•Seç•


Bedenime saplanmış bir kıymığın varlığını hissediyorum uzun zamandır. Göğüs kafesime saplanmıştı ama acısını ve sızısını bütün vücuduma hastalık gibi yayıyordu. Hangi düşüşümde saplandı tenime, ne zamandır benimle bilmiyordum. Ama ağrı yapıyordu, ağırlık yapıyordu kalbime hissediyordum.

Onu ne zaman sevdim? Bu ağırlık kalbime ne zaman çöktü bilemiyordum. Zaman kavramını yitiren bir hisdi bu. Sanki az az yayılmış içime, usul usul işlemiş ve ruhumu ele geçirmiş gibiydi sevgisi.

Çıkıp gelmiyordu. Gelme diyen dilime ettiği itaati sorgulamamam gerekiyordu ama göğüs kafesimdeki ağırlık onu görmeyi arzularken, bu fazlasıyla zordu.

Gece sırasını safağa devrederken, soluklanmak için çıktığım boş odada köşedeki dolaba değdi yine gözlerim. Sigaradan son bir nefes daha çektiğimde, izmaritinin diğer izmaritlerin yanına gömdüm. Mümkün olsaydı eğer o güne geri döner, o buraya geldiği an ardıma bile bakmadan giderdim. Böylelikle o lanet dolaba hiç girmemiş, onunla bu pencereden atlamamış ve onu evime götürüp hayatıma bir şekilde girmesine izin vermemiş olurdum. Öyle olsaydı şayet mümkün olsaydı bu, panik atağın krizinden geçtiğim günün sonunda bana bulunduğum kafesi gösteremezdi. Uzattığı ellerini tutmazdım. Ona karşı böylesine bir özlemle kavrulmazdım.

Başımı iki yana salladım. Onu hiç tanımamayı dilemiş olmak ne büyük ahmaklıktı.

Ağır adımlarla aşağıya indim. Mekanın hâlâ yarısı dolu sayılırdı. Bense bugün erken çökmüştüm ve biran önce yatıp uyumak istiyordum. Zihnimse benim aksime muhtaçlığın kıyılarında ayak sürüyordu sessizce. Gelecek olan fırtınayı, ne kadar sağlam karşılarsam o kadar iyiydi benim için. Çünkü zamana ihtiyacım vardı, Çağrı'nın evine girmiş olmamla iş bitmiyordu. O yüzden kendimi frenlemem, olabildiğince ertelemem gerekiyordu o zehri almayı.

Bütün hafta boyunca neredeyse köşe bucak kaçtığım ve kısa cevaplarla sindirmeye çalıştığım Emre'nin yoğun bakışlarını üzerimde yakaladığımda, başımı dikleştirmeye çabalayarak bar kısmına ilerledim. Kıvırcık saçlarının alnına düşen tutamlarını bileğiyle hafifçe geri iterken, barın öteki ucundan ağır adımlarla yanıma geldi. Tırmanıp, yüksek bar taburesine oturduğumda gözlerini kısaca yüzümde gezdirdi.

"Bi kız var." Dedi. Yüzü bana doğru eğik olsada gözleri mekanın içinde geziniyordu. "Seni sorup duruyor."

Kaşlarımı kaldırırken istemsizce bende etrafa göz gezdirdim. "Kimmiş? Hayırdır?"

Emre asık suratındaki ifadeyi gizleme gereği duymadan omuz silkti. "Bilmiyorum Tutku. Malum son zamanlarda sana dair aslında bir çok şey bilmediğim için..." Dedi tüm kaçamak cevaplarımın onu asla tatmin etmediğini dile getirerek. "İşin aksi yanı şaşırmıyorumda artık."

"Çok alıngan oldun sen." Dedim tek kaşımı kaldırarak. "Çok mu yüz verdim ben sana, ne dersin?"

Emre omuz silkti. "Bence dayaklıksın ama tabi sen bilirsin."

"Neyse, kimmiş beni soran?" Diye konuştum elimi ensemden çekip, boynumun çukurunu hafif hafif kaşırken.

Emre gözlerini arkamdaki bir noktada sabitledi. "7. Masanın sol tarafında ki mor locada. Sarışın olan."

Ayaklanıp o tarafa döndüğümde, gördüğüm bedenle kaşlarım çatıldı. Onunda bakışları beni bulunca, gözlerimi üzerinden çektim ve aşağıya giyinme odasına indim. Bir haftadır, ne İdil'den ne de Efkan'dan hiç bir yaşam belirtisi yoktu bana yansıyan. Belliki, sıralarını Rahibe Teresa'ya vermişlerdi. Odaya girmemlede peşimden gelmesi bir oldu.

"Baksana, Tutku sen misin?"

Yüzüm dolabıma dönüktü. "Evet, bi sen eksiktin." Sesimden bıkkınlık akıyordu. Tahammülsüzlüğümün sınırındaydım. 

"Konuşmamız lazım seninle." Diye konuştuğunda, cılız koluma dolanan parmakları hissettim. Ona dönüp, kolumu elinden çekerken soğuyan bakışlarımı yüzüne diktim.

"Malesef, hiç eski sevgili tafrası ya da tehdidi çekecek kafada değilim."

"Konuşabilir miyiz demedim." Diye diklendi beni hafife alma sinyalleri yollarken. "Konuşmamız lazım dedim."

Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirip titremeye başlayan ellerimi gizlerken, sesime alay serpişti. "Söyle bakalım, ne istiyosun Rahibe Teresa?"

"Rahibe Teresa?" Hafif makyajlı yüzü anlamsızlıkla dolduğunda, sesli bir nefes saldım.

"Her neyse. Sadede gelirsek.?"

Olduğu yerde dikleşti. Çehresinde rahatsız olmuş bir tavır vardı. "Öncelikle, o garip beyninin arkasında oluşturduğun algıyı sil. Buraya sana tafra yapmaya, ya da seni tehdit etmeye gelmedim."

"Hm." Diye mırıldandım ve gözlerimi kısarak güldüm. "Efkan'la olan ateşli gecelerinizi anlatacaksın öyleyse?"

Yüzünü buruşturdu. "Söyledikleri kadar tuhafmışsın cidden."

Kaşlarım alnıma doğru yükselirken, "Şefkatli kollarında avuturken dinlediğin ninnileride geçelim." Diye konuştum son aklıma gelenide dökerek.

Suna başını iki yana salladı. "Cidden sende ne buldu şu an merak ettim doğrusu. Çekilir çile değilsin." Mini elbisesinin ince askılarını düzeltirken, yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. "Neyse, kişiliğin beni ilgilendirmez. Şimdi aç kulağını beni dinle. Ben bu adamı 4 senedir iyisiyle, kötüsüyle, gelmesiyle, gitmesiyle... Kısaca her şeyiyle hem sevdim hemde kabul ettim. Ciddi bir ilişki değildi aksini söylemem yalan olur. Ama öyle yada böyle idare ediyorduk. Sonra sen geldin, nerden geldin anlamadım bile bir anda Efkan'ın hayatına çöktün. Bu ithamım sana büyük gelmesin, çünkü nasıl başardıysan belliki benim 4 yıldır giremediğim kalbe girmişsin. Helal olsun ne diyim?" Durup sesli bir nefes aldı. "Bunları sana niye söylediğime gelirsek... Efkan'ı gördüm. Artık aranızda ne geçtiyse çökmüş resmen."

Birbirinin peşi sıra gelen cümleler, beynimde Efkan'ın kötü olduğuna dair bir algı oluşturmaktan başka bir işe yaramadığında, derdini anlamak adına dudaklarımı araladım. "Ne saçma-"

Elini kaldırdı ve cümlemi kesti. "Daha sözümü bitirmedim. Bak, Çağrı'yla ne ayaksınız bilmiyorum. Ve inan umrumda da değil. Ama hem Çağrı'yla birlikte olup, hemde Efkan'ı kendine aşık etmeyi başardıysan kabahat senindir. Yarım kalmış bağlarının üzerine, yeni bir şey inşaa etmekse çaban yaptığın çok yanlış. Onu böyle üzmeye hakkın yok. Ya aklını başına toplayıp Çağrı'yı hayatından def et, ya da Efkan'ın hayatından defol."

Yüzümün şaşkınlık dolu bir ifadeye bürünmesine engel olamadım. Öfke, zihnimin içine sızarken, çenem kasıldı. "Sana bunları söyleme cürretini veren kim?"

Burnumun dibine kadar girdi. "Bırak şimdi cürreti haddi. Sadece onu seven bir kadın olsaydın, inan şu an karşımda değil ayağımın altında olurdun. Ama onun sevdiği kadınsın. O yüzden, o adamı günden güne tüketmeyi bırak. Ya git, ya kal. Ortası yok." Başını geri çekti. "Anlatabildim mi?"

"Git burdan." Dedim sesimin titrememesi için kendimi kasarken. "Defol."

Suna yüzüne sakin bir gülümseme yerleştirdi. "Anlatabilmişim. Güzel."

Odadan çıktığı an, arkasında şaşkına dönmüş beni bıraktı. En başından beri hiç bir şey planlandığı gibi gitmemişti doğru ama gerçekleri böylesine duymak, bildiklerimin böylesine yüzüme vurulması olduğum yere çakılmamı sağladı.

Başımı ellerimin arasına aldım. O odadan çıkmak için yaptığım lanet bir anlaşma, almak için yemin ettiğim bir intikam vardı hep. Ama Efkan hayatıma girdiğinde, karışan sadece aklım değil kalbimdi. Suna haklıydı. Çağrı'yla yarım kalmış bağlarımın üzerine, Efkan'la yeni bir yaşam inşaa edebilirim sanmıştım. Ama bu benim yenilgimdi. Ve bu şimdilik bir yenilgiydi. Biraz acılı, biraz sancılı ve kirli bir süreçti. Ama başarabilirdim.

Mekandan ayrılıp, kasvetli evin içine girdiğimizde Çağrı'nın bir kaç adım gerimdeki bedeni, bütün bedenimi ürpertmeye yetiyordu. Bir haftadır bu kapıdan onunla giriyor, onunla çıkıyordum ve onunla paylaştığım zamanın bütün berbatlığını, normallik maskesinin altına saklıyordum.

Salona geçip mavi koltuğa yerleştiğimde, üzerindeki siyah ceketi çıkarıp koltuğun kolçağına bıraktı ve üzerindeki beyaz gömleğin üstten iki düğmesini açıp, rahat bir nefes saldı. "Yorucu bir geceydi." Diye konuştu yorgun bir sesle.

Yan oturduğum koltukta ona doğru döndüm. İri gövdesini koltuğun yüzeyine yaymıştı. "Bir ara yoktun ortalıkta." Dedim.

Başını bana doğru çevirdiğinde, her daim yapılı olan siyah saçları dağılmıştı ve tutamları alnına düşüyordu. Kahverengi gözleri yüzümde kısaca gezindikten sonra, dudakları aralandı. "İşlerim vardı."

Hangi çamurun içinde ruhunu biraz daha balçığa bulamıştı bilmiyordum ama yüzünde fazlasını sormamı istemediğini belirten bir ifade yeşerdi. Gözlerimi ağır ağır üzerinde gezdirdim. "Masaja ihtiyacın var gibi görünüyor."

Kurak toprakları andıran hastalıklı bakışları parladı. "Aslında fena olmaz." Diye konuştu. İri elini bana doğru uzattığında, bir yılanın boğazına uzanıyormuşcasına temkinli bir tedirginlikle elini tuttum. Parmaklarım avucunun içine yerleşince, zehrinin tenime aktığını hissettim. Ona doğru yaklaşmak yerine, ayağa kalkıp elini daha sıkı kavradığımda birlikte onun odasına giden yolu yürümeye başladık.

"Masajdan fazlasını vaad ediyormuşsun gibi görünüyor." Diye fısıldadı adımlarını sıkılaştırıp, sırtıma doğru yaklaşarak. Sessiz kaldım. Ve ahşap kapıyı aralayarak, odanın içine girdiğimizde bedenimi ona çevirdim.

Eğdiği başıyla yüzümü dikkatle incelediğinde, elimi elinden çekerek beyaz gömleğin yakalarına uzandım. Çağrı'nın yutkunuşunu duyduğumda, birazdan ağzımdan dökülecek tüm kelimeleri lanetin kanıyla kızıla boyadım.

"Seni sabırlı bir adama çevireceğimi söylemiştim." Diye mırıldandım gömleğindeki düğmeleri tek tek yavaşça açarken.

Ellerini belimin oyuntusuna yerleştirirken sesli bir nefes aldı. Alnını saçlarımın üzerine yasladığında, "Bu düğmeleri açacağın günde gelecek, bu minik ellerinle..." Diye fısıldadı ruhumu boğan bir sesle. "Demiştim."

Ölüme uzanıp uzanıp geri çekilmekti bu. Yanan bir kapıyı açıp kaçmak yerine, kendini o kapının ardına kilitlemekti. "Geçecek hevesin, yitip gideceğim içinden belkide." Diye konuştum kararsız bir ton yüklediğim sesimle.

Son düğmeyi açmak için, gömleğin uçlarını siyah kumaş pantolonunun içinden çektim. Görüş açım teniyle doluyken, başını eğip kulağıma yaklaştı.

"Aksine, sana doyamamaktan korkuyorum." Fısıltısı, ölümün çağrısıydı. Kulaklarımdan içeri sızan, ucu ateşe verilmiş ağıtlardı. Ben bir umut onun içinden kendimi sökebileceğime inanırken, o bunun asla mümkün olamayacağını fısıldıyordu.

Tekrar gömleğin yakalarını kavradım ve yavaşça omuzlarından sıyırdım. Kumral teni, şafağa dönen gecede onun kusurlu ruhunun aksine kusursuzdu. "Senin odanda, sensiz uyuyorum." Diye konuştum teninden yükselen kokunun ciğerlerime dolanmasına engel olamayarak.

Üzerinden sıyırdığım gömleği beyaz koltuğun üzerine doğru attığında, ondan yansıyan heyecanı görebiliyordum. Beni tekrar kollarının arasına çektiğinde, parmak uçlarım sert ve sıcak göğsüne tutundu. "Uyuma," Diye fısıldadı ellerini tişörtümün içine sızdırarak, tenimi karıncalandırırken. Dokunuşları diken olup batıyordu. "Bensizkende, benimleyken de..."

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri siyaha çalarsına koyulaşmıştı ve şeytanların en kirli günaha olan çağrısını harelerinde görebilmek, sesinden işitebilmek mümkündü. "Uyumayalım." Dilimin etine dolanmış ateş çemberi harlandı ve ağzımın içinde yangın çıkarak, döktüğüm kelimeleri küle çevirdi. "Uzan hadi, masaj yapacağım."

Dudağının kenarı kıvrıldı ve kusurlu ruhunu telkin eden hastalıklı zihni ölüm uykusuna daldı. Ağır adımlarla yanımdan ayrılıp kıyafet dolabının önüne gitti ve gri eşofman altını hiç telaşsız, benim yalancı ilgim karşısında soyunmaktan çekinmeden giyindi. Ardından yüz üstü yatağa uzanıp, kollarını başının altına aldığında iri vücudu göz dolduruyordu ama ruhumda onu çekici bulan tek bir hücre dahi yoktu.

Yüzümü görmediği için, kasılan çenemi gizleme gereği duymadan yüzümdeki nefreti sergiledim. Eskiden ufacık bir temasın bile kalbimi patlacak kadar şiddetli oluşunu anımsadığımda, yanına giden adımlarım yavaşladı. Bir kaç adımlık yol bitti, yatağın ortasına oturdum ve ellerimi sırtının pürüzsüz yüzeyinde gezdirmeye başladım. Şimdi, onun yanındayken bir kalbim olduğundan şüphe edecek kadar boştu içim ona karşı.

"İyiye gidiyoruz." Diye konuştum onun gevşemek yerine dahada katılaşmış ve gerilmiş tenine masaj yaparken. "Uysallığın gözlerimi kamaştırıyor."

"Her şeyi silmenin böylesine kolay olacağını bilemezdim." Dedi yatağa gömülü başını yan çevirerek. "Öfkemi besleyen hırçınlığınmış."

"Kabul et." Dedim omuzlarını hafifçe ovarken. "Teslimiyetimle gururlanıyorsun."

"Daha fazlası." Dedi boğuk bir sesle. "Teslimiyetinle kalbimin titrediğini hissediyorum."

Ellerimi omuzlarına doğru çıkartırken, gözlerimi boşluğa diktim. "O gece, doğum gününde..." Diye mırıldandım durgunlaştırdığım sesimle. "Katil olmasaydım, ait olacaktım. Sana, sadece sana."

Bedenini çevirip, sırt üstü uzandı ve oluşan kısa sessizlikle yüzümün her santimini dikkatle inceledi. Sevgiliyken, bazı yakınlaşmalarımız olurdu ve belli bir noktadan sonra benim itirazlarımla son bulurdu. Bazen çok ileri gittiğimiz anlar, kendimi kaybedeceğimi sandığım noktalar olurdu ama bir şekilde hep bir yarım kalınmışlık girerdi araya.

"Ya şimdi?" Dedi zihnimin içinde oluşan girdabın içine gerçek bir açlıkla başını uzatarak. "Mümkün mü artık sana dokunmam?"

Sadece başımı salladım. "Birbirimizi iyileştirebiliriz."

Tek kolunun üzerinde doğrulurken, diğer eli çeneme tutundu. Eğdiği başıyla, yerinden sökmek için can attığım gözlerini yüzüme dikti. "Aklımı yitirebilirim." Sesinden akan muhtaçlık, dişlerimi birbirine dolamama neden oldu. "Beni delirtiyorsun."

"Fazlası mümkün." Dedim kararlılıkla çenemdeki elinin bileğini parmaklarımla sararken. "Hislerinin bir sonu olmasın yeterki."

Parmakları çenemden kayıp boynuma doğru dolanırken, biraz daha doğrulup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Her şeyin bir sonu var, sana olan hislerimin dışında." Aralık dudaklarının arasından kanıma dokunan nefesi yüzümü kavladı. "Bende sana duyduğum sevginin sonu yok."

Gözlerinin içine baktım. Siyah kumlardan oluşan çamur kalıplarıyla örtülmüş iki mezar gibiydi. "Hazırım, sana hazırım."

Ensemden öyle bir şiddetle çektiki, büyük bir savaşın ortasında kalmışım gibi hissettim. Sırtım yatakla, gövdem gövdesiyle buluştu. Önce açlığının sınırında zincirlerinden kurtulmuş gibi dudaklarımı istilası altına aldı, ardından büyük bir engelmişcesine tenimizi ayıran kıyafetlerden kurtuldu. Bir savaş başladı ve dudakları boynumun çukuruna gömülürken, nefes nefese bırakan bir ızdırap göğsümün ortasında kendi kinimden doğdu. Kontrolünü tamamen yitirmiş bir vaziyette, üzerime sızdığında bacaklarımı beline, kollarını belime doladı. Başımın altından yitip giden yastığa bir damla göz yaşım sızdığında, Çağrı'nın çığırından çıkmış dili göğüs kafesimin üzerinde tüm edepsizliğini tiksintiye döküyordu. İlk kez tam manasıyla karşısında tüm çıplaklığımla dururken, hayatım boyunca taşıyacağımı anladığım pişmanlığın ateşi düştü yangın yerine dönmüş kalbime.

"Dur, dur, hayır." Dedim bir çırpıda.

Başını gömdüğü boynumdan kaldırmadan, durdu ve boğuk bir sesle konuştu. "Bana bunu yapma."

Son noktadaydık. Geri dönülmez, fazlasıyla yitip gitmiş olandan bile daha beterine adım atmak için son noktadaydık. Tek bir hamlesiyle, beni milyonlarca parçaya ayırabilir, içimde varlığına inandığım intikamın yerini daha güçlü bir hisse, pişmanlığa bırakabilirdi.

"Yeter," Dedim omuzlarından itmeye çalışarak. "Yeter bu kadar istemiyorum." Ruhumdan küf, pas, irin ve kan akıyordu sanki. Gözlerim tamamen bulanıklaşırken, başını kaldırıp yüzüme baktı.

"Tutku çoçuk oyuncağına çevirdin farkında mısın?"

"İstemiyorum dedim." İntikamı batsın. Değmez, kendimi böylesine aşağılamam değmez.

Üstümden kalktı ve ellerini iki yana açarak derin ve sık nefesler almaya başladı. Terden sırılsıklam olmuş alnındaki nemli saçlarının içinden parmaklarını geçirirken, birbirine bastırdığı dudaklarını araladı. "Peki, tamam."

"Yapamıyorum, ben daha fazla dayanamıyorum." Sesim benden sıyrılıp gitmiş, her şey bir anda anlamsızlamıştı sanki.

"Bu kadar mı tiksincim gözünde?" Sesinde ki şaşkın tonla, darmadağın olmuş çarşafı çekerek çıplaklığını kapattı. Yüzünde, gerçek bir dağılmışlık vardı. "Bakışlarındaki iğrentiye inanamıyorum."

"Evet, bu kadar tiksinçsin gözümde." Ansızın patladım. Zihnimde bir halat koptu sanki ve dilim ve beynim arasındaki tüm yollar yakılıp yıkıldı. "Oyun oynadım! Yaparım sandım, başarabilirim sandım."

Önce derin bir sessizlik oldu. Bir an sonra anladı.

"Tutku sus."

"Elindeki görüntüleri almak için, senden aşırdığım tozlarla seni bir bağımlıya çevirip, sonra da köşeye sıkışmanı sağlayarak hapse tıktırmak için oyun oynadım!"

"Sus." Yüzündeki kan çekildi. Ama kendime engel olamadım.

"Senden kurtulmak için yaptım! Senden kurtulmak için, lanet sevginden hastalıklı zihninden kurtulmak için yaptım! Sana yakın davranarak bana yaşattıklarını sana yaşatabilirim sandım..."

Tek bir hamleyle boğazıma yapıştı. "Sus dedim sana sus! Kes sesini duydun mu beni kes, o sesini!"

Nefessizlik, ızdırap veren,  tiksinç hissettiren bir pişmanlıktan daha cezbediciydi benim için. "İstemiyorum seni. Anladın mı? Anla artık istemiyorum seni! Yanında, yatağında, kalbinde, hatta aklında olmaya bile tahammülüm yok!"

Simsiyah olmuş gözleri ve taş kesilmiş yüzüyle kendinden geçerken dahada sıktı boğazımdaki parmaklarını. "Tek kelime... Tek kelime daha edersen ölümün elimden olur."

"Senin elinden olan ölümü bile istemiyecek kadar tiksiniyorum senden!"

Birden boğazımı bıraktı. Hızla yataktan kalkıp gri eşofmanını giydi. Saniyeler içinde ise odadan çıktığında, dönüşünün bana ölümü getireceğini bilecek kadar tanıyordum onu. Hızla yataktan kalkıp iç çamaşırlarımı giydim. Ardından tişörtümüde üzerime geçirdiğim an, odanın kapısı şiddetli bir gürültüyle açıldı.

Kendimi daha fazla onun yakınında tutmayı kaldırmayan bedenim, and içtiğim yemini hür bırakmışcasına sökülüp gitmişti içimden. Değmezdi. Sonu olmak pahasına bile olsa, ona ait olmaya değmezdi. Başımı kaldırıp üzerime gelen bedenine baktığımda, sağ elinde beyaz  bir zarf, sol elinde yarısı uyuşturucuyla dolu şeffaf bir poşet tuttuğunu gördüm.

Bakışlarım yüzünü bulduğunda ise kanım dondu. Karşımdaki Çağrı değildi. Canavarıydı.

"Seç." Dedi bedenimi buz kestiren bir sesle.

"Yüksek doz mu, ömür boyu hapis mi?"


Bölüm Sonu...

Finale az kaldı...🧚‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top