•Ölüm Arzusu•
Keyifli okumalar...
•
Şiddetle çöken bir bedene iliştirilmiş, hastalıklı bir ruhtum.
Bedenime dişlerini geçiren ağrıları kemiklerimin ücra köşelerine kadar hissederken, midemde dönen kasıntı cümbüşü bana hiç yardımcı olmuyordu. İştahsızlıkla harmanlanan bulantılar sürekli kendilerini başka bir boyutla biçerken, içim dışıma çıkmış bir şekilde zonklayan başımı kaldırdım. Avuçlarımı çıplak zeminin soğuk yüzeyine bastırırken, zihnimi saran her duygunun açık ucu ihtimallerle perçinleşiyordu.
Kendimi zorlukla attığım banyoda ruhumu teslim edecek gibi hissetmem, gitgide şiddetlenen fonksiyonlarımı uyuşturmuyordu. Derin bir soluğu burun deliklerimin içinden çekerken, çelimsizlikle sınanan bedenimi, et yığını haline gelmeden önce buradan çıkartmam gerektiğini biliyordum.
Çıplak dizlerimi dürten soğuk zeminde biraz daha doğrulduğumda, ayak parmaklarım bükülerek topuklarım yere bastı. Klozetin kenarına tutunup bedenimi havalandırdığımda, diğer elim lavabo taşının ıslak yüzeyine tutundu. Sonunda ayağa kalkmayı başarabildiğimde, karşıma dikilen aynadaki görüntüme bakmaktan alıkoyamadım gözlerimi.
Omuzlarıma dökülen siyah saçlarımın üzerine tutunan dalgaları elimin tersiyle omuzumun gerisine itelerken, suratımdan akan makyaja lanet ettim. Derimin pürüzsüz yüzeyine tutunamayan kimyasalları, sevmememin garip tiksintisi içime düşerken, nasıl çekici görünebileceğimi bilmiyordum. Kişisel bakıma ayırdığım zaman dilimi gün geçtikçe kayboluyordu oluşturduğum dairenin içinde. Nasıl göründüğümü umursamamanın getirisi olan bu yeni hissi daha çok seviyor, ona tutunuyordum.
Silik bir renk gibi canlılığını kaybetmeye yüz tutmuş suratımda, hiçbir yaşam belirtisi sezilmiyordu. İriliğini yansıtan siyah göz bebeklerim, kahverengi harelerimi tümüyle silmek üzereydi. Beynim bunu yoksunluğun toy belirtileri olarak adlandırırken, yüzümden okunan ruhsuzluk, hissettiğim kıvamı sergilemem için kafiydi.
Parmak uçuma iliştirdiğim kremi isteksizlikle kızarık halkaların üzerine doğru sürüp, sindirdim. Göz çukurlarımda oluşan ve mora çalan kızıl renkler, suratımın solukluğuna tezatlık oluşturuyordu. Onları sevmiyordum.
Ruhumun şeffaflığına sürünmek isteyen hiçbir renge sempati duyamıyordum.
Elimdeki krem tüpünü lavabonun üzerine bırakıp, metal musluğun sapını kavradım. Elimin derisine düşen suyun soğukluğu, dilimin üzerindeki kurumuş tabakayı kaldırıyordu. Dudaklarımın arasına bir avuç suyu iliştirip kuruluğu gidermeye çalıştım. Musluğu kapatıp aynada görüşünüme son bir bakış attım.
Bedenimin varlığından bile şüphe duyuyorken, onu güzelleştirmeye çalışmak ahmakçaydı.
Çağrı'nın beynimi itaatkarlıkla dizleri üzerine çökerten kelimeleri, zihnimin uyuşmayan yanlarında yankılanırken, bana dokunacak olmasının ihtimali bile midemi yerinden sökme isteğimi arttırıyordu. Onu çekici bulduğum anları hatırlamak bile artık sadece midemin asitini damağıma yayıyordu. Biçimli yüzüne defalarca dokunmuş olan ellerim artık ne zaman ürkek bir titrekliği tatsa, kopmalarını arzuluyordum.
Öfkenin silindirinden geçip dilime düşen kelimeler soğuk banyonun zeminine dağıldı. "İt oğlu it."
İçimdeki fırtınanın yarattığı etki uzuvlarıma sinmeye devam ederken, tekrar kusmadan önce kendimi banyodan dışarıya attım. Yatak odamın beyaz halısına değen ayaklarımı isteksiz bir zorlamayla sürürken, önünde durakladığım yatağın ayak ucundaki ayakkabılarıma uzandım. Yatağa çöküp, siyah ayakkabıları ayağıma geçirirken, üzerlerinde durabileceğimden bile şüphe ediyordum. Eskiden ne çok severdim onları giymeyi... Çok eskiden de değil üstelik... Sadece bir kaç ay öncesine kadar... Şimdi bende en ufak bir istek uyandırmıyordu.
Tekrar ayağa kalkıp, bacaklarımın üzerinden sıyrılan elbiseyi hafifçe aşağı çekeledim. Hızla bedenimi terk eden kilolarımın bana tek zararı, üzerime artık oturmayan kıyafetlerimdi. Ellerimi göğsümün üzerinde çaprazlayarak, elbisenin ince askılarını omuzlarımın üzerinde biraz daha çekiştirdim.
İstediği görüntünün ne olması gerektiğini bilmiyordum. Bedenimin ona sunabileceği şeyler hakkında ise fikir dahi yürütemiyordum. Dağarcığımın içine asılı olan ipi boğazına geçirmiş kelimelerin benim için bir önemi yoktu. Ya da onların hangi anlamları taşıdığının.
Tek istediğim, kontrolünü güçlükle sağladığım bedenimdeki ağrıların dinmesiydi. Belkide bu gece başaracaktım bu aptal yaşantıyı bitirmeyi. Toparlandım. Geçen yarım saatin bana kazandırdığı tek şey saf bir acıdan öte, tahammülsüzlüğün ince çizgileri üzerine dizilmiş kuru öfkeydi.
Beyaz kıyafet dolabının açık kapağını dirseğimle iteledikten sonra, adımlarım sonunda evin çıkışına doğru rotasını belirledi. Muhtaçlığın içine sinen utançın dik başını, öfkem elleriyle kesiyordu. Bu hissi sevmedim.
Karanlık koridorda ilerleyip, dış kapıyı yeni utançlarıma araladığımda ise bu histen nefret ettim.
Düşkünlüğünü utançla harmanlayacak ve hayatının geri kalanını bu tür utanç silsileleriyle yaşayacak aciz bir ruhtan ötesi değildim belki de. En çok acıtan, bunu kabullenmekten başka bir yol bulamayan beynimin tıkanıklığıyla, hastalıklı bedenime edeceği ihanet olacaktı.
•••
Parmaklarımın arasına iliştirdiğim metalin soğuk yüzeyi avucumun içine düştüğünde, derimi kavladığını hissettim. Bedenimi saran müthiş acının yanı sıra yoksunluk krizine girmenin sınırındayken hem güçtüm, hem güçsüzlük. Kestiremediğim bir boyutta istikrarsız adımlar atıyordum. İçinde bulunduğum duruma kendi kendimi sürüklediğimin bilincinde olmak, kendime acıma hissimin alevini söndürüyordu. Geriye kalan küller bedenimin yüzeyine dağılırken, sönen ateşin dumanı ciğerlerime doluyordu.
Yanımda dikilerek varlığını sürdüren adama başımı hafifçe çevirerek baktım. Uzun boyuyla sırtıma attığı bakışları hissediyor, zihninden geçenleri kestiremenin sancısını duyuyordum.
"Sen gitsene."
Koruma kılıklı adam siyah bakışlarını sırtımdan çekmeden soğuk bir sesle konuştu. "Çağrı Bey gelene kadar burada olacağım."
Göz kapaklarımın altında kıvranan gözlerimi devirirken, ağzımın içinde mırıldandım. "Hay senin Çağrı Bey'ine." Duyabileceği bir sesle konuştum tekrar. "Kaçacak değilim."
Beynim öyle bir işlevi zikretse şimdiye kadar çoktan kaçıp giderdim zaten. Ama elimi ayağımı kalın halatlarla bağlayan o anlaşmaya, ruhuma kadar dolanmıştım.
Avucumun içinde varlığını sürdüren anahtarı kilide taktım. Metalin kulaklarımı sızlatan tok sesi, ruhumu kamçılarken açılan kapıyı parmak uçlarımla ittirdim. Karanlık salona açılan kapıdan içeriye süzülen bedenim iliklerime kadar sızlıyor, beynime kendi dehşetinin görüntülerini sunuyordu. Bu acizlikti.
Topuklu ayakkabıların parkenin üzerinde bıraktığı tok sesler, zihnimin içine ulaşırken, göz kapaklarımın içine dolduğunu hissettiğim yaşları gerilere iteledim. Evin yüzeyinden kalkan ferah koku ciğerlerimin içine dolarken, kaç kez derinden soluduğumu dahi kestiremedim.
Parmaklarım pürüzlü zeminde gezinip lambanın düğmesini bulduğunda ışıkları açıp, aydınlanan salonun gözlerimin içine dolmasına izin verdim. Kirli paralarla sahip olduğu varlığı masum değildi. Tıpkı kendisi gibi.
Gri ve mavinin hükmü altında döşenmiş salonda gezinen gözlerime belirlediğim odak noktasına doğru ilerledim. Ayaklarım gri halının üzerine cirit atmaya başladığında, gözlerim duvardaki gümüş rengi saate kaydı. Akrebin acımasız zehri dakikaları süratle ezerken, yelkovanın gamsızlığına sıkışıp kaldığımın farkındaydım. Omuzumdaki siyah çantanın kulpunu kavrayıp, koltuğun üzerine bıraktım.
Dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sigaranın zehirli dumanını iştahla içime çekerken, geçmek bilmeyen zaman içimi deşeliyordu. Parmaklarımın arasında tüm eğreltiliğiyle duran sigaranın izmaritini uzanıp şeffaf cam sehpanın üzerindeki siyah küllüğe bastırdım. İçtiğim kaçıncı sigara olduğuna göz ucuyla baktığımda, üçüncü izmariti gömmüş olsamda küllüğe uyuşmak için can atan beynimin isyanı dinmek bilmiyordu. Ellerim çıplak bacaklarıma sürtünürken, ruhuma dolanan iplerin kör düğümlerini aşındıracak kapı sesi sonunda kulaklarımın içine doldu.
Bedenimi ayağa fırlamaması için güçlükle zapt ettiğim anlarda, bana yaklaştığını bildiğim ayak sesleri kulak zarımı tırmalıyordu. Heybetini adımlarına yansıtan Çağrı'nın güçlü sesini işittim. "İçme şu zıkkımı." Bakışlarının sırtımın çıplak yüzeyini kestiğini hissederken, "Keş oldun başıma." Diye homurdandı sert bir dille.
Avuçlarımı kızarmış ve yıpranmış etimden çekerken bedenimi koltuktan kaldırdım. Adımlarım ona doğru dönerken, ifadesizliğin rengine bulanan yüzümü ona çevirdim.
Kahverengi gözleri kirpiklerinin altında, gözlerime tutundu önce. Dudaklarında ince bir gülümseme belirdi, benim katilim olan. Onun yüzünde defalarca gördüğüm, öptüğüm bu gülümseyi şimdi ellerimle suratından kazıyabilirdim. Ağır bakışları bedenimi kolaçan ederken, alnına dökülen saçlarında gözlerimi asılı bıraktım. Boğazımın derinliklerden gelen sesim muhtaçlığın acımasız zulmü altında kıvrandı.
"İlk kez görmüyorsun. Böyle aç bakma." Bakışlarım gözlerine inerken, kısılan göz kapaklarının altından gözlerime baktı. Titrek bir nefes aldım. "Hadi, ne bekliyoruz? Ölü beden işine yaramaz."
Çağrı sonunda bedenini kıpırdattığında adımlarının keskin sesi kulaklarıma ilişti. Geniş gövdesinin üzerine oturan beyaz gömleğin yakasına elini uzatırken, en üstteki düğmesini açtı. Ruhum o düğmenin sıyrıldığı küçük boşlukta sıkışıp kalmış gibi hissettim.
Çağrı parmak uçlarına otutturduğu ve varlığını yeni fark ettiğim küçük karton torbayı karın hizama doğru uzattı. Bakışlarının keskinliği altında, defalarca ölümün kıyısından dönen bedenim titredi. Çağrı sakin ama soğuk bir sesle konuştu. "Bi' halttan anladığın yok." Gömleğinin yakasından inen eli, çıplak kolumun dirseğini kavrarken, bedenimi hafifçe çekiştirdi. "Şunu giy, odama gel."
Kelimelerinin anlamına düştüğü içeriğe kendimi asmak istedim. Parmaklarımın ucuna sokuşturulan torbayı avucumun içine döşerken, sıktığım parmaklarımın arasında büzüşmesi umurumda değildi. Çağrı sesli bir soluk alarak, sert adımlarla parkenin yüzeyini inleterek salondan çıktı. Kulaklarımın içine dolan kapı sesiyle, elimin içindeki torbanın buruşan kartonunu araladım. Parmak uçluklarım tiksintiyle yumuşak kumaşa değdiğinde, dudaklarımı ısırıp gözlerimi kapadım.
Derimin altına sızan ağrıları yok sayamazken, kanıma karışan zehrin hükmü altında boynum kıldan inceydi. Kavradığım kumaşı çekeleyip çıkarttığımda, görüşüne bakmayı bile içim kaldırmadı. Avucumun arasına sıkıştırdığım kumaşı bir an olsun bırakmazken, parmaklarım üzerimdeki elbisenin fermuarına uzandı. Bir çırpıda üzerimden sıyırdığım elbisenin parkenin üzerinden yükselen sesi, acı yutkunuşumu bastırmaya yetmedi.
Üzerimdeki siyah çamaşırlarımı çıkartma gereği duymadan, avucumun arasında duran, asit döküp yakma isteğimi kabartan kumaşa baktım. Bordonun en can alıcı tonu olabilirdi... Kendimi üzerindeki dantel detaylarının içinden geçebilecek kadar parçalara ayırmak istemeseydim eğer.
Üzerime geçirdiğim an, kalçamın tam altında biten parlak kumaş hastalıklı baldırlarımı gizleyemedi. Dekolteli yakası, siyah iç çamaşırımın üzerine tutunurken, hissettiğim tek şey damarlarımın sızladığıydı.
Daha fazla dayanamayacağımı biliyordum. Gözlerimin içine dolan yakıcı yaşlara izin vermeden, ayaklarımı sürümeye başladım. Attığım her adım lav olup ruhumun gerdanını sararken, ölümün çöktüğü gırtlağımdan geçen her nefes ciğerimi çürüttü. Ruhum küf, pas içinde çürürken kırıldı, örselenerek sağa sola saçıldı ve utancın yuttuğu benliğim, geçtiği köşeden her adımımı dikkatle izledi.
Halsiz bedenim, ölüm döşeğindeki bir hasta gibi sessiz feryatlarını çığırırken, soluk kesen sancılar ruhumun nefesini tıkadı. Asıl ironinin sahibi olan dudaklarım bir nefes alırken, ruhum soluklanamadı ve bedenimi titreten bir ürperti, duran ayaklarımın parmaklarını içe büktü.
Sağ elimi kaldırıp ahşap kapıya doğru uzattığımda, soyut çiviler ruhumdan sökülüp kapının üzerinde somutlaştı ve kapıyı tıklatan parmak boğumlarıma canımı acıta acıta battı.
Bedenimi esir düşüren eroine olan bağlılığım ruhumu dizleri üzerine çökertirken, zihnimdeki lanetleri dudaklarım fısıldadı. "Ah eroin... Senin için böyle aşağılanacağımı bilseydim, asardım kendimi."
Gerçi, onu da denemiştim değil mi? Kesmiştim bileğim ve jilet arasındaki umutlarımı.
Kelimelerimin üzerine serilen Çağrı'nın gür sesi oldu. "Gel."
Ateşi avucumun içinde tutuyormuşum gibi hissettiren kulpu kavradım ve ölümün kucağına ruhumu tüm kuşkularımla bıraktım. Bedenim içeriye girdiği an, bakışlarım ısrarla yere eğilsede, ondan yansıyan güce tutunup başımı eğmedim. Sonunda, harelerim yırtılsada bakışlarımı kaldırabildim.
Tamamen beyaz renklerin hakim olduğu ferah odanın içinden burnuma dolan keskin kokunun sahibini biliyordum. Odası onun anıtı gibiydi ve tıpkı onun gibi kokuyordu. İri bedeni, pencerenin önüne koyulmuş beyaz koltuğun üzerindeydi ve parmaklarının arasına yerleştirdiği kristal bardak göz alıcı duruyordu. Çağrı varlığımı somutlaştıran sesini ve kelimelerini sakınmadı. "Şimdi bir şeye benzemişsin." Gözlerini iç çamaşırımın açıkta bıraktığı göğüslerimin üzerinde hissederken, bakışlarının dikildiği yeri gizleme gereği duymadı. Arsız ve aç bakıyordu ama dili pervasızca aşağılıyordu. "Ele gelecek etin yok. Bedenin çelimsiz ama dilin iyi laf yapıyor."
Yüzüm küçümseyici bakışları altında donuklaşırken, sıkmaktan ağrıyan dişlerimin acısı arttı. "Boşuna uzatma." Dilimden dökülen kelimeler benim değil, yoksunluğumun cesaretiydi. "Yap n'apıyosan. Malzeme bu kadar."
Çağrı ruhsuzca güldü. Kemikli, uzun parmaklarının arasındaki kristal bardağı dudaklarına yaslarken, içkisinden birkaç yudum aldı. Islanan dudaklarının üzerinde baş parmağını hafifçe gezdirdikten sonra, gözlerini hafifçe kıstı. Ardından imayı serpiştiği sesiyle konuştu. "Nasıl hissediyorsun?"
Dudaklarım ölü bir gülümse doğurdu. "Bok gibi."
Çağrı alt dudağını dişlerinin arasına sıkıştırırken, başını hafifçe salladı. Yüzünde anlamını kestiremediğim, bir çok ifade vardı. Gözlerinde ise belirgin bir tutku peydahlanmıştı ama bana yansıyan soğukluktu. Kuru sesi gibi. "Sana eroin vermezsem, gerçekten satacak mıydın bedenini?" Başını yana eğdi. Fısıldadı. "Yine."
Dudaklarımda hastalıklı bir gülümseme baş kaldırdı bu kez. "Şimdi farklı bir halt yemiyorum."
Çağrı tekrar başını salladı. Biçimli kaşları çatık, göz kapakları ağırlaşmış gibi kısıktı. Elindeki içki bardağını parkenin temiz yüzeyine bırakırken, saçları alnına tutundu. Bedenini tekrar doğrulturken, bacaklarını hafifçe araladı ve avucunun içini, bacağının yüzeyine vurdu. "Yaklaş."
Adımlarım ona doğru yaklaşırken, ayaklarımın altına döşenen zeminde hayali çiviler belirdi ve delik deşik olan ruhumun son kanlarını açılan oyuklardan akıttı. Bedenim tam önünde durakladığında, ince bileğime parmaklarını doladı ve uyguladığı hafif kuvvetle bedenimi kendine çekti. Kalçam kalın ve kaslı baldırının üzerine yerleşirken, ellerim sert gövdesine tutundu. Çıplak dizlerim, diğer bacağının iç yüzeyine temas ederken, Çağrı parmaklarını sardığı bileğimi karın hizasına doğru çekti.
Silikleşmeye başlayan beyaz tenimin üzerinde beliren yeşil damarlar bana yaşamın ince uzun yollarını sunuyordu. Çağrı kemikli parmaklarını gevşetmeden, sağ elinin işaret parmağını bileğimin iç kısmındaki ince çıkıntılı ize yavaşça bastırdı. Gözlerini kırpmıyordu. Derimi kaldıran hastalıklı bakışları, bileğimdeki kesik izinin üzerinde parmak ucuyla birlikte gezinirken, acısını unutmadığım anı, tekrar iliklerime kadar hissederek ürperdim.
Çağrı, kısılan boğuk sesiyle dalgınca konuştu. "Sana o gün ne dediğimi hatırlıyor musun?" Sözlerinin tekrara ihtiyacı yoktu. O gün ne dediğini her harfiyle aylarca zihnimin içine kazımıştım ama şu an bulunduğum konum bunu şiddetle red ediyordu. Sözlerim, cılız cesaretime tutundu.
"Beni buna mecbur kılan sensin."
Keskinleşen bakışları yüzümü hırpalarcasına kısıldı. Kahverengi gözleri, ağırlığıyla etimi dövdü. Kasılan çenesindeki ince kas belirginleşirken, sesi sakinlikten uzak öfkeli bir tıslamaydı. "Sikik bedenini kim umursar sanıyorsun?" Sözleri ince kıymıklar olup etimin içine acıtarak sızarken, kelimelerinin ağırlığı kanımı derimin altında kurutuyordu. "Sana asla bedenini ortaya koymacaksın demedim mi?"
Bakışlarım yüzünden düşüp, bileğimdeki çizgiye düştü. Sertleşen tutuşunun altında, bileğime uyguladığı kuvvet canımı acıtıyordu. Sesim pürüzlendi. "Sana asla beni buna mecbur bırakmayacaksın demedim mi?"
Çağrı bileğimi sertçe iteledi. Başını öfkeyle iki yana sallarken, uykusuzlukla sınanan beynimde, algının tıkanan filtreleri açılmıyordu. "Aptal." Diye konuştu öfkesi katıksızlığıyla yüzüme çarparken. "Haketmediğini savun anca."
Bileğimden kurtulan eli, belimin boşluğuna ilişirken, dokunuşu öfkesinden yansıyandan öte değildi. "Geberip gideceğinide bilsen, bir daha diline bu kelimeler düşmeyecek!"
Başımı anında kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerim öfkeyle kısıldı. "Yoksunluk krizine girmek gebermekten farksız mı sanıyorsun?" Çağrı bakışlarını kaçırdı. Yüzümde beliren tiksinti artarken, sesim donan kanımdan bile daha soğuktu. "Nerden bileceksin? Sen zehirlemeyi bilirsin bi tek!"
Çağrı avucunun içini dolduran etimi sıktığında, belimde hissettiğim acı somutlaştı. Sözlerim onu öfkelendiriyordu ama benim içimde hissettiğim utançı kendisi asla hissedemiyordu. Bu güneşin, aya meydan okumasından farksızdı. Aynı anda göze serilmeleri kadar imkansızdı. O hissettiklerimi bilmiyordu.
Sağ eli yanağıma uzandığında dokunuşunu güçlükle hissettim. Sert soluğu kulaklarıma ilişti. "Ağlama." Parmak ucunu, gizli kızıllarımın üzerinde gezdirirken, derin solukları artıkça öfkesi çekiliyordu. Hem gözlerimden umursamadığım yaşları akıtıyordu hem de kendi parmak uçlarıyla siliyordu. Tıpkı; eroin verip beni hem yaşatması, hem de ölümün kollarına uzatması gibi.
"Sana bunca zaman asla dokunmadım." Diye konuştu. Sesini bana değil, kendine duyurur gibi. "Asla da dokunmayacağım demiyorum." Devamı gelen sözleri, geleceğin sessizlikle sınanan varisçisiydi. "Ama bu şekilde değil. Anlıyor musun?" Sesi gitgide kısıldı. "Eskisi gibi, böyle değil. Bu şekilde değil."
Üst dudağımın kenarını dişlerimin arasına sıkıştırırken, başımı usulca salladım. Kelimelerle bilenen algılarım, açığı gün ışığına sunarken, ne yapmak istediğini henüz kavramanın keskin sancısıyla gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Omuzlarım öne bükülürken, tereddütün ince sınırları içinde bir adımla başımı Çağrı'nın geniş omuzuna yasladım. Çıplak koluma değen göğsü etimin altında kasılırken göz kapaklarımı, göz çukurlarıma indirdim. Kuruyan dudaklarımdan yalancı bir itaat döküldü. "Şimdi daha iyi anlıyorum."
Bana verdiği dersin altında yatan her anlam ruhumu ızdırabın eşiğinden çekerken, Çağrı kıpırtısızdı. Sözlerinin tümüne anlam yükleyecek kadar bilincim kalmasada, geçmişte bana söylediği her harfi ilmek ilmek işlemiştim zihnime. Kulaklarımda o gün ki sesinden dökülen kelimeler yankılandı.
Bedenini gözden çıkardığın gün, yemin ederim başkalarına bırakmam... Bırakmam, ben geçerim üzerinden. Defalarca! Ta ki et yığını olup kaldığın âna dek.
Zihnimdeki sesine karışan ses yine ona aitti. "Kalk üzerimden. Şu çirkinliğinle bile sınırlarımı zorluyorsun." Sert sesine serpişmiş ince, alaylı ama yumuşak tınıya kulak kabartırken, başımı omuzundan çektim. Kucağından kalkmaya yeltendiğim an, belimdeki tutuşunu sıkılaştırıp, bedenimi bacağının üzerinde sabitledi.
"Vazgeçtim, kalkma." Bakışlarım yüzüne düştüğünde, daha sakin olduğunu gördüm.
Kaşlarını hafifçe kaldırdı ve sırtını biraz geriye yaslarken elini cebine attı. Sertçe yutkundum. Sabırsızlık hissim artarken, derimin altında akan kan, zehrin kokusunu kavramış ve hoyratlaşmıştı. Kulaklarımı basan uğultuyla, gözlerimi bir saniye dahi kırpmadan Çağrı'nın kemikli parmaklarını takip ettim.
Siyah kumaş pantolonunun cebinden çıkarttığı küçük şeffaf paket gözlerimin açısına düşerken, açlıkla yutkundum. Çağrı paketi bana doğru uzattığında parmaklarıma değen ince şeffafla, hem yaşamın, hem de ölümün parmak uçlarımda atan nabıza dolduğunu hissettim. Paketi araladığım an, Çağrı iri elini önüme doğru uzattı. İnce uzun parmaklarını araladığında gözlerim işaret parmağı ve baş parmağı arasındaki boşlukta oyanlandı. Çağrı tok bir sesle fısıldadı. "Dök, durma."
Bakışlarımı kumral teninin parlak yüzeyinden ayırmadan, araladığım şeffaf paketi titreyen parmak uçlarımla hizaladım. Boştaki elim Çağrı'nın sıcak avucuna tutunurken, sabitlediğim yüzeye tozu yavaşça dökmeye başladım. Sessizlikle uysallaşmam gerektiğini biliyordum ama dilimi tartaklamaktan çekinmeyen kelimeler, sesimin yüzeyinden söküldü. "Damardan demiştin."
Çağrı'nın belimi tutan iri avucu sırtıma doğru tırmanırken, sesli bir nefes aldığını işittim. Yoksunluğun keskin tarafı tüm damarlarımı tıkarken, aceleci yanımı sözleri bastırdı. "Ölümü bu kadar erken arzulama." Dişlerimi yanağımın içine geçirirken, sözlerindeki çıplak gerçeğin beni ürkütmediğini biliyordum.
Üzerinden adımlarımı çektiğim kelimeleri gerimde bırakırken, Çağrı'nın boynumdan dökülen saçlarımı avuçlarının arasına toplamasıyla elinin üzerine doğru eğildim ve günlerdir dinmeyen isteğimi, ciğerlerimin içine kadar çektim.
Çağrı belki çoğu zaman haklıydı ama bir gerçek vardıki bunu asla kabullenmiyordu. Gramına kadar kendi parmaklarıyla tartıp bana sunduğu zehri, bir gün güvenini kazanıp, ihtiyacım olacak kadar kullanacağıma inanacağı anı bekliyordum.
Çünkü, arzuladığım ölümü, arzuladığım şekilde gerçekleştireceğim günü sabırsızlıkla beklediğimi, hücrelerime kadar kendime saklıyordum.
Başım Çağrı'nın omuzuna düşerken, uykusuzluğun hüküm sürdüğü bir haftanın sonunda bedenim kuş gibi hafifleyeceği anı güdüyordu. Etimin altında hareketlenen beden, dizlerimin altından geçirdiği koluyla, bedenimi havalandırdıktan sonra yumuşak bir yatağa usulca bıraktı. Bedenim içime gömülürken, karnıma çektiğim bacaklarımın arasına soğuk ellerimi iliştirdim. Birkaç dakika içinde, bütün ağrılarımın dineceğini bilen yanım, huzurla gülümsedi.
Halbuki bu, beni günden güne eriten bir yanılgının ayak sesleriydi.
•••
Bölüm Sonu.
•Sizde neler netleşti?
•Yeni bölümde, yeni karakter geliyor.😏
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top