•Soluk Soluğa•
Merhabalar👋 İlk kez arayı bu kadar açtım normalde huyum değildir ama bazı küçük dağılmacalar😂🤭
Bir tür geçiş bölümüyle geldim. Çok kritik noktalara gireceğiz. O yüzden bu bölüm bir tür kaynama noktası diyebiliriz.🙏
•••
Çaresizlik insanın göğüs kafesinin ortasına düştüğünde, dalları acımasızca büyür ve kalbin içine kök salan acı verici duygu, ızdırabını kaburga kemiklerinin üzerine dolar tıpkı bir sarmaşık gibi. Her olumlu bilgi, dikenli sarmaşığın dallarını kessede, işe yaramayan her atak da o dallar daha azap verici ve daha hırslı büyür budaklanır. Çaresizlik, insanın içini yok ederek büyürken, kafatasının içinde kendi miladını sergileyen beyin, çığırından çoktan çıkmıştır.
Midemin içini deşeleyen asit ağzımın içini yakıp dilimi kavururken, kuruyan damağıma çarpan dişlerim, diş etlerimin canına okuyordu. Üzerimden kasırga gibi geçen krizin, ruhumu hırpalayan atakları bedenimi yorgun düşürdüğünde, kemiklerimde hissettiğim dehşet veren ağrı, sadık bir yaver gibi eklemlerimi terk etmiyordu.
Hastalıklı ruhum esirliğinde acınasıydı.
Yataktan aşağı sarkan ıslak saçlarımın içine cılız ve titrek parmaklarımı geçirirken, aldığım her nefesin, son nefesim olması ihtimali, ciğerlerimi tırmalıyordu. Kafatasımın içinde taklalar atan beynim sakinliğini uzun bir zaman dilimine adamaya meyilli olsada, pervasız isteklerim bu fikirle gocunuyor ve yeni bir atağı çağıran ritmik tekmeleri alnımın içine vuruyordu.
Çaresizlik içinde kavruluyordum.
Tavanın pürüzlü soluk beyazına iliştirdiğim gözlerim, sıkıntılı bir iç çekişle dakikalardır bakıştığım noktadan sıyrılırken, odağıma aldığım oda fazla sadeydi. Sade ve sessiz. Kendi zihnimin içindeki patırtıları, sık sık yoklayabileceğim kadar sessiz.
Uzandığım yatağın tam karşısında ahşap renkli bir kıyafet dolabı vardı. Üzerine işlenmiş dik uzun oyuklar, hem klasik hemde modern bir havayla harlanmıştı ve göze uysal bir zevk sunuyordu. Yatağın iki yanına yerleştirilmiş aynı desenli komidinler ve üstlerine konulmuş iki küçük beyaz abajur. Başımı hafifçe kaldırdığımda, ahşap renkteki yatak başlığını ve duvara montalanmış üç raflı beyaz kitaplığı gördüm. Odanın içine yayılan ferah koku dışında, yaşam belirtileri sergileyen her hangi bir koku veyahut dağınıklık yoktu.
Muhtemelen burası Efkan'ın eviydi ve bu oda ona aitti. Onun nerede olduğuna dair ise en ufak bir fikrim yoktu.
Gözlerim hoşnutsuzluk kumaşı altında, köşedeki pencereye ilişti. Pencereleri severdim. Pervazlarına yaslanmayı ve ciğerlerimi köşelerinde çürütmeyide severdim. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken, kaç saattir sigara dahi içmediğimi bilmiyordum. Zaman, alay edercesine bir hızla geçiyordu lakin, zihnimin içinde birbirini kovalayan saniyeleri, dakikalar tekmeliyordu. Saatin kaç olduğundan haberim yoktu. Yataktan sarkıttığım ayaklarımla pencereye doğru ilerledim ve beyaz tülü avuçlarımın arasına sıkıştırıp sola doğru ittim. Pencerenin kulpunu kavrayıp araladım ve gece mi, gündüz mü belli olmayan gök yüzüne baktım. Burnumdan içeri sızan hafif serin hava, şafağın ilmeklendiğini taze ayılmış beynime konumlandırırken, avuçlarımı pervazlara yasladım ve halsiz bedenimi hafifçe yukarıya çekip, pencerenin kenarına oturdum. Üzerimde varlığını sorguladığım beyaz bol bir gömlek vardı ve serin havanın etimi dişlemesine engel olamıyordu. O an üşümek istedim. Sırtımı pervaza yaslarken, bacaklarımı karnıma doğru çektim ve gözlerimi ruhum kadar çelişkili gök yüzüne çevirdim.
Neden kalbim moloz yığınlarının altında kalmış gibi hissediyordum?
Muazzam bir bokluğa itilip, berbatlığın dibinde tek başıma çırpındığım için sanırım.
Kafamı pervaza yasladım ve içi sızlayan gözlerimi kapattım. Kazılan bir toprak düştü gözlerimin perdesine. Bir tabut ve içine yerleştirilmiş cılız bedenim. O tabutun başında tek bir kişi dursun istedim o an. O tabuta sarılsın ve içi çıkana kadar ağlasın. Bana yaşattıklarına pişman olsun ve ölümüm, ona yeni vicdan azapları doğursun. Heybetine aldandığım ve zihnimin içindeki her hücreyi adadığım adam, yokluğumun dikenli yollarında, topukları kanaya kanaya, kalbi avucunda kahrolsun istedim.
Yaşadığım üçüncü krizin sonunda, Çağrı'nın ilk kez ölmesini diledim.
Kapının aralandığını belli eden cılız menteşe sesleriyle, ruhsuz bakışlarım boşluktan sökülüp odanın içine döndü. Göz kapaklarımın altında kıpırtısızca duran ve iki derin çukuru andıran gözlerimi, kapattığı kapının bir kaç adım önünde duran Efkan'a çevirdim. Elinde bir yemek tepsisi vardı ve bakışlarının, doğrudan odağı cam kenarına ilişmiş cılız bedenimdi.
Bana doğru adımlarken, "Üşürsün orada." Diye konuştu. Ses tonu uysaldı ama bıkkın bir serzeniş veyahut çelimsiz bir yorgunluk sinmişti damağına. Tahminimce, iki gündür onu bıktırmış, yormuş ve biraz da hırpalamıştım. Benimle göz teması kurmadan adımlarını durdurup, yatağın önünde hafifçe eğildi ve tepsiyi yatağın üzerine bıraktı. "Gel haydi. Bir şeyler yemelisin."
Hafifçe yutkundum. Diş etlerimdeki ince sızıyı ve damağımda ki dağınık uyuşukluğu hissedebiliyordum. Dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde hafifçe gezdirirken, ağzımın içinde mırıldandım. "Aç değilim." Dişlerimin köklerinde hissettiğim ince ağrılar, çenemin bağlarını sıkı sıkı tutuyordu ve konuşmaya dair hiç hevesim yoktu. Sanki kendi kelimelerim diken olup alnıma saplanıyor ve beynimin içine sızıyordu. Tahammülsüzlükle kıpırdandım.
"İki gündür sadece kusuyorsun. Bak istediğin başka bir şey varsa hazırlayabilirim?"
Gözlerimin önündeki ince karartıyı gidermek amacıyla gözlerimi hafifçe kırpıştırdım. Ardından doğrulan ve tüm iriliğiyle bana dönen bedeninde irislerimi uyuşukça gezdirdim. "Ne istediğimi biliyorsun."
Başını hafifçe yana yatırırken sesli bir nefes saldı. Yorgun görünüyordu. Mavi gözlerinde uykusuzluğun temsilcisi ince kızıl damarlar belirmeye başlamıştı ve göz çukurlarında hafif torbalar oluşmuştu. Bunun ona sempatiklik kattığını fark ettiğim anlarda, pembe dudakları iki yana doğru hafifçe kıvrıldı. "Dayak istiyorsun." Dediğinde, gözlerim mavilerine tırmandı. Gözlerimi hafifçe kıstığımda, gülüşü yüzüne biraz daha yayıldı. "Ve seni tekmelememe çok az kaldı."
Bacaklarımı pervaza doğru uzatırken, kollarımı göğsümde birleştirdim ve alt dudağımı hafifçe büktüm. "Beni daha ne kadar tutacaksın burada?" Ayaklarımı yere indirirken, kollarımı çözdüm ve avuçlarımı pervaza yasladım. "Daha iyiyim. Gitmek istiyorum artık."
Efkan kaşlarını hafifçe havalandırırken, ellerini altındaki siyah kotun ceplerine attı. "Bilmiyorum." Diye konuştu. Yüzünden çekilen gülüşün yerini mayhoş bir sakinlik alırken, yüz kasları ince derin çizgiler doğurdu. "Ne yapmam gerektiğine yabancıyım."
Yatağa doğru ilerlemeye başladım ve dilimi damağımın içinde yayvan bir yavaşlıkla gezdirdim. Başım fazla ağrıyordu ve eklemlerimdeki sızlayan uyuşukluk, etimi zorluyordu. "Beni 3 kere duşa soktun." Diye konuştum. Suyun neredeyse etimi yaran soğukluğunu anımsamak tüm vücudumu ürpertirken, ardı ardına bir kaç kez yutkundum. Yatağa oturup tek dizimi kırdıktan sonra tepsiyi önüme doğru çektim ucundan tutarak. "Tecrübesiz gibi değildin."
Efkan yorgun bedenini yatağın ayak ucuna doğru iliştirdiğinde, gözlerim kısaca yüzünü turladı. Yüzünde dile gelmek için sızlanan garip bir sakinlik vardı. "Kulaktan dolma bilgiler." Diye konuştu sesinin düzeyi stabil bir tona bürünürken. "Ama, tırmaladın her yerimi." Yine bir gülüş kırıntısı sızdı dudaklarının kıvrımına. Bu adam neden bu kadar güzeldi?
Ruhumu gülüşüyle sınıyordu. Kırılmasın diye yokmuş gibi davrandığım kalbim bile, bu adamın gülüşü karşısında kaburgalarıma sürtünüyordu.
Hafifçe öksürüp ekmek dilimine doğru uzandım. İştaha dair gram isteğim yoktu ama ucundan bir parça dahi olsa almak zorunda hissediyordum. Onu daha fazla yormak, sıkkın canımı üzüyordu. İnce parmaklarımla ekmeğin ucundan böldüğümde Efkan bedenini yan çevirip yatağın ayak ucuna doğru yanlamasına uzandı. Bedeni bana doğru dönükken, sol kolunun dirseğini yatağa yasladı ve başını avucunun arasına bıraktı. Gözlerim belirginleşen kol kasının üzerineki dövmeye değindiğinde, onun sek bakışları üzerimdeydi.
"Daha iyi gibisin." Dediğinde, ağzımın içinde gevelediğim ekmek parçası dişlerimin diplerini acıtıyordu. Gözlerimi kaldırarak hafifçe başımı salladım. "İyiyim. Ama sıkıldım. Gitsek, beraber çıksak burdan."
Sağ elini uzatıp tepsiden kaşığı aldı ve kemikli parmaklarının arasına sıkıştırıp, mercimek çorbasının kasesine koydu. Kaşığı doldurup tekrar kaldırdı ve yüzünü bana doğrultarak kaşığı dudaklarıma yasladı. "Karnını doyurursan bakarız." Dudaklarımı araladım ve kaşıktaki çorbayı içtim.
"Sen mi yaptın?" Diye sordum uzattığı ikinci kaşığa uzanırken. Dudaklarını hafifçe birbirine bastırıp mavi gözlerini kırpıştırdı. "Düz adamın tekiyim. Yok öyle hünerlerim."
Uzattığı üçüncü kaşığa başımı yana doğru çevirdim ve çatalı alıp salataya ucunu batırdım. "Pek düz sayılmazsın." Dediğimde, havada kalmış kaşığı kendi ağzına attı ve ısrarsız davranarak çorbayı kendi içmeye başladı.
"Tuhaf bir tipde değilsin." Tek kaşını havalandırıp, söylediklerime dikkatini verdi. Çatalımı salataya tekrar batırıp bu kez ona doğru uzattım. "Ama iyisin. Kötülük senden uzak gibi." Çatalın ucundaki domates parçasını alıp dişlerken başını omuzuna doğru yatırdı.
"Söyledim ya, yormuyorum kafayı. Bak çözmüşsün beni." Dedi ve çarpık bir gülüş atarak uzandığı yerden doğruldu. "Hıhı." Diye mırıldandım ağzımın içinde. Hiç yormuyon kafamı. Çatalı tepsiye bırakırken, kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Giyineyim mi?"
Yataktan kalkıp üzerini düzeltti ve ardından tepsiye uzandı. Gözleri üzerimde dikkatle baştan aşağı gezindiğinde, dudaklarında çapkın bir gülümseme belirdi. "Asında böyle çok ateşli görünüyosun." Dilini alt dudağında usulca kaydırışını izledim. Gözlerini üzerimden çekti ama geriye uyuşuk bedenimde hissedilir kramplar bıraktı. Mavi gözleri dobralığın silindirinden sıyrılınca, harelerinde mantık belirdi. "Evet, giyinsen iyi olacak."
Dilim damağım kururken bakışlarımı ondan çektim. Arsızdı. Bir o kadar da, çekici. Yaydığı elektrik bir gün ikimizden birini fena halde çarpacaktı. Kaçınılmaz sona adılan atımlar, gök yüzünde önce şimşeğin parlaması, ardından sarsıcı gürlemenin gelmesi gibiydi. Bilerek ve isteyerek. Ürkerek.
•
Ruhumu, ruhunun kucağında soluk soluğa bırakan; sıcak avucunun içinden geçen damarların, damarlarıma dolanması ve bileğimde ki nabzımın onun bileğinde ki nabzına karışmasıydı. El eleydik.
Bu his, beynimin sislerine üflenen bir rüzgar kadar ani ve kalbimi zorlayacak kadar çarpıcıydı. Kaçıp gitmemden mi korkuyordu ya da böyle bir şüphesi mi vardı bilmiyordum. Açıkcası, benim böyle bir isteğim, fikrim ve onu üzecek bir zikrim olması gerekiyor muydu onuda bilmiyordum. Şu an onca beyin sarsıntısının ardından odaklanabildiğim ve hissettiğim tek şey avucunun içinde ki avucumdu. Kenetlenmiş parmaklarımızın birbirine orantısız ama bir o kadar da uyumlu görüntüsü bile damağımdaki garip lezzetli tadı, kalbimin içine yayıyordu.
"Bundan sonra ne olacağını biliyor musun?" Diye sordu. Bilmemeyi dilerdim aslında ama dilimin ucunu ısırmam kelimelerimi yutturmuyordu. Gözlerimi yemyeşil çimenlerden çekip taşlı yola indirdim.
"Biliyorum." Sesim fazla uysaldı. Beni ehlileştiriyordu. Buna hücrelerime kadar şaşırıyordum. Küçük çoçuk parkının kum alanına doğru adımladığımda, Efkan parmaklarını gevşetti. Onu küçük bir baskıyla çekiştirdim. "Gel haydi."
"Salıncağa mı bineceksin?" Diye sorduğunu işittiğimde, başımı sağ omuzuma doğru çevirip ona baktım. Gözleri hafifçe kısılmıştı ve bakışlarımla denk geldiğinde biraz daha kısıldı. "Salıncakları sevmem." Diye konuştum. Turuncu kaydırağa doğru çekiştirmeye devam ettim.
"Korkuyor musun?" Diye sordu. Korktuğumu hissettiğini hissettiğim an, afallar gibi oldum. Hafifçe yutkunup kaydırağın önündeki kumları ayakkabımın ucuyla iteledim. "Yok, hayır. Yani belki, bilmiyorum."
Sabahın kör ışıkları henüz aydınlamaya başladığı için etraf sessiz ve sakindi. Bu huzurlu bir sakinlikti ama yinede bir kaç saat sonra hastaneye yatacak olmam tenimi ürpertmeye yetiyordu. Çünkü bilinmezlik, çelişkiyi çağrıştırıyordu ve ben netlik barındırmayan her şeyden ürkerdim.
Efkan iri bedenini yanımdan geçirerek kaydırağın ucuna oturdu ve bacaklarını hafifçe aralayarak öne doğru uzattı. Ardından elini bileğime kaydırıp, parmak uçlarının değdiği yerlere çiçekler dikerek kolumu kavradı ve diğer eliylede belimi tutup, beni kucağına çekti. Baldırının üzerine yan bir şekilde yerleştiğimde, dizlerim sol bacağının içine değiyordu. Elimi tekrar avucunun içine alırken, belimdeki eli enseme doğru tırmandı ve başımı omuzuna yasladı.
"Korkma." Diye konuştu. Burnum boynuna sürtünürken, içimi kazıyan kokusunu derin derin soludum. Enfes bir kokuya sahipti ve boynundan yayılan bu büyüleyici koku kalbimin etrafına pamukla kozalıyordu. "Bu zehirden kurtulmak istediğini biliyorum."
Şu an korkunun ne olduğunu unutmuştum. Nasıl hissettirdiğine dair bir fikrim yoktu. Çünkü Efkan, beynimi varlığıyla uyuşturuyordu. Bağımlı kalabilirdim. Ona.
"Serumuma papatya koysunlar." Diye konuştum. "Olur mu, Efkan?"
Saçlarımın üzerine küçük bir öpücük bahşetti. "Daha çok papatya kok diye mi?" Gülümsediğini hissettiğim anlarda, benimde dudaklarım kıvrıldı. Burnumu tekrar boynuna sürterken başımı hafifçe geriye çektim. "Hıhım, papatya biriktireceğim tenimde."
Parmakları tekrar belime indi ve tenimi usulca okşadı. Ardından başını bana doğru çevirip yüzündeki hayran kalınası gülüşle sır verir gibi fısıldadı. "Öperek toplayayım diye mi?"
Kalbim sıkıştı çünkü ses tonunun çekiciliği karşısında, kalbimin tepkisiz kalması imkansızdı. Ve, zihnimin içinde ona sunulmayı bekleyen, acıya meyilli sözler vardı. Ama öyle güzel bakıyordu ki, konuşmak için kaybettiğim yetimi bulmakta zorluk çekiyordum. "Toplayamazsın ki." Diye mırıldandım.
Avucunun içinde ki elimin üzerini baş parmağıyla usulca okşarken, burnumun ucuna küçük bir öpücük kondurdu. Tek kaşını havalandırıp, yer yüzümü gök yüzüme karıştıran gözlerini yüzümde gezdirdi. "Neden?" Diye sordu. Burukça gülümsedim.
"Çünkü, mezarlıktan çiçek toplanmaz."
Elimin üzerini okşayan parmağı durdu. Belimde gezinen parmakları da durdu. Gözleri yüzümde kalırken, pembe dudakları açılıp kapandı. Yüzüne acı düştü, belki de benim yüzüme düşen ona yansıdı bilemem o an, kestiremedim. Gülümsemek için zorladım kendimi. Dudaklarımı sağa sola büktüm ve omuz silktim en sonunda.
"Papatya mezarlığı..."
Uzanıp dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı. Cümlemin devamı onun etli dudaklarının arasında kaybolurken, beklenmedik öpücük kalbimi sarstı. Uysallıktan öte, söylediklerime kızar gibi öptü beni. Dili damağımdan karamsarlığı, dişleri dudaklarımdan siyahlığı çekiştirdi.
Elleri belimi kavradığında, benim çelimsiz ellerim onun boynuna, yüzüne ve ardından saçlarına tırmandı. Üzerine doğru eğilip, bedeninin üzerindeki baskımı arttırdığımda sırtı kaydırağın yüzeyine yaslandı. Güçlü ve iri elleri hırsla bedenimi üzerine çektiğinde, bulunduğumuz yerin içinde kaybolalım istedim.
Ve biz dakikalarca o turuncu kaydırağın içinde soluk soluğa öpüştük.
O an eksilen ben değildim... Yıllar boyunca bir şeyleri hep yitirmiştim, kaybetmiştim ve kasırgalarımın benden alarak silip süpürdüğü ne varsa hepsi için ayrı ayrı eksilmiştim. Ama bu adam bana dokundukça, eksilmiyordum, ben benden gitmiyordum sanki.
Var oluşun değil, yok oluşun hikayesi olması gerekmez miydi benimkisi?
Hissediyordum. Var oluyordum.
•••
Bölüm Sonu... Oy ve yorumlarınızı bekliyorum♥️😍
•Tutku hastaneye yatıyor?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top