim." dedi omuz silkerek.
"Salondaki tüm o fotoğraflar, madalyalar ve kar leoparı ödülüyle birlikte mi?" diye sordum.
Biraz düşündü. Gerçek bariz şekilde ortadaydı.
"Sanırım şimdilik Sedef'le eve çıkma kılıfını kabul etmek zorundayım." dedi pes ederek. Ellerimi saçlarının arasına geçirip yaramaz bir çocuğu sever gibi saçlarını karıştırdım.
"Arada bir uzlaşmak güzel oluyor."
"Şimdilik." dedi vurgulayarak. "Bu konuyu yeniden konuşacağız." Kafasının içindeki o çözüm arayışıyla dönen çarkları görür gibiydim.
"Asla yenilme ama asla." diye söylendim. Kollarının arasına çekerek burnunu burnuma sürttü.
"Söyle Sedef'e eğer eve çıkmayı kabul ederse o kapıdan içeri Tunç'un parmağı giremez."
*********************
Sedef teklifimi olumlu karşıladı. Hala eskisi gibi değildik, belki de hiçbir zaman olamayacaktık fakat yaşananların ardından ikimiz de yapıcı adımlar atmış, iyi yönde yol almıştık. Onun da beni hala bir şekilde okuldaki en yakın arkadaşı olarak kabul ettiğini hissedebiliyordum. Haketmediğimi bildiğim halde bana verdiği bu değere minnettardım.
"Ben bir süredir tek başıma çıkabileceğim evler bakmaya başlamıştım. Ama maddi olarak üstesinden gelebileceğim bir yer bulamadım. Seninle çıkmayı isterim tabi ki. İkimiz için de kolaylık olur. Birbirimizin huyunu suyunu tanıyoruz. Seninle eve çıkmaya dair görüşümü zaten biliyorsun."
"Belki fikrin değişmiştir diye düşünmüştüm, olan bitenlerden sonra."
"Hatırlatmazsan daha iyi olur İpek. Hala ardımda bırakmaya çabalıyorum. Ama senin de dediğin gibi oldu bitti hepsi."
"Anlayışlılığın için teşekkür ederim."
"Yine başlama lütfen. Binlerce kez özür diledin. Binlerce kez de teşekkür ettin. Yeter bence artık normal olmaya çalışalım olur mu? Yani olabildiğince."
"Anlaştık."
"Şimdi. Benim bulduğum evler..."
Onun önceden araştırdığı birkaç ev vardı. Hepsi aynı muhitte ve okula yürüme mesafesindeydi. Kiraları da aşağı yukarı aynıydı. Ertesi gün yeniden buluşup evleri görmeye gitmek konusunda sözleştik. Sedef'in yanından ayrıldıktan sonra annemi arayıp eve çıkma planımı anlattım. Sedef'i iyice tanıyıp tanımadığım konusunda endişeleri vardı. Aynı soruları Sedef'in annesi de soruyor mudur acaba diye düşündüm. Soruyorsa eğer hiçbir anne kızının benimle aynı evde kalmasına izin vermezdi. Annemin manevi endişelerini yatıştırdıktan sonra sıra maddi endişelerine geldi. Yıllar yılı kendine yetmeye çalışmakla o kadar yorulmuştu ki koşulları zorlayacak her adımdan ürküyordu. Kendince haklıydı belki de ama beni bu endişeler boğuyordu. Az bilmesi her anlamda daha iyiydi. Derin bir nefes alarak olurunu olmazını bilmesi gerektiği kadarıyla sıraladım. Biraz daha konuşup telefonu kapattık.
Nasılsa yurttan ayrılacağım kesinleştiğine göre kalan izinlerimi takmama gerek kalmamıştı. Bu yüzden akşam yeniden Atlas'a gitmeye karar verdim. Geleceğimi önceden haber vermemiştim. Kapıyı açıp da beni gördüğünde yüzünde beliren o tatlı gülüş beni benden alıyordu. Onunla mutlu olmaya alışmak öylesine kolaydı. Akşam yemeğini hazırlamak üzere birlikte mutfağa girdiğimizde birbirimize günün detaylarından bahsetmeye başladık. Sedef'in bulduğu evlerden birini tutmaya karar verirsek, maddi koşulları sağlamak için yeni bir iş bulmam gerektiğini söylediğimde önerisi,
"Sana ben destek olabilirim." oldu.
"Atlas." dedim kafamı iki yana sallayarak.
"İstemeyeceğini biliyordum. Bu yüzden başka bir teklifim var." dedi. İşte şimdi ilgimi çekmişti. "Bizim kulüpte çalışmaya ne dersin? Hocalara yardımcı olarak filan."
"Sana yardımcı olarak." diye düzelttim. Bildiğim kadarıyla Tunç hala kulübün hocalarından biriydi ve Atlas'ın onunla çalışmamı isteyeceğini hiç sanmıyordum.
"Evet, kabul. Bana yardımcı olarak." Arsız arsız sırıttı. "Haftasonları beyaz yakalıları trekking'lere ve tırmanış eğitimlerine götürürüz birlikte. Hafta içi okuldan sonra çocuk bakmaya ya da kütüphaneye gitmene gerek kalmaz. Böylece derslerine istediğin kadar vakit ayırabilirsin."
Cazip bir teklifti. Yine de anlaşmayı sağlam yapmakta fayda vardı.
"Ne kadar kazanacağım?"
"Evle ilgili masraflarını karşılarım. Annenin yolladığı da sana harçlık olur."
"Anlaştık." diyerek elimi uzattım. Elindeki fırın eldivenini çıkardı. Eğlendiği açıkça belli olan bir ifadeyle elimi sıkarken;
"Tabi iş için uygun olduğunu kanıtlarsan. Deneme süresi diye bir şey var malum." dedi.
Elimi geri çektim.
"Çok adisin."
"İş hayatının acımasızlığından haberin yok herhalde senin."
"Ne zamana kadar deneme süresinde olacağım?"
"Bu haftasonu bir doktor grubu geliyor. Onlarla olan etkinlikte kararımı veririm." Hala keyifli keyifli sırıtıyordu.
"Öyle olsun."
"Öyle zaten. O maydanozları daha küçük doğra. İnsan yiyecek onu."
Dil çıkardım, sonra güldüğümü gizlemek için önüme döndüm ve dediğini yaptım.
Ertesi gün ders çıkışı Sedef'le buluşup üç ayrı eve baktık. İlk ikisi internetteki fotoğraflarda göründüğünden daha bakımsızdı. Üçüncüsü her açıdan ideal görünüyordu. Emlakçıyla hafta sonu kira sözleşmesi yapmak üzere anlaştık. Evleri dolaştığımız bütün bu süreçte Atlas adım başı arayıp bilgi almıştı. Hafta sonu sözleşme imzalarken de gelmek istiyordu. Onunla konuşurken Sedef'in dikkatli bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Bu gece yurtta kalacaktım. İşimizi bitirince birlikte yemek yemek üzere kampüse döndük. Siparişlerimizi verdikten sonra Sedef daha fazla ertelemeyip,
"Atlas'la tamamen düzeltmişsiniz." diyerek konuyu açtı. "Düzeltmekten de ötesine geçmişsiniz hatta." Yüzündeki yarım gülümseme karşısında kendimi mahcup hissettim.
"Eh işte, herşey bildiğin gibi." diye geçiştirdim.
"İyi olmanıza seviniyorum." derken samimi görünüyordu. "Ona herşeyi anlatman ikiniz için de en iyisiydi."
Bir anda yumruk yemiş gibi oldum. Sedef aynı tatlılıkla gözümün içine bakıyordu. Fakat artık ifadesi çok daha tehditkar hissettiriyordu.
"Anlattın değil mi?"
Sedef'in beni, eğer ben anlatmazsam kendime dair gizlediğim herşeyi Atlas'a anlatmakla tehdit edişini tamamen aklımdan çıkarmıştım. Yaşadığım ikilemleri, neden söyleyemediğimi anladığını ve bu işin peşini bıraktığını sanıyordum. Fena halde yanılıyordum. Gözlerindeki o bakış ne kadar kararlı olduğunu kanıtlıyordu. Bana adımlarımı doğru atmazsam göz açıp kapatıncaya kadar neler kaybedebileceğimi hatırlatırcasına bakıyordu.
"Evet." dedim sesim titremeden. Beynimde çakan panik sinyalleri tüm şuurumu yerine getirmişti. İnsanın iki temel içgüdüsü vardı: Kaç ya da savaş. Bugün kaçıyor gibi görünüyordum ama aslında büyük bir savaşın içine doğru kollarımı sıvayarak koştuğumu henüz farketmiyordum.
"Güzel." dedi Sedef aynı netlikle. "Dürüstlük güzel şey. Bundan sonrası çok keyifli olacak."
Nedense o an için onunla aynı hisleri paylaşamıyordum.
Şarkı: LP - Lost On You
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top