•Zihne Sızan•

Yorumlarınızı merakla bekliyorum...

Bedenimden azalan ağırlık, yükünü ruhumun sırtına yüklemişti.

Zaman kavramının içinde kaybolmuş bir zihnin kalıntılarını, dökülen etlerimde taşıyordum. Hissettiğim ağrılar yerini dingin bir yorgunluğa bırakırken, aralanmaya çalışan göz kapaklarımı biraz daha zorladım. Gözlerimin içine ilişen gün ışığı, ucu sivri dikenli tellere dolandığımı hissettirirken, zayıf parmaklarımı yatağa bastırdım. Elimin altında hissetiğim yumuşak çarşafa tutunurken, beynimin içinde oluşmaya başlayan gelgitler zorlukla araladığım göz kapaklarımın içindeki harelerimi sulandırıyordu.

Genzimin içine dolan keskin erkeksi kokunun izlerini algıladığım an göz kapaklarım tümüyle aralandı. Gözlerimin odağına dolan beyaz oda, zihnimin ince uçlarını dürterken, algısızlıkla kaplanmış beynim uyuşukluğunu henüz atamamıştı. Aydınlanan gün, kanıma karışan zehrin etkisinden çıkmak üzere olduğumun habercisiyken, bedenimdeki hafifleme ciğerlerime ağır ama sakin solukları iliştirmeme yardımcı oluyordu.

Göz kapaklarıma serilmeye yüz tutmuş görüntüleri hatırlama ihtiyacı duymazken, beynime üşüşen gerçekliği zihnimin ücra köşelerine geri gömdüm. Yatağın temiz yüzeyinden ayırdığım elim üzerimdeki beyaz yorganı gelişi güzel iletelerken, bedenimi doğrulttum. Yataktan aşağı sarkıttığım ayaklarım çıplak zeminin soğukluğunu tenime iletirken, gözlerim üzerime kaydı.

Belime kadar sıyrılan geceliğin altından gözlerime serilen solgun bacaklarıma ellerimi hafifçe sürttüm. Uyuşukluğun izlerini tenimin üzerinde taşırken, kıpırdattığım boynum odanın içinde bakışlarımla birlikte döndü.

Ağır soluklarımın dolduğu kulaklarıma ilişen su sesini algılarken, gözlerimin odağına takılan bir diğer şey koltuğun üzerine serilmiş kıyafetler oldu. Zemine düşüp ince sesler bırakan su damlalarının sesini daha şiddetli duymamı sağlayan, Çağrı'nın dün gece üzerinde olan kıyafetlerin şu an koltuğun üzerinde dağınıkça duruyor olmasıydı. Bu görüntü şuurumu zorladı.

Tüm halsizliğime tezat olan bir hızlı kendimi yataktan sıyırıp ayağa kalktım.

Kafamın içinde beliren monolog zihnim açıldıkça diyaloğa dönüşünce, konuştuğumuz son şeyi hatırladım.

Gözlerimi müthiş bir rahatlama hissiyle kapatırken, sızlayan başımı ellerimin arasına aldım. Yüzümü yavaşça sıvazladım.

Ellerim iki yanıma boşluğa düşerken, gözlerim üzerimde ağırca gezindi. Bu lanet geceliğin içinde  daha fazla durmak istemeyen bedenim, sancılı bir hisle kıvrandı. Banyonun ahşap kapısına gözlerimi kısaca dikip, geri çektim. Elbisemi en son salonda bıraktığımı hatırlayarak, uyuşuk adımlarımı salona doğru sürükledim.

Dün gece utancın binbir tonuyla girdiğim odadan, şu an sadece derimin altındaki kanın kirlenmesiyle çıkıyordum.

Salona doğru ilerlerken koridorun sade duvarlarında gezinen gözlerimi çektim. Ona dair eskiden ne çok şeyi merak ederdim halbuki. Şimdi, varlığına bile tahammülümün olmadığı bedenini koyu bir balçığın içine gömebilirdim.

Bedenim salona yaklaştıkça, içeriden sesler geldiğini işittim. Kaşlarım hafifçe çatılırken, ellerim üzerimdeki kısa geceliğin eteklerine ilişti. Parmaklarımın arasına doladığım kumaşın ucunu minik hareketlerle bükerken, duyduğum sesleri işitmeye çalıştım. Kulaklarıma dolan sesin bir kadına ait olması, kaşlarımın mümkünmüş gibi biraz daha çatılmasına neden oldu.

Dün gece eve başka bir kadın daha mı çağırmıştı?

Bunu umursamamam gerektiğini bilecek kadar yoğrulmuştum Çağrı'nın hamuruyla. Kaşlarımı düzelttim. Yüzüme ifadesizliği yerleştirdim ve her defasında aynada karşılaştığım, boşluktan farksız iki derin çukuru andıran gözlerimi önüme sabitledim. Kadının sesi netleşti.

"İstersen... Veda öpücüğü verebilirim?"

Karşısında biri olduğunu anlamam saniyelerimi alırken, elimi yasladığım duvardan çektim. Çağrı banyodaysa, bu kadın kiminle konuşuyordu? Anlamsızlığı kendine zırh biçmiş beynim biraz daha bulanırken, başımı öne doğru eğdim.

Koltuğun üzerinde gördüğüm kadının yüzü bana dönükken, bir adamın kucağında oturduğunu anlamam saniyelerimi aldı. Gözlerim irice açılırken, o an ne yapmam gerektiğine karar veremedim. Bedenim geriye doğru süzülmek ve gözükmeden kaçmak isterken ayaklarım hiçbir şekilde kıpırdamıyordu. Ve buradan defolup gitmem için, muhtemelen üzerine oturdukları elbisemi almam gerekiyordu.

Varlığımı fark etmeleri için başımı eğip hafifçe öksürdüm. Bunu yapmamla genç kadın tiz bir çığlık attı ve başımı tekrar kaldırdığımda, adamın kucağından inmiş olduğunu gördüm. Sarışın kadın yüzüme şaşkınlıkla bakarken konuştu.

"Ah pardon..."

Gözlerimi kızın yeşil gözlerine çevirirken, mahçupça alt dudağımı ısırdım.

"Aslında size pardon... Benim orada elbisem vardı. Onu alayım, siz devam edin. Yani... Ah. Elbisemi alsam ve gitsem?"

Hem ağır ağır konuşup, hem ağır bir şekilde saçmaladığımı hücrelerime kadar hissederken, kızaran yanaklarım uyuşturucunun etkisinden çok, derdimi anlatmaya çalıştığım kelimelerle alevlendi.

Saçlarının sarının koyu tonu olduğunu gördüğüm adam yerinden dahi kıpırdamazken, bana dönmemesini şanş saydım. Bakışlarım kızın yüzüne geri döndüğünde, biraz önceki mahçup yüz ifadesinin değiştiğini fark ettim. Gözleri hafifçe kısılmıştı ve üzerimi tarıyordu. Çok geçmeden alaylı bir ses tonuyla konuştu.

"Bende şekilden şekle giriyorum." Ardından gözlerini üzerimden çekip, koltuğun yüzeyine indirdi ve hafifçe eğilip geri doğruldu. Eline aldığı elbisemi bana doğru uzatırken, gözlerinde devam eden alayın izleri vardı. "Al bakalım elbiseni."

Üslubu beynimin içine sızarken, kaşlarım donuklaşan yüzümde havalandı. Koltukta sırtı bana dönük oturan adam da yerinden doğrulup ayağa kalktığında, gözlerimi yere indirip yanlarına doğru, zeminin beni dibe çeken kuvvetine karşı koymaya çalışarak ilerledim.

O esnada kız tekrar konuştu. "Ben gidiyorum, sonra ararım seni." Alayın sıyrıldığı sesi, cilveyle kuşanmıştı. Bu midemi bulandırdı.

Başımı tekrar dikleştirdiğimde, üzerime düşen bakışları yok sayarak kızın elinden elbiseyi aldım. Dilimden sıyrılmak için can atan bir çok kelime vardı ama konuşmaya dair içimde hiçbir hissiyat yoktu. Suskunluğum bundandı. İstediğim tek şey, buradan bir an önce defolup gitmekti. Elimin içinde kavradığım elbiseyi daha sıkı tutarken, gözlerim koltuğun üzerindeki çantama ilişti. Çantama doğru uzanırken, kulaklarıma yabancı bir ses doldu.

"Tamam. Haberleşiriz." Sesi düz ve fazlasıyla netti. Sarışın kıza ait olduğunu anladığım ayak sesleri uzaklaşırken, çantamın kulpunu kavradım ve doğruldum. Arkamı döndüğüm an, aynı yabancı sesi işittim. "Sen kimsin?"

Adımlarım arkama doğru dönerken, avuçlarımın arasına sıkıştırdığım eşyalarımı karnıma doğru bastırıp başımı doğrulttum. Gözlerimin doğrudan odağı olan mavi gözler bir anlığına hiç toparlayamadığım dikkatimi daha fazla dağıttı. Mavinin en soğuk tonuna ev sahipliği yapan gözler yüzüme derimi kavlarcasına dikilmişken, yavaş bir soluk aldım. Ardından dudaklarımdan, isteksiz bir cevap doğdu. "Hiç kimse."

Mavi buzların üzerine düşen koyu uzun kirpikler hafifçe kısıldı. Saçlarının rengiyle orantılı, sarının koyu tonu biçimli kaşları ince bir detayla çatıldı. "Evimde ne arıyorsun?" Ses tonuna gizlediği merak içerikli sorular, göz kapaklarımı ağırca kapatıp açmama sebep oldu.

Çağrı'nın bir ev arkadaşı olduğunu bilmediğim için ve gerçekten tahammülsüzlük tekrar kanımda hoyratlaştığı için bıkkın bir nefes aldım. "İlgilendirir mi seni?"

Göz kapakları hafifçe aralanırken, açık pembenin narin tonuna bulanmış gibi duran dudakları aralandı. Sakalsız yüzüne ince uzun parmaklarını yerleştirip çenesini hafifçe ovaladıktan sonra, kısık gözlerini ağır ağır üzerimde gezdirdi.

Bakışlarının ağırlığı altında, derimin altından sıyrılıp gün yüzüne çıkmaya can atan kanım hoyratlaştı. Uyuşturucunun yavaşlattığı kan akışım, bu garip adamın arsız bakışlarıyla hızlandı ve damarlarımı birbirine doladı.

"İlgilendirmez." Diye konuştu ruhu boğan garip bir soğuklukla.

Gözlerim birbirine sıkı sıkıya bastırdığı dudaklarına ilişti. Bana yansıttığı tuhaf his, kaburgalarımın arasına yerleştirilmiş yumruyu hızlandırdı. Gözlerim tekrar gözlerine tırmandı. Buz kristallerini andıran mavi gözleri üzerimde gezinirken, bakışlarından düşen kar taneleri saçlarımın uçlarına tutundu. Tek kaşını alnına doğru yükseltirken, ince bir çizgiyi andıran dudaklarını usulca aralayıp nefesiyle saçlarımdaki kar taneleri eriterek konuştu.

"Fahişeler beni ilgilendirmez."

Zorlukla aldığım nefes kılçıklanıp boğazımdan ciğerlerime inerken, içim yırtıldı, ruhum bir kez daha kanrevandı. Kanımda beni aciz kılan muhtaçlık yoktu. Boyun eğmem gereken şartların içinde değildim. Başım dikleşti. Uysallık kanımdan çekildi. Avuçlarımı sıktığımda tırnaklarım etimi yamalarken, dilime batan ucu sivri kelimeleri özgürlüğe saldım.

"Ben fahişe değilim."

Sesimin kırık tonu, ruhumu sakat bıraktı. Tüm uzuvlarım titrerken, çıplak bacaklarımda hissettiğim kaşıntı bedenimi çileden çıkarttı. Acısını güçlükle hissettiğim avuçlarımı bacaklarıma sürterken tırnaklarımı etime geçirerek kaşımaya başladım.

İtirazım idam ipindeki adamın yaşamı arzulaması kadar boş geldi karşımdaki gözlere. Sık kirpiklerinin altındaki mavi buzlar biraz daha donuklaşırken, dudakları tehlike çanlarını zihnimde sağa sola savuran bir şekilde yukarı kıvrıldı ve tüm gerçeği çıplaklığıyla zihnime sundu.

"Öyleyse, henüz değilsin."

Avuçlarımın içinden çoktan düşmüş olan eşyalarım, çıplak ayaklarımın üzerinde ağırlığını hissettirdi. Garip adama karşı hissettiğim öfke, fırtınanın sesli gürültüsü olup beynimin içini yıkıp geçti. Felaketi sunan zihnimin yüzleştiği gerçek aşikarca gözlerimin önüne sunuldu. Dün gece buraya gelişimdeki niyet, saklandığı duvarın arkasından aptalca sırıtarak başını iki yana sallıyordu. Dişlemekten kıyım kıyım olmuş dilim, dudaklarımın tadına karışan metalik kanı damağıma usulca yaydı. "Kes sesini." Diye konuştum henüz tam anlamıyla düzlüğe çıkamamış pürüzlü sesimle.

Başını yana doğru yatırdı. Gözleri ruhumu kamçılarsına kısıkken, sesinin içine iliştirdiği gerçeklik tozu, ciğerlerimi tıkıyor nefesimi kesikleştiriyordu. "Peki dik başlı eroinman..." Başını tekrar doğrulttuğunda, ilk kez krizin pençelerine bu kadar çabuk yakalandığımı hissettim. Midem şiddetle bulanıyordu ve etimin altına sızan öfke saf bir acıyı taşıyordu. "Diyelim ki haklısın..." Sözleri şüpheli başladı, emin bitti. "Yolun sonu belli değil mi?"

Kelimeleri kafamın içindeki çarkların sivri uçlarını beynimin en hassas noktalarına batırırken, bedenim çakılı kaldığı zeminden ayrılamadı. Bir eroinman olduğumu defalarca kendime lanetler ederek hiç unutmadığım gibi, bunu her gün daha fazla çöken bedenimde saklamam mümkün değildi. Dış görünüşüm neyin içinde olduğumu alelade bir şekilde, bana dikilen her göze çıplakça sunuyordu.

İçimi en çok acıtan, bu garip adamın gerçeği yalanla kılıflandırmayan sözleri olmuştu. Haklıydı... Dün gece tahammülsüzlüğün derin karanlığında, tüm utançlarımı tek tek yutarak gelmemiş miydim bu eve? İnkarım neye yarardı? Üzerimde hâlâ varlığını koruyan ince gecelik bile açık bir kanıttı.

Sertçe yutkundum ardı ardına, kaldırdığım başım dikleşirken dudaklarımdan ruhsuzca dökülecek olan kelimeler, acizliğimi asla sunmaya niyeti olmayan ruhumun sesiydi.

"Seni ilgilendirmez..." Eğilip ayağımın üzerine düşen çantam ve elbisemi aldıktan sonra gitmek için hareketlenmeden önce gözlerimi hafifçe kısarak gözlerine baktım. "Bu arada... Biraz önceki kız, rahibe Teresa'ya hiç benzemiyordu."

Tıpkı benim gibi gözleri kısılırken, dudaklarında belli belirsiz bir kıvrılma belirdi. Gözlerimi hızla üzerinden çekip arkama döndüğüm an, koridorun oradan gelen ayak sesleri kulaklarıma ilişti. Sırtımda hissettiğim ağır bakışların ardından, birkaç saniye sonra Çağrı'nın bedeni karşıma dikildi.

Gözleri doğrudan gözlerime düşerken nefesim dudaklarımın arasından dökülerek zemine dağılıyordu. Kaşları belirgin bir şekilde çatılmışken, siyah saçlarından dökülen su damlaları boynuna, oradan omuzlarına doğru ince bir yol izliyor ve çıplak göğsüne uyuşukça iniyordu. Birbirine sımsıkıya bastırılmış dudakları, öfkenin kızgın soluğu oldu.

"Ne halt ediyorsun burda?"

Rahatsızca yerimde kıpırdanmamı engelleyen, yüzüme yerleşen umursamazlık tohumları olurken, onunkinden farksız olmayan bir soğukluk dilime ulaştı. "Ne halt ediyor gibi gözüküyorum?" Ellerimi hafifçe kaldırıp, varlığını fark etmediği eşyalarımı gösterdim. Çatık kaşları bir milim bile düzelmezken, gözleri üzerimden sıyrılıp arkama ulaştı.

"Git giyin." Diye konuştuğunda göz kapaklarımın altında devrilen gözlerimi üzerinden çektim. Kemikli parmakları bel kemiklerine oturan havlunun üzerine tutunurken, gözlerinin yüzüme döndüğünü hissettiğim ağırlıktan fark edebiliyordum. "Acele et. Uyuşuklanma." Cevapsız kalıp ayaklarımı hareket ettirdim. Yapılı ve iri bedeninin yanından geçerken zemine düşen ayak seslerime, onun tok adımları karıştı.

Koridora girdiğimde ikaz dolu sesini duydum. Yabancı adama konuşuyordu. "O gözlerini sikerim." Tavrı içimi kaldırırken, arkadaşının cevabını belli belirsiz duydum. "Zırvalama, boş boş..."

Ahşap kapıyı aralayıp içeriye girdiğimde, Çağrı'nın teninden yükselen koku odanın içine yayılmış ve kendi katmanını oluşturmuştu. Ciğerlerime iliştirdiğim koku, geçmişin saf anılarının üzerine çöken nefretti şimdi.

Üzerimdeki geceliği çıkartıp dağınık yatağın ayak ucuna bıraktığımda beynimde beliren anıların kirli yüzeyine, geleceğin kirliliğini vaat eden sözler yayıldı. İki donuk buz kütlesini andıran mavi gözlerin gezindiği tenim karıncanlandı ve ben bu hissi sevmedim. Dilini bükmeyen ve yargıyı dudaklarının arasında taşıyan ahmağın tekiydi ve dolu zihnimin içine sızması olasılıklar dahili bile değildi. Olamazdı.

Üzerime geçirdiğim elbisenin eteğini belimden indirirken kapı yavaşça aralandı ve odanın içine giren Çağrı, daha dingin duran yüzünü bana çevirdi. Ellerimi eteğin uçlarından çekip, fermuarına doğru uzandığımda Çağrı ağır adımlarla yanıma doğru gelmeye başladı. Her şey ağır bir zaman boyutunun içinde gerçekleşmeye devam ederken, gözlerimin odağına istem dışı dolan karın kaslarını görmezden gelmek adına başımı pencereye doğru çevirdim. Fermuarı kapattığımda, Çağrı yan tarafımda kalan kıyafet dolabının önünde durakladı. Yatağın ayak ucuna oturup, ayakkabılarımı giydiğim anlarda, seçtiği kıyafetleri yanıma bıraktı. Sessizdi. Sessizliği, en az aşağılayıcı sözleri kadar kötü hissettirdi.

Bakışlarımı ona çevirmeden konuştum. "O kim?" Başını bana doğru çevirdiğini hissettiğimde, bakışlarımı kaldırıp çıplak sırtına baktım. Gömleğin altından belirenden fazlası vardı ve şu an fazlasıyla kasılmıştı. "Merak duyguna başlatma." Diye öfkeyle konuştu. "Kimse kim."

Gözlerimi yüzüne kaldırdığımda, bedenini bana çevirdi. Kemikli parmakları beline tutunan havluya indiğinde, bakışlarımı yüzünden çekmedim. Zeminin üzerine düşen havlunun tok sesi kulaklarıma doldu. Gözlerimi kapatıp tümüyle sırtımı ona döndüm.

Umursamadığı çıplaklığı benimde umrumda değildi ama onu tümüyle çıplak görmeyi kesinlikle istemiyordum. Ellerimi elbisenin yüzeyine sertçe sürttüğümde, öfkenin sıyrıldığı sesini işittim.

"Noldu?" Sesinin kalın tınısına ince bir alay serpildi. "İlk kez görmüyorsun ya."

Dişlerim damağımın yüzeyini sızlatacak kadar iç içe geçerken, burnumdan sesli bir soluk verdim. "Gitmek istiyorum."

"Gideceksin." Diye konuştu. "Beraber gideceğiz."

Seslice soluyarak itiraz ettim. "Kendim gidebilirim. Bakıcılığına lüzum yok." Sert bir nefes saldı.

"Yalvarırken daha uysalsın." Sesi tuhaf derecede sakindi. "Asiliğin, sinirimi bozuyor." Sözleri sırtımın derisine çarpıyor ve kulaklarıma ulaşamadan zeminin kaygan yüzeyinde buharlaşıyordu. Ne dediğini asla umursamıyordum.

Artık giyinmiş olduğunu düşünerek bedenimi ona çevirdim. Siyah kumaş pantolonu kaslı bacaklarını sarmalamıştı ve üzerine geçirdiği koyu lacivert gömleğin düğmelerini ilikliyordu. Gözleri üzerimde tazeliğini korurken, konuştum.

"İtaat etmemi beklemen saçma." Kaşları alnına doğru havalandı ve şakağına ilişen ıslak saç tutamlarına karıştı. "Bu hafta önüne dizilenler etsin sana itaat."

Kaşlarını yavaşça geri indirirken, üzerime doğru adımlamaya başladı. Heybeti, gölgemi bile titretmeye yetecek kadar fazlaydı ama uslanmaz dilim, kanım muhtaçlığı taşımadığı sürece hiçbir meydan okumayı kabul etmiyordu.

Adımları tam önümde durduğunda, iki yanımda duran ellerimi parmaklarıyla kavradı ve göğsünün üzerine yerleştirdi. Yukarıdan yüzüme inen bakışlarının altında, halsiz parmaklarım sert tenine tutunmayı red ediyordu. Nefesi yüzüme ilişirken konuştu. "İliklesene düğmelerimi."

Gözlerimi geniş gövdesinden ayırmadan, ellerimi tekrar çekmeye çalıştım ama uyguladığı hafif baskıyı azaltmaya niyeti yoktu. İsteksizce parmaklarımı kıpırdattım ve gömleğinin iki yakasını kavradım. Elleri belime tutunurken, başını yüzüme doğru eğip, erkeksi sesiyle konuştu.

"Açacağın günde gelecek..." Sertçe yutkunduğumda, parmaklarını etime bastırdı. "Bu minik ellerinle."

Ellerimi üzerinden çekip birkaç adımda gerilediğimde, aramıza uygun mesafeyi koyup başımı kaldırdım. Kısılan gözlerimi, koyulaşmış harelerine dikerken baskın bir öfkeyle konuştum.

"Asla."

Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşirken, gözlerimi üzerinden tümüyle çektim. Köşede duran çantamı alıp, hızlı adımlarla kendimi odadan dışarıya attım.

Salona ulaştığımda Çağrı'nın arkadaşının koltukta oturan bedeniyle karşılaşınca bir an kapıya çıkmakla, burada beklemek arasında tereddüt ettim. Gözlerim istemsizce ona kaydığında, koltuğa yaydığı bedenini saran soluk mavi tişörtü ve açık renk kotuyla Çağrı'nın zıttı gibiydi. Kollarında karartı şeklinde duran dövmelerin varlığı göze çarparken desenleri hakkında fikrim yoktu. Koltuğun başlığına yasladığı başı geriye doğru uzanmıştı ve baktığında iç donduran mavi gözlerini, göz kapaklarıyla örtmüştü. Dudakları kıpırdandığında, alçaltılmış tondaki sesi kulaklarıma ilişti.

"Sevgilinin arkadaşını mı kesiyorsun?" Başını hafifçe kaldırıp, göz kapaklarını araladığında, sözlerinden çok gözlerinin rengi kanımı uyuşturdu. "Şş... Çok ayıp."

Sertçe yutkunup, başımı hafifçe dikleştirdim. Gözlerim boşlukla sınanırken, dudaklarımdan ruhsuz kelimeler döküldü. "O benim sevgilim değil."

Artık değil.

Biçimli kaşları havalanırken, bedenini hafifçe doğrulttu. Yüzüne yerleşen ifade, etimin ince derisini kaşındırıyordu. Bu adamdan bana geçen tuhaf elektirik, öfkenin ince cızırtılı kıvılcımları gibiydi ve ben bu hissi sevmedim. Sesine açık bir imâ yerleşti. "Beni kestiğini inkar etmiyorsun yani?"

Ona boş bakışlar atmaya devam ettiğimde, doğruluk payının baskın olduğu cümleleri yalanlamayı dilim sevmezdi. Sesim umursamaz bir tona bürünürken, hafifçe omuz silktim. "İlk kez gördüğüm bir insanı üstünkörü incelemem doğal." Elimin altında varlığını koruyan çantayı omuzumun üzerine geçirirken, stabil ses tonumda devam ettim. "Pay biçilecek bir durum yok."

Başını hafifçe yana doğru yatırırken, alt dudağının kenarını dişlerinin arasından geçirdi. İnce bir kavisle yana doğru yatırılmış saçlarının tutamları, yan taraflarındakine oranla daha kısa olan saçlarının üzerine dökülürken, başını tekrar dikleştirdi. Dudaklarından standartlığın düzeyine ulaşan sesi döküldü. "Tamam, öyleyse."

Derin bir soluk alıp bakışlarımı üzerinden çektim ve bedenimi kapıya doğru yönlendirdim. O esnada odadan çıkan Çağrı'ya ilişen gözlerimi çekip, çelik kapının metal kulpunu araladım. Bedenime ilişen esintili havanın ılık rüzgarı, tenime naifçe çarparken adımlarım düzlüğe ulaştı. Çağrı'nın tok sesini hemen ardımda işittim.

"Acele et uyuşuk herif."

Bedenimi hafif bir açıyla arkama doğru çevirdiğimde, Çağrı'nın birkaç adım gerisinde beliren bedenin gözleri üzerime döndü. Ağırlık hissini uzuvlarıma yayan bakışlarını tekrar Çağrı'ya çevirdi. "Siz gidin, ben taksi çağırırım."

Çağrı yanıma ulaştığında, kemikli parmaklarını bel boşluğuma yerleştirdi. Amacını kestiremediğim anlar da, sözlerindeki rahat ton kulaklarıma sızdı. "Gerek yok, uğraşma boşuna."

Arkadaşıda yanımıza geldiğinde, Çağrı bakışlarını yüzüme düşürdü. Yüzünde beliren düz ifade, öylesine kurulan cümlelerin kanıtıydı. "Tanıştırmayı unuttum." Diye konuştu. "Bu ev arkadaşım Efkan. Aynı zamanda MorClup'ın ortağı."

Ona bomboş gözlerle bakarken, yeni bilgiyi zihnimin içinde tartıyordum. Efkan... Kendi gibi tuhaf bir isim.

Gözlerim Efkan'a döndüğünde onunda bakışları yüzüme doğruldu. Varlığını henüz fark ettiğim yüzüklü parmaklarını karın hizama doğru uzattığında, Çağrı beni tanıttı. "Tutku..." Cümlesinin devamını getirmemesi balçıkla kaplı içime garip bir huzursuzluğu yaydı. Elimi uzatıp parmaklarını kavradığımda, Efkan konuştu.

"Memnun oldum." Hafifçe başımı sallayıp elimi geri çektiğimde, avucumu elbiseme bastırdım. Uyuşturucu kullandıktan sonra genelde hissizlikle sınanan parmaklarıma uzanan kan akışı afallamıştı. Nabzımın avucumun içinde attığını hissetmek, bedenimdeki tuhaflık silsilesinin çarkına dolandı.

Yol boyunca beynimin ince yüzeyine tutunmuş bilgilerin algılarıma düşmesine engel olamıyordum. Varlığı kulağıma birçok kez ilişmişti ama düşüncelerime ilişiyor olması, ruhumu hoşnut etmiyordu. Yargıların sızdığı dili yüzümü arsızca döverken çiğnenen gururum, bilgilerinin yankılandığı beynimi hoyratça azarlıyordu.

Dalgınlıkla dirseklerimi yasladığım bar tezgahında görüş alanıma giren tepsinin ardından Emre'nin sesi duyuldu. "Diğer patron da gelmiş."

Ve herkesin ondan bahsetmesi, zihnimi susturmama hiç yardımcı olmuyordu. Dirseklerimi kendime çekerken, tepsiyi iki köşesinden kavradım. Dudaklarımdan eringeç bir mırıldanma döküldü. "Hıhım."

Emre elindeki beyaz bezi yeşil tişörtünün sardığı omuzuna atarken, kaşlarını kaldırdı. "Çağrı kadar asabi mi acaba?"

Tepsiyi tezgahtan ayırırken kaşlarımı hafifçe çattım. "Ne bileyim ben." Diye konuştuğumda, huysuz sesim müziğin kısık ritminde dövünüyordu. "Eski olan sensin."

Emre canlı bakan parlak mavi gözlerini yalandan devirirken, eliyle git işareti yaptı. "Git git, bana sarma huysuz."

Ona kelimesinin anlamını kavrayan huysuz bakışlarımdan yolladıktan sonra, henüz fazla kalabalıklaşmamış mekanın içine doğru döndüm. Adımlarım dikkatle ilerlerken, Efkan'ın Çağrı kadar asabi olduğunu düşünmüyordum. Dili en az onun kadar hoyrat olsada, öfkeli bir çehresi yoktu. Yine aklıma dolmasına sinirlenirken, tepsiyi daha sıkı kavradım.

İki genç kızın olduğu masaya ulaştığımda, siparişleri bırakıp arkama döndüm. Gözlerimin odağına dolan merdivenlerden inen iki tanıdık beden olduğum yöne doğru ilerlerken, adımlarımı hızlandırıp bar tezgahına doğru yöneldim.

Çağrı'nın keskin bakışlarını üzerimde hissettiğim an, başım onlara dönerken irislerime yansıyan diğer bedene kaydı dikkatim. Efkan'nın gözleri de beni bulurken, dudaklarının hafifçe aralandığını gördüm. Muhtemelen sabah fahişe sıfatını yüklediği kızın mekanında garson olduğunu görünce afallamıştı. Bu, yüzünden zorlanmadan okunuyordu. Önlerinden geçtiğim sırada, Çağrı'nın müzik sesinin içinden sızan sesi kulaklarıma ulaştı.

"Tutku, her zamankinden iki tane."

Başımı ona doğru çevirip, küçük bir baş sallamayla onaylayarak yanlarından uzaklaştım. Bar tezgahına ulaşıp, siyah taburelerden birine tırmanıp otururken Emre'ye siparişleri söyledim.

Çağrı'nın çelişkinin en çıkmazına sokuşturulmuş tavırları, içimde hükümsüz bir huzursuzluk doğuruyordu. Canı nasıl istiyorsa öyle davranıyor, çelimsiz bedenimin içine sıkışıp kalmış ruhumu itaate davet ediyordu. Kendi elleriyle düşürdüğü muhtaçlıktan sıyrılamamanın ağır yükü omuzlarıma çöküyordu ve yeminini bozacağım günü sabırsızlıkla beklemekten başka elimden bir şey gelmiyordu.

Dün gece muhtemelen yanında uyuttuğu bedene, bugün bir garson muamelesinden fazlasını asla sergilemiyordu. Zor bir adamdı ve ben onu çözmeye çalışmaktan artık fazlasıyla yorulmuştum. Açıkcası onun bir ruh hastası olduğunu düşünüyordum.

Çizik içinde kalan umursamazlık zırhını zihnimin acıyan yanlarına yerleştirirken, hazırlanan siparişleri aldım. Arkamı dönüp hangi masada oturduklarına dair kısaca göz gezdirdiğimde, biraz önce sipariş bıraktığım masa olduklarını fark ettim. İki genç kızın olduğu ve şimdi Efkan ve Çağrı'nın bedenleriyle doldurduğu masaya, hissiz adımlarla ilerlemeye başladım.

Midemin içinden yükselen tad boğazıma dolarken, sindiremediğimin ne olduğunu ben de bilmiyordum. Uyuşukluğunu atan zihnim yanında somutluk gösteren hiçbir dişiyi kolaylıkla sindiremiyordu ve bu his kanımın içine sinen zehrin kalıntılarını sinirle büzülen damarlarıma sıçratıyordu.

Eskisi gibi kalbimin acımamasını ise, alışılmışlığa veyahut kabullenmeye yoruyordum. Ötesi yoktu ve olamazdı.

Adımlarım masanın önünde durduğunda yanından geçtiğim insanların ne ara soyutlaştığını bile kavrayamadım. Masadaki gözlerin üzerime döndüğünü hissederken, bakışlarım bir an olsun yüzlerine tırmanmadı ve siyah masanın yüzeyine tutundu. Avuçlarım arasında izinin belirdiğini hissettiğim tepsiden içkileri masaya bırakırken, kulaklarıma bir kadın sesi doldu.

"Sen... Sabah ki kız değil misin?"

Kaşlarım kendiliğinden çatılırken, sesin yabancı olmadığını anlamam uzun sürmedi ve kaldırdığım başımda gözlerimin odağına sabah gördüğüm sarışın kadın takılı kaldı. Efkan'nın yanına oturmuş kadının görüntüsünü kabullenmeye çalışan zihnimi toparlamam, üzerime dikilmiş bakışların ağırlığı altında uzun sürdü. Birkaç saniye içinde kurumaya başlayan dudaklarım aralandı. "Hıhım. O'yum."

İnce kaşları alnına doğru havalandı. Ellerini kısa siyah eteğinin üzerine yerleştirirken, kırmızı gömlekle sarmalanmış bedenini Efkan'a doğru hafifçe yasladı. Yüzünde beliren ifade kamçılandıkça sızlayan öfkemin iplerini geriyordu. Sesinden bariz bir alay akıp, kulaklarımın içine doldu. "İlginç... Sabah yatağından çık, akşam barına gel garsonluk yap."

Tepsiyi kavrayan parmaklarım kan akışımı kesecek kadar sıkılaşırken, gözlerim nedensizce Çağrı'ya kaydı. Heybetinin yanına iliştirdiği esmer kadın meraklı gözlerle olan biteni anlamlandırmaya çalışırken, Çağrı donuk bir ifadesizliği yüz hatlarında besliyordu. Çatılan kaşlarının sunduğu öfke, muhtemelen dilimden döküleceğine emin olduğu kelimelerin sebebiydi.

Gözlerim tekrar sarışın kadına döndü. Yüzüme yerleşen tiksinti, gizlenmesi gereken zamanlar konusunda koyulan kurallara uyumsuzdu. "Dedi; sabah kucağından kalkıp, akşam yine kucağına gelen kız." Diye konuştum soğuk bir ruhsuzlukla.

Sarışın kız oturduğu yerde dikleşirken, gözlerimin istemsizce odağına dolan Efkan, gözlerini dahi kırpmadan dikkatle bana bakıyordu ve bakışlarından tenime saplanan buz sarkıtları etimi yarıyordu. Çağrı sessizliğini koruduğunda ise şaşırmadım. Alıştığım bir diğer şey buydu. Bedenimin üzerine atılan sözlü tekmelerin onun lügatında hiçbir kaidesi yoktu.

Bedenime sancılı bir ağrı saplanırken, gözlerimi onlardan çektim. Ama adımlarımı yerin içine gömüp, üzerini betonla kapatan Çağrı'nın öfke yüklü sesi oldu. "Özür dile."

Yan yana dizilip iki kelimeden oluşan cümle derime acımasızca saplanırken, bedenimde hissettiğim ağrılar, hak çizgisinin öte yanına sızdı.

Ve sancılı bedenim, ölü bir ruh doğurdu.

•••
Bölüm sonu...

•Efkan... Genel düşünceleriniz?

•Tutku... Büker mi asi dilini?

Karakterler hikayenin içinde yer edinmeye başladılar. Bundan sonra neler olur acaba? Bakalım görelim...♥️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top