Israrlı Bir Telefon
Sevgili @ediediedi09 bu bölüm senin için. Doğum günün kutlu olsun :)
Ellerim boğazıma yapışmış, gözlerim iri iri olmuş bir halde uykudan sıçradım. Yerimden fırladım ve karanlıkta odada nefes alabilecek bir aralık, biraz olsun temiz hava bulabilmek üzere ileri geri yürümeye başladım. Nihayet camı gördüm, kafamı camdan dışarı çıkardım. O an için atlarsan nefes alabileceksin deseler, camdan aşağı bile atlardım.
Benimle birlikte uykusundan sıçrayan Hande bağırarak söyleniyordu.
"Yetti be senin şu uykudan uyanmaların. Valla canıma yetti yeter. Yarın gidiyorum müdüriyete şu deliyi yanımdan alın diye dilekçe veriyorum. Kalbime indi Allah canımı alsın ya. Her defasında aynı şey. Alışamadım yok, alışılır yanın yok ki." Söylenirken bir yandan yanıma gelmişti. "İyi misin? Derin derin nefes al. Derin derin. Alıyorsun bak işte. Güzel. İyisin. Derin nefes. Hemen geliyorum." Koridordaki sebilden bir bardak su alıp odaya döndüğünde biraz kendime gelmiş haldeydim.
"Gidiyorum yakında. Kurtuluyorsun benden." dedim.
"Nereden çıktı o ya? Ben uykudan sıçrayınca öyle bir anda boş konuştum."
"Yok sen haklısın. Ben de olsam ben de uğraşmazdım benimle." Uzattığı suyu içtim. "Teşekkür ederim."
"Rica ederim de ama ya ben ciddi değildim söylediğimde. Vermeyeceğim dilekçe filan. Sen gidersin şimdi daha delisi gelir. Bilemezsin risk kutusu. Sana razıyım ben."
Güldüm. O da güldü.
"Eski oda arkadaşımla birlikte eve çıkıyoruz." diye açıkladım. Kaşları eğildi.
"Yaa. Hayırlısı olsun. Aranızı düzelttiniz demek."
Beni uykulardan uyandıran kötü bir kabus değil, Sedef'le akşamüzeri yaptığım son derece gerçek olan o konuşmaydı. Hal böyleyken ne kadar düzelttik denebilirdi, tartışılırdı.
"Pek öyle denemez ama eve çıkmak eskiden beri konuştuğumuz bir konuydu. Yeniden gündeme geldi. Ben daha ziyade dışarıda kaldığım her gece için izin almaktan ve yurt kurallarından bunaldım."
"Sen de haklısın tabi. Sevgilin mi var derdin var."
"Bak o doğru işte. Kusura bakma seni de gece gece ayağa diktim. Hadi uyuyalım."
"Önemli değil cidden. Ben alışkınım, bakma söylediklerime."
"Nasıl?"
"Yaşça benden epey büyük bir ablam var benim. Nişanlısı askerdi, şehit oldu. Ben burayı kazanmadan önce evde aynı odada uyurduk. Çok geceler sana benzer şekilde uykusundan uyanışına şahit oldum."
"Çok üzüldüm. Başınız sağ olsun. Zaman yaralarına iyi gelir umarım."
Buruk bir gülümsemeyle birlikte omuz silkti.
"Umarım."
"Benim de babamı kaybettikten sonra başladı. Yıllar oldu, geçti sanıyordum. Bir süre önce yeniden başladı."
"Doktorlar da çok sevdiğin birini kaybettikten sonra başlıyor genelde diyorlar... ölüm korkusu bu, kaybetme korkusu. Seni de yeniden tetikleyen bir şey olmalı."
Gecenin orta yerinde Hande'yle bu konuyu konuştuğuma inanamıyordum.
"Sanırım sebebinin ne olduğunu biliyorum." dedim.
Fakat Hande Sedef değildi. Son cümlemin üstüne gitmedi. Öylece durdu. Duracağı yeri bilen biri gibi. Yaşından olgun biri gibi. Bazı şeyler yaşamış, bazı şeyler görmüş biri gibi.
"Umarım zaman sana da iyi gelir." dedi.
"Umarım." dedim doğru olmadığını bilsem bile. "Teşekkür ederim." dedim bir kez daha elimdeki su bardağını işaret ederek.
"Önemli değil." dedi. "Artık daha iyiysen uyuyalım mı?"
"Tamam."
Hande'yle gider ayak arayı düzeltmiş olmamız biraz içimi burkuyordu. Normal zamanda benden daha az deli sayılmazdı ama zararsız kızdı ve benim için yakın saydığım insanlar kadar tehlike arz etmiyordu. Temizlik alışkanlıklarımız birbirine uymasa da, beni emanet ettiğim sırlarımla tehdit etmeyen bir Hande, her an pimini elimden kaçırıp patlamasına sebep olacağım bir el bombası kadar tehlikeli değildi. Ve o el bombasının adı Sedef'ti. Bunu yeni farketmiş olmam ise apayrı bir ironiydi.
Yatağıma dönüp uyumaya çalışmakla harcadığım bir gecenin daha sonunda yeni güne merhaba dedim. Okulda derslerin yoğunlaştığı bir zamandı. Bir dersten bir derse koşturmakla gün hızla sona erdi.
Cumartesi sabahı erken uyandım. Bulutlu serin bir gündü. Üzerime tırmanışa uygun kıyafetlerimi ve ince bomber ceketimi giyip yurdun kapısının önüne çıktım. Tertemiz yağmur sonrası havasını içime çektim. Düşündüm ki, şiddetli yağmurlar dindiğinde, yorgun olur sokaklar. Yıpratıcı bir savaşın ardından galip çıkmış bir ülkenin toprakları gibi harap, bitap ama bereketli. Yeniden çiçek açmaya hazır. Yorgun ama güçlü. Yorgun ama gururlu. Yorgun ama... alıştığım motorun sesi sokağın başında belirdiğinde umutlu diye düşündüm. Yorgun ama umutlu.
Atlas'ın kaskını çıkarıp saçlarını düzeltmeye çalışmasını hiç değişmez bir keyifle izledim. Bazı şeylerden bıkma limiti olmuyordu insanın. Atlas'ın her halini her hareketini izlemek de benim için öyleydi. Yüzümdeki aptalca olduğunu düşündüğüm gülümsemeyi farkettiğinde kollarını açtı ve ben sırtına vuran bir dalganın gücüyle itilmiş gibi ona itildim. Kollarının arasına sığındım. Yüzümü boynuna gömdüm.
"Günaydın boyun böceğim." dedi saçlarımı kenara çekerek. Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı ve ben gözlerimi kapatarak,
"Günaydın." diye mırıldandım. Yumuşacık dudaklarının dokunuşu tıpkı yağmur sonrası serinliği gibi ürperticiydi.
"Atla hadi. Kulübe gidiyoruz. Kahvaltıyı da kulüpte yapacağız."
"Kulübe mi?" dedim gerilerek. Nedense kulübe gidebileceğimizi düşünmemiştim. Tırmanışa götüreceğimiz katılımcıları toplayıp doğruca etkinlik alanına geçeriz gibi gelmişti bana.
"Evet. Bir sorun mu var?"
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Kulüpte Kenan Dorukan'la karşılaşma ihtimalimiz vardı ve elbette böyle bir topun ağzına sürülmek istemiyordum.
"Biz ikimiz doğruca geçsek olmaz mı? Diğerleri araçla gelsinler."
"Nereden çıktı şimdi bu hayatım? Etkinlik öncesinde bir saatlik kısa bir eğitim vermemiz gerekiyor."
"Doğru ya." diye mırıldandım. "Ben peki kahvaltıyı dışarıda edip sonradan gelsem yanınıza?"
"İpek." dedi kaşlarını çatarak. "Sorun ne?"
Sonunda yalanın iyisinin kötüsünün olmayacağına karar verdim.
"Şimdi kulüpte baban varsa filan...hani tanımıyor ya beni. Rahatsız edici bir durum oluşur diye, sonradan..." Sesim küçüldü küçüldü yok oldu bakışlarının karşısında.
"Babam bizi yan yana görse ilk düşüneceği şey sevgili olduğumuz olmaz İpek. Yanlış anlama ama kulübün kapısından içeri giren ilk kadın türü değilsin. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız var. Buket de zaman zaman bizimle birlikte trekkinglere liderlik ediyor örneğin. Bunun için gerilmene gerek yok. Ayrıca sabahın bu saatinde orada olmayacağına garanti verebilirim."
"Tamam." dedim derin bir nefes alarak. Fakat Atlas bu işin peşini kolaylıkla bırakmayacaktı.
"Babam bizi bilse ne olacak ki?" diye sordu.
"Ben bu ailevi şeylere alışkın değilim. İlişkimize aileleri dahil etmek istemiyorum." dedim.
"Hiç mi?"
"Hiç."
Sessiz kaldı bir süre. Tereddütlü bir ifade vardı gözlerime kilitlenen gözlerinde fakat o da "Tamam." demeyi seçti bir süre sonra. Her zamanki gibi arkasındaki koltuğa oturmak üzere tırmandım ve yola çıktık.
Karaköy'ün eski arka sokaklarından birindeki binanın önünde durduğumuzda çocukluğum mideme inen bir tekme etkisiyle canlandı anılarımda. Babamla buraya geldiğim zamanlarda sekiz yaşından büyük değildim. Hala aynıydı herşey sadece biraz eskimişti son gördüğümden beri. Binanın mavi rengi. Çevresindeki dükkanlar. Girişteki iki katı kaplayan, outdoor ürünleri satan mağaza. Kulüple birlikteydi bu mağaza ve geri kalan herşey gibi Kenan Dorukan'a aitti artık. Atlas'ın peşi sıra binadan içeri girdim. Kulübün ofisleri üçünü kattaydı. Ben çocukken dördüncü yani teras katındaki küçük dairede Kaya abi yaşardı. Fakat hiç değilse bu durumun artık değiştiğine emindim.
Zihnimi dolduran çocukluğumun hayaletlerini ardımda bırakmaya çabaladım. Atlas'la birlikte üçüncü kattaki daireden içeri girdik. Sabahın erken saatinde içeride bir sürü kişi vardı. Girişteki masada oturan kız Atlas'a günaydın dedikten sonra ayağa kalkarak cana yakın bir şekilde bana elini uzattı.
"Hoşgeldin İpek. Ben Selcen. İsmimin anlamı bir doğa sporları kulübünün hayat kaynağı demek." Atlas kafasını iki yana sallayarak onaylamaz bir şekilde güldü. Kafasını çevirip içeri geçerken ben de güldüm.
"Memnun oldum. Ben de bugün Atlas'la..."
"Biliyoruz canım biliyoruz." İçerideki odalardan birinden kargo pantolonlu sweatshirtli saçlı sakallı bir genç adam çıktı.
"Artun ben. Kulübün en değerli hocasıyım." Atlas geri dönüp onun ensesine bir tane yapıştırdı.
"Herkes bir şey anasını sattığımın kulübünde. Kız arkadaşıma karşı saygılı olun. Dağıtırım hepinizi."
Hep beraber toplantı odasına geçerken ben Selcen'le birlikte geride kalmıştım.
"Nihayet tanıştığımıza çok sevindim İpek. Atlas senden hep bahsediyor. Birlikte yaptığınız kamp maceranıza bayıldım."
Atlas benden çok mu bahsediyordu? Nerede? Burada mı? Benim henüz ilk kez gördüğüm bütün bu güleç ve keyifli yüzler belli ki benim varlığımdan haberdarlardı. Sanki daha önceden tanışıyormuşuz gibi bariyersiz doğal bir tavırları vardı. Bense hızlı geçtiğimiz bu ilk tanışma adımlarına adapte olmaya çalışıyordum. Toplantı odasında birkaç hoca daha vardı. Hepsi de aşağı yukarı Atlas'ın yaşlarındaydılar. Kulübün organizasyon süreçlerine bakan Selcen hariç odadaki tek kız bendim.
"Grup kaçta geliyor?" diye soran Atlas kendini yuvarlak masanın bir ucundaki koltuğa bıraktı. Artun duvarda asılı saate baktı.
"Bir saat sonra."
"İyi hadi kahvaltı edelim."
Selcen kapıya yürürken ben de yardım için peşinden hareketlendim. Atlas sweatshirt'ümü sırtımdan çekerek beni yakaladı.
"Hayatım sen durur musun? Kulübe ilk kez geliyorsun bırak da bu denyolar misafirlerini gururla ağırlama şerefine erişebilsinler. Sözüm Selcen'den dışarı."
İlk kez değil, diye düşünsem de Atlas'a gülerek onun yanına oturdum. Denyo lafının Selcen'i kapsamadığını belirtse de Selcen kapıdan çıkarken Atlas'a orta parmağını göstermişti. Diğerleri de benzer tepkiler verdiler. Artun hepimiz için sıcak simit almıştı. Selcen çay demlemişti. Toplantı masasının üzeri şarküteriden alınma zeytin, peynir, domates ve biberlerle doldu. Herkesin birbirini insafsızca gömdüğü şakalarla karışık bir kahvaltı sürerken ansızın kapı açıldı ve içeri Tunç girdi. Konuşmalar kesilmedi hatta onunla birlikte içerideki coşku daha da arttı. Sessizleşen Atlas'ı ve Tunç'un üzerimize dikilen bakışlarını sadece ben farkettim. Atlas'ın ona gelme diyecek hali yoktu, hatta ben gelip aralarını bozmadan öncesine kadar yakın arkadaşlardı, yıllardır birlikte iş yapıyorlardı ve bildiğim kadarıyla Kenan Dorukan Tunç'u asistanı gibi yanında taşıyacak kadar seviyordu. Dolayısıyla Tunç'un da masada bize katılmasında anormal bir durum yoktu. Onu herkes seviyordu.
"Ee doktorlara ilk yardım dersini kim verecek?" diye sorduğunda herkes güldü.
"Abi o konu benim de kafamı kurcaladı ya." dedi Artun kafasını kaşıyarak.
"Bence onlar bize ders versin."
"Dersi ben vereceğim de gelsinler bakalım duruma göre sorarız." diyen Atlas'tı. Kollarını kaldırıp gerinirken ne kadar seksi göründüğünü farketmeyen sevgilime dibim düşerek baktım. Bu hareketi dışarıda bir yerlerde yapmaması için onu tembihlemeyi aklıma yazdım.
Kahvaltı sonrası çabuk bir şekilde o haftaki diğer etkinliklerin ve aylık planın üstünden geçtiler. Kimileri yatılı bir tırmanışa gidiyordu. Kiminin yabancı turist grubu vardı. Kimi trekkingleri ayarlıyordu. Atlas katılımcılar ve katılımcıların almaları gereken eğitimler konusunda bilgi aldı. Bazı etkinlikler eğitim gerektirmiyordu, bazıları bugünkünde olduğu gibi ofiste küçük bir eğitimle yürütülüyordu. Fakat tırmanış gibi bazı etkinlikler için federasyon eğitimleri gerekebiliyordu. Tamamının doğru şekilde gerçekleştiğinden emin olmaları gerekiyordu. Selcen sosyal medyayı, reklam ve pazarlamayı üstleniyordu. Herşeyin bir planı ve düzeni vardı. Babamın zamanında bu işlerin bu kadar organize yürütüldüğünü hiç sanmıyordum. Atlas'ın önderliğinde gözlemlediğim kulüp daha profesyonel bir kulüptü.
Toplantının bittiği sıralarda kapı çaldı. Selcen açmaya giderken Atlas beni elimden tuttu.
"Gel biz içeriye geçelim."
Toplantı odasının yanındaki oda müdür odasıydı. Atlas içeri girer girmez kapıyı kapatıp masanın arkasına doğru yürüdü. Kulüpte olduğu zamanlarda bu odayı Kenan Dorukan'ın kullandığını tahmin edebiliyordum. Duvarları kaplayan fotoğraflarla, posterlerle, büfenin içinde ödüllerle süslenmiş bir yerdi. Yıllar öncesine dayanan hiçbir fotoğrafta babamı görememek beni şaşırtmadı. Masanın üzerinde Kenan Dorukan'ın yıldızlı bir isimliği yer alıyordu ve bence bu herşeyi açıklıyordu.
Odaya girdiğimizden beri gergindim. Kenan'ın zamanında sahteleriyle değiştirdiği ve Kaya abinin ele geçireceğini iddia ettiği orijinal belgelerin nerede saklanıyor olabileceği her ne kadar düşünmek istemesem de zihnimi kemiriyordu. Çalışma masanın arka tarafındaki kapaklı dolabın içinde kilitli bir kasa olduğunu Atlas dolabı açtığında farkettim. İçinden bir evrak dosyası çıkardıktan sonra gözleri gözlerime kilitlendi. Bakışlarında sadece bir an için gördüğüm ya da bozuk psikolojim yüzünden gördüğümü sandığım o karanlık tavırdan hiç hoşlanmadım. Bu yüzden gözlerimi kaçırarak başka yöne bakmayı tercih ettim. O ise elindeki dosyayı bana doğru uzattı. Nedense çok önemli bir evrak sanmıştım, adeta kalbim çarparak elinden aldım oysa temel kaya tırmanışı bilgilendirmelerini içeren bir sunum dosyasıydı.
"Dersi sen vermek ister misin?" diye sorarken bakışları tanıdığım bildiğim muzip Atlas bakışlarıydı. Kendimden şüpheye düşmeye, sanrılar görmeye başlamıştım artık belli ki iyi değildim. Hemen kafamı iki yana salladım.
"Sağ ol ben almayayım."
"Deneme süresinde olduğunu hatırlatırım." dedi gülerek.
"Adı üstünde deneme. İlk günden ders anlatacaksam paramı peşin isterim."
Dosyayı alıp masanın üzerine bıraktı. Aramızdaki mesafeyi göz açıp kapayıncaya kadar kapatmıştı. Elleri belimi sararken nefes alışını dudaklarımın üzerinde hissettim. Üstten üstten bakarak,
"Peşin öyle mi?" diye sordu. Nefesimi tuttum. Ne demiştim ben? Ne konuşuyorduk? Gözlerinin içine bakarken bir an adımı bile unuttum. Kalbim yırtıcı bir kuş gibi pençelerini göğüs kafesime saplarken dudaklarım ona doğru uzandı. Elbetteki Atlas tereddüt etmedi. Yırtıcı kuş şimdi tüm bedenimi esir almıştı. Başka insanlar nasıl öpüşür bilmiyordum. Atlas ve benimkinde bir odanın benzin dökülmüş zeminine düşen bir kibritin yaratacağı kadar alevler vardı. Kapı tıklatılınca ani bir refleksle birbirimizden uzaklaştık. Hemen ardından aralık kapıdan içeri Selcen'in kumral saçları döküldü. Bakışları çok kısa bir an üzerimizde takılı kaldı.
"Nedense kapıyı çalmam gerektiğini düşündüm veee yanılmamışım."
Ben sırıtışımı gizlemeye çalışarak arkamı döndüm. Atlas suratsız suratını takındı ama biliyorum ki kızgın değildi.
"Zevzekliği kes."
"Grup içeri geçti onu haber vermeye gelmiştim."
"Tamam geliyoruz."
Üstümüze başımıza çekidüzen verdikten sonra bir grup genç insanın bizi bekler halde tekli sıralarda oturduğu sınıfa geçtik. Bu odanın da duvarlarında doğayla ilgili havalı sözler ve bilgilendirici posterler yer alıyordu. Atlas beyaz tahtanın başına geçerken ben odaya hızlıca göz gezdirdim. En sağ tarafta boşta kalan bir sıra, o sıranın yanında oturan bir kız gördüm ve o bölgeye doğru yürümeye başladım.
"Hoş geldiniz. Bugünkü kaya tırmanışı etkinliği için sizleri Ballıkayalar tabiat parkına götürmeden önce kısa sürecek bir eğitim vereceğiz. Ben Atlas hoca, bugünkü tırmanışa ben liderlik edeceğim. İpek hoca ise bana yardımcı olacak." dedikten sonra anlatmaya başladı.
Atlas kendinden gayet emin tavrıyla temel bilgilendirmeleri yaparken ben dikkatini dağıttığım için şimdi bana dönen kıza doğru elimi uzattım. Yüzünü bana çevirdiği anda gerçekten afalladım çünkü bu kadar güzel bir suratla her zaman karşılaşmıyordu insan. Sarışındı, dümdüz bakımlı saçları, masum bir yüzü ve mutlu bir insanın görüneceği kadar güzel ışıldayan gözleri vardı.
"İpek ben." dedim.
"Pelin." dedi fısıltıyla. "Memnun oldum İpek hocam." Bir günde İpek hoca oluşuma değil de kızın türkçe konuşmasına daha çok şaşırmıştım aslında. Salaklığıma için için güldüm. Bir insan hem bu kadar güzel hem zeki hem de türk olabiliyordu demek.
"Hepiniz Cerrahpaşa grubu musunuz?"
"Yok ben değilim." dedi o da gülerek. "Ben sadece fotoğraf çekmeye geldim bugün. Ama erkek arkadaşım ve diğerleri öyleler." diyerek yanında oturan ve gözlerini dikmiş dikkatle Atlas'ı dinleyen koyu renk saçlı genç adamı işaret etti. Tıpkı Atlas'ın hep yaptığı gibi sweatshirt'ünün kollarını geriye sıvamıştı ve bronz tenindeki dövmeler oldukça dikkat çekiyordu. Bir sevgilime bir de yanımda oturan ikiliye baktım, baktıkça içim açıldı ve Allah'ım bugün sen beni güzel insanlarla sınıyorsun diye düşündüm.
Bu arada kendisinden bahsedildiğini anlayan esmer yakışıklı da bize dönmüştü.
"Merhaba, ben Arda." dedi. Atlas'ın bu esnada gözlerini üçümüze diktiğine hiç şüphe yoktu tabi.
"Hepimiz derse odaklanırsak sevinirim." dedi müdahale etmekte gecikmeyerek. "Fazla uzun sürmeyecek zaten."
Arda bize dönerek sırıttı. Gülünce yanağında oluşan gamzesine bakakaldım. Gerçekten ama gerçekten çok yakışıklı bir çocuktu. Yanımdaki rus güzelliğindeki kız arkadaşından erkek güzelliği anlamında geri kalır yanı yoktu. Bize doğru eğilerek,
"Atlas hocayı kızdırdık sanırım." diye fısıldadı. Kendi aramızda gülüştük.
"O öyledir. Neyse biz derse dönelim."
Atlas bu doktorlardan oluşan gruba ilkyardım konusunu şakayla karışık hızlı geçtiği için ders bir saatten de kısa sürdü. Katılımcılarımızı fazla sıkmadan binadan ayrılıp, kapının önünde bekleyen servis aracına doluştuk.
Atlas ve ben yan yana ön koltuğa oturmuştuk. Arda ve Pelin ise hemen arkamızdaki koltuktaydılar. Yol boyu konu konuyu açtı. Arda, Türkiye'deki konaklamalı kamp rotalarıyla oldukça ilgili görünüyordu. Atlas'ın ona ilk sorusu,
"Daha önce hiç tecrübeniz var mı?" oldu. İkisi birbirlerine bakıp gülüştüler.
"Birkaç yıl önce Cape Town'da bir deneyimimiz olmuştu."
Cape Town derken? diye düşündüm. Afrika'daki Cape Town'dan mı bahsediyorlardı? Öyle görünüyordu.
"Tanışmamızı Cape Town'daki o rotaya borçluyuz denebilir." diye açıkladı Pelin.
Cape Town'la ilgili bilgim okyanus kıyısında bir şehir olduğu ve babamın bana okuduğu kitaplardan bildiğim kadarıyla Ümit Burnu'nun çok yakınlarında olduğuyla sınırlıydı. Karşımda duran iki güzel suratın nasıl olur da oralarda tanıştığını merak ettim.
"İlginç bir hikayeye benziyor." dedim. Pelin muhtemelen kendisinin farketmediği şekilde tatlı bir iç çekti.
"Hem ilginç hem de uzun bir hikaye. Gerçi başlangıçta pek iyi sayılmazdı ama sonuna bakacak olursak..." diye mırıldandı. Arda'nın tuttuğu eline baktı. Gözlerim ellerine kayınca Arda bize göz kırptı ve ben tam o anda ikisinin enerjisinden büyülendiğimi farkettim.
"Bilindik bir rota mıydı?" diye sordu Atlas konuyu kızsal muhabbetten çıkararak.
"Hoerrigwaggo yürüyüş rotasını hiç duymuş muydunuz?"
Şahsen ben hiç duymamıştım.
"İki günlük rotayı mı beş günlük rotayı yürüdünüz?" diye sordu Atlas.
"Beş günlük olanı." diye cevap verdi Arda. Şimdi Atlas etkilenmiş görünüyordu.
"Siz zaten zordan başlamışsınız. Türkiye'de bu zorlukta ve denklikte pek fazla yer yok."
Ve yol boyunca konuşmaya devam ettiler.
Tırmanış etkinliği klasik şekilde eğlenceli geçti. Atlas lider tırmanışı yaparken ben aşağıda emniyet aldım. Sonra katılımcılar denerken ara sıra yer değiştirdik. Pelin yanında profesyonel fotoğraf makinesi ve ekipmanlarını getirmişti. Gruptaki herkesin tırmanışını çekti. Bir ara,
"Sen denemeyi düşünmüyor musun?" diye sordum.
"Çok severim böyle şeyleri ama bugün değil belki başka zaman. Okulla ilgili bir projem var aslında ben bugün burada ödev yapıyorum." dedi.
"Nerede okuyorsun?"
"Marmara fotoğrafçılık."
"Nasıl oldu da yolunuz Cape Town'a düştü çok merak ettim." dediğimde makineyi yüzünden uzaklaştırıp bana döndü. Tavrı kibar, bakışları sıcaktı.
"Ben bir gençlik kampına gidiyordum ve Arda'da yaşadığı bazı şeylerin ardından hayata yeniden tutunmasını sağlayacak bir sebep aradığı bir yolculuğa çıkmıştı. İkimiz de aynı uçaktaydık. Kader." dedi gülümseyerek.
Aynı anda ikimiz de aynı yöne baktık. Arda, Atlas'ın kontrolünde ipe tutunarak tepeden aşağı iniyordu. Güvenli bir şekilde yere ulaştı. Tırmanış ekipmanlarından kurtulup Atlas'la sohbet ederken bir yandan bakışları dünyada başka kimse yokmuşçasına Pelin'e kilitlendi.
"Bulmuş belli ki." dedim aralarındaki bağdan etkilenerek. Garip bir şekilde daha çok yeni tanıdığımız bu çiftle arkadaş olabileceğimizi hissediyordum.
Günün sonunda herşeyi ciddiye alan ve titiz davranan doktor grubunun tamamı etkinlikten memnun kalmış ileride yeniden gelmeyi konuşuyorlardı. Dönüş yolunda Atlas Pelin'e, profesyonel çekimlere ihtiyaç duyabileceğimiz etkinliklerde bizimle çalışmak isteyip istemeyeceğini sordu. Pelin her üniversite öğrencisi gibi ek gelire hayır diyemeyeceğini söyledi. Arda ise bizimle başka etkinliklere katılmak konusunda ilgili görünüyordu. Atlas ona baş başayken konuştukları konu her neyse elindeki kaynakları mail olarak atacağını söyledi. Böylece vedalaştık. Bizim için oldukça yorucu ama keyifli bir gün olmuştu.
Yanımızda getirdiğimiz malzemeleri geri bırakmak üzere döndüğümüz kulüpte akşam saatlerinde bizden başka kimse yoktu. Koridor dışında odaların ışığını yakmamıştık. Atlas yansıyan ışıkta loş şekilde aydınlanan çalışma odasına yürüdü. Babasının masasının önündeki konforlu büro koltuğuna oturup ayaklarını masaya dayadı. Ben de karşısına gelecek şekilde masaya doğru yaslandım ve kollarımı kavuşturarak,
"Ee?" dedim.
"Ne ee?" dedi.
"Deneme sürem sona erdi. Kararını verdin mi?" Kafasını geriye atarak kocaman bir kahkaha atarken kollarını uzatarak beni kollarının arasına çekti. Yamuk oturacak şekilde kucağına düştüm. Yüzüm göğsüne gömüldüğünde nefes alamıyordum ama hiç önemli değildi. Bir süre tadını çıkardım. Sonra huysuz teke gibi tepinerek bir miktar geri çekildim.
"Cevap?"
"Bir süre daha düşünmek istiyorum." dedi eğlenerek.
"Pekala sana bel bağlayanda kabahat. Ben de gidip bari Arda'ya sorayım çalıştığı hastanede bana uygun bir iş var mıymış."
"Kıskandın mı sen?"
"Yoo ne münasebet."
"Kıskandın."
"Ya sen neden herşeyi işine geldiği gibi algılıyorsun? Ben o kızı çok sevdim ama sana gıcık oluyorum. Gördüğün gibi ikisi birbirinden çok f-" Daha fazla konuşamadım çünkü dudakları dudaklarımın üzerine kapandı. Ve ben bir an için deli gibi öfkeliyken bir an sonra kendimi bacaklarım iki yana ayrılmış halde Atlas'ın kucağında buldum. Atlas kısa bir an geri çekildi ve şöyle söyledi,
"Ben de sana gıcık oluyorum." ve sonra bedenimi kendininkine yapıştırarak beni öpmeye devam etti.
Telefonu rahatsız edecek bir gürültüyle çaldığında bile ara vermedik. İlk arama yanıtlamadığı için sona erdi. Fakat hemen ardından yeniden çalmaya başlayınca mecburen cebinden çıkarıp baktı. Karanlıkta ışıldayan telefon ekranında "Babam" yazdığını gördüm. Atlas beni nazikçe kucağından indirdi.
"Bu konuşmayı baş başa yapmam gerekiyor güzelim. Bana kızmazsın, değil mi?"
"Hayır tabi ki." diyerek geri çekildim. Atlas telefonu yanıtlarken odanın balkonuna çıktı ve kapıyı arkasından kapattı. Bir süre onu izledim. Babasıyla telefonda konuşurken insan normalde nasıl görünürdü? Kendi adıma böyle bir deneyimim olamadığı için kendimle kıyaslayamıyordum ama Atlas'ın küçücük balkonda hızlı adımlarla bir ileri bir geri yürüyüşünde ve sıklıkla ellerini saçlarından geçirişinde normal olmayan bir şeyler olduğunu seziyordum. Yüzündeki ifade kaskatıydı hatta belki de biraz...endişeli?
Fazla uzun sürmedi. Telefonu kapatıp içeri girdiğinde,
"Hayatım benim bir işim çıktı. Sen eve önden git. Ben de bir iki saate gelirim." diyerek evin anahtarlarını uzattı.
"Hayır ben yurda gitmek istiyorum." dedim sebebi belirsiz bir şekilde, belki de içgüdüsel olarak Atlas olmadan o eve gitmek istememiştim ama o kararlıydı.
"İpek lütfen eve geçer misin? Bu gece evde, benimle birlikte olmana ihtiyacım var."
"Tamam." dedim uzatmayarak. Odada benden kaynaklanmayan gergin bir hava vardı. Anahtarları aldım.
Atlas da benimle birlikte aşağı indi. Yoldan bir taksi çevirdi, adresi söyledi ve taksinin parasını önden ödedi. Cama doğru eğilip beni yanağımdan öptü.
"Evde görüşürüz."
"Görüşürüz."
Taksinin içinde geceye karışırken arkamda bıraktığım Atlas'ın yüzündeki o donuk ifadeyi aklımdan çıkaramıyordum. Kenan Dorukan aramıştı, her ne söylediyse sevdiğim adamın huzurunu kaçırmıştı ve şimdi de eve gelmek yerine gitmesi gereken başka bir yer vardı. Tabi ki bu konunun öylece geçip gitmesine izin vermeyecektim. Atlas bana ihtiyacı olduğunu söylüyorsa onu evde bekleyecek ve geldiğinde ona neler olduğunu soracaktım.
Taksiden evin önünde inerken yan cephede kalan dairenin bir ışığı yanıyormuş gibi geldi ama öylesine yorgundum ki sağlıklı düşünüp de ikinci kez bakmadım. Hızlı adımlarla binanın içine girdim. Anahtarı kilide taktım. Yarım çevirmiştim ki açıldı çünkü kilitli değildi. Çünkü salonun ışığı yanıyordu. Çünkü evin içinde biri vardı.
Ellerim buz keserken bütün vücudumun katılaşmasına sebep olan bir kadın sesi duydum.
"Atlas?"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top