Deniz Feneri
Bölüm Şarkısı: Linkin Park - One More Light
Pazar sabahı erken bir saatte, sözleştiğimiz üzere Sedef'le birlikte çıkacağımız evin kira sözleşmesini imzalamaya giderken içten içe ayak sürüyordum. Atlas benimle birlikte gelmekte ısrar etmişti. Yol boyunca tedirginlikten kusacağımı sandım. İstemediğim halde adım adım yürüdüğüm pek çok şey olmuştu. Her birinde farklı motivasyonlarım vardı. Oysa Sedef'in ağzından çıkacak birkaç sözcükle ipimin çekileceğini bile bile onunla bir anlaşmaya imza atmak konusunda kendimi ikna edecek herhangi bir motivasyon bulamıyordum. Tek açıklamam kendimi buna zorunlu hissetmemdi. Bir şekilde.
Havada keskin bir ayaz vardı. Binadan içeri girerken üşümüş yüzümdeki atkımı iyice çekiştirdim. Atlas'ın dikkatli bakışlarından kaçınmak için de faydalı bir hareketti bu. Ağır adımlarla peşimden gelerek "İyi misin?" diye sordu. Açılan kapıların ardındaki asansör aynasında yüzümü gördüm. İyi değildim, iyi de görünmüyordum.
"İyiyim." dedim ciğerlerime doldurduğum havayı belli belirsiz serbest bırakarak.
"Tedirgin gibisin." diye üsteledi.
"Hayır iyiyim."
Asansör üçüncü kata ulaştığında elimi tuttu. Birlikte evin açık kapısından içeri girdik. Bizden önce emlakçı gelmişti bile. Atlas önce sözleşmeye bir göz attı. Ciddi tavrı, sormadığı halde adamın ona herşeyi açıklama ihtiyacı duymasına sebep olmuştu. Dinliyordu ama umrunda değildi. Bu eve dair hiçbir şey ilgisini çekemeyecekmiş gibi görünse de Sedef'in gelmesini beklerken odaları dolaştık.
"Burası benim odam olur, öbürünü de Sedef alır muhtemelen."
"Neden daha büyük ve balkonu olan odayı Sedef'e veriyorsun?"
"Ben çok kalmayacağım ya bu evde." diye şaka yaptım. Aslında gerçek olmasını umduğum bir şakaydı. Atlas'ı gülümsetmişti.
"Doğru."
Kapının çaldığını duyduk. Sedef gelmiş olmalıydı. El ele yeniden salona döndük. Emlakçı bizden önce ulaşıp sokak kapısını açtı.
"Kusura bakmayın geç kaldık. Önemli bir konu vardı da." dedi Sedef. Geç kaldık derken? Kimle birlikte? Yana çekildiğinde Sedef'in yalnız gelmediğini anladım. Elleri ceplerinde, karanlık gözlerinde karanlık bakışlarla, Sedef'in peşi sıra Tunç girdi içeri.
Bir an için gördüğüme inanamayan gözlerle baktım. Bu kızın hiç düşüncesi yok muydu? Tunç'u affedebilir, ona yeniden güvenebilir ve onunla barışabilirdi. Beni hiç ilgilendirmiyordu. Gerçekten istediğini yapmakta özgürdü ama daha sözleşme bile imzalamadan eve Tunç'u getirmek ne demek oluyordu? Göz göze geldik. Bakışlarında en ufak bir çekince, bir rahatsızlık emaresi aradım. Dışarıdaki gökyüzünü esir alan bulutlar kadar koyu, kopkoyu bakıyordu sadece. Huzursuzluğum bir kat daha arttı. Dönüp de elimi tutuşunu sıkılaştıran Atlas'a bakamadım ki o da zaten aynı anda Tunç'a dik dik bakmakla meşguldü.
Emlakçı ortamdaki gerilimi henüz söze dökülmeden farketti. Kem kum eden cümlelerle imza aşamasına geçsek mi demeye başladı. Kimse adım atmaya yeltenmedi. Tunç sadece,
"Sözleşme bir yıllık mı?" diye sordu. Adamcağız,
"Evet." dediği an bir yıl diye yankılandı içimde. Bu kadroyla birlikte bir yıl. Sonsuzluk gibi geliyordu kulağa üstelik iyi anlamda da değil.
"Hayır bunu yapmıyorsun İpek!" dedi Atlas sonunda patlayarak.
Çok bile sürdü diye düşündüm.
Sedef'in yanağında bir kas seğirdi. Gülümseme desen değil, sinir desen değil, garip bir tik gibiydi.
"Ne diyorsun sen?" diye çıkıştı Atlas'a.
"Siz ikiniz istediğinizi yapabilirsiniz ama bu herif kız arkadaşımın uyuyacağı eve giremez."
Sedef geri adım atmıyordu.
"Bu herif dediğin..." diyerek başladığı ikinci çıkışı, o ana dek kendini daha geride tutan Tunç tarafından kesildi.
"Sedef sus."
Ve Sedef sustu. Garip bir enerji yükseliyordu ondan. Çok garipti, hissedebiliyordum. Daha önce bir kez daha görmüştüm bu halini. Bir dans pistinde elimden tutarak beni döndürdüğü, aynı anda anlattıklarıyla başımı döndürdüğü bir geceydi. Ve şimdi yeniden aynı kendinden emin enerjiyi yayıyordu ışıldayan gözleri. Tunç'un bu yüzünü gördüğümde diğer yüzüne dair tereddüte düşüyordum. Sanki bilinçli olarak kendini geride tuttuğunu hissetmemi sağlamıştı.
"Üstünden zaman geçti." dedi Atlas'a doğru. Yeniden alttan alan Tunç tavrına bürünmüştü. "Ve hataydı. Herkes anlattı, herkes birbirinden özür diledi. Artık ardımızda bırakamaz mıyız?"
Sedef öfkeli bakışlarını benden kaçırarak burnundan solurken, Atlas kesin kararlı bir şekilde kafasını iki yana salladı.
"Dediğim gibi siz ikiniz, istediğinizi yapabilirsiniz. Her ne kadar benim için yaptıklarına minnettar olsam da, bu konu diğerlerinden farklı. Bu konuda yaptığını affedemem. Ben ardımda bırakmıyorum hayır." diye kestirip attı. Ardından kimsenin bir şey söylemesine fırsat vermeden kapıya doğru yürümeye başladı. "Yürü İpek, gidiyoruz."
Bana da kuzu kuzu onun büyük adımlarını takip etmek düştü. Rezil olduğumuz emlakçı bir yana hala neye istinaden bir arada olduklarını anlayamadığım çiftin üstüne kapıyı çarpıp çıkarken kimse bir şey söylemedi ve bizi durdurmaya niyetlenmedi. Deneselerdi de, öfkesini zorlukla zapteden bir Atlas'ı durdurabilirler miydi? Hiç sanmıyordum.
İkimiz hiç konuşmadan yeniden soğuk havaya çıktık. Hızla motora atladık ve nereye olduğu bilinmez bir şekilde yol almaya başladık. Artan hararetin ardından bir süredir maruz kaldığım serin hava iyi gelmişti. Atlas şehrin dışına doğru sürüyor gibi görünüyordu. Nereye gittiğini önemsediğini hiç sanmıyordum ama sonra Zekeriyaköy tarafında bir köy kahvaltıcısının önünde durduğumuzda yanıldığımı anladım. Motordan inmekte tereddüt ettiğimi görünce beni şaşırtan bir şekilde gülümsedi.
"Ölüyorum açlıktan. Kahvaltı etmeyecek miyiz?" dedi.
Bir ruh halinden bir başka ruh haline savrulma hızı beni benden alıyordu. Neyse ki Atlas'ın gülen yüzüyle aram çok daha iyiydi. Uzattığı eli bir kez daha tutarak onunla beraber yürüdüm.
Mekanın açık hava kısmı kış dolayısıyla kapalı görünüyordu. Küçük iç mekanda birkaç ahşap masa ve orta yerde gürül gürül yanan bir odun sobası vardı. Gözüme çarpan altı mumluklu sıcak çaydanlıklar ve masaları dolduran çok çeşitli kahvaltılıklar yüzünden midemde bir bayram neşesi başladı. Burayı anında sevmiştim.
Yeşilliklerle dolu manzaraya bakan bir masaya oturduk. Görevliler hızla sofrayı donattılar. Bir süre gözümüzü açamadan yemeğe yumulduk. Dakikalar sonra Atlas hala bazlamanın üstüne tereyağı ve bal sürerken ben yemekle işimi bitirerek arkama yaslandım.
"Artık bana neler olduğunu açıklayacak mısın?" diye sordum.
"Henüz değil." dedi gülerek ve çatalını zeytinlere sapladı. Elimdeki maydanoz sapını yüzüne attım.
"Yavaş. Nimetle şaka olmaz."
"Maydanoz sapını da nimetten mi sayıyorsun?"
"Açken herşeyi nimetten sayıyorum."
"Sen hep açsın ki."
"Farkettin mi bilmiyorum ama ben biraz iri yarıyım." Yaşanan gerginliğin ardından iyi bir ruh halinde olması aslında hoşuma gidiyordu.
"Evet farkettim." dedim.
"Sen de biraz beslensen fena olmayacak. Yani, benimle aşık atabilmen açısından."
Terbiyesiz imasını anlamazdan geldim.
"O konuda gayet iyiyim bence."
"Fazla ufak tefeksin."
"Öfkelenince boyutların bir önemi kalmıyor."
Ve işte beni de kendisine benzetmişti. Dilimden dökülenler yüzünden kendime kızdım. O ise yüzünde keyifli bir gülümsemeyle geriye yaslanıp kaşlarını havaya kaldırdı.
"Diyorsun."
"Konuyu değiştirebilir miyiz?" diye yakındım. Neden her konu aynı yere çıkıyordu? Yüzümün yanmaya başlaması hayra alamet değildi. "Az önce fırtına gibi esmenin sebebini konuşalım istersen."
"Haklıydım orada biliyorsun."
"Biliyorum. Sebep olduklarınla ilgili sıkıntılarım olsa da aklıma takılan şey o değil."
"Ne peki?"
"Tunç'a bir şey söyledin. Benim için yaptıklarına minnettarım dedin." Aralarında ne tür bir anlaşma varsa öğrenmek istiyordum. Bu bir ateşkes miydi yoksa kalıcı bir süreç miydi? Atlas'ın bakışları yeniden ciddileşmişti.
"Evet. Yakın zamanda bana bir konuda yardımı dokundu. Ona istinaden kurduğum bir cümleydi. Fakat orada da söylediğim gibi ikisi ayrı konular ve sırf bana yardım etti diye seninle aynı ortamda takılmasına müsade edecek kadar geniş değilim."
"Tam olarak nasıl bir iyilikten söz ediyoruz?" diye sordum. Bu ilişkiler yumağını anlayamıyordum.
"Babamla ilgili bir mesele." dedi. Yine ve yine Kenan Dorukan'a dayanıyordu her meselenin ucu. Sanki o anda bile gelmiş tam ortamızda oturuyor gibiydi.
"Yani yine doğrusuna yanlışına bakılmaksızın savunacağın bir konu mu?" dediğimde gelişen tepkisini beklemiyordum.
"İpek bunu nereden çıkarıyorsun?" dedi katılaşarak. "Babamı sana anlattığım kadar tanıyorsun. Ona karşı bu kadar önyargılı olmanın sebebi nedir?"
Ve şimdi katı kesilme sırası bendeydi. Ani sorusu karşısında kıpırdayamayacak kadar şok olmuş hissediyordum, buna rağmen kalbimin yoğun gümbürtüsü masanın öbür ucundan duyulabilecek kadar şiddetliydi. Bir dökülsem acaba enkazın altından sağ çıkar mıydık? Hayır, çıkamazdık. Maskelerimin içinden en sevdiklerimden birini taktım.
"Senden duyduklarımdan dolayı biraz önyargılı olabilirim. Dediğin gibi tanımıyorum ama seni üzen ya da üzebilecek şeylere karşı tepkisiz olmamı bekleyemezsin."
Topu şimdi bakışları yumuşamış olan Atlas'a atmanın haklı gururunu yaşadım.
"Güzelim, ben iyiyim. Dün geceki mesele hariç. Onu kendi başıma araştıracağım. Bir kardeşim varmış, nerede, ne koşullarda yaşar, öğrenmek istiyorum. Ama ben bu olay için babamı suçlamıyorum, uzun yıllar haberi olmamış çocuğun varlığından. Belki zamanında öğrenseymiş, her ne yaşandıysa yaşanmazmış. Bana söylediği bu şekilde, kendince haklı kırgınlıkları olduğunu söylüyor, ben ona inanmayı seçiyorum. Tunç bana ne konuda yardım etti dersen eğer, Tunç'un babasının telekomünikasyon şirketi var. Kimsenin ulaşamayacağı bir bilgiye ulaşmam gerekiyordu ve o da bana yardım etti. Zaman zaman eder böyle, babamı sever sayar çünkü. Babam da onu sever. Anlayacağın mesele bu."
Demek öyle, diye düşündüm. Tunç'un Kenan Dorukan'ın askerlerinden biri olduğuna emindim zaten, boyutlarını daha iyi anlamıştım böylece. Atlas'la olan anlaşmalarının da buna dayandığı ortadaydı. Aralarında aşırı bir sevgi ve dostluk bağı olmadığını görebiliyordum. Sadece Atlas için endişelendim bir kez daha.
"Yaptığın şeyin yasal olduğundan emin misin?" diye sordum. Omuz silkti.
"Farketmiyor."
"Nasıl yani?"
"Zaten davalık olduğumuz bir kişiydi. Sonucu değiştirmeyecek."
"Atlas..."
"Aynı konulara dönmeyelim olur mu İpek? Sana karşı dürüst olduğum her an daha fazlasını istiyorsun. Biraz akışına bırakmak zorundasın."
"Seni o akışta kaybetmek istemiyorum."
Masaya doğru eğildi, ellerimi tuttu. "Böyle söyleme."
Sustum. Sude Dorukan'ın cümleleri hala aklımdayken endişeden dudaklarımı kemiriyordum.
"Hadi gidelim buradan. Seni bir yere götürmek istiyorum." dedi.
Atlas'ın elinden tuttuğum her an bir hız trenine binmek gibiydi. Sanki durmaksızın düşüyor, korkudan gözlerimi kapatıyor ve gelecek darbeyi bekliyordum fakat sonra bir şekilde kendimi onun kollarında ve güvende buluyordum. Kaşla göz arasında hesabı ödedi. Sıcacık mekandan dışarı çıktık. Yeniden motorun üstündeydik ve yeniden yol alıyorduk. Villalardan oluşan siteleri bünyesinde barındırmasına rağmen şehrin hemen dışında bir köy havası taşıyan yerleşimleri geçtik.
Rumeli Feneri kalesi, İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e açıldığı noktadaydı. Kışın bahara dönmemek için direndiği son günlerinde, koyu renkli kayalıklara vuran hırçın dalgaların çevrelediği yapayalnız bir yerdi. Vardığımızda hava soğuktu ve etrafta bizden başka kimse yoktu. Motoru açıklıkta park edip surlara doğru yürümeye başladık. Tepemizde martı sürüleri çığlıklar atarak uçuyordu. Atkıma sıkıca sarındım ve elimi Atlas'ın büyük eline bıraktım. Kale burcunun önünden biraz aşağı inip yüksek kayalıklar üzerinde oturduk. Önümde uzanan manzara nefes kesiciydi. Atlas'ın neden görmemi istediğini anlayabiliyordum.
Tam karşımızda Garipçe köyünün ufak tefek evleri ve devasa bir deniz feneri vardı. Dakikalar boyu suskun kalarak Atlas'ın kolları arasında hissettiğim huzurun tadını çıkardım. Gözümün görebildiği herşey bizi oluşturan bir bütünü temsil eder gibiydi. Biz de tıpkı böyle bir fırtınanın ortasında el ele tutunuyorduk. Ardımızda büyük bir kale vardı. Kime karşı kim savaşıyordu bilemediğim bir düzlükteydim. Tamamen açıktaydım ve kendim kadar Atlas'ın da savunmasızlığını hissediyordum. İlk kez gerçekten haklı olduğunu farkediyordum, biz birbirimize benziyorduk. İkimizde kalın kafalıydık, hata olduğunu bilsek bile kalbimizi adadığımız konularda burnumuzun dikine gidiyorduk. Korkusuz görünsek de aslında korkuyorduk. Buna rağmen sevdiklerimizi herşeyin ötesinde bir çabayla korumaya çalışıyorduk.
Yine de bu benzerliklerin; yalanların, gizlerin ve cevaplanmamış soruların gölgesinde yeşerdiğini aklımdan çıkarmamam gerekiyordu. Ömrüm boyunca korumak istediğim bir şeye sahip olmama rağmen gerçeklerim beni bir kez daha anın geçiciliğini düşünmeye itmişti. Fakat düşünmek istemiyordum. Hem de hiç. Çünkü hangi patikayı seçersem seçeyim yolun sonu aynı yere çıkıyordu ve ben onu kaybetmek istemiyordum.
"Aklından neler geçiyor?" diye sorduğunda düşüncelerimin yoğunluğundan sıyrıldım.
"Hayatım boyunca hiçbir zaman şu an olduğum kadar mutlu olmadığımı düşünüyordum." dedim. Her ne kadar karmaşık ve garip hissettirse de. "Bir çok korkum var kendime dair, geleceğe dair... sana bir şey olur mu diye endişelerim var. Fakat tam şu anda bunların hiçbirini düşünmek istemiyorum. Kitaplarda hep anlatıldığı gibi önümüzdeki deniz fenerinin temsili bir umuda tutunmak ve sadece sonsuza dek mutlu olduğumuz bir gelecek düşlemek istiyorum." dedim.
Atlas'ın saçlarıma değen öpücüğünü hissettim.
"Sonsuzluk garip bir algı. Ona sahip olmak isterken sanki hiç erişemeyeceğimiz bir şeymiş gibi hüzünleniyoruz. Var olmadığını bildiğin halde arzuladığın bir şeyin hüznünü yaşamayı tercih etmek gibi... oysa ki ben şu an en ufak bir endişe hissetmiyorum." dedi. "Çünkü seninle yaşadığımız anın içinde kendi sonsuzluğumuza sahip olduğumuzu biliyorum. Bu bizim en özel anımız. Sana deniz feneriyle ilgili bir hikaye anlatmamı ister misin?"
"Evet, isterim."
"İspanya'nın Galiçya eyaletine bağlı bir liman kentinde Herkül'ün adına inşa edilmiş bir deniz feneri varmış. Efsaneye göre, Herkül'ün annesi her gün bu bölgeye gidip oğlunun hasretiyle ağlarmış. Sonunda yerli halk buraya bir deniz feneri inşa etmeye karar vermiş. Böylece Herkül deniz fenerinin ışığını takip ederek annesini bulabilecekmiş. İki bin yıl içerisinde insanlar bu fenerin dünyanın sonuna ışık tuttuğuna inanmaya başlamışlar. Rivayete göre, burada ayrılan insanlar mutlaka yeniden bir araya gelirmiş."
"Çok güzel bir hikayeymiş. Burası da bizim deniz fenerimiz olsun mu?"
"Olsun."
"Sonsuzluğu yeniden tanımlamak gerek sanırım. Belki de bir dünyanın sonu başka bir dünyanın başlangıcıdır."
"Evet belki de."
"Hayat bize ne sunarsa sunsun, ben bu anı hiç unutmayacağım sen de unutma." dedim.
"Unutmam." dedi.
Bir süre daha sessizliğin tadını çıkardıktan sonra gerçek hayata dönme ihtiyacıyla kıpırdandım.
"İmzalamayı reddettiğim bir sözleşme var ve resmi olarak yurttan ayrılışımı yaptığıma göre an itibariyle evsizim. Bu konuda söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sorduğumda güldü.
"Çok mu meraklısın sözleşmelere?"
"Nasıl bir soru bu?" diye sorarken yüzümü ona doğru dönerek kaşlarımı çattım.
Gerim gerim gerildiğini hissetmeme rağmen tatlı bir ifade vardı bakışlarında.
"Çok istiyorsan ikimiz bir sözleşmeye imza atabiliriz ve o siktiriboktan kira sözleşmesinden çok daha anlamlı bir imza olur."
Hiçbir şey anlayamadım. Anlayamadığımın farkındaydı. Beni daha da karmaşaya sürükleyecek kadar heyecanlı görünüyordu. Ciğerlerini dolduran derin bir nefes aldı ve anlayacağım dilden açıkladı.
"Diyorum ki, benimle evlenir misin?"
Buyrun sohbete. Sevgiler, düşüncelerinizi önemseyen yazarınız 💓
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top