beni bir keman gibi çal

indila - love story

Ellerimi sıkıca tuttuğum arşeden çekerken gözlerimi, kendimi fazla sıktığım için moraran parmak uçlarımda gezdirdim. Kızaran parmak boğumlarımla çenemi yasladığım kemanım yüzümde belli belirsiz pembe bir ize sebep olurken ne kadar çaldığımı fark etmemiştim. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamak yeni bir şey değildi benim için, ben hep kendimi kaybederdim kemanımda.

Sesim saatler önce boşalan orkestra binasında yankılanırken tek kişilik koltuğa oturdum ve hemen yanına koyduğum çantamın içinden kremimi aldım. Ellerime biraz sıkıp parmak uçlarımda dikkatli bir biçimde gezdirirken hissettiğim sızı yüzümü buruşturmama neden olmuştu. Acıyorlardı. Ama bu can yakan türden bir acı değildi kesinlikle. Aşk ile saatlerce çaldığım kemanımın verdiği tatlı bir acıydı bu.

Ben bu acıyla hoşnuttum. Bu acı olmazsa asıl kahrolurdum.

Her gün aynı hevesle koştura koştura geldiğim, uğruna çok şey feda ettiğim bir işim -ki sadece iş de diyemezdim- vardı benim. 24 yaşında, hayatımı buna harcamış bir kemanisttim ben. Bu opera binası evim, kemanım en yakın arkadaşım olmuştu zamanla.

Uğruna çok şey feda ettim demiştim değil mi? Gerçekten öyleydi. 18 yaşımda baskıcı babamın elinden zorla kurtulup kemanımı da alıp evden kaçtığım gün dün gibi hatıralarımda dolaşıyordu. Hayatımda fazlasıyla zor kararlar vermiştim, doğruydu. Ama kendim için verdiğim tek ve en anlamlısı bu olunca pişmanlıklarım da yok değildi.

Babam oldum olası zor biriydi. Kalbindeki sevgisizliği her zerresine yansımıştı. O da zehrini bana akıtmıştı. Annem beni dünyaya getirirken hayatını kaybettiği için sürekli beni suçlamış, zaten zor geçen hayatımı daha da zorlaştırmıştı. Savrulan boş içki şişeleri, bağırışlar, kavgalar...

Bir ömür böyle geçince bir süre sonra gerçekten katlanamıyordunuz bazı şeylere. Küçüklüğümden beri beni başından savmak için istemediğim her türlü şeye gönderirdi. Piyano dersleri, bale dersleri, dil kursları, spor kulüpleri... "Mükemmel olmak zorundasın." derdi bana. Çünkü onun kızı olmak mükemmelliği gerektirirdi.

Ve ben mükemmel değildim. Hatta asla ona yetemeyecektim. Rezil ve yetersiz biriydim ben.

Benim elimde sadece annemin arkasında, benim için bıraktığı eski keman kalmıştı. İlk elime aldığım kemanım da oydu. O zaman tanışmıştım en büyük tutkumla.

Beni büyüten bakıcımın anlattığına göre annem zarif bir kadındı. Herkese karşı kibardı ve anlayışlıydı. Babam bile onunla birlikteyken iyiydi hatta. Şu an bana inanması zor geliyordu ama. Beni öğrendiğinde çok sevinmişti. Beni çok beklemişti. Ama bu hayatta her şey planlandığı gibi gitmiyordu. Narin bedeni dayanamamıştı ve o kendi hayatıyla benimki arasında seçim yapması gerektiğinde hiç düşünmeden benimkini seçmişti.

Hiçbir zaman buna değecek biri olamadığım için kendime kızgındım. Zaman bile geçirememişti bu kızgınlığımı. Alışamamıştım, alışamıyordum.

Evden kaçtığımda beni nelerin beklediğini tahmin etmek çok zor değildi. Uzun zamandır kafamda olduğu için biriktirdiğim parayla uçak biletini alacaktım ve hiç bilmediğim bir şehre adım atıp yapayalnız bir hayata başlayacaktım. Kalacak yer sıkıntım olduğu için otel kiralamıştım. Uçaktayken babamın arayışlarına maruz kalsam da açmamıştım. Uçaktan indiğimde telefonu çöpe atmıştım...

Zaten beni zerre önemsediği yoktu. Kredi kartlarımı anında iptal edecekti ve kendini tatmin etmek için yaptığı aramalarını da reddettiğim için "Ben elimden geleni yaptım." deyip sanki hiç var olmamışım gibi hayatından silecekti beni. O böyle biriydi çünkü. Delirsem de, kendimi yiyip bitirsem de bu böyleydi.

Hatta işime bile gelmişti. Ne acıydı ama...

Havaalanından şehir merkezine geldiğimde taksiden inip temiz havayı içime çekip gökyüzüne bakmıştım. Paris'teydim. Yeni bir hayat, yeni bir şehir, bütün yenilikler... Artık özgürdüm. Sokaklarda koştura koştura çığlık atma hissi uyandırmıştı bu bende. Bütün korkularımı arkamda bırakmıştım. Mutluydum.

Sonrası çok hızlı gelişmişti. Paris'in hatta Fransa'nın en ünlü sanat akademisine konservatuvar öğrencisi olarak tam puanla girmiştim. Enstrümanım ise kemandı. Babamın zoruyla öğrendiğim akıcı Fransızcam fazlasıyla işime yaramış, akademide okulda olduğum saatler dışında piyano, resim ve bale dersleri vererek çalıştığım yarı zamanlı işlerimden kazandığım parayla kendime orta büyüklükte bir daire tutmuştum. Edindiğim arkadaşlarımın da desteği çok fazla olmuştu. Minnettardım.

Ardından mezun olup -şu anda hala içinde olduğum- büyük bir orkestrada çalışmaya başlamıştım. Dört yıldır dünyanın birçok yeri de dahil verdiğimiz sayısız konserler, diğer yetenekli müzisyenler... Burada herkes benim gibiydi. Ait olduğum yerde tutku ve sevinç karşılıyordu her gün beni. İşte bu duygu paha biçilemezdi.

"Eunbyul! Sen daha gitmedin mi?"

Duyduğum zarif sesle düşüncelerim dağılırken sakince kafamı ona çevirdim. Ne zamandır dalmıştım ya da yerdeki tahtalarla bakışıyordum farkında değildim. "Hayır, çalışmak istemiştim."

Gelen kişiyi tahmin etmesi çok zor değildi. Orkestranın yıldızı, herkesi büyüleyen ve bütün dikkati üstüne çeken piyanist Lee Donghyuck.

Üzerinde düğmelerinin birazını açtığı beyaz gömleği, altındaysa siyah kumaş pantolonu vardı. Gömleğinin üzerine siyah deri ceketini giymişti ve kolunda gümüş saati vardı. Açık kahverengi saçları dağınık bir şekilde alnına dökülüyorlardı. Kaşındaki -konserlere çıkarken takım elbisesine göre fazla kaba durduğu için çıkardığı- gümüş piercingi de ona eşlik ediyordu.

Alayla gülüp ince parmaklarını benim çaprazımda duran piyanosunda hızlıca gezdirdikten sonra tekrar konuşmuştu. "Gerçi neden şaşırdıysam. Seni bıraksalar burada uyursun sen. Sahi öyle bir planın var mı?"

İstemsizce gülerken ifadem düzdü. "Neden soruyorsun, beni içeri mi kilitleyeceksin yoksa? Hem diyene bak..."

"Hayır, beni de çağır diyecektim. Nasıl olsa ikimizin de en sevdiği şeyler burada."

Gözlerini piyanosundan çekip benimkilere sabitlediğinde yavaşça yutkundum. Söylemek istediği şeyle sessizliğimi koruyup dikkatimi önümdeki notalara vermeye çalıştım. Beethoven - Love Story vardı önümde. Gerçekten mi?

Lee Donghyuck anlaşılması zor biriydi. Etrafına ördüğü soğuk duvarları aşmaya çalışırsanız sizi boğacak kadar katıydı. Kimseye kendini açmazdı, fazla konuşmazdı; konuşsa bile bu yaptığın hataları yüzüne vurmakla ilgili olurdu. "Bu nota yanlış, ritmi kaçırdın, ekibe uymuyorsun, bugün berbatsın..."

Karşısındaki insanı ağlatacak kadar dobra biriydi. Sözleri bir bıçak kadar keskindi. Eğer kendinizi savunmaya almazsanız kanardınız. Alaycıydı, umursamazdı. Kimsenin ne düşündüğünü umursamazdı. İnsanlar ondan nefret ettiğini dile getirse buna oturup saatlerce kahkaha atabilirdi. Sizi delirtebilirdi. Manipülatif ve sevimsiz biriydi o. Sizi haklıyken haksız duruma düşürebilirdi, zekiydi üstelik.

En azından onu tanımadan önce öyle düşünüyordum.

Tanışmamız tam bir karmaşaydı. Bomboş binaya ilk gelenler sadece ikimizdik. Sabahın erken saatleriydi ve ben heyecandan uyuyamamıştım. Ekibin geri kalanını beklerken biraz çalışmak istediğim için oradaki kemanlardan birini aldım ve incelemeye başladım. Buradaki enstrümanların hepsinin özelliği eski, tarihi ve daha önce çok değerli sanatçıların kullandığı enstrümanlar olmalarıydı. Düşününce paha biçilemez ve rüya gibiydi kısaca.

Ben kemanı incelerken yükselen piyano sesleri geniş binayı doldurmuştu. Bana ters ters bakıp bir şey söylemeden piyanonun başına oturunca tepki vermemiştim. Onu umursamadan ben de kemanı incelemeyi bırakıp çeneme yasladım ve arşeyi tellerinde gezdirdim. Akordu zaten ayarlıydı. Önümde bir nota olmadan kafamdan bir parça çaldığım için de daha rahattım.

Kendimi kaptırmışken aradan geçen birkaç dakika sonra kesilen piyano sesiyle dikkatimi kemandan çektim. "Şunu çalmayı keser misin?" Sert bir ses beni böldüğünde kaşlarım çatılmıştı. "Anlamadım?"

"Anlamayacak bir şey yok. Gayet açık söyledim. Şunu çalmayı bırak," dedi kemanıma küçümseyici bir bakış atarak. Ardından devam etti. "Dikkatimi dağıtıyorsun."

Kelime anlamıyla şok olmuştum. Vücudum sinirle yanarken sessizliğimi koruyup arkamı döndüm ve kemanın bir büyüğü ve daha yüksek ses çıkaran çelloyu bacaklarımın arasına koyup çalmaya başladım. O sinirle kahkaha atarken ben hırsla çalıyordum. "Şaka mı yapıyorsun sen!"

"Bence asıl şaka sensin." dedim daha fazla dayanamayarak. "Kendini ne sanıyorsun da topluma ait bir yerde bana çalmayı bırakmamı söyleyebiliyorsun? Dikkatin mi dağılıyor, evine git o zaman."

"Ha! Ne yapıp yapmayacağımı sana mı soracağım? Benden rahatsız oluyorsan sen gidebilirsin."

Bencil ve düşüncesiz angut.

O tanışmadan sonra bir dönem köşe bucak kaçmıştım ondan. Göz göze gelmek bile beni sinirlendiriyordu ki onun da aynı şekilde düşündüğünü düşünüyordum. Bana karşı buz gibiydi çünkü. Üniversitede kampüste görsem yolumu değiştirirdim, müzik odasındaysa eğer odaya girmezdim...

Daha sonralarda ise öğrencilik hayatımızın üçüncü yılındayken ilk konserimize çıkış vaktimiz gelmişti. O kadar heyecanlıydım ellerim titriyordu. Kaç kez dönüp notalara baktığımı hatırlayamıyordum. Ve duygularını asla belli etmeyen Bay Mükemmel Donghyuck bile heyecanlıydı o gün. Bir köşeye geçmiş duygusuz bakışlarıyla parmaklarıyla oynarken bunu anlamak hiç zor değildi.

Siyah renk, askılı, eteği bol uzun elbisem, dalgalı saçlarım ve kırmızı rujla patlattığım makyajımı anımsadığımda yüzümde oluşan tebessüme engel olamadım. Çalarken daha doğrusu sanat yaparken sadece kulağa değil göze de hitap etmemiz gerektiğini söylemişti maestromuz. O gün siyah takım elbisesiyle karşıma geçip "Güzel olmuşsun inatçı." demişti.

Ses tonunda herhangi bir alay yoktu, iğneleme, dalga... Hiçbir şey yoktu. Sadece gözlerini baştan aşağı üzerimde gezdirip bunları söylemişti ve işin garibi samimi duruyordu. İlk kez o gün bir şeyler yumuşamıştı aramızda. Ben arkasından teşekkür ederken beni dinlemeyip piyanosuna ilerlese bile ona kızamamıştım. Sonuç olarak konseri başarılı bir şekilde atlatmıştık ve gecenin yıldızını tahmin etmek zor değildi. Lee Donghyuck.

Onu zamanlar onu fazla tanımıyordum ama çok bariz olan bir şey vardı ki: Lee Donghyuck piyanoya tutkuluydu. Piyano koltuğuna oturduğu anda dünya duruyordu sanki onun için. O buz gibi ifadesi yumuşardı, gözlerini kapatıp gülümserken zarif parmakları adeta dans ederdi tuşların üstünde. Sürekli piyano çalardı, gerçekten sürekli. Uyarılmadıkça ya da kovulmadıkça kalkmazdı piyanosunun başından.

Onu ilk kez çalarken gördüğümde hayran olmuştum. Nutkum tutulmuştu izlerken, kulaklarıma dolan o ses en güzel şarkıydı adeta. Piyanoyu çalarken hiç de her zamanki gibi görünmüyordu. Belki demiştim kendi kendime. Belki göründüğü ya da benim düşündüğüm kadar kötü biri değildir.

Ve yanılmamıştım da. Ördüğü duvarların bir tuğlasını bile oynatsanız içinden çıkan Donghyuck sizi fazlasıyla şaşırtabilirdi. Sevdiklerine fazla değer verirdi. Kendi çapında şakalarıyla olabildiğince sevgisini göstermeye çalışırken sürekli attığı kahkahaları çok güzeldi mesela. Kimsenin göremediği ama bana gösterdiği kahkahaları. Bana kendimi özel hissettiriyordu. Çok yabancı olduğum bu his iyi geliyordu bana.

Bir gün piyanosunun başında, yine sadece ikimiz varken kendinden bahsetmişti biraz. Anlattığı kadarıyla ailesinden kopuktu o da benim gibi. Zor şeyler yaşamıştı ama bunlara rağmen kendine yeni bir hayat kurmayı başarmıştı. Ve en büyük aşkı tabi ki piyanoydu. Bütün bunlar çok tanıdıktı. Benzerliklerimiz vardı ve birbirimizi en iyi anlayan yine bizdik.

O bana kendini açmıştı, ben de ona.

Aramızdaki bağ giderek güçlenirken hislerim de benimle birlikte güçlenmişti. İçimde büyüttüğüm duygularımı kontrol edemiyordum. Bir süre sonra etmeyi de bırakmıştım zaten.

Çünkü bunlar her gün tattığım duygular değildi. Aşık olmak, biri için yanmak, kalbinin onun için tutuşması... Yaşayamadığım şeylerden pişmanlık duymaktan bıkmıştım. Ona aşıktım. Ben Lee Donghyuck'a deliler gibi aşıktım.

İlk fark ettiğimde panik olmuştum. Korkmuştum, kendimi koruyamayıp ona teslim olmaktan korkmuştum. Bu yüzden insanoğlunun belki de en sık yaptığı şeyi yaptım. Kaçtım. Tabii bu kaçmalarım fazla uzun sürmemişti. Hem insan kalbinden kaçabilir miydi zaten? Duygularına yenik düşmez miydi hep? Eninde sonunda pusulam onda durmuştu, ben eninde sonunda ona dönmüştüm.

Bu yüzden sessiz sessiz yaşadım aşkımı. Daha ona itiraf etmedim. Hem onun karşısında kendimi falan da kaybetmiyordum. Evet onu seviyordum ama gayet aklım başımda seviyordum. Heyecandan titreyen ellerim ya da midemdeki kelebekler aksini söylese bile kalbimle de beynimle de seviyordum onu.

"Çaldığım parça neydi?"

Geldiğinden beri çaldığı parçayı bitirdi. Eliyle oturduğu koltuğun boş kısmını patpatladığında güldüm ve yanına oturdum. Gözlerim çoktan yüzünde yer edinmişti.

Galaksiyi andıran çikolata kahvesi gözleri benim yüzümde geziniyordu. Açık kahverengi saçları alnını kapatırken esmer tenini süsleyen ve benim için takım yıldızlarını andıran benleri nefes kesiciydi. Dolgun dudakları kırmızıydı, aldığı her nefeste yavaşça aralanıyordu. Gerçekten o kadar güzeldi ki o an zaman dursun istedim. Sonsuza kadar onu izleyebilmek için.

Ama bunu yapamazdım. Gözlerimi yüzünden çekip parmaklarımı belli belirsiz piyano tuşlarında gezdirirken "Beethoven - Moonlight Sonata" dedim.

Yanıtımla gülümserken kafasını sallamıştı. "Beethoven gibi bir dahinin yüzlerce eseri varken en beğenileninin bu olmasının nedenini biliyor musun?"

Kafamı olumsuz anlamda salladım. Az çok bildiğim şeyler olsa da onun ne anlatacağını merak ettiğimden bölmek istemedim. O ise memnuniyetle devam etti.

"Çünkü o zamanlarda yani 17. Yüzyıl ve 18. Yüzyıl'da yayımlanan eserler oldukça hareketli, renkli tematik eserlerin meşhur olduğu bir dönemde yazılmasına rağmen Beethoven farkını ortaya koymuştu.

Moonlight Sonata'nın ilk bölümü oldukça ağır ve monoton (adagio sostenuto) olmasına rağmen eserin en beğenilen ve en bilinen kısmıdır. İkinci (allegretto) ve üçüncü kısım (presto agitato) birbirinden çok farklı duygular yaşatan bölümlerdir. Yani Beethoven burada rüya gibi birinci bölüm, daha canlı ikinci bölüm ve fırtınalı oldukça güçlü bir üçüncü bölüm sunmuş ve dinleyiciyi büyülemeyi başarmıştır. O herkese ve dönemine rağmen aykırılıklarıyla kendini kanıtladı. O yüzden üzerinden yüzyıllar geçse dahi hep hatırlanacak."

Onun da elleri sakince piyanosunda gezinirken dudaklarını araladı tekrar. "Ve ikinci bir neden ise aşk." Gözlerimiz buluştuğunda yutkundum. "Aşk mı?"

"Evet aşk. Bir rivayete göre Beethoven Moonlight Sonata'yı aşık olduğu kadına yazdı. Bir gün arkadaşıyla yürürken bir piyano sesi duydu, o kadar beğendi ki sahibiyle tanışmak istedi. Ardından sesi takip ederek evi buldu ve kapısını çaldı. Eve girdiğinde piyanoyu çalan kızın kör olduğunu öğrendi ve o kadar etkilendi ki kıza ondan bir şey istemesini, ne isterse yapacağını söyledi. Kız da ona kendisinin ay ışığını hiç görmediğini ve ondan kendisine ay ışığını anlatmasını -tasvir etmesini- istedi. Bunun üzerine de Moonlight Sonata yazıldı."

"Yani Beethoven bu eserini sevdiği kızın ay ışığını hayal edebilmesi için yazdı öyle mi?"

"Evet aynen öyle."

Mutlulukla tebessüm ederken hayran olmadan edemedim. Günümüz aşklarından çok farklıydı. "Ne kadar zarif aşklar var..."

Kendi kendime söylediğim şeye kafasını sallarken "Haklısın." demişti.

"Beethoven en büyük aşkı Therese için de 'Für Elise'i yazmıştı. Gerçekten çok zarif ve romantik aşklarmış." dedi o da kendi kendine. Ardından ekledi. "Biliyor musun günümüzdeki aynı, sıradan aşklardan çok sıkıldım."

Kaşlarım çatılırken bedenimi merak duygusu sarmıştı. "Bunlardan sıkıldıysan eğer... Sen nasıl bir aşk istiyorsun ki?"

"Belli değil mi? Anlattığım gibi bir aşk. Uğruna besteler yapacağım, şarkılar yazacağım bir kadın arıyordum bunca zamandır. Ben kendi Therese'mi arıyordum." Kendinden emin ifadesinin yerini gülümsemesi alırken küt küt atmaya başlayan kalbim göğüs kafesimi zorluyordu.

"Bulabildin mi peki?" Sorduğum soruya bekletmeden cevap verdi. "Buldum. Gerçi benimki ay ışığı değil keman, yıldız falan seviyor."

Derin bakışları ve içten gülümsemesi konuşmamı zorlaştırırken cevap vermemeyi seçtim. Cevap veremedim... O ise fazlasıyla konuşkandı bugün.

"Choi Eunbyul... Senden tek bir şey istiyorum: Çal beni."

"Ne?" Söylediği şeyle şaşkınlıkla ona bakarken az önce yaptığı aşk itirafının üzerine bir anda anlamsız gelmişti bu sözler.

Ayağa kalkıp gözleriyle arkasındaki kemanı işaret ederken ben de ona ayak uydurup kalktım. Tam karşımda durdu. Gözleri gözlerime sabitliydi. "En sevdiğin şey bu değil mi?"

"Evet." dedim güçlükle. En sevdiğim şey...

"O zaman çal beni Eunbyul. Bir keman gibi çal."

Aramızdaki mesafeyi giderek kapatıp bir elini yanağıma yasladı. Diğer eliyle de benim elimi alıp yanağına koydu. Soğuk eli alev alev yanan tenimle buluştuğunda ürperdim.

Kalbim yanıyordu, onun için yanıyordu.

"Sanki dokunmaya kıyamıyormuş gibi gezdir parmaklarını tenimde, bırak acısın parmak uçlarımız."

Kadife sesi kulaklarıma adeta şarkı gibi gelirken Donghyuck derin bir nefes almıştı.

"Sen sadece çal. Beni bir keman gibi çal..."

Huzurla gülümserken baş parmağı tenimi okşamaya başlamıştı. "Çünkü ben seni çoktan piyanomun yanına koydum."

Beklentiyle gözlerime bakarken bir anlığına dudaklarıma indirmişti bakışlarını. Karnımdaki ağrıları hissederken dolan gözlerimdeki yaşların akmaması için çaba harcıyordum.

Söylediği her söz beynime işlerken az önce anlamsız dediğim için lanetler okudum kendime. Duyduğum en güzel sözler senin sözlerin Donghyuck.

Onu çok sevdiğim gerçeği bir kez daha yüzüme tokat gibi vururken ben de gülümsedim ve boşta olan elimi de onun diğer yanağına yerleştirip alınlarımızı birleştirdim. "Çalacağım. Çünkü biliyor musun Donghyuck? Bu hayatta en sevdiğim iki şey var, bir değil. Biri kemanım biri de sensin."

Gülümseyip kafasını salladığında son kez dudaklarıma baktı ve bekletmeden kırmızı dudaklarını benimkilerle birleştirdi. Boştaki eli belimi sararken beni kendine daha çok yaklaştırdı. Elimi yanağından çekip ensesine koyduğumda öpücüğümüz derinleşmişti.

Aradan geçen saniyeler sonucunda nefessiz kaldığımızda ayrılmıştık. Hızla atan kalbim ve aldığım kısık nefeslerimin arasından fısıldadım. "Seni çok seviyorum."

"Ben de seni çok seviyorum peri kızı." Benim gibi fısıldayarak karşılık verdiğinde tekrar birleştirdim dudaklarımızı. Ardından tekrar ve tekrar...

Ayrıldığımızda belimdeki kolunu sıklaştırdı ve çenesini başımın üzerine yaslayıp bana sıkıca sarıldı. "Artık sevgilim olduğuna göre yapabilirim sanırım. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım yeni eserimi duymak ister misin?"

Sevgilim... Bu kelime daha önce hiç bu kadar güzel gelmemişti bana. Çok mutluydum. "İsterim tabii." dedim ondan ayrılıp yüzüne bakarak. "İsmi ne peki?"

Merak ediyordum. Bana ilk kez böyle bir teklifle gelmişti. Ayrıca daha önce onun kendi yazdığı besteleri dinlemiştim ve şarkı sözlerini okumuştum. Harika eserler yapıyordu. Müzik kulağı çok iyiydi ve piyanoya olan yeteneğiyle birleşince ortaya neler çıktığı tahmin edilebilirdi.

Kocaman gülümserken parmakları saçlarımda geziniyordu. İfadesi yumuşaktı. Kendiyle gurur duyuyor gibiydi bir yandan da.

"Ona Kutup Yıldızı Sonatı adını verdim. Gökyüzündeki en güzel yıldızım için."

🎻🎻🎻

not: eunbyul yıldız demek.

son

 𝒄𝒉𝒐𝒊 𝒆𝒖𝒏𝒃𝒚𝒖𝒍

𝒍𝒆𝒆 𝒅𝒐𝒏𝒈𝒉𝒚𝒖𝒄𝒌

✩。:*•.─────────.•*:。✩

Selamm! play me like a violin kurgusunu bitirdiniz. Nasıl hissediyorsunuz?

Gerçekten yazarken aşırı keyif aldığım bir kurgu oldu. Uzun zamandır uğraşıyordum kendisiyle. İlk oneshotım olduğu için de ekstra heyecanlıyım açıkçası.

İçimdeki sanat aşkıyla yazdım bu kurguyu, o yüzden çabamı kelimelere dökmek çok zor benim için :')

Ve klasik müzikle dinlerseniz harika olur, ayrıca indila şarkılarıyla da çok özdeşleşti. Yazarken sürekli dinledim 🥺

Kendim de bir dönem keman çaldığım için anılarım canlandı yazarken. Gerçekten çok harika bir histi.Ve Hyuck ve Byul...

Çok seviyorum bu ikiliyi, zarif aşkları. Gerçekten çok seviyorum. Burada fazla belli olmuyor olabilir belki ama ikisi de çok güzel seviyorlar birbirlerini 🥺😭

Aslında başlarda bildiğimiz kurgu olarak atacaktım ama sonra oneshot olarak yazmaya karar verdim. minific de olmazdı bence 🤠

Her neyse. Buraya kadar okuduysanız eğer okuduğunuz için çok çok teşekkür ederim. Umarım kafamdakini size yansıtabilmişimdir ve umarım hoşunuza gitmiştir 🧚🏼‍♀️

Desteklerinizi ve fikirlerinizi bekliyorum. Yazabilirsiniz. Ve kendinize çok dikkat edin yıldızlarım. Sizi seviyorum. Başka kurgularda görüşmek üzere 🧚🏼‍♀️🤍💫🎇❄


© laviniabel | 8 mayıs 2022
lee donghyuck (haechan) fanfiction
oneshot story

bütün hakları hyuck'un piyanosunda saklıdır ★

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top