•Şehvetin Kırmızısı•

Keyifli okumalar😍

•••

Yağmurdan kaçarken bulduğum sığınağa sığındım. Asıl dolunun o sığınaya yağacağını bilmeden, gizlendim bir kuytuya. Ellerimi göğsüne, başımı omuzuna, bacaklarımı bacaklarına doladım. Ruhumun dipsiz karanlıklarına ilişmesine izin vermeden, yüzeysel yarıklarıma dokunmasına izin verdim. Öptüm onu, kokusunu soludum, tenini okşadım usul usul. Kirpiklerine, kirpiklerimi doladım ve ucu kör düğümler attım cılız parmaklarımla. Fütursuzca yanar gibi izin verdim bana dokunmasına.

Teslimiyetimi sunduğum adam, bana teslim olmadı. Daha fazla dokunmadı hastalıklı kanımı saran soluk tenime. Başımı kollarının arasına aldı, sarmaladı ve şefkatin bile afalladığı bir öpücük bıraktı saçlarımın üzerine. Beni çıplak göğsüne bastırdı ve sığındığım gövdesinde kalbinin kulaklarımdan içeriye sızan sakin ritmini dinletti bana.

Beni kendi çığlıklarımdan korudu. Beni kendimden ve duyacağım utançtan korudu. Beni kendinden koruduğunu sandı ama bilmeden, kendini benden korudu.

Sabaha karşı onun sessizce uykuya dalma çabasına benim, sessiz bir gözyaşım karıştı. Kirpiklerimden kayarak, elmacık kemiğimden göğsüne inen damlanın sebebini de bilmiyordum üstelik. Sadece ağlama iç güdümün, beynimin içinden gözlerime baskı yaptığını hissediyordum.

Efkan, bedenlerimize dar gelen koltukta saçlarımın üzerine yuvalamış başını kaldırdı ve yüzüme doğru eğdi. Dakikalardır saç diplerimi uyuşturan sıcak nefesi, bu kez yüzümü okşarken, burnumun ucunda küçük bir baskı hissettim. Efkan, burnumun ucunu hafifçe ısırdığında, ıslak gözlerimi aralayarak mavi gözlerine baktım.

"Na-napıyorsun?" Başını hafifçe geri çekerken, gözlerimin önünde kocaman gülümsedi. Mavinin açık tonuna bulanmış, sıcaklıkla harlanmış gözlerine parmaklarımı sokmak istedim. Çıplak göğsüne temas eden elimi küçük bir yumruk yaptım ve kaşlarımı çatarken, omuzuna vurdum. "Yemek miyim ben?" Dedim huysuzlanarak. Bedenimi red ettiği yetmezmiş gibi, zorla göğsünde yatırıyordu zaten.

"Hıım." Mavi gözleri parladı. Pembe dudakları sinsi bir yataylıkla kıvrılırken, kısılan gözlerinden muzur bakışlar geçti. "Evet." Diye konuştu. Başımın altındaki kolunu çekti, bileklerimi iri avucunun arasına alırken doğrulup koltuktan kalktı ve küçük bir hamleyle bedenimi yüz üstü yatırdı. Bileklerimi koltuğun kolçağına bastırırken, belimin kavisine iri avucu yerleşti.

"Efkan." Diye konuştuğumda, kaldırdığım başımın arkasına bastırıp yüzümü yastığa gömdü ve elini tekrar belime attı. Demir kadar sert parmakları sıyrılan tişörtümün sunduğu etime değdiği an bedenim yay gibi gerildi.

"İşte böyle." Diye konuştu garip bir hazın, kelimelerine kıvrıldığı kışkırtıcı sesiyle. Pijamamın kenarına taktığı parmaklarıyla kalbimin üzerine balçık dökülüyormuş gibi hissettim ve nefesim ağırlaştı. Amacını bile sorgulayamadığım anlarda, bel oyuntumdan aşağıya hafifçe çektiği eşofmanım, iç çamaşırımı ortaya serdi. Efkan, kansızlıktan uyuşan ellerimin bileklerini biraz daha kavrarken, iç çamaşırımın açıkta bıraktığı kısma dişlerini geçirdi. Dudaklarımdan, şaşkınlıkla iç içe geçmiş garip bir ses döküldüğünde, dudaklarının baskısı ve etime geçen dişlerini çekti. Hem şaşkındım, hem kızgın ama saniyelik bir hızla bedenimi saran heyecan bacaklarımın sıktığım kaslarını ürpertti.

"Napıyorsun?" Dedim ses tonum bile uyuşurken. Başımı kaldırıp geriye ona doğru çevirdiğimde, mavi gözleri ucu ateşlenmeye hazır kibrit gibiydi.

"Isırasım geldi." Diye konuştu. Yüzüne yayılan gülümseme genişledi ve gözlerimin içine doldu. "Tadına baktım, göz hakkı."

Koltuğun kenarında çöktüğü dizlerinin üzerinden kalkarken, gözlerimi devirdim. "Popomu dişledin." Dedim utançı geri plana atmak için zihnimi zorlarken. Çapkınca sırıttı ve bileklerimi serbest bıraktı. Avuçlarımla koltuğun başlığından destek alarak dizlerimin üzerinde doğrulduğumda, koltuğun yüzeyinde açılan boşluğa iri bedenini bıraktı.

"Çok garipsedin." Dedi hâlâ eğlenirken. Kaşlarımı çattım ve yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına iliştirdim. Gözlerimi kısarken, göğsünü saran büyük dövmeye değinmeden muzipçe parlayan mavilerine baktım. "Bir kaç saat önce beni red ettiğin için olabilir mi?" Dedim huysuzluğum dilimden kendiliğinden akarken. Bunu söylüyor olabilmek bile avuçlarımı kalın bir halata dolayıp, o halatıda boynuma geçirmeme eş değerdi. Yanaklarımı basan sıcaklık yüzünden, kendimi asabilirdim. Mesela onun gökyüzünü andıran gözlerine.

Başını koltuğun başlığına doğru yatırdığında, kalın boynu gözlerimin pencerelerinden önüme serilen manzara oldu. Yutkunduğunda, kıpırdanan adem elmasına değen irislerime asitler döküldü. "O yüzden mi ağladın?" Diye sordu. Alay eder gibi değil, ciddi bir samimiyet sezdim kelimelerinde.

Ağladım diye mi ısırdın beni?

"Münasebetsizleşme." Dedim dilim zihnimin aslından şaşıp, inkarını dile dökerken. Evet gururum kırıldığı için ağladım diyecek değildim. Ki ağlamak sayılmazdı bile, itaatsiz bir damlanın firarıydı sadece. Konuya onun açısından değindim okları etimin üzerinden sökmek için. "Aksine haklıydın. Pişman olma olasılığım yüksek olurdu, ilkimi bir koltukta teslim etseydim."

Tamamen saçmaladığımı hissettim. Açık sözlülüğün lugatından çıkıp, patavatsızlığın sözlüğüne döşemiştim kelimelerimi. Kusursuzluğun somutlaştığı yüzünde memnun bir ifade belirdi ve ilginç gümüş yüzüklerin takılı olduğu parmaklarını yüzüme doğru uzattı. Yüzükleri kemikli ve uzun parmaklarına çok fazla yakışıyor ve ellerini daha çekici kılıyordu. Çenem baş parmağı ve işaret parmağı arasında minik çiçeklere gebe kalırken, başımı hafifçe kaldırdı ve gözlerine bakmamı sağladı.

"Seni incitmek istemiyorum, anlıyorsun değil mi?" Diye sordu sesinin içine yuvalamış naiflik hassastı. Yüzüme onun bakışları altında maviye boyanmış bir duvar örerken, "Sadece beni mi?" Diye sordum. "Sadece bana özel bir kibarlık mı bu halin?"

Efkan çarpık bir gülüş sergilediğinde, midemde garip bir kıpırdanma oldu. Ona karşı hissettiğim çekim, beni dibe çekiyordu. Etim, etine bulansın istiyordum ve ötesi berisi aslında çok da mühim değildi. Arsızlık kanımda cirit atıyordu ve bu kendimi yumruklama hissimi kamçılıyordu.

"Seviştiğim hiç bir kadını incitmedim."

Sertçe bir yutkunuş takılıp kaldı boğazımda. Çenemi kıstırmış parmaklarının başka bir bedende nazikçe gezdiğini düşünmek, ruhsuzluğumun omuzunu dürttü ve onu kan uykusundan uyandırdı. Dolgun dudaklarındaki tadı, kaç kadına sunmuştu? Midemdeki kasılma artarken, müstehcen görüntüleri göz kapaklarıma sermemek için gözlerimi hızlıca kırpıştırdım ve kendimi geriye çektim.

"Ne hoş." Diye bir ses asılan dudaklarımın arasından çıkarken, ben mi basittim, omu değerliydi bilemedim.

"Tutku küsmeyeceksin değil mi?" Dedi şaşkın bir sesle. Daima dürüst oluşu karşısında ona kızamazdım doğru. Bu yüzden kendime karşı bir öfke oluştu içimde. Kaşlarım çatılırken bakışlarımı krem rengi duvarlarda gezdirmeye başlamıştım. "Saçmalama." Diye konuştum. "Yanılgılar olur. Unutalım gitsin."

Karnıma çektiğim bacaklarımın etrafına sarmak üzere olduğum kolumu yakaladı ve beni tekrar sıcak gövdesine çekti. Yüzüne bakmadığım anlarda, gözlerimin odağı sıkı ve sert vücudunun üzerine oyuk gibi işlenmiş belirgin kasları oldu. Kolunu omuzumun üzerine dolarken, "Huysuz." Diye konuştu. Çenesini saçlarımın üzerine yasladığında, benim zihnim teninden sırtımın yarısına ilişen sıcaklığına takılı kalmıştı. Kumral teninin pürüzsüz yüzeyine ellerimin düşmesine izin vermedim ve ince parmaklarımı avuçlarımın içine gömüp kucağıma gizledim.

"Kızdın sen kızdın."

"Kızmadım. Bıraksana beni." Dedim ama uzaklaşmaya yönelik tırnağımın ucu kadar ne çabam oldu ne isteğim.

"Yanılgı değil bu." Diye konuştu kısık sesini saçlarımın arasına sererken. "Güçlü bir çekim var... Hissedebiliyorum. Hissettiğini biliyorum, inkar etme."

Derin titrek bir nefes aldım. Onunla ilk tanıştığımız günden beri tuhaf bir akımın içinde sürüklendiğimi ve içten içe o akıma kapılmak istediğimi biliyordum. Aşk veyahut sevgi gibi büyük meseleler değildi hissettiğim doğru ama en az onlar kadar güçlü bir hisdi. Yakınlığı, tenimi uyuşturuyordu ve bu duygu beden müzemin nadide bir parçası olmuştu. Değerli ve haz vericiydi.

"Bu red edildiğim gerçeğini değiştirmiyor." Dedim tekrar başa sararak. Garip bir hırsla burnundan getirmek istiyordum. Galiba gururuma dokunduğunu hissediyordum.

"İnatçı. Nasılda hırslısın." Diye konuştu hayranlıkla karışmış kışkırtıcı bir zevk aldığını gizleme gereği duymazken. Üst dudağımın kenarını dişlerimin arasına sıkıştırıp, kasıklarının üzerinde duran gri eşofmanın etini kesen yüzeyine baktım.

"Konuştuğumuz konu çok saçma." Dedim dikkatimin daha fazla dağılmaması adına. Yoksa, çemberin zorladığım kısımları gerilerek talan edecekti beni. "Her şey çok saçma."

"Sana bunu düşündüren, öpüşmemiz mi?" Israrla bu konudan çıkamadığımızı fark ettim kelimelerinde. Olaya mantığımın içinden bakmaya zorladım kendimi.

"Freni boşalmış kamyon gibiyiz." Dedim bakışlarını yüzümde hissederken. "Her şey fazla hızlı gelişiyor. Seni doğru düzgün tanımıyorum bile. Ama o çekim yüzünden kollarının arasındayım şuan."

"Haklısın." Dedi düşünceli bir sesle. "Tuhaf bir birleşim olduk."

Güldüm. "Siyah ve beyaz gibi mi?"

Kolumun çıplak derisini baş parmağıyla okşarken aynı dalgın sesle devam etti. "Hayır. Kırmızıyla kırmızı gibi."

Kendimden beklenilmeyecek bir laf sundum dudaklarımdan. "Şehvetin rengi diyosun."

Güldüğünü hissettim. Çıplak göğsü derin bir nefesle inip kalktı. "Adın diyorum." Kolumu okşayan eli boynuma doğru tırmandı ve parmakları ince gerdanıma dolanırken, kaldırdığım başım alev alev yanan gözlerine değdi. "Sonumuz olacak gibi."

Seslice yutkundum nabzım parmak boğumlarının altında can çekişirken. Gözlerimden sıyırdığım tüm perdelerin ardından kuruyan dudaklarımı ıslattım ve midemi kasırga gibi yaran baskıyı döktüm dudaklarımdan. "Kim bilir... Belkide başlangıcımız olur."

Sözlerimle kırmızıyı bile kıskandıran bir tona bulamak istedim pembe dudaklarını. Ona doğru uzandım, yüzünde ki çekici gülümsemesiyle karşıladı dudaklarımı. Arzu dile gelişinin öcünü alır gibi doğdu dudaklarımızda ve derin bir öpüşme sunuldu ruhumuzun huzuruna. Sahnede, kavradığım dudakları ve etimi çekiştiren dişleri vardı. Midemden büyük bir alkış tufanı yükseldi bu gösterime ve kasıklarımı talan eden sancı bizi ayakla alkışladı.

O, beyaza aşık bir kadının kırmızısı olma yolunda emin adımlarla yürürken, ben mavinin en güzel tonunu kırmızı boyuyordum.

Dudaklarımız usulca ayrılırken derin bir soluk alıp, ciğerlerimizde ki katrandan arınmanın anısına gülümsedik.

Gözlerimi usulca indirdiğim dudakları, en az bizim kadar kırmızıydı şimdi. Dolgun ve ıslaktı. Ona tekrar tekrar uzanmamak adına kendimi geriye doğru çektim ve "Galiba açıktım." Diye konuştum. Hafifçe başını sallayarak, boynumu saran elini tenimi uyuşturarak çekti. "Hazırlan, gidelim."

Bedenimi çıplak gövdesinden ayırırken, gözlerim tekrar omuzlarından göğüslerine kadar dövmelere ilişti. Sağ tarafında büyük bir kafa tası dövmesi vardı alev topunun etrafına dolandığı. Siyah dövme yapılı vücuduna çekici bir hava katıyordu ve fiziğini daha cazip kılıyordu. Sol tarafında ise soyut çizgilerden oluşmuş zinciri andıran iri bir dövme vardı. Yeterince cezbedici değilmiş gibi, etinin üzerine işlettiği cesur dövmeler ona dokunma iç güdümü tetikliyordu.

Gözlerimi kırpıştırarak, bakışlarımı ondan çekerken ayağa kalktım. Efkan'da ayağa kalktıktan sonra bedeni hafifçe bükerek yere fırlattığım mavi gömleğini aldı. Kıyafetlerimi banyoda değiştirdiğim için adımlarımı kapıya doğru yönelttim.

Rumelihisarı'nda Efkan'ın teninin kokusuyla dolup taşmış ciğerlerimi, denizin keskin tonuyla yeni bir renge bulandırırken, karşımda ki manzaranın göz oyuklarıma dolan mavisi, Efkan'ın mavileri kadar cezbetmiyordu beni. Ona bağışlanan maviler, önündeki menüde kısık göz kapaklarının altında kıpırdanırken, gözlerimi ondan çekemiyordum. Uzun koyu sarı saçlarının asi dağınık tutamları bile geniş alnın önünde eğiliyor, tadı damağı parçalayan bir görüntü seriyordu rengi kaçmış gözlerime. Onu gördüğümden beri ilk kez bu kadar rahat bir şekilde izleyebilmenin garip özgüvenini zihnimde taşırken, utangaç küçük bir çoçuk gibi hissetmiyordum. Sanırım, bu onun bana aşıladığı bir rahatlıktı ve ruhumun kapısı aralayınca, dibine çökmüş yanlarımın kokusu yüzüme vuruyordu.

"Bakmasana öyle." Diye konuştu, sesinin frekansını zihnime yayarken. Soluk gökyüzünün gerisinde kalmış gezegenlere duyulan ilgi kadar büyüktü ona karşı olan merakım. Nasıl bakmazdım?

"Nasıl bakıyormuşum ki?" Diye sordum meymenetsiz bir sesle. Bana bahşettiği cazipliği bilmesine gerek yoktu. Sevimsiz sesime karşılık menüyü masanın üzerine yavaşça bırakırken, öne doğru hafifçe eğildi ve mavilerine muziplik düşerken, sır döker gibi konuştu.

"Yatağa atmak ister gibi."

Kuru boğazım biraz daha kurudu ve ağzımın içindeki az sıvıyıda yutamadım. İrileşen gözlerimin çerçevelerini kızar gibi kısarken, mahçupluk damağımda birikti. Dudaklarım açılıp kapanırken, Efkan şeytansı bir edayla sırıttı.

"Edepsiz." Diyebildim sonunda bakışlarımı ondan çekerken. Gözlerim yeryüzü ve gök yüzünün kesiştiği noktalara ilişirken, masanın ilerisinde, tırabzanların gerisinde toprağa gök salan ağaçların taze kokuları ilişti burnumun ucuna.

Efkan'ın gelen garsona verdiği siparişleri kulak ardı ederken, taze havanın sarmaladığı tenimde cılız bir kaşıntı hissettim. Ellerimi masanın altına, kucağıma yerleştirirken uyuşuk hareketlerle diz kapaklarımı kaşımaya başladım. O esnada çalan telefonun melodisi sardı zihnimin içini. Bakışlarım Efkan'a tırmanırken, yanıtladığı aramayla telefonu kulağına yaslamıştı.

"Efendim... Evet hazır mı?... Bir aksilik, eksik falan yok değil mi?... Tamam, bir saate oradayım o halde... Sağolun, görüşmek üzere." Biten telefon görüşmesiyle birlikte, keyfi yerine biraz daha gelerek gözlerini bana çevirdi. Dile getirmesemde, kiminle konuştuğunu merak ettiğim gerçeğini gizleyemediğimin bilincindeydim.

"Evim..." Diye konuştu hevesli bir sesle. "Hazırmış." Gözlerimi hafifçe aralayıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Çağrı ile ev arkadaşı olduğunu öğrenmiştim önceden ayrı bir evi olduğunu bilmiyordum. Ve bu noktada onun hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığım gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptı bir kez daha.

"Bişey sormak istiyorum." Dedim hafifçe bir yutkunuşun ardından. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu ve göz bebeklerime değen bu parıltıları söndürecek olacağımı biliyordum. Ellerim dizlerimden yukarılara doğru ince çizgilerle tırmanırken, "Sor." Diye konuştu.

"Çağrı'yla, iyimiydiniz?" Dudaklarımdan dökülen kelimeler kulağıma anlamsız geldiğinde, toparlamaya çalıştım. "Yani şey, aynı ev, iş ortağı... Bişeyler gözümün önünde bitti ama ben anlamadım yani..." Cümlelerim ciddiyetsizce kayarken dudaklarımın arasından sesli bir nefes saldım.

Efkan soğuyan mavilerini üzerimden çekmezken, kaşlarının hafif çatılışı gitgide kuruyan boğazıma bir sıcaklık daha üfledi. "Evet..." Dedi gözlerinden bir parça daha soğuk olan sesiyle. "İyiydik." Kaşları bir kalemin ucundan dökülmüşçesine belirginleşirken, göz perdeleri hiç inmedi. Zihninin içine nelerin doluştuğunu bilemediğim gibi, merakım gerginlik olup tenime geri dönüyordu. "Yollarımızı ayırma vaktimiz gelmişti diyelim... Ya da benim yolumu ayırma vaktim gelmişti."

"Neden?" Diyen dilimi ağzımın içinde dişlerken, fazlasıyla gerildiğimi hissetmeye başladım. Bacağımın çıplak derisini talan eden parmaklarım boynumun kavisine ilişti.

"Ufak tefek anlaşamamazlıklar." Dedi en az masanın yüzeyi kadar düz ve pürüzsüz bir sesle. "Hım." Diye bir mırıltı çıktı dudaklarımdan. Alt dudağımın ince bir sızıyı çağırdığı anlarda, dişlerimi etime geçirdim. Bakışlarımı ondan çekerken, derin bir soluk çektim ama aldığım nefes kasırga olup ciğerlerime vurdu sanki. Boynumun ince derisinde gezinen parmaklarım baldırlarıma inerken, şakaklarımdan giren ağrı gözlerimin ardını bulandırdı.

"Ya siz?" Diye sorduğunu işittim. Kupkuru bir sesten ötesi değildi dudaklarından dökülen. Merak yuva yapmıştı damağına ve ince ince sökülüyordu. Bu soruyu sorma ihtimalini bile hasta zihnimden hiç geçirmemiştim. İndirdiğim kepenklerin üzerine vurulan balyozun tahribat yaratan zedeleyici hissi şakağımdaki ağrıyı arttırdı.

"Biz diye bişey yok." Ağırlaşan çenemin içinden çıkan kelimeler ezilirken, bakışlarımı yüzeyi parlayan denizden çekmiyordum. "O hastalıklı herifin teki."

"Ya geçmişte?" Diye sorduğu an, gözlerim denizin mavisinden sıyrılıp onun solan mavilerine ilişti. Ruhsuzlaşan yüzüme öfke küçük tekmeler savururken, onun ifadesizleşen çehresinde, elmacık kemiklerine düşen güneşin gölgesi bile soyutlaşıyordu.

Sökülen çivilerin bıraktığı izlerden ve deliklerden içeriye sızan zehirli görüntüler kesik kesik irislerime düştü. Zihnime ölümün ürkütücü kokusu düşerken dişlerim birbirine geçmek üzere birleşti ve çene kemiklerimde güttüğüm basınç damağımı sızlattı. Onunla geçen geçmişi dile dökebilme ihtimalim olsaydı şayet, bütün kelimeleri asardım darağacına ve harfleri soluksuz bırakırdım.

"Gitmek istiyorum." Diye konuştum sesimin dozuna serpiştirilen huzursuzluk kanımın içine sinsice bulaşırken. Efkan çatık kaşlarının altında üzerime süzülen gözlerini hafifçe kıstı. "Sen iyi misin?"

Parmaklarımı kucağımda birleştirirken, uçlarına uyguladığım baskıyı yok saymayı başaramadım ve beyin deşen bir ağrının geleceğini dönen gözlerimin içinde hissettim. Damarlarım zonkluyordu ve kulaklarıma vuran uğultular arsızdı. "İyiyim. Gitmek, istiyorum." Üzerine bastığım kelimeler zemine serilirken cansız fısıltıları kulaklarımda doğuyordu.

"Pekala." Diyen Efkan sandalyesini geriye iterken, bende bedenimi masanın kuytusundan çekmeye çalıştım ve panikli ayaklarımla ayağa kalktım. Midemin içinden ağzımın içine yükselen acı sıvı cansızlaşan yüzümü buruştururken kasılan parmaklarım midemin üzerine gitti. Bir an sonra kolumda sert parmaklar vardı ve omzum onun kaburgalarına yaslanırken, kemikleşen düşüncelerim beynime batıyordu.

Benim eroine ihtiyacım vardı.

"Tutku, kriz mi?" Diye soran Efkan'ın sesini kulak zarımın ötesinde zar zor duydum. Kanser hücrelerinden daha hızlı yayılan bu yoksunluk belirtileri, illetin en azap verici olan kısmıydı.

Ve benim o illete ihtiyacım vardı.

"Benim, benim gitmem lazım." Yürüyordum ama yanından geçtiğim gölgeler göz bebeklerime kabus gibi düşüyordu. Efkan kollarını bedenimin üzerine biraz daha sardığında, üşüyen etim teninin sıcağına uzanamadı.

"Tamam, bak dayan atlatacağız." Kelimelerinin sönmüş közlerinden paniğin grimsi dumanı yükseliyordu.

"Nereden bulacağız?" Bir kaç kelimeden oluşan cümleyi bile zorlukla kurduğumda, Efkan'ın ağır bir küfür ettiğini işittim.

Midemdeki bulantı tüm arsızlığıyla artarken, boğazıma dayanan acı sıvı etimin tahrişini arzuluyordu. Efkan'ın arabası bulanıklaşan gözlerimin içinden sızarken, gırtlağıma çöreklenen asitin paniğiyle Efkan'ı var gücümle ittim ve elleri bedenimden sıyrılırken, ayaklarımın sahiplenemediği çarpık adımlarımı ağacın dibinde duran çöp kovasının başına sürükledim. İçim dışıma çıkarken, vücudumu saran titreme arttı ve yarı çıplak vücudum hem kasılıp hemde şiddetle titredi. Duyduğum sesleri ayırt edemezken, içimden attığım acı sıvının damağımı parçalayan tadıyla kalakaldım. Bedenimin yönlendirildiği anlarda, zihnimin içinde kalan bir kaç sağlam hücre her şeyi apaçık sunuyordu.

Ben yok oluşuma nefes dahi almadan koşuyordum.

Bir kavanozun içine tıkıştırılmış hastalıklı bedenim uzuvları boyunca ölümcül zehir için haykırırken, kendi başına yanan ruhumun kıvranışı acınasıydı. Avutulası zihnim perişanlığın eşiğinde ellerini şakaklarımın üzerine yaslamış, zehrini bekleyen bir canavar gibi dişlerini sergiliyordu. Ve ben zeminin üzerine yapışık bir şekilde yaşadığım halde bile defalarca dizlerimin üzerine düşüp betonun merhametsiz soğuğunu tadabildiğimi hissediyordum.

Bu bekleyişin içinde öleceğimi hissediyordum ama bir cenazem olsa bile gerimde kalan kimseye ölümümün sarsıcı üzüntüsünün kalmayacağını biliyordum. Benden geriye, beni tanıyanlara verebileceğim tek şey utançtı. Ölümün ağır soğuğu altında kıvrılan bedenim çaresizliğini sağa sola attığı adımlara yüklerken, gözlerimin bir saniye bile ayrılmadığı kapı aralanmıyordu.

Efkan neredeyse gelirdi. Zaman kavramının kaçırdığım ucunu yakalayamamın telaşıda zihnimin içine düşerken, alnımdan akıp çıplak boynuma inen ter damlalarının ürperten soğukluğu derimi kavlıyor ve kabuklarımı hırslandırıyordu. Hiç bilmediğim bir evin içinde, yok oluşumun ezgisini kulaklarımda duymak için sabırsızlanırken, gözlerimi diktiğim kapının yüzeyinde garip karartılar oluştu ve harelerimin mezarlığına ölülerin cansız bedeni kadar soğuk görüntüler düştü.

Soğuk odanın beyaz duvarlarına astığım çığlıklarım, kulaklarımın içinden sızarken çıldırmak üzere olan zihnimin tahta kapılarını tekmeliyordu. Bu uzun bir bekleyişti ve güçsüzlüğün içinde tutunduğum tek şey kavuşmak için canımdan caydığın o zehirdi. Beyaz duvara yaslasam, rengi ayırt edilmeyecek kadar solgun ellerim bütün acizliğiyle titrerken, itaatkar dilimden tek bir cümle dökülüyordu.

Aralanan kapının ardında beliren bedenle zangır zangır titreyen bedenim kısacık bir an zeminin üzerine takılı kaldı. Efkan afallamış yüzüyle bana doğru gelirken, içimi saran garip sevinç oluklaşan kanımın gıcırtısını kulaklarıma dolduruyordu.

"Ge-getirdin dimi, ge-getirdin mi?" Uyuşmuş dilimi parçalamak üzere olan dişlerimi birbirine bastırırken, hakimiyetini kaybettiğim zihnimin içinde yüksek sevinç nidaları vardı. Efkan iri bedenini bana doğru yaklaştırırken, yüzündeki garip ifade gözlerimin mezarlığına siyah güller aşıladı.

"Tutku hayır, hayır getirmedim." Dediği an hastalıklı bir kahkaha söküldü dudaklarımdan. Gözlerimden ardı ardına yuvarlanan yaşlar dudaklarımın çıkıntılarına asılı kalırken başımı iki yana salladım. "Ha-hayır getirdin. Ha-hadi ver, ver bana onu."

Efkan yanıma gelip ellerini cılız kollarımın üzerine yerleştirdi. Yakınlaşan yüzünde gördüğüm kahrolmuşluk hissi gerçeği kabullenme iç güdümü aşağılayarak ezerken, sinir damarlarım ip gibi gerildi. Efkan başını yüzüme eğerken, "Bak sana bunu yapmak istemiyorum. Atlatabilirsin Tutku, lütfen izin ver sana yardım edeyim."

Duyduklarımla kan beynimin çürük etine sıçradı ve kafatasımın içi asitle parçalanmış gibi dağıldı. Kollarımı kendime doğru çekerken, boğazımdan çıkan ses, ses tellerimi birbirine doladı ve cızırtısı kulaklarımı yırttı. "Saçmalama! Bak lütfen git ve getir, tamam son bu, bir daha ağzıma bile sürmeyeceğim ama, ama şimdi değil, hazır değilim ben."

"Bunu kendine yapmana izin veremem. Bak gittim araştırdım, sordum soruşturdum. Duş alman lazım, hadi gel bak geçicek güven bana."

Üzerime tırmanan ellerini var gücümle itip, gözlerimin odağına giren kapıya doğru koşmaya başladım. Saniyesinde belime kollarını doladığında, avazım çıktığı kadar bağırdım tüm çökük sinir sistemimle. "Bırak beni! Bı-bırak gideceğim, bırak!"

Ayaklarım yerden kesilirken havalandığımı hissettim. Ürküten bir dehşet tüm bedenimi istilası altına altığında, ruhumdan çekilen kan, bedenimde dolanmayı kesen kanı kışkırtıyordu. Efkan'ın kucakladığı bedenim, kollarının hakimiyet kuramadığı topraklarda savrulurken, sürekli olarak bir şeyler söylediğini duyuyor ama hiç bir şekilde algılayamıyordum. Gözümün önüne inen perdede, sadece ve sadece geçmişin kanlı izleri, ruhuma yerleşen yarıkların kaldırılan kabukları vardı.

Kanımın uysallaşmaya olmayan meyili bütün irademin iflahını sonuna kadar kurutmuşken, buz gibi odada donan bedenim ölümün kucağına uzanmış tüm ruhsuzluğuyla acı feryatlar doğuruyordu. Ölüm sinsice gırtlağıma çökerken, aldığım her nefes diken olup kararan ciğerlerimi yırtıyordu ve ağzımın içine kendi kanımın metalik tadı doluyordu. Bedenimin yırtılan derilerine tırnak köklerim mezar olurken, savunmasızlığın ve çaresizliğin içinde yırtılmış dudaklarımdan tek bir cümle dökülüyordu.

Açılan kapının sesi kulaklarımdan geçip, uyuşmak için can atan beynimin içini yangın yerine çevirirken, bedenimin bir yatağa koyulduğunu fark ettim. Efkan benden bir kaç adım uzaklaşırken, ellerini havaya doğru kaldırdı ve kahrolmuş ifadesiyle konuştu. "Bak burada bekle, söz veriyorum iyileşeceksin. Hemen, ben hemen geleceğim."

Algıladığım cümlelerle gözlerim irice açıldı. Başımı şiddetle iki yana sallarken ayağa fırladım. "Hayır sakın, sakın beni burda, bırakma, sakın." Bedenim gelecek dalganın şiddetini daha ağır karşılamak için bir kaç saniyeliğine donup kaldığında, Efkan endişenin içine işlediği sesini yaydı kulaklarıma. "Sakinleştirici bişeyler bulacağım tamam mı? Söz veriyorum 10 dakika bile sürmeyecek."

"Hayır!" Diye bağırdım. "Gideceğim çekil!" Onu atlatıp geçmek için atıldığımda, benden önce davranıp odadan çıktı ve kapıyı üzerime kapattı. Ellerim kapının üzerine düşerken, duyduğum kilit sesiyle aklımı tümüyle yitirdiğimi sandım.

"Efkan aç şu kapıyı!" Diye avazım çıktığı kadar, şimşek gibi ardı ardına çakan öfkemle bağırdım. Kapı açılmayınca yüzeyine indirdiğim yumruklar, kemiklerimi birbirine geçiren ince çıtırtılar iliştirdi kulaklarıma.

"Nolur aç şu kapıyı! Beni buraya kapatma, bende geleyim aç nolur aç."

Tümüyle gücü çekilen bacaklarım kapının dibine düşerken, yitirdiğim bilincimden ölümün nefes yaran kokusu doluyordu ciğerlerime.

"Dayanamıyorum aç kapıyı..."

"Beni burda bırakma, beni burda bırakma..."

Film koptu, zaman durdu ve geçmişin ağıt dolu isli dumanlarına sinen sesim kendi kulaklarımın içine doldu. O beyaz oda, ruhumun soluk rengini şeffaflaştırdı ve içimden geçen her renk bir bir zihnimdeki mezarlığa gömüldü. Düşüncelerim beni katlederken, zihnim bildiğinin eşiğinde cansız çığlıklarını attı ve aşinası olduğum o hastalıklı kelimeler tüm acizliğimle dilimden döküldü.

"Çağrı... Çağrı nolur aç kapıyı... Beni burda bırakma... Çağrı, aç kapıyı..."

•••
Bölüm Sonu... Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. ♥️

•Bir şeyler oluşmaya başladımı?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top